Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

ALİ HAYDAR BAŞVEREN'İN ARAŞTIRMA YAZISI


ALEVİ-SÜNNİ SÜRTÜŞMESİNİN İÇYÜZÜ

BİRİNCİ KISIM



ALEVİLER ve SÜNNİLER arasındaki farkların, inançların, ibadet şekillerindeki ayrılığın hep Hz. ALİ'nin HİLAFET konusunda HAKKININ YENMESİ ile başladığı söylenir.
Görelim, bakalım öyle mi?..EBUBEKİR döneminde acaba iki kesim arasında bugünkü ayırımlar, farklar var mı?..

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: EBUBEKİR'İN HİLAFETİ


Hz. MUHAMMED'in 632 yılında vefat etmesi üzerine önce büyük bir karışıklık meydana gelmiş, sonra da ASHAB, yani Hz.MUHAMMED'in yakınları "kimin PEYGAMBER'İN HALİFESİ olacağını" tartışmaya başlamıştı. Bu arada ENSAR, yani MEDİNELİLER de HALİFE'nin kendilerinden olması için bir toplantı yaptılar. PEYGAMBER'in yakın akrabaları yeğeni ALİ ile amcası ABBAS defin işleri ile uğraşıyorlardı. EBUBEKİR ile ÖMER de başka bir yerde idiler.

ASHAB'ın çoğu PEYGAMBERİMİZ'in kabilesinden idi. ENSAR'ın içinde ise HAZREC, EVS gibi başka büyük kabileler de vardı.

ENSAR'ın toplantısına HAZREC kabilesi reisi SAD İBNİ UBADE gelmiş ve şöyle demişti:

"Ey ENSAR!... MUHAMMED çok uğraşmasına rağmen, kabilesi içinde çok az kişi ona iman etti. Halbuki siz, onu ve yakınlarını korudunuz. Onun için EMİRLİK sizin hakkınızdır."

EMİR kelimesine dikkat edilirse, PEYGAMBER'in adına DİN İŞLERİ'ni yürütecek kişinin aynı zamanda DEVLET REİSİ olacağı da anlaşılır... Görüldüğü gibi, Hz. MUHAMMED'in varlığı ile bastırdığı KABİLE ve AİLE SÜRTÜŞMELERİ, onun ahirete intikal etmesiyle meydana gelen OTORİTE BOŞLUĞU'nda birden canlanıvermişti!

SAD'ın sözleri üzerine ENSAR'dan orada bulunanlar, "O zaman biz seni HALİFE seçeriz," dediler. Bunu duyan HAZRECLİLER memnun oldu ama, İSLAM'dan önce düşmanları olan EVS kabilesi mensupları endişelendi. "EMİR, HAZREC'ten olursa, bize tahakküm ederler," diye telaşa kapıldılar.

İşte böyle bir anda, durum EBUBEKİR'e iletildi. EBUBEKİR yanına ÖMER ve bir de EBU ÜBEYDE'yi alarak derhal toplantı yerine koştu. Hemen olaya el koydular.
SAD'ın HALİFE seçilmesi sadece EVSLİLER'i değil; KUREYŞLİLER'i de infiale sevkedecekti. Henüz güçlenmekte olan İSLAMİYET iç sürtüşmeler, kabile kavgaları ile hemen zayıflıyacaktı.

EBUBEKİR şöyle konuştu:

"Sizler RESULULLAH'a yardım ettiniz. Onun için fazilet ehlisiniz. Ancak EMİRLİK konusunda ARAPLAR ancak KUREYŞ kabilesini bilir. Başkasının emirliğini kabul etmez!"

Gerçekten de PEYGAMBER'in kabilesi olan KUREYŞ en eski ve en asil ailelerden biriydi. Hz. İBRAHİM'in ilk oğlu Hz.İSMAİL'e dayanıyordu. Yıllarca KABE GÖREVLERİ onlarda idi. PEYGAMBERİMİZ'in dedesi ABDÜLMUTTALİB, kabileye reislik etmiş, battal hale gelmiş olan ZEMZEM kuyusunu temizletmiş, kullanılır duruma getirmişti. İşte bu yüzden "ARAPLAR başkasının emirliğini tanımaz" sözü, bir gerçeğin ifadesi idi.

