GÜN SAZAK

Gün Sazak, Cem Boyner, Fahrettin Aslan ve Bağlar

CEM BOYNER ÜZEYIR GARIH

Şişli Terakki Lisesi 1976-1977 Mezunu Ayşe Bilgün Sazak, 1959 Ankara Doğumlu, Baba Adı : Gün

MHP’nin ünlü isimlerinden, eski bakan Gün Sazak’ın kızı Ayşe Bilgün Hanım’ın sınıf arkadaşı da İzzet Garih’miş yani öldürülen Üzeyir Hazakil Garih’in oğlu. Ayşe Bilgün Hanım daha sonra Boyner soyadını alacaktır, çünkü ilk evliliğini Cem Boyner’le yapacak ve bu evlilikten de üç kızı olacaktır.

Ayşe Bilgün Sazak’ın dedesi, Gün Sazak’ın da babası olan Emin Sazak denince akla toprak ağalığı, Eskişehir’deki o bitmez tükenmez genişlikteki arazileri gelir. Emin Sazak, elbette bir Kuvayı Milliye yanlısı ve Mustafa Kemal’in adamlarından birisi olarak 1920’de başlayan 1950’ye kadar değişmez şekilde milletvekili. Yalnız, Emin Sazak, iflah olmaz bir Toprak Reformu düşmanı olarak, CHP’deyken sözü edilen toprak reformu laflarına bile dayananamış ve oradan DP’ye geçmiş. Fakat bu toprak reformu lafları DP’de edilince daha fazla dayanamamış ve oradan da ayrılmış. Emin Sazak’ın bir diğer oğlu da Fenerbahçe Başkanlığı da yapan, 1999’daki depremde Yalavoda’ki bütün siteleri yıkılan, binlerce kişinin katili Yüksel İnşaat’ın sahibi olan MHP'li Güven Sazak. Milliyet’teki Derya Sazak da Emin Bey’in torunlarından.

Robert Kolej ve Boğaziçi mezunu Cem Boyner’in Sabetaycılığı malum, Nefes Arkadaş, "güvenilir" bir kaynaktan İngilizce bir aktarma yapmıştı ve orada da vardı ama yine de biz biraz daha bakalım.

www.borsatilkisi.com/aksa.doc diye bir adres buluyoruz, dökümanı açamıyorum ama yahoo’dan göründüğü kadarını alıyorum.

1- ASLI BOYNER 66.927.- 0.67. 2- FÜSUN BOYNER 2.800.- 0.02. 3- CEM BOYNER 75.702.-
0.76. 4- FUAT BOYNER 140.809.- 1.42. 5- HULKİ BOYNER 31.574.- 0.32. 6- İ.HAKKI ...

Boyner Ailesi’den Fuat Boyner’den başlayalım. Işık Lisesi 1965 mezunları yıllığına baktığımızda Fuat Boyner’i görüyoruz. Yıllıkta mezunlardan Fuat Boyner için ana okulundan beri Işıklı deniyor.
İsmail Hakkı Emre Boyner’ de 1989 Şişli Terakki Lisesi mezunu olarak buluyoruz.
Ailenin bir diğer erdi Ayşin Boyner’i de Şişli Terakki 1992 mezunları arasında buluyoruz. Bir adım daha gidelim ve bir alıntı yapalım :

"Maksim Gazinosu bir yıl aradan sonra Muazzez Abacı, İbrahim Tatlıses, Mehmet Ali Erbil ve Mezdeke Grubu ile muhteşem bir açılış yaparken açılışa katılmayan Sacit Aslan'ın boşluğunu Fahrettin Aslan'ın en küçük oğlu Mehmet Aslan doldurdu. Babası Fahrettin Aslan ile arası açık olan Sacit Aslan'ın boşluğunu dolduran Mehmet Aslan, babası Fahrettin Aslan'ın yanından bir an olsun ayrılmadı. Bir yıl önce Swissotel'de yapılan düğün ile Cem Boyner'in yeğeni İsmail Boyner ile evlenen Fahrettin Aslan'ın torunu Zeynep Boyner de dedesiyle hasret giderdi. Fahrettin Aslan'ın ikinci eşi Arzu Aslan'dan olan oğlu Mehmet Aslan şık kıyafetiyle dikkat çekerken ‘Titanik’ filminin ünlü oyuncusu Leonardo di Caprio'ya benzetildi. "
http://arsiv.hurriyetim.com.tr/kelebek/turk/99/02/11/kelhab/04kel.htm

Bu gazeteler hep tek isimleri yazıyorlar, ben de ikinci isimlerini buluyorum. Cem Boyner’in yeğeni İsmail Boyner’le evlenen kimmiş Zeynep Hanım.
Şişli Terakki 1992 mezunu Zeynep Hande Aslan, Üsküdar 1974 doğumlu Baba Adı Mehmet Yaşar. Demek ki Fahrettin Aslan’ın oğlu Mehmet’in diğer adı da Yaşar’mış.

