B. NEFS-İ LEVVÂME
İkinci mertebe nefis, nefs-i levvâmedir. Bu nefis de hemen hemen nefs-i emmârenin biraz ıslah olunmuş şeklidir. Küfür ve şirkten ne kadar kendini kurtarmışsa da diğer kötü huylar üzerinde bulunduğundan, fırsat bulur bulmaz hemen emmâreliğe düşüverir. Onun için bu nefis mertebesinde olan zevât-ı muhteremin çok uyanık olup, nefsin arzularına muhalefetle, hemen mülhimeye atlamaya çalışmaları gerektir. Biraz gevşeklik, maazallah derhal emmâreliğe düşüverir.
Nefs-i levvâme öyle bir nefistir ki, ruhun nuru ile bazı kere nurlanıp ruha muti olur ve bazı kere de isyan edip âsi olur. Bu isyandan sonra, “Niçin bu işi işledim” diye pişman olur. Bu nefis, mü’minlerden isyan edenlerin ve câhillerin nefsidir.
Bu nefs-i levvâmenin huylarını da şöylece sıralamışlardır:
Birincisi fısk, tâat-i İlâhiye’den her bakımdan huruç;
İkincisi cehil, emmârede oldukça anlatılmıştı;
Üçüncüsü ucûb, insanın helakine sebep olan kendini ve re’yini beğenmektir.
Dördüncüsü uykuyu sevmesidir, yâni çok uyumasıdır; vakitlerini zayi etmek demektir.
Beşincisi yemek ve içmeye merak ve düşkünlüktür ki, hayvanat sıfatıdır.
Altıncısı hırs, aç kurdun koyun sürüsünü perişan etme arzusundan daha fenadır.
Yedincisi kahr-ı nedamettir, yâni yaptıklarına hemen pişmanlık duymasıdır.
Sekizincisi giyim ve mefruşatına merak, yâni süse ve saltanata hevestir.
Dokuzuncusu da geçimsiz olmaktır.
Bu dokuz sıfattan ve emsalinden Allah Teàlâ’nın lütfü ile geçebilen kimse, bu nefs-i levvâme dairesinden çıkmış olur.
(Allàhümme yâ mühavvile’l-kulûb sebbit kulûbenâ alâ dînike ve tâatike)
“Ey benim kalbleri tasarrufunda bulunduran Allah’ım!’ Bizim kalbimizi de dinin ve tâatin üzerinde sabit kıl”.
Bunların hepsi de insan olana yakışmayan sıfatlardır. İnsanın kendisini bunlardan kurtarmaya çalışması mecburidir.
Bu sıfatlardan geçebilmek için şeyhin müridine teveccühüyle beraber, müridin lâfza-i Celâl olan Allah ismine devamı lâzımdır. Nakşî tarikatında ise letâife-yi hamse (beş duygu) üzerinde ve nefsi ıslah ve murakabeler telkin ve talim olunur. Herkesin hülyasında hangi nefsin dairesinde bulunduğunu veya galip veyahut mağlûp ya da müsavi olduğunu anlaması için bu kadarcık beyanda bulunulmuştur.
Bu fena huylar hem mânevi pislik, hem de birer zehirli mikropturlar. Bunun için tasavvuf kitaplarını ve evliya menkıbelerini çok okumak faydalıdır. Bu ahlâk-ı rezîle sahipleri ibâdet ve tâatte mümkün mertebe kusur etmemekle beraber, Allah celle ve âlâ’-ya fazlaca yalvarmalıdırlar. Bu kötü huylardan kurtarması için O’ndan yardım, tevfik ve hidâyet istemekle beraber, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve selleme de çok salât ü selâm getirmelidirler. Allah Teàlâ’nın inâyetiyle bu huylardan kurtulurlarsa Cenâb-ı Hakk’a çok şükretmelidirler. Tekrar eski hale düşmemek için de Hak Teàlâ’nın emirlerine ve Peygamberimizin sünnetlerine sımsıkı sarılmalıdırlar.
Çünkü biraz gevşeklik, hemen emmâreye düşmeye sebep olur, maazallah.
Allah Teàlâ Hazretleri hemen cümlemizin muini olsun da gerek emmâre ve gerek levvâme nefislerinin elinden cümlemizi halâs eyleyip kâmiller zümresine ilhak buyursun. Âmin!.. Bi hürmeti seyyîdi’l-mür-selîn.