Uzun münakaşalardan sonra HAZREC kabilesinden Beşir, "MUHAMMED KUREYŞ'tendir. HİLAFET o kabilenin hakkıdır," dedi. Bunun üzerine EBUBEKİR, ÖMER ve UBEYDE'yi gösterdi. "Bu ikisinden birine BİAT ediniz," dedi. Ama onlar kabul etmediler. "MUHAMMED'in öne çıkardığı zatın önüne kim geçebilir?" dediler. ÖMER, "Ver elini, sana BİAT edeyim," dedi...ve herkes onu takip etti. İlk HALİFE bu şekilde belirlenmiş oldu.
(Bakınız: NOTLAR, 2)

EBUBEKİR, KUREYŞ kabilesinden olmasına rağmen, küçük bir aileden idi. Hz. MUHAMMED'in akrabası idi, ama hısmı değildi. Yani KAYINPEDER'i olduğu için yakınlığı vardı ama, ALİ gibi KANBAĞI yoktu.

Aslında ARAP kabileleri bir ailenin büyümesinden oluşan topluluklardı. Çok büyüyen veya anlaşmazlığa düşen kısım bölünür, yeni adlarla yeni kabileler doğardı. Bunlar kısa zamanda eski bağları unutur, hatta birbirine düşman kesilirdi. HAŞİM ve ÜMEYYE olayında olduğu gibi...(Bakınız: NOTLAR, 3)

Kısacası, yeterince geriye gidince, herkesin birbiriyle kanbağını bulmak mümkündü. Ama o tarihte EBUBEKİR ayrı bir aileye mensup görünüyordu. BEN-İ TEYM ailesindendi.

ŞİİLER, EBUBEKİR'in ÜMEYYE soyundan (EMEVİ) olduğunu öne sürerler. Değildir... Ama KUREYŞ hep birbiriyle akrabadır zaten... ve mesele hep bu AİLE KAVGALARI ile ilgilidir.
(Bakınız: ARAP KABİLELERİNİN BÖLÜNMESİ
TABLOLAR - 1 )

İşte bu farklı aile meselesi yüzünden HAŞİMOĞULLARI'ndan ZÜBEYR, MİKTAD, EBU LEHEB'in iki oğlu ve PEYGAMBER'in yakın dostlarından SELMAN FARİSİ gibi kişiler sonuçtan memnun kalmadılar. Onlar PEYGAMBER'in AMCASI EBU TALİB OĞLU ALİ'yi HALİFE yapmak istiyorlardı. Bunu da Gadir-i Hum Olayı'na dayandırıyorlardı.