Gün Sazak’ın kızı Ayşe Bilgin Hanım Cem Boyner’den ayrıldıktan sonra Mehmet Sinan Dereli ile evlenmiş. Mehmet Sinan Dereli’den de boşanmış. Kim bu Mehmet Sinan Dereli ?
İstanbul Motor Piston’un sahibi.
M. Sinan Dereli adına bakın nerede rastlıyoruz :
http://www.ist-def.gov.tr/vergihaftasi/ilkyuz2000.html

Yani M. Sinan Dereli bir vergi yüzsüymüş ve İstanbul Defterdarlığı da kendisini açıklamış. 1959 doğumlu M. Sinan Dereli 1907 Fenerbahçeliler Derneği üyesiymiş aynı zamanda.
http://www.1907.org/1907tuzuk.html

Cem Boyner de daha sonra Ayvalıklı Ümit Hanımla evlenmiş ve burada yazlıkları varmış. Ümit Hanım’ın annesinin başı da ödemediği borçları yüzünden beladaymış.
http://www.stargazete.com/ekonomi/2001/11/08/eko04.html
Haydi Sabetaycı Türkiyem İleri !

GOKYUZU
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Üzeyir Garih’in bazı "özelliklerini" sıralayalım.

1- Ü. Garih, sadece Yahudilerin üye olabildigi ve üst düzey "özel" loca kabul edilen Atlas Locasi’na* bagli 009 nolu üye ve en üst düzey olan 33. Dereceden masondur. Ayrica ortagi I. Alaton da üst düzey bir mason olup, Alarko’nun üst düzey yöneticileri** de masondur.

2- Devletin özellikle ABD’de lobi faaliyetlerini yürüten 500. Yil Vakfi*** kurucusudur. Bu vakfin kurucularinin tamamina yakini Yahudi ve/veya Sabetaycidir ve istisnasiz olarak da hepsi masondur. Bu vakfin ayrica bazi yazarlara para karsiligi Israil yandasi kitap yazdirdiklari da bilinmektedir. Örnegin, Prof. Dr. Çetin Yetkin , bir dönem Hürriyet’te özel diziler hazirlayan, özel bilgilere sahip oldugu belli olan ve ondan öncesi dokuz yil da savci olarak çalismistir.

3- Ihtiyarlara Yardim Dernegi ismiyle faaliyet gösteren, çok etkili ama sessiz 1895’te Ihtiyarlar Yurdu (Ibr. Mosav Zekinim) olarak açilan (Y. Besalel, Osmanli ve Türk yahudileri, s.254) Osmanli ve Israil’in lobi faaliyetleriyle çok ilgili bir kurulusun etkin üyesidir.

4- Alarko, 12 Eylül günü Türkes’in çalisma odasindaki kasada bulunan belgelere, bunlarin bir kismi da bizzat Türkes’in el yazisiyla yazilidir ve MHP Ülkücü Kuruluslar Davasi Iddianamesi’nde yer almistir, MHP’yi finanse eden bir kurulustur.

5- ISKI Skandali olarak bilinen yolsuzlukta, yolsuzlugun bas aktörü olmasina ragmen Alarko korunmustur. Üst düzey mason olan Göknel’le rüsvet islerini düzenleyen Aaron Habip, Üzeyir Garih’in bacanagidir. Bilderberg **** toplantilarinin benzeri olan Taksim toplantilarini düzenleyen mason Nurettin Sözen’in bu toplantilarinin demirbaslarindan birisi de Üzeyir Garih’tir zaten.

6- Üzeyir Garih’in ölümünden sonra agit yazisi yazan ve Garih’le iyi tanistiklari belli olan Oral Çalislar’in Cumhuriyet’i ISKI Skandalini örtbas etmeye çalisan masonik baglarin en önemli öge oldugu gazetedir.***** Cumhuriyet’in su andaki yönetim kurulunda Israil asigi Çevik Bir ve "en güçlü" emekli orgeneral Kemal Yavuz vardir.

7- Üzeyir Garih’in babasi Üzeyir Ezra Garih Mim Mim mensubudur.
* "Hür ve Kabul Edilmis Masonlar Büyük Locasi" tarafindan yayinlanan 1909-1989 Türkiye'de 80 Yilda Mason Localari (Kisa Tarih-Isimler-Istatistikler) adli kitaba göre (Istanbul: Yenilik Basimevi, 1990), yalnizca yahudilerin üye olabildigi ATLAS LOCASI, 7 Ekim 1948 tarihinde kuruldu. Locanin geçmis üyeleri arasinda Türkiye'deki yahudi cemaatinin seçkin isimleri yer aliyordu: M. Abravanel, S. Botton, Jak Essayan, Morko Kohen, Edvar Lebet, Piyer Psalti, Jak Nahum, Raul Rozenthal, Leon Yakoel, A. Mezbur, A. Mosse, A. Saltiel, K. H. Sarlica, A. Zoletti, Sami Mordo, Y. Garti, Moris Danon, V. Menase, Nedim Yahya, David Kohen, Jak Bonfil, Nesim Güvenis, Benjo Alaton, Albert Menase, Viktor Sidi gibi. (H. Yahya, Yeni Masonik Düzen)

** Alarko'nun masonik tablosu Alaton ve Garih ile sinirli degil. Bu iki patronun disinda Alarko'nun Yönetim Kurulu üyesi Yusuf Tezman'in da 18 Nisan 1992 tarihli Konvan raporundan Ideal locasina bagli üstad mason oldugunu ögreniyoruz. Kardeslik locasina kayitli Sükrü Candir'da Alarko Holdinge bagli masonlardan. Sezgi locasina bagli Hüseyin Igdirli yine Alarko Holding'de Yeditepe locasina 001 matrikül no ile kayitli Necati Gözübüyük ve Musavat locasina kayitli Edip Ilkbahar da Alarko Holding'in önemli isimleri arasinda. (H. Yahya, Yeni Masonik Düzen)

Gökyüzü  ~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~ 

İSMAİL CEM DOSYASI

Bilderberg'ci Sabetayist, YTP lideri İsmail
Cem İpekçi Kayseri'den nasıl seçildi?