1. Nefs-i Levvâme Sahibinin Rüyası
Yüklü deve görülürse ruha sıkıntı sıfatıdır. Yüksüz olursa ruha meyil sıfatıdır. Koyun, keçi ve sığır ile emsali helâl ve menfaat sıfatıdır. Balık görmek helâl nesne kesbetmek sıfatıdır. Tavuk, güvercin vesair eti yenilen kuşlar helâle haris olmak sıfatıdır. At, beygir azgın olmazsa sadakat, azgın olursa nefs-i levvâmenin galebe sıfatıdır. Arslan dinde salâbet sıfatıdır. Fakat adamına göre nefsin galebe sıfatı ile de tâbir olunur. Bal arısı ahlâk-ı hamide kesbetmek, kurbağa ruhun nefisten nefreti sıfatıdırlar. Vahşî hayvanlardan ne kadar hayvan görülürse böyledir. Eti yenilen hayvan amel-i sâlih işleme, vahşî kuşlardan yakalarsa ziyade meşakkatli amel-i sâlih işleme sıfatıdır. Bu meşakkatlere sebep nefs-i levvâmenin galebesidir. Pişmiş et ve yemekler nefsin ruha tâbiiyetidir. Helâl şerbetler kolayca ve az emekle nefsin ruhu tebaiyetidir: Yeni elbise giymek ve ev döşemek amel-i sâlih işlemek sıfatıdır.
Yanmayan mumlar, fırınlar nefsin gaflet sıfatıdır. Meyvalı ağaçlar ve yeşil çayırlar, olmuş meyveler amel-i sâlih; döşemeli ev saraylar, ekmek ve dükkânlar, gemiler bir miktar nefsin sükûnet sıfatlandır. Yağlar, ballar ve süt ruha bir miktar kuvvet vermek ve safa bahşetmek sıfatıdır.
Bazı harap ve bazı da mamur yerleri görmek ruhu ile nefsine itaatte müsavat sıfatıdır. Pederi ve validesine sarılmak itaatle birlikte rızalarında bulunmak, muaşeretin güzelliğine işarettir. Helâline sarılmak nefsin ruha tâbiiyetine, nâmahremle kucaklaşmak nefsin ruha itaatsizliğine işarettir. Sarı renk görmek nefs-i emmârenin galebe sıfatıdır. Üzerinden veya başka bir yerden necaseti gidermek haramı terk etmeye, kan aldırmak nefsi ıslaha, diş çektirmek ruha ağır gelen şeyi gidermeye, tıraş olmak ruhun nurunun ziyade olmasına işarettir.
Hububattan helâl olan şeyleri yemeyi görmek, nafile sa’ye işarettir. Mezhebimiz olan Ehl-i sünnet ve’l-cemaate muhalif adamları kitap dolu dolapların yanında, mescidlerde, medreselerde, tekke ve ziyaretgâhlarda vesair mübarek mahallerde görmek, mezhebinin ve tarikatının dışında bulunduğuna işarettir. Eğer bunları bu mübarek yerlerden çıkardığını görürse nefsini terbiyeye ve akidesini temizlediğine işarettir. Eğer çıkaramazsa nefs-i nevasının galebesine işarettir; çaresine bakmak lâzımdır. Zira mübarek yerler görmek kişinin kalbi ile tâbir olunur. Şüpheli şeyler ve mekruhlardan her ne görülürse cümlesi nefs-i levvâmeye uygunluk sıfatıdır. Bu nefs-i levvâmenin hallerine muttali olmak için usta bir tâbirciye ihtiyaç vardır. Çünkü Bursalı Mehmed Muhyiddin Üftâde Hazretleri, “Rüya tâbiri kitaplarla olmaz, o bir ihsan-ı İlâhidir” demiş. Ahmed-i Faruk Serhendi Hazretleri de, “Rüyalardan hüküm çıkarmak doğru bir şey değildir” demiş.
Malûmdur ki, insan bazen iyi işler yapar da güzel rüyalar görür. Bu da onun iyiliğine ve güzelliğine işaret olamaz. Nitekim bazı ahlâksızlar ve hattâ dinsizler de iyi rüyalar görebilirler. Bu da onların iyiliğine ve güzelliğine elbette işaret olamaz. Asıl olan, nefsinin günah ve mezmum olan huy ve ahlâklarından uzak olup olmamasıdır.
2. Bazı Fena Huyların Kısaca İzahı
însan da iki şeyin arasında bir zavallıdır. Bazen aklı başına gelip iyi olmaya çalışır ve bazen de nefsinin galebesiyle kötülüklere ve fenalıklara sapar. Bu nefs-i emmâre ve levvâmenin kötü huylarından -ki, dokuz tane idi - fısk, cehil, ucûb, uykuya ibtilâ, yeme ve içmeye düşkünlük, harislik, kahr ü nedamet, güzel giyinme merakı ve geçimsizlik bırakılmadıkça ne kadar güzel rüya da görsen boştur zannederim.