GADİR-İ HUM OLAYI

Rivayete görğe, Hz. Muhammed (S.A,V.) Hicret'in 10. yılında 'Veda Haccı'nı ifa ettikten sonra, Zlhicce ayının 18. günü , beraberindeki onbinlerce müslümanla Medine'ye dönerken Mekke-Medine yolunun ortalarında, Cuhfe yakınlarındaki Gadir-i Hum (Hum bataklığı) mevkiine geldiğinde, kendisine: 'Ey peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan korur. Doğrusu Allah kafirlere yol göstermez' (Maide 67) âyeti nazil olmuş. Hz. Muhammed'in bu âyeti, kendi vefatından sonraki meşru halife namzedinin ilan edilmesi şeklinde yorumladığını öne sürenler var. Kafileyi durdurmuş. Önde gidenleri, geriden gelenleri münâdiler çıkararak etrafına çağırmış. Hepsi toplandıktan sonra imam olup namaz kıldırmış. Ağaçlar altında deve semerlerlerinden bir minber oluşturmuş. Sonra Ali'yi yanına çağırarak minbere çıkmış. Müslümanlara uzun bir hutbe irad ederek, Bir divayet te şöyledir: Hz. Muhammed, Veda haccı'ndan iki ay önce Ali'yi, Yemen'in bazı kabilelerine zekât ve cizyeleri toplamak amacıyla gönderir. Bu görev esnasında bazı kabilelerle ufak-tefek çarpışmalar da olur ve bazı ganimetler elde edilir. Hz. Ali elde ettiği ganimeti Beytülmal'ın hissesini ayırdıktan sonra adamlarına taksim eder. Ancak bu taksimden hoşnud kalmayan ve Beytulmal'e ayrılan hisseden de faydalanmak isteyenler vardır. Bazı tartışmalar olur. Hz. Ali, Veda Haccı'nda Rasulullah ile beraber bulunmak için Mekke'ye hareket emri verir. Taif'e vardıklarında, yerine Bureydetül-Eslemi'yi vekil tayin eder ve kendisi ordusundan önce Mekke'ye vasıl olarak Hz.Muhammed ile buluşur. Bir süre sonra Mek-ke'ye giren ordusunda, kendisinin Beytülmal için ayırmış olduğu elbiselerin dağıtılıp giyilmiş olduğunu görür ve vekiliyle şiddetli tartışmaları olur. Hz. Muhammed bu tartışmada Ali'nin tarafını tutar. Derken veda haccı son bulur. Her kabile kendi beldesine müteveccihen Mekke'den ayrılır. Hz. Muhammed de, beraberinde Medineliler (Ensar) ve o yöredeki bedevi Müslümanlarla beraber Medine'ye doğru yola çıkar. Bu esnada muhtemelen- Hz. Ali ile bazı kişiler arasında, önceki tartışmalara muttali olur. (Tarihçi ve hadisçiler bunu zikretmezler). Gadir-i Hum mevkiine vardıklarında Resulullah, Ali aleyhine haksız olarak oluşan nefret ve düşmanlığa son vermek ister. Orada Müslümanlara irad ettiği kısa hutbesinde: "Ben kimin velisi (dostu) isem, Üli de onun velisidir" der. ve Ali'ye düşmanlık beslemekten vazgeçmelerini ihtar eder. Olay yatışır ve Medine'ye doğru devam edilir.

Şiiler ve Aleviler bu "Aili de onların velisidir" ifadesini, onun halifeliğine işaret saymaktadırlar.

Nei var ki, bugün bize ulaşmış en eski siret, tarih ve tabakat kitaplarında, Gadir-i Hum olayı ile ilgili hiçbir bilginin mevcut olmadığını görürüz. Hz Ali'nin eseri "Nehc-ül Belaga"da dahi Gadir-i Hum vak'ası yoktur.

KIRTAS OLAYI

Şiiler ve Aleviler bir de Hz. Muhammed'in (B.A.V.) yazılı bir vasiyette bulunup Hz. Ali'yi halife ilan etmek istediğini, buna engel olunduğunu öne sürerler. Bu da KIRTAS OLAYI diye bilinir.

Rivayete göre, Resuli Ekrem hastalığının iyice ağırlaştığı son günlerinden birinde, vefatından beş gün öncesi, perşembe günü, “Bana kağıt kalem getiriniz; size benden sonra hiçbir zaman yolunuzu şaşırtmayacak bir yazı yazayım (vasiyette bulunayım).” buyurmuş. O sırada yanındaki sahabileri ve Hz. Ömer de bu sözleri duymuş. Ömer, Resulullah’ın bu isteğini, “Resulullahın hastalığı ağırlaştı. Yanımızda Allah'ın kitabı var. O bize yeter.” diye yorumlayarak kalem ve kırtas (kâğıt) getirilmesine karşı çıkmış.

. Ömer'in bu düşünceye sevk eden husus, Resulullahın Hicretin 10. yılı Zilhicce’nin 18. günü, ölümünden 2 ay 10 gün kadar önceki sözleri olduğu belirtilir. O zaman Resulullah şöyle buyurmuştu:

- "Ey İnsanlar!
İyi bilin ki, bende ancak sizin gibi bir insanım. Çok geçmeden, Yüce Rabbimin elçisi (Azrail) bana gelecektir. Bende onun davetime icabet edeceğim. Mutlaka ben size iki kıymetli ve hürmeti ağır şey (es- Sakaleyn) bırakıyorum. Bu ikisinden birincisi, Yüce Allah’ın Kitabı’dır ki, onun içinde hidayet ve nur vardır. Allah'ın kitabına sımsıkı sarılınız." - "ikincisi de, Ehl-i Beytimdir. Ehli beytime muamele hususunda size Allah'ı hatırlatıyorum. O'nun Kur'an'de Ehl-i Bey hakkında belirttiklerini hatırlatıyorum."