Devletin kilit noktalarına getirilen Sabetayistler arasında yer alarak TRT Genel Müdürlüğü'ne atandı. Uluslararası tröstlerin sahip ve tepe yöneticilerinden oluşan Dış İlişkiler Konseyi'ne bağlı Bilderberg'e üye seçildikten sonra hızla yükseldi. 1995'te Kayseri'den aday gösterilince, RP'li Abdullah Gül'den "Bana yüklenmeyin, yardım edin" diye rica etti.

Bilderberg'ci Sabetayist, Yeni Türkiye Partisi lideri İsmail Cem İpekçi, 20 Temmuz'da milletvekili seçildiği Kayseri'ye gitti, büyük protestolarla karşılaştı ve kovuldu. Ankara'ya döndüğünde Kayseri'yi çok iyi bulduğunu, temaslarının gayet iyi geçtiğini ve protestoların bazı kesimlerin provokasyonu olduğunu söyledi. ABD Dış İşleri Eski Bakanı Yahudi Madleine Albright'ın İbranice ismi ile hitap ettiği Dışişleri eski Bakanı İsmail Cem İpekçi, 1940'da İstanbul'da doğdu, ilkokulu Işık Lisesi'nde, ortaokulu misyoner okulu Robert College, liseyi San Fransisco ve Robert College'de tamamladı. Lozan Hukuk Fakültesi'nden 1962'de mezun oldu.    Ecevit'in ilk Başbakanlığı döneminde, devletin kilit noktalarına getirilen Sabetayistler arasında yer alarak TRT Genel Müdürlüğü'ne atandı, 1974-1975 arasında bu görevi yaptı. Ecevit bu atamayı yaparken, hükümet ortağı Erbakan'ın onayını almakta zorlanmadı, çünkü Erbakan birçok bakımdan İpekçi'yi kendine çok yakın buluyordu. Sabetayistlerin Karakaslar koluna mensup olan İpekçi, dünyayı yöneten uluslararası tröstlerin sahip ve tepe yöneticilerinden oluşan Dış İlişkiler Konseyi'ne bağlı Bilderberg'e üye seçildikten sonra hızla yükseldi. 1987 ve 1991'de İstanbul, 1995 ve 1999'da Kayseri'den milletvekili seçildi. 1995'te Kültür Bakanlığı yaptı. 3 Temmuz 1997'de, Başbakan Ecevit tarafından Dışişleri Bakanlığı'na atandı. 12 Temmuz 2002'de Dışişleri Bakanlığından ve DSP'den istifa etti. 22 Temmuz 2002'de Yeni Türkiye Partisi'nin kurucusu oldu ve Genel Başkanlığa seçildi.   Serdar Turgut'un bile, Dış politikamız yok ki, neyi anlatacağız zavallı adamcağıza dediği İpekçi, 4 Aralık 1997'de Washington'da, Albright'la Orta Asya ve Kafkasya'da birlikte hareket etmek için sözlü bir gizli anlaşma yaptığını, 22 Ocak 2002'de TRT 2 programında ikrar etmiş bir Dışişleri Bakanı olarak tarihe geçti.    Türkiye'yi ABD adına yönetmeye soyunan Yeni Türkiye'nin lideri İpekçi'nin, Refah Partisi'nin kalesi Kayseri'den milletvekili seçilişinin öyküsünü tarihin kayıtlarına geçirmekte yarar görüyoruz. 1995 genel seçimleri öncesinde, Tahir Köse, Uluç Gürkan ve İsmail Cem İpekçi, seçilme olasılığı yüksek yerlere konulmak koşuluyla DSP'ye geçmiştir. Birbuçuk ay sonra da, TBMM erken seçim kararı almıştır. DSP yönetimi milletvekili listelerini ilan etmiştir. İpekçi İstanbul listesinin ön sıralarında yer almayı beklerken Kayseri'den aday gösterildiğini duyunca hayal kırıklığına uğramıştır. DSP Genel Başkanı Ecevit, partisine pazarlıkla yeni transfer olmuş İpekçi'nin seçilmesini önlemek amacıyla onu Refah Partisinin kalesi Kayseri'den aday göstermiştir    İpekçi bu ruh haliyle, TBMM Dışilişkiler Komisyonu'nda birlikte çalıştığı ve yakın arkadaşlık kurduğu RP Kayseri Milletvekili Abdullah Gül'le görüşme ihtiyacını duymuştur. Amerika'nın Gül'ü İpekçi, diğer Amerika'nın Gül'ü Gül'e, Ecevit nankör bir insan, beni harcamak için Kayseri'den aday gösterdi; Kayseri, RP'nin kalesi ve dinî konularda çok hassas, bana yüklenmeyin, yardım edin, destek verin diye rica etti. Bu özel görüşmenin ardından Abdullah Gül, RP merkezine giderek, İpekçi bana destek verin diye yalvardı, rakiplerimiz perişan vaziyette diye anlattı. Gül, aynı günün akşamı Kanal 7'de bu yolda açıklamalarda bulundu.   O dönemde DSP'ye destek veren bir grup, Oran'daki evinde İpekçi'ye, mevcut seçim sistemi Kayseri'den seçilmenizi sağlar. İlerici kesimler birleşerek RP'nin karşısına bir aday koyarlarsa, bu aday yüzde yüz seçilir. Biz seni seçtiririz dediler. İpekçi bu açıklamalardan tatmin olmadı, büyük moral çöküntüsünden kurtulamadı, bu grupla Kayseri'ye gitmedi.    İpekçi'yle görüşen grup, Kuzey Irak'ta Kürt devleti kurulmasına karşı çıktığı için DSP'ye destek veriyordu. İpekçi'ye bu öneriyi o nedenle götürüyordu. Nitekim bu grubun yoğun çalışmaları sonunda İpekçi, hiçbir çabada bulunmadan milletvekili seçildi. Seçildikten sonra Kayseri'den arayan seçmenlerinin telefonlarına çıkmadı. Ankara'ya gelen partililere; önceleri biz muhalefet partisiyiz, elimizden bir şey gelmiyor, daha sonraları da ben Dışişleri Bakanı olarak dış politikaya yoğunlaştım diyordu. Ama Jak ve Jefi Kamhi gibi patronlar aradığında uzun uzun görüşüyordu. İpekçi; Kayseri milletvekilliğinden çok Brüksel milletvekili olarak çalışmayı tercih ediyordu. Zaten onu 1999'da Dışişleri Bakanlığı'na bu tercihi taşımıştı.   Bilderberg üyesi ve bir Sabetayist olarak uluslararası Yahudi sermayesini arkasına alarak Yeni Oluşum'un liderliğine (YOL) soyunan İpekçi'nin, bağımsızlıkçı ve ulusal güçlerin birlikteliği ile er geç YOL'cu edileceğine şüphe bulunmamaktadır.  
1. Prof. Yalçın Küçük, Şebeke, YGS Yayınları, 2002, s. 304
2. Aynı yerde, s. 176 3. Prof. Yalçın Küçük, Tekelistan, YGS Yayınları, 2000, s. 96
Marko Paşa Online 10 Ağustos 2002
====================================================