Cenâb-ı Hak cümlemizin muini olsun da, bu kötü huyları bırakıp, yerine güzel ameller işlemek nasib ü müyesser eylesin. Âmin. Bunların fenalıklarını da kısaca şöylece izah ederiz:
Kur’ân-ı Azîmüşşan’da, sûre-i Bakara’da: Hac (ayları) bilinen aylardır. İşte kim onlarda (o aylarda) haccı (kendine) farz eder (ihrama girer)se artık hacda kadına yaklaşmak, günah yapmak, kavga etmek yoktur...” âyet-i kerîmesinde Cenâb-ı Hak haccı murad eden kimselere şu üç şeyden son derece sakınmalarını tavsiye etmiştir.
Bunlardan birisi felâ rafese kelimesidir. Refs, cimâa müteallik sin, kaf kelimesi ve buna müteallik diğer bilcümle fena ve çirkin sözleri ifade eder. Malûmdur ki, bu kötü kelimeleri kullananlar mukabelesiz kalmazlar. Binnetice kavgalara ve hattâ ölümlere ya da zindana girmelere yol açar. Bu gibi hallere maruz kalmamak için ağzı daima iyi ve güzel sözlere alıştırmak hepsinden iyidir. Büyüklerin nasihatlerinden birisi de kişinin dilini tutması hakkındadır. Dil iyi olunca bütün azalar da iyi olurlar. O kötü olunca tabiatiyle diğer azalar da yoldan çıkmış olurlar.
Her gün bütün azalar dile yalvarır: “Aman kendini iyi tut, çünkü senin iyiliğin bizim de iyiliğimize sebeptir”.
Bunu Lokman Hekim şu misal ile çok güzel anlatmıştır: Daha kölelik devrinde iken, efendisi kendisini ziyarete gelen yüksek misafirlerine bir koyun kestirmiş ve, “Bunun en iyi yerlerinden misafirlere lâyık yemekler hazırla” diye tenbih etmiş. Lokman Hekim de dilden yaptığı taamı önlerine koyunca taaccüben, “Bu nedir?” demişler. O da dili methederek, “Bu dil iyi olunca her şey iyi olur” diye cevap vermiş”. Kıssa uzun, bu kadar yeter zannederim.
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin Marifetnâme’sinde bu hususta geniş tafsilât vardır.
Yukarıda âyette geçen üç şeyden ikincisi fısk , kelimesidir. Burada da bize fâsıklıktan son derece sakınmak tavsiye edilmektedir. Fısk, tâat-ı ilâhiyeden huruc, yâni uzak kalmaktır.
Kişi bazen ibâdet ve tâat edip kötülüklerden mümkün mertebe sakınır ve bazen de yanlış yollara ve tâatsızlığa sapar ki, işte o zaman fâsıkın mânâsı sıfatına uygun düşer.
Sûre-i Haşr’ın son sahifesinde Cenâb-ı Hakk, “Allah’ı unutanlar gibi olmayınız, sonra Allah Teàlâ size kendinizi de unutturur. O zaman akılsız ve şuursuz insanlar gibi, ne yaptığınızı ve ne yapacağınızı bilemez bir hale gelirsiniz”, buyurmuşlardır.
Bu gibi insanlar için fâsikùn tâbiri kullanılmıştır. Binâenaleyh bu fâsık adından kurtulabilmenin yegâne çaresi ibâdetlere devamla birlikte yukarıda yazılan üç yüz kırk küsur menhiyattan sakınmak ve lâfza-i Celâl olan Allah ism-i şerifine son derece riâyetle zikrine devam etmek lâzımdır ki, adede lüzum yoktur. Ta ki vücudun bu zikrullah ile müstağrak olsun. Her azan Allah Teàlâ’yı zikreylesin.
Bunun ölçüsü gerek ibâdetlerde ve gerekse menhiyatta son derece titizlik gösterebilmekle anlaşılır. Yâni kişinin tam bir takva sahibi olabilmesine işarettir. Cenâb-ı Hak hemen cümlemizi fısk ü fücurdan koruyup kâmiller zümresine ilhak buyursun. Âmin!..
Yalnız vücudun zâkir olması seni aldatmasın. Mühim olan, büyük küçük bütün günahlardan kaçabilmektir. Zaten vücud zâkirdir, senin duyup duymaman şart değildir. Asıl hüner Cenâb-ı Hakk’m nehyettiği ne kadar günah varsa mekruhlar da dahil onlardan kaçmaktır. Mekruhların ölçüsü de iki şeydir: Birisi helâli dahi olsa kadınlarla fazla meşguliyet, diğeri de paraya olan hırstır ki, bunların adına “dünya sevgisi” denilmektedir. Dünya sevgisi ise bütün günahların başıdır.