İşte bu ifadeye dayanarak Ömer yeni bir şey yazılmasına, bunun Kur'an-ı Kerim'e eklenme ihtimalini de düşünerek karşı çıkmış olabilir.

Kaldı ki, Hz. Muhammed eğer gerçekten öyle önemli bir vasiyette bulunacak olsaydı, bunu sözlü olarak yapardı ve kimse karşı çıkamazdı!..

Kısacası, Kırtas Olayı da, Gadir-i Hum Olayı gibi, Ebubekir'in hilâfetine mâni değildir.

*****


ALİ'nin, kendisinin HALİFELİK konusunda fikrinin sorulmamasından gücendiğini çeşitli rivayetlerden öğreniyoruz. Gerçekten de, böyle önemli bir konu da hem ALİ'nin, hem de diğer Kureyş büyüklerinin fikrinin alınması gerekirdi. Ancak olay yukarda anlattığımız şekilde bir EMR-İ VAKİ tarzında cereyan edince, danışma imkanı bulunamadan, her şey bir anda olup bitmişti.

ALİ, PEYGAMBERİMİZ'in acısından evine kapanmıştı. Hz. MUHAMMED'in diğer amcası ABBAS ve EBU SÜFYAN sık sık yanına geliyorlar ve konuyu açıyorlardı. EBU SÜFYAN, bildiğiniz gibi, uzun yıllar PEYGAMBER'e düşmanlık etmiş, çok sonradan MÜSLÜMAN olmuştu. HİLAFET'i, yani emirliği bir hükümdarlık gibi düşünüyor, babadan oğula geçmesi gerektiğine inanıyor, bunun için KUREYŞ'in küçük ailesi TEYM OĞULLARI'ndan birinin HALİFE olmasını hazmedemiyordu. Kendisi ÜMEYYE OĞULLARI'ndan olmasına rağmen, eski düşmanı HAŞİM OĞULLARI'na yaklaşması, bu yüzdendi. ALİ'nin henüz BİAT etmemiş olmasından yararlanmak istiyordu.

Amca ABBAS ise ALİ'ye, "Gel sana BİAT edeyim. Ben edersem, halk da eder," demişti. ALİ bu teklifi kabul etmedi. EBU SÜFYAN'ın kışkırtmalarına ise, "Ey EBU SÜFYAN! Sen MÜSLÜMANLAR arasına nifak sokmak istiyorsun!" diyerek karşılık verdi.

Günler bu karışıklık içinde geçip gidiyordu. Nihayet EBUBEKİR, EBU UBEYDE'yi gönderdi. O da ALİ'ye durumu anlattı. Kötü gidişi farkeden ALİ ertesi gün mescide gelerek EBUBEKİR'e BİAT etti. Bunun üzerine diğer HAŞİMOĞULLARI da BİAT ettiler. Böylece EBUBEKİR'in halifeliğinde karar, OYBİRLİĞİ ile alınmış oldu!

*****



Burada bir kaç İSLAMİ HUSUS'u açıklamakta yarar var...
İSLAMİYET'te uygulama KUR'AN'a göre yapılır.
Bir konu KUR'AN'da yoksa, HADİSLER'e uyulur...
Eğer KUR'AN'da ve HADİSLER'de açık bir bilgi yoksa, benzer olaylarla KIYAS edilerek karar verilir.
KIYAS edecek olay yoksa, o zaman o konuda BİLGİ SAHİBİ KİŞİLER meseleye müzakere eder ve bir karar varırlar...
İşte bu KARAR bir kişiye veya mahdut sayıda bir gruba ait ise REY,
bütün danışılanlara ait ise, İCMA-İ ÜMMET olur...
Yani OYBİRLİĞİ ile KARAR alınmış sayılır. En makbulü de budur.