 

1924 Mübadelesinden sonra Selânikliler nerelere yerleştirildi? Bu belgeler henüz tam olarak açıklanmadı. Aşağıda sadece iki küçük örnek sunuyoruz

 

Trakya'nın Karadeniz kıyılarında bir şirin köy

Kıyıköy Kırklareli'ne bağlı küçük bir köy.Kıyıköy'e (eski adıyla Midye), ancak bir kısmı günümüze dek ulaşan Bizans surlarındaki kemerli kapıdan geçerek giriyoruz. Bölge antik çağlardan günümüze değin bir yerleşim yeri olma özelliğini koruyor. Şimdilerde Balkanlar'dan gelen göçmenler, Selanikli Türkler'in yaşadığı köyde ilk durağımız daha önceden planladığımız üzere Aya Nikola Manastırı.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
İki dedemi de görmedim ben. Biri adımı veren, adı Derviş, sırım gibi, yaman, öteki çok önceleri göçmüş benden, masmavi gözlü Selanikli Süleyman.
Cem Hire / Adam Sanat Dergisi Ocak 2002 sayısı
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Derbent
, İznik Yenişehir karayolu üzerinde,gölü ve İznik'i yüksekten gören bir köy. 1923 Mübadelesi öncesinde bir Rum köyü imiş. Mübadeleden sonra Rumlar Yunanistan'a dönerken, köyün şimdiki sahiplerini oluşturan Selanikli 20 aile buraya yerleştirilmiş. Bugün Derbent'lilerin, Yunanistan'la ilişkileri azalmış olsa da sürüyor. Mübadele sırasında Yunanistan'a giden Rumlardan bazıları zaman zaman Derbent' e gelerek özlem gideriyor, atalarının yaşadığı yerleri görüp inceliyorlar. Derbent' in bir özelliği de, İznik'te okuma yazma oranı en yüksek köy olması. Köy bu özelliğiyle, Türkiye çapında bazı ilklere imza atmış. Örneğin Cumhuriyet tarihimizin
ilk bayan kaymakamı, Derbent Köyü nüfusuna kayıtlı. Köyden çok sayıda üst düzeyde bürokrat, hukukçu, subay, öğretmen, memur yetişmiş. Derbentliler son derece konuksever ve güler yüzlü insanlar. Köyün zengin bir folkloru var. Yöresel oyunlardaki kıvraklık hemen dikkati çekiyor.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
(...) Belgeselin danışma kurulunda da İlber Ortaylı, Şahin Alpay, Ömer Madra, Burçak Evren, Yorgo Kirbaki, Gündüz Aktan gibi isimler var. Onları nasıl seçtiniz?
Şahin Alpay’la bizim aile bağımız var, o da bir
Midilli mübadili. Ömer Madra da Ayvalıklı bir mübadil. Celal Üster de var, o da bir mübadil. İlber Ortaylı ise bu konuda araştırma aşamamda çok yardımcı oldu.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

YUSUF ATILGAN

YUSUF ATILGAN

 27 Haziran 1921'de Manisa'da doğdu. 9 Ekim 1989'da İstanbul'da yaşamını yitirdi. Asıl adı Yusuf Ziya Atılgan. Nevzat Çorum ve Ziya Atılgan imzalarını da kullandı. Manisa Ortaokulu'nu, parasız yatılı olarak Balıkesir Lisesi'ni ve ikinci sınıftan sonra askeri öğrenci olarak devam ettiği İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi

Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. O dönemde Akşehir'de bulunan Maltepe Askeri Lisesi'nde edebiyat öğretmenliği yaptı. Üniversite öğrenciliği sırasında Komünist Partisi'ne katılarak faaliyette bulunduğu iddiasıyla sıkıyönetim mahkemesince tutuklanarak Ceza Kanunu'nun 141. maddesi uyarınca hapse mahkûm edildi. 6 ay Sansaryan Hanı'nda, 4 ay da Tophane Cezaevi'nde olmak üzere 10 ay hapis yattı. Tahliye olduktan sonra doğduğu yer olan Manisa'nın Hacırahmanlı köyüne yerleşti. Burada evlenerek uzun süre çiftçilik yaptı. 1976'da tiyatro oyuncusu Serpil Gence ile ikinci evliliğini yapıp İstanbul'a yerleşti. 1980'den sonra, Milliyet Yayınları'nda danışmanlık ve çevirmenlik, kısa bir süre de Can Yayınları'nda redaktörlük yaptı. Üzerinde çalıştığı "Canistan" adlı romanını tamamlayamadan kalp krizi sonucu Moda'daki evinde öldü. Bülbülderesi Mezarlığı'nda (Üsküdar) toprağa verildi. Hacırahmanlı Belediyesi tarafından "Yusuf Atılgan Halk Kitaplığı" kuruldu (1990). Hakkında yazılan yazı ve röportajlar ve kendisine adanan yazılar ölümünün ardından bazı "Perşembeci Dostları" tarafından Yusuf Atılgan'a Armağan adlı kitapta derlendi.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

Sabatayizm tartışmaları

Bir süreden buyana Türkiye’de yoğun olarak yapılan tartışmalardan birisi de Sabatayizm. Tartışma yoğun olmasına yoğun da henüz bu tartışmayı belirleyen kalemlerin sayısı beşi geçmiyor ve tartışma bilimsel alanda gerçekleşmekten çok sözde-bilimsel bir alanda cereyan ediyor. Ancak tartışmanın şu ana kadar ortaya çıkardığı sonuç bilimsel olmaktan tamamen uzak. Çünkü, ortaya çıkan temel tez şöyle özetlenebilir: Türkiye’de özellikle son 150 senede devlet, ekonomi ve kültür yaşamı kendilerini müslüman gösteren ve gizli bir Yahudi tarikatı üyesi olan Sabatayistlerin kontrolündedir.

Bu iddia öyle çılgınca boyutlar almaktadır ki sonunda Kurtuluş Savaşı’nı gerçekleştirenler de, ilk kurşunu atanlar da, romanlarımızı yazanlar da, fabrikaları kuranlar da özetle aklına gelebilecek her önemli ve milli nitilikli işi yapan Sabatayist ilan edilmektedir.

4000 yıllık kanıtlanmış bir tarihi olan Türk milleti ise bu coğrafyada sanki sadece doku maddesidir ve Sabatayistler anılan işleri yapsınlar diye vardırlar. Sadece bu noktadan bakıldığında bile Sabatayizm tartışmalarının bugünkü çizgisi Türk milleti, Türk tarihi, Türk kültürüne büyük bir hakaret niteliği taşımaya başlamıştır.
Üstelik Sabatayist oldukları ileri sürülenlerin sayısı üstüste konulduğunda nerede ise İsrail’in nüfusunu aşmaktadır. Oysa Sabatay Sevi ile birlikte Sabatayist olan Yahudi sayısı bir avuçtur. Bunların biyolojik olarak bu oranlarda artmaları mümkün değildir.

Üstelik Sabatay Sevi’nin onsekiz emrinden birisi Müslüman Türkler’le evlenmeyi yasaklamaktadır ve cemaat içi evliliği öngörmektedir. Kimin Sabatayist olduğunu belirlemekde kullanılan yöntemlerin de bilimsel olduğunu ileri sürmek mümkün değildir.

Bazı isimleri kullananlar Sabatayistmiş. Mesela, Cem, Neşe, Meltem vs... vs... Aslında bu isimlerin hepsi Müslüman Türk aileleri tarafından çocuklarına verilebilecek isimlerdir.

Peki yapılmak istenen nedir bu tartışmalarla? Ve bu konu tartışılmamalı mıdır?

Önce ikinci soru ile başlayalım. Sabatayizm konusu çok ciddi bir bilimsel araştırma alanı haline gelmelidir. Türk milleti kendisini gizleyerek ekonomik, politik ve kültürel bir lobi şeklinde çalışan bir grubun varlık ve amaçları konusunda muhakkak doğru bilgi sahibi olmalıdır.
Hatta üniversitelerimizden birisinde (İlahiyat Fakültesi bünyesinde) Sabatayizm ile ilgili bir araştırma merkezi kurularak bilimsel çalışmalar yaşama geçirilmelidir.
Şimdi birinci soruya dönersek yapılmak istenen, toplumun kendine olan güvenini geçmişte halde ve gelecekte sarsmaktır. Türk insanına milli bir tarihi ve kahramanları olmadığı duygusunu aşılamak, her tarafın Sabatayistlerle dolu olduğu endişesine sürüklemek ve gelecekte vereceği mücadelesinde örnek alacağı tarihi ve kahramanları yok etmek.
Bir süre önce bir dostum İzmir’de Yunan’a ilk kurşunu sıkan gazeteci Hasan Tahsin’in aslında Sabatayist olduğunu ve onun ilk kurşunu sıkmadığını söyledi. Bir yerden duymuş. Oysa Hasan Tahsin, Yunan işgali başlamadan iki hafta önce köşesinde yazdığı yazıda İzmir’e çıkacak Yunan ordusunu kurşunlayacağını yazmıştır.