Âyet-i kerimedeki üçüncü kelime de cidal kelimesidir. Yâni kardeşlerle mücadelede bulunmayı Cenâb-ı Hak menetmiştir. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Hazretleri de, “Ve in kâne mühıkkan” diyerek bunun vahametini bize duyurmaktadır. Yâni haklı olduğun halde bile sükûtu ihtiyar edip mücadeleyi terk etmektir. Her ne kadar düşmanları teskit etmek ve onları susturabilmek için İbrahim aleyhisselâmın yaptığı gibi mücadelelere izin verilmişse de gerek enbiyânın ve gerek fukahânın ve gerekse ulemânın bu husustaki mücadeleleri Hakk’ı izhar içindi. Bugün ise bunların hepsi olmuş ve bitmiştir. Bugünkü mücadeleler umumiyetle nefsanî olup, kendi üstünlüğünü göstermek içindir ki, bu da mukabelesiz kalmayıp netice itibariyle birçok dargınlıklara, küskünlüklere, ayrılıklara ve hattâ işin adavete kadar gittiği görülegelmektedir.
Binâenaleyh, nefs-i levvâmenin başı olan. fısktan Cenâb-ı Hak cümlemizi kurtarsın ve kâmiller zümresine ilhak eylesin. Âmin!..
Bu levvâmenin asıl adı, hamlıktır. Ham yiyecekler nasıl makbulümüz değilse, ham insan da böyledir. Kâmillik olgun insanların sıfatıdır. Ona erişmeye çalışmak da insanların başlıca vazifesidir.
Düşmanlara karşı daima hazırlıklı ve kuvvetli olmamızı bizlere tavsiye eden Allah Teàlâ’dır. Asıl düşman ise, insanın kendi nefsidir. Bu aynı zamanda hem bineğimiz ve hem de hayatımızın idâmesine yarayan bir varlık olduğundan bunu itidal haliyle kullanabilmek pek büyük bir hünerdir.
3. İbretli Bir Kıssa
Şu kıssayı da bu vesile ile anlatmak daha faydalı olacaktır:
Cenâb-ı Peygamber, Mekke-i Mükerreme’den gelen muhacirlerle Medine-i Münevvere’de sakin bulunan ehl-i Medine müslümanlarını, Ensârî kardeş ilân etmişti. Bu kardeşliği, Buharî-i şerif pek güzel izah etmektedir. Okumanızı ayrıca tavsiye ederim. Bu kardeşliklerden birisi de Selman-ı Farisî ile Ebû’d-Derdâ arasında yapılmıştı. Bir gün Selman-ı Farisî ziyaret için kardeşinin evine gitmişti. Kıssa uzun... Ebû’d-Derdâ odundan geldi, kardeşine yemek ikram etti. Kendisi ise oruçlu olduğu için sofraya oturmamıştı. Akşam olunca misafirini yatırıp kendisi ibâdet edecekti. Fakat Selman-ı Farisî buna razı olmayıp onu da yatırdı. Bundan canı sıkılan Ebû’d-Derdâ sabahleyin Rasûlüllah Efendimiz’e Selmân’dan şikâyet etti. Cenâb-ı Peygamber Efendimiz de, “Selman haklıdır” diye uzunca bir hadîs-i şerif söylediler. Yâni demek ki kemâl-i insaniyet yalnız ibâdet ile olmaz. İnsanoğlu birçok hakların boyunduruğu altındadır. Vücudumuzu muhafaza için birçok ihtiyaçlarımız vardır ki, yeme, içme, giyme, uyku ve aile ihtiyaçlarını temin etmek bunlardandır. İnsan bunları yapamadığı takdirde, vücud hakkına riayet etmediğinden mes’u-liyet altına düşer.
İkincisi, ana-baba, komşu, evlâd, aile ve cemiyet haklarıdır. Bunlardan da geri kalamayız. Bunlara riayet ise hep Kanun-ı İlâhî dahilinde yaşamaya muhtaç olduğumuzu bildirmektedir. Bu husustaki hadîs-i şerifleri Ana-Baba Hakları kitabında yazmıştık, okumanızı tavsiye ederim.
Cehalet (cehil), ucûb, uykuya, yemeye, içmeye ve giymeye düşkünlük, hırs ve muaşeret hakkında kitabın diğer kısımlarında izahat verildiği için tekrarına lüzum kalmamıştır.