Hz. MUHAMMED'den sonra ne olacağı KUR'AN'da belirtilmemiştir. HADİSLER'de gerçi ALİ'yi, EBUBEKİR'i, ÖMER'i, OSMAN'ı öven ifadeler vardır ama, onlardan herhangi birisinin HALİFE olmasını isteyen DOĞRUDAN bir ifade yoktur. Eğer olsaydı, tartışma çok kısa sürer, kimse KUR'an'daki ayete veya PEYGAMBER'in açık beyanına karşı çıkmaz, sorun hemen çözülürdü.

KUR'AN'da ve HADİSLER'de bu konuda açık bir ifade olmamasını, pek çok İSLAM bilgini gibi biz de İSLAMİ bir CUMHURİYET anlayışına yoruyoruz.

Buna göre, halkın BİLGİDE, GÖRGÜDE, TECRÜBEDE ve İÇTİMAİ MEVKİDE ileri gelenleri toplanarak bir ŞURA oluşturur, bu ŞURA da DEVLET REİSİ'ni seçer. Seçimden sonra EMİR'e, yani DEVLET REİSİ'ne tam itaat edilir. EMİR de kararlarını ŞURA'ya danışarak alır. ŞURA'nın halk içinde söz sahibi kimselerden meydana gelmesi, EMİR'in kararlarının halk tarafından benimsenmesini kolaylaştırır. Nitekim ABBAS'ın ALİ'ye, "Ben BİAT edersem, halk da eder," demesi; ALİ gelip EBUBEKİR'e BİAT edince, KUREYŞ ileri gelenlerinin de BİAT etmesi bu duruma işarettir.

ŞURA üyeleri aksi yönde REY beyan etseler de, EMİR'in aldığı karara itirazsız uyarlar. Buna mukabil EMİR yoldan çıkar, halk zararına davranışlara girer, ŞURA'nın uyarılarına kulak asmaz ise, hemen alaşağı edilir! (Bakınız: NOTLAR, 4) BR>
HALİFELİK meselesinde uygulama böyle olmuştur. BİAT edenler, ALİ de dahil olmak üzere, sonradan EBUBEKİR'e hep yardımcı olmuşlardır. Onun emirlerinden dışarı çıkmamışlardır.

Konu KUREYŞ içinde çözülmüştür... Ama ALEVİ-SÜNNİ anlaşmazlığı açısından meseleye bakınca, ortaya değişik iddialar atılmaktadır.

Şİİ ve ALEVİLER bu olayda "ALİ'nin hakkının yendiğini, VEDA HACCI'nda Hz. MUHAMMED'in ALİ'nin elini kaldırarak, 'Ben kimin velisi isem, ALİ de onun velisidir,' dediğini, böylece onu halifeliğe aday gösterdiğini öne sürmekle yetinmemekte, bazıları daha da ileri giderek, "ALİ'nin halifeliği ile ilgili âyetlerin KUR'AN'dan çıkartıldığına" dahi inanmaktadırlar.

Her şey SÜKÛNET içinde ve MANTIK'la değerlendirilmelidir!

Bir defa KUR'AN'dan âyet çıkarıldığını söylemek, ALİ'yi HALİFE yapmıyacağı gibi; 1400 yıllık İSLAMİYET'e zarar verir!.. MÜSLÜMANLAR'ın eksiksiz kusursuz HAK KELÂMI olarak bildikleri KUR'AN'ın o İLÂHİ VASFI'nın gözden kaçmasına sebep olur. Bu da ne ALLAH'ın hoşuna gider, ne de MUHAMMED'in ne ALİ'nin!.. Hiç bir ALEVİ'nin kendi dinini böyle bir duruma düşürmesi doğru olmaz!