Ve unutmayalım Atatürk “Türk Öğün, Çalış, Güven” derken bu üç unsurun stratejik değerinin altını çizmişti. Şimdi toplumsal güven duygusunun yok edilmeye çalışıldığını görüyoruz. Türk insanının güven duygusunu yok etmek Anadolu coğrafyası üzerinde tutunmamızı mümkün olmaktan çıkarır.

4 Haziran’da Akşam gazetesindeki köşesinde Sabatayizm konusunda çok sağlıklı bir değerlendirme yapan Güler Kömürcü meşhur Amerikalı stratejist Fukuyama’nın ABD’ye güven faktörünü 21. yüzyıldaki Amerikan üstünlüğünün devamı için stratejik bir değer olarak sunduğunu yazıyor.

Liderlik mücadelesi veren toplumlar kendi içlerinde doğru tehdit algılamaları yapmayıp toplumsal bir paranoya durumuna ulaşırlar ise böyle bir toplumun paranoyak bir bireyden farkı olmaz.
Hayatı algılaması paranoya üzerine oturtulan toplumların yönlendirilmesi aynı bir paranoyak kişiliğin yönlendirilmesi gibi çok kolaydır. Sadece onu yeterince komplo teorisi ile beslemeniz yetecektir. O ona verdiğiniz komplo teorilerini zihninde besleyecek, dallandırıp budaklandıracak ve aktaracaktır. Sabatayizm konusunda uyumadan bütün bir milli ve bilimsel uyanıklığımız ile paranoyadan uzak durmalıyız.

Ümit Özdağ, Yeni Çağ Gazetesi, 04.06.2004


SAYFAYI KAPAT


Sabataycılık meselesini istihza edenler, alaya alanlar veya suyu bulandırarak gizliliğin muhafaza edilmesine yardımcı olanlar, açığa çıkan bilgilerin önemini azaltanlar

Sabetaycılığın da cılkı çıktı


Son zamanlarda yeni bir paranoya daha edindim.

Çevremdeki herkesin sabetaycı olduğundan şüpheleniyorum.


Çoğu itiraf etmiyor bana gizli Yahudi olduklarını ama bu beni kandırmıyor çünkü bu işin raconu gizlilik olduğundan bana itirafta bulunmamaları kanaatimi katiyen değiştirmiyor.

Arada onları şok taktikler uygulayarak da yakalamaya çalışıyorum.

Örneğin geçenlerde köy kahvesinde otururken bana bir adam tanıştırdılar. Ona 'şalom' dedim o da bana 'şalom' diye cevap vermesin mi.

Tam seviniyordum ilk sabetaycımı da afişe ettim diye bana onun köyün delisi olduğunu söylediler.

Adam kim nasıl konuşursa, onu aynen taklit edermiş.

Burada da bir komplo vardı büyük ihtimalle ama onu kafaya takmadım çünkü yapacak önemli işlerim vardı.

Köyün delisiyle fazla konuşmayıp, mezarlığa gittim ve mezar taşlarını tek tek okudum. Sonuçta gördüm ki bu köyün neredeyse yüzde 90'ı da sabetaycı. Net olarak çıktı bağlantılar yani!

Birkaç gece önce sabaha karşı ter içinde uyandım.

İçimde büyük bir boşluk, bir sıkıntı vardı.

İlk önce bunu akşam içtiğim şaraba bağladım ama değildi. Akşam sarhoş olmaya başlayınca kafamı takmış olduğum meseleden kaynaklanıyordu sıkıntım.

Birbiri ardına yapılan çalışmalara göre bu memlekette modern düşünceye açık, batılı olan, yeniliklerden korkmayan hemen herkes sabetaycıydı. İddia bu yani.

Peki ama o kitaplarda ismi açıklanan insanların çoğuyla tanışmış olduğum, bir kısmıyla da arkadaş olduğum halde neden bir tek ben ateist olarak kaldım onların arasında, bunu bir türlü çözümleyemedim!

Acaba arkamdan da alay ediyorlar mıydı ki?

Size bir şey söyleyeyim mi benim bu toplumda meslek yaşamımda bu noktaya kadar gelebilmem gerçek bir mucize, bunu bilin.

Düşünsenize gizli devlet görevlisi değilim, hiçbir kuruluş bana 'birlikte çalışalım' teklifini yapmadı, takım tutmam, futboldan anlamam, Bilderberg'e hiç davet edilmedim (bu yıl davet edilenler arasında Hasan Cemal'in de bulunması, eğer bir dünya komplosu gerçekten vardı ise onun da tamamen başarısızlığa uğraması anlamına gelir. Çünkü Hasan Cemal, Ortaokul Yurttaşlık Bilgisi kitaplarından kopya çeker gibi yazar ve konuşur. Kabul edersiniz ki bu kadar düzgün olunarak da bir dünya komplosu katiyen yapılamaz), üstelik en felaketi de sabetaycı da değilim.

Bunca handikabıma rağmen sadece yazarak bu noktaya gelebilmiş olmam gerçek bir mucize değilse, biz bundan böyle mucizeyi nasıl tanımlayacağız, bunu da bilemiyorum artık!

Bunları yazarken, birkaç dakika önce içime bir endişe de düşmedi değil hani.

Acaba kendi hakkımda benim bile bilmediğim bazı gerçekler mi vardı ki?

Örneğin üniversiteyi bitirdiğimde belki Karl Marx'a benzeyebilirim diye sakal bırakmıştım. Siyah saçlı olmama rağmen sakalım tamamen kızıl renkte çıktı. Bu bana bir ihtilal lideri olacağım yolunda işaret olarak geldiydi ama annem beni ilk gördüğünde 'Bu ne hal hahamlara benzemişsin, çabuk kes o sakalı' demişti.

Sonra geçen yıl, Yalçın Küçük'ün yazdığı bir kitapta, konu ben olduğumdan gayet tabii ki kısa bir dipnotta, Internet'te kendime serdargut adını almış olduğumdan dolayı benim de muhtemelen sabetaycı olduğum yazılmıştı.

Ve tabii ki hakkımdaki en önemli delil oğluma da Alp adını koymamdı. Bu da sabetaycıların en sevdiği isimlerden bir tanesiymiş, öyle diyorlar.

Bunun nedenini bana sormayın her şeyi açıklamak durumunda değilim. Bunlar önemli de değil zaten, asıl önemli olan benim de hakkımda şüpheler duyulmasını gerektirecek kadar deliller olduğudur.

Şimdi araştırmacılara yalvarıyorum. Bu memlekette artık ben de adam yerine konulmak istiyorum. Buna hak kazandığımı sanıyorum onca çileden sonra.

Onlardan ricam hakkımdaki bunca delilden dolayı beni de sabetaycı ilan etmeleridir.

Böylece arkadaşlarımın yüzüne utanarak bakmaktan, gruplardan dışlanmaktan ve Reina'ya dışında sıra beklenen kapıdan girmekten de belki kurtulurum.
Serdar Turgut , Akşam, 7.6.2004

Niye bu dönemde

Yanıt Verilen Makale: Sabetaycılığın da cılkı çıktı makale yazarı: Serdar Turgut (Aktarma) Tarih, Gün ve Saat : 07. Haziran 2004 02:18:01:

Son günlerde Sabetaycılık konusuna ilginin çok artması medyada 'Neden bu ilgi ve neden bu zamanda' sorusunun haklı olarak sorulmasına yol açtı.

Gerçekten de Türkiye gerçeğini bilmek zorunda olan gazetecilerin hep bildikleri ama eskiden gündeme pek getirilmeyen bir konunun son günlerde neredeyse kimsenin ağzından düşmüyor hale gelmesi hayli ilginç.

Gayet tabii ki bu konuyla ilgili kapsamlı çalışmalar yapanlar 'Bunu neden yapıyorsun' sorusuna cevap vermek zorunda değiller.

Konu zaten ortada. Türkiye gerçekliğinin bir parçası dolayısıyla da araştırmacılar açısından son derece meşru bir inceleme konusu bu.

Ancak bu böyle diye başka araştırmacılar da böyle bir konunun neden aniden büyük bir ilgi alanı haline geldiği sorusunu da gayet meşru olarak sorarlar ve kimse de onlara bu sorunun yanlış olduğunu söyleyemez.

Birçok neden akla gelebilir bu konunun bir anda öne çıkmasını açıklama yolunda.

Örneğin dönem değişti, yeni iktidarla birlikte İslami duyarlılığı yüksek olan çevreler konuyu artık daha yoğun tartışmak istiyorlar denilebilir.

Veya Türkiye'de yeni bir süreç başlamıştır, sosyal güç dengeleri değişmektedir. Bu nedenle de yıllardır gücü ellerinde tutanlarla derinden bir hesaplaşma başlamıştır. Bu konu da o bağlamda gündeme gelmiştir demek de konuya bir başka meşru yaklaşım biçimidir.

Daha düşünürsek başka nedenler de bulabiliriz ama bir de işin objektif gerçeklik yanı var.

O da şu: Son yapılan çalışmalara baktığımızda Türkiye'de neredeyse önemli noktalarda bulunan hemen herkesin Sabetaycı bir bağlantısı olduğu anlatılıyor ya da ima ediliyor.

Bunun da kaçınılmaz sonucunun, halkta sisteme karşı bir itimatsızlık, bir soğuma yaratılması olacağı kesindir.

Yani bunu görmek için büyük bir teorisyen olmak zorunluluğu yoktur.

Öyle ya, bir insan dinini saklayarak yaşıyorsa ve sorumlu pozisyonlara gelmişse, onun büyük çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede çok da sempati toplamayacağı kesindir.

Yani bu işi pek de bilimsel olmayan yöntemlerle incelemeye çalışanlar, ima yoluyla yorumlar üretenler, bu işin sonunda Türkiye'de muazzam bir sisteme karşı itimatsızlık krizi çıkacağını ya görmemekte ya da gördükleri halde bunun üstüne gitmektedirler.

Bu süreç çağımızın dinamiklerine de pek uygundur. Çünkü uluslararası düzeyde lokal kaoslar yaratmanın başta gelen taktiklerinden bir tanesi de, ülkelerin kendi içinde sosyal krizler çıkarmaktır.

Korkarım ki Türkiye de bu tuzağa düşmek üzeredir.

Yapılan çalışmalarda işin geleceği nokta şimdiden bellidir. Atatürk'ün kimliği üzerinde de halkın kafasında şüphe yaratacak imalar şimdiden yapılmaktadır.

Böyle bir imanın sonunun nereye varacağı, nelere yol açacağı maalesef düşünülmemekte bazıları beş dakikalık şöhret için toplumun yapısını krize atabilecek söylemlerden ne yazık ki uzak durmamaktadırlar.

Bunu daha önce de yazdım bir daha tekrarlamamda da fayda var. Bu ülke için canını feda edenler, bu topraklar için kurşun atıp, yiyenler arasında Yahudiler de vardır, Kürtler de.