Nitekim 2000'E DOĞRU gibi dergiler, TURAN DURSUN gibi kendini bilmezler ve SELMAN RÜŞDİ gibi hıristiyan ajanları hep bu meseleyi öne sürmüşlerdir. Hiç bir ALEVİ'nin buna âlet olmaması gerekir.

İkincisi, hiç bir âyetin o dönemde KUR'AN'dan çıkarılması mümkün değildi. Çünkü KUR'AN henüz derlenmemişti bile! Sayfalar halinde dağınık duruyor, ancak pek çok kişi tümünü ezbere biliyordu. Eğer ALİ'nin halifeliği ile alâkalı bir ayet olsaydı, o hafızlardan birisi mutlaka ortaya çıkar ve bunu hatırlatırdı!.. O dönemin MÜSLÜMANLAR'ından hiç birinin aklına da, buna karşı çıkmak gelmezdi.

Eğer ALİ, HİLAFET peşinde olsaydı, ve böyle bir âyet bulunsaydı, ilk önce kendisi bunu dile getirmez miydi?.. ve ALLAH'IN ARSLANI' nın karşısına kimse dikilemezdi. ALİ'nin kendisi ile ilgili, hem de HİLAFET görevi veren bir âyeti unutması mümkün mü?..

KUR'AN'ın değişmemiş olduğuna dair diğer delillileri, OSMAN'IN HİLAFETİ bölümünde vereceğiz.

Hz. MUHAMMED'in ALİ'ye "VELİ" demesine gelince; VELAYET ile HİLAFET'in, hatta İMAMET'in birbirinden ayrı şeyler olduğunu da ilerde belirteceğiz.

VELAYET ve HİLAFET o dönemde dahi aynı anlama gelmiyor olmalı ki; ALİ de dahil olmak üzere, İSLAM'ın ileri gelenleri Hz. MUHAMMED'in VEDA HACCI'na dayanarak bir HİLAFET tartışması açmamışlardır. < BR>
Şu halde bu olayı 1. Bölüm'deki PRENSİPLER'imiz ışığında değerlendirmek gerekir. Yani, her şey ALLAH'tan olduğuna göre, ALİ o makama en uygun kişi görünse de, EBUBEKİR'in HALİFE olması TANRI'nın TAKDİR'i idi! Bunu kimse değiştiremezdi!

ALLAH'ın "yanlış"ı TAKDİR etmesi söz konusu olamıyacağına göre, BEKTAŞİ edebi gereği EYVALLAH demekten başka yapacak yoktur!

Hemen belirtelim ki, EBUBEKİR bir hata yapmış, ALİ'ye danışmamış, şartları zorlıyarak onun fikrini almamıştır... Alsaydı, belki yine sonuç değişmeyecek, ama bugün dahi süren tartışmaların çoğu ortadan kalkacaktı.

OLAN'ın en HAYIRLI olduğuna dair bir işaret te HADİSLER'de vardır. Hz. MUHAMMED ölümünden hemen önceki rahatsızlığında pek halsiz olduğu için,

- "EBUBEKİR'e söyleyin de, namazı kıldırsın," diye buyurmuş. AYŞE bunu duyunca,

- "Ya RESULULLAH, EBUBEKİR yufka yüreklidir, ağlamaya başlar, kıldıramaz,"

demiş. Hz. MUHAMMED yine israr etmiş. O esnada cemaatten ABDULLAH BİN ZEM'A, ÖMER'i görüp,

- "Kalk, namazı sen kıldır,"

demiş. ÖMER mihraba geçmiş... Ancak Hz. MUHAMMED, ÖMER'in sesini işitince,

- "EBUBEKİR nerede? İşin böyle olmasını ALLAH da istemez, MÜSLÜMANLAR da,"

diyerek EBUBEKİR'in aranmasında israr etmiş. Sonra ALİ'ye dayanarak mescide geçmiş ve EBUBEKİR'in arkasında namaz kılmış.