Ve dahası ülke için zamanında canını verenler, daha sonra bu ülkenin kalkınması, halkının doyması için canla başla çalışanlar arasında Sabetaycılar da vardır. Çünkü onlar da bu mozaiğin bir parçası hem de kalıcı bir parçasıdırlar.

Ancak son grubu olduklarından daha büyük nüfus gibi göstermek, güçlerini mutlakmış gibi sunmak hem doğru değildir hem de son derece tehlikelidir.

Serdar Turgut, Akşam, 11.6.2004
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

Her eve bir Sabetaist!

Peyami Safa yaman bir komünist avcısıydı.
Komünizmin çok ciddi bir tehdit oluşturduğunu göstermek için bir yazısında, "Bu ülkedeki her iki kişiden birisi komünist olabilir" demişti, "gerekirse kendi oğlumdan, hatta kendimden bile kuşku duyarım!"
Son günlerde Yahudi kökenli olduğu söylenen ve İsrail hesabına çalıştığı iddia edilen 'Sabetaist'lerle ilgili yazıları okudukça Peyami Safa'nın o sözleri aklıma geliyor.
Tabii Yahudiler hakkındaki bu iddialar yeni değil. Geçen yüzyılın başından beri benzer şeyler söyleniyor. Milyonlarca insanın fırınlarda yakıldığı Nazi toplama kampları bile bu çılgınlığın sonunu getiremedi.
Bir ara Refah'ın yayın organı sayılan Milli Gazete'yi incelemiştim.
'Siyonistler' konusundaki iddialarında gerçekten şaşılacak şeyler vardı: Birleşmiş Milletler'in, NATO'nun, kapitalizmin, komünizmin, liberalizmin, demokrasinin, Soğuk Savaşın ve dünya savaşlarının birer Yahudi komplosu olduğu iddia ediliyordu. Amerika'yı ve Sovyetler'i Yahudiler denetliyordu. Hatta, Hitler'in kendisi bile bir Yahudiydi ve Naziler Yahudilerin hesabına çalışmıştı!
Şimdilerde buna benzer iddialar yaygınlaşmaya başladı. Gerçi buna benzer sözleri hep işitirdik. Ama bir zamanlar sadece 'dinci' denebilecek bir kitleyle sınırlı olan buna benzer komplo teorilerine soldan gelenlerin de katılmasıyla yeni bir boyut eklendiğini görüyoruz.
Geçen gün yolda yürürken eski bir tanıdığım yolumu kesti: "Yazdığım
şu makalenin yayımlanmasını bazı çevreler engelliyor, bir göz at" diye
10 sayfalık bir yazı verdi. Yazıya bir göz atınca gördüm ki güzel ülkemizde Yahudiler hesabına çalışmayan kimse kalmamış. Başta Genelkurmay Başkanı olmak üzere ordu kademelerindeki üst rütbelilerin hemen hepsinin Sabetaist olduğu 'kanıtlanmış.' Yalnız bilimsel yöntemlerle yapıldığı ileri sürülen bu kanıtlamayı anlamakta zorluk çektiğimi itiraf etmeliyim.
Bu konuda iddialı olduğu anlaşılan Soner Yalçın'ın 'Efendi' adlı kitabını okumadım. Ama basından izlediğim kadarıyla, kendisine 'Efendi' denen kişilerin Sabetaist olduğunu iddia ediyormuş. Bunu okuyunca pek şaşırdım. Zira benin bildiğim, ülkemizdeki kapıcıların, odacıların, getir götür işlerini yapanların hemen hepsine 'efendi' diye hitap edilir. "Vay anasına, bizim çaycı Ahmet efendi de demek Sabetaistmiş, hiç de belli etmiyor kerata," diye düşündüm.
İlk fırsatta Ahmet efendiyi bir köşeye çektim, "Efendi, efendi" dedim, "Nerden çıktı bu Sabetaistlik şimdi, ayıp değil mi, boyundan bosundan, posbıyığından utan!" Ahmet efendi ağlamaklı bir sesle, "Valla satanist deelim beyim, nerden çıktı şimdi bu," dedi. Ama gözüm üzerinde olacak. Biz kül yutmayız. Zaten getirdiği çaylara koyduğu karbonattan belliydi ateist, pardon, Sabetaist olduğu.
Hürriyet'te Ayşe Arman'ın Yalçın Küçük'le yaptığı röportajı okuyunca Sabetaistlerin nasıl bir tehlike oluşturduğunu daha iyi anladım. Ayşe Arman soruyor: "Ben de Sabetaist olabilir miyim?" "Büyük ihtimalle Sabetaistsin" diyor Küçük, "Arman, Herman'ın bozulmuş bir biçimi olabilir! Ama incelemek lazım." Tehlikenin büyüklüğünü görüyor musunuz? İnsan kendisi bile farkına varmadan Yahudi olabiliyor! Yani ne kadar içimize sızdıklarını varın siz düşünün.
Fakat gene de şükretmek lazım. Yalçın Küçük, Atatürk'ün ve İnönü'nün Sabetaist olmadıklarını söyleyerek içimizi rahatlatıyor. "Oh hiç olmazsa bundan yırttık" diye sevinmeye kalmadan darbesini vuruyor, "Ama Latife ve Mevhibe hanımlar Sabetaistti. Mevhibe hanım çocuklarını buna göre yetiştirdi!"
Bunları okuyunca korkunç bir kuşku beynimi kemirmeye başladı: "Aman Allahım, yoksa ben de..."

Türker Alkan , Radikal, 08/06/2004

SON DAKİKA HABERLERİ