Bu olayın önemi nedir?.. Hz. MUHAMMED hasta olduğu için kıldıramadığı namazı EBUBEKİR'in kıldırmasını istiyor. ÖMER başa geçince, biraz da kızarak, NAMAZ'ı kesip EBUBEKİR'i bulmalarını emrediyor... ve sonra da onun arkasında, onun imamlığında namaz kılıyor... (Bakınız: Tecrid-i Sarih Tercümesi 2. Cild, sf. 631-641)

Bizce bu olayın önemi, başka bir HADİS'te vurgulanmaktadır:

"Hiç bir PEYGAMBER kavminden biri kendine İMAM olmadıkça ÂLEM-İ UKBA'ya intikal etmemiştir."

EBUBEKİR, PEYGAMBERİMİZ'in vefatına kadar imamlığı sürdürmüştür.... İşte bu olay, bizce açık olmasa da Hz. MUHAMMED'in yerini kimin alacağını gösteren bir işarettir. Daha doğrusu, OLAN'ın en HAYIRLI SONUÇ olduğuna delildir.

ÖMER'in ve UBEYDE'nin "MUHAMMED'in öne çıkardığı zatın önüne kim geçebilir?" demeleri, ÖMER'in BİAT etmeden önce, "RESULULLAH hasta iken namazda seni HALİFE yaptı, ver elini BİAT edeyim," demesi işte bu olayla ilgidir.

Sonucun HAYIRLI olduğunun bir delil de, ALİ'nin BİAT ederken, "EBUBEKİR HİLAFET'E HERKESTEN ÇOK LÂYIKTIR," sözüdür. Zaten ŞAH ALİ HAYDAR'ın LÂYIK olmayan birine BİAT etmesi, MÜMKÜN DEĞİLDİR!

ALİ'nin sonradan "Söyliyecek şeyim çok ama, ALLAH'ıma kavuşuncaya kadar ağzımı açmıyacağım," demesi, türlü yorumlara yol açmıştır... Ama bizce bu olayların ışığında yorumlanması gerekir. Yani, ALİ kendisine danışılmamasına kırılmıştır. Ama en çok adının İSLAM'a nifak sokmak isteyen EBÜ SÜFYAN gibileri tarafından kullanılmasından rahatsız olmuştur. Hayatının sonuna kadar da bu tür mücadelenin dışında kalmayı tercih etmiş, kendisine verilen görevleri yerine getirmekle yetinmiştir.

Hz. ALİ'nin PEYGAMBERİMİZ'e akrabalığını öne sürerek HİLAFET'in onun hakkı olduğu iddialarına katılmıyoruz... Evet, ALİ, PEYGAMBERİMİZ'in amcası EBU TALİB'in oğlu idi. Ama başka AMCA OĞULLARI da vardı. Hele bunlardan ikisi Hz. MUHAMMED'e zulmeden EBU LEHEB'in oğulları idi. Kaldı ki, öz AMCASI ABBAS hayatta idi. Eğer akrabalık söz konusu ise, belki ABBAS bu makama daha uygun düşerdi.

PEYGAMBER'İN KIZI ile evli olmak ta sebep gösterilemez... Evet, ALİ, Hz. MUHAMMED'in kızı FATMA ile evliydi ama OSMAN da PEYGAMBER'in DAMADI idi. Hem de ilk karısı ölünce Hz. MUHAMMED ona ikinci bir kızını, ÜMMÜ GÜLSÜM'ü vermişti. OSMAN bu yüzden "çifte nurla nurlanmış" mânâasına gelen ZİNNUREYN lâkabıyla anılırdı. PEYGAMBERİMİZ'in bu iki kızı daha önce EBU LEHEB'in oğulları ile evliydiler. Ancak İSLAMİYET yayılmaya başlayınca oğullar eşlerini boşamışlardı... Yani onlar dahi "eski damat" sıfatıyla halifeliğe aday olabilirlerdi!.. Kaldı ki, EBUBEKİR, PEYGAMBERİMİZ'in KAYINPEDER'i idi... Kısacası, KIZ ALIP-VERME söz konusu olduğu takdirde HALİFELİK onun da hakkı sayılırdı, ama o zaman da başka adaylar çıkardı. ÖMER de PEYGAMBERİMİZ'in KAYINPEDER'i idi, kızı HAFSA, HZ. MUHAMMED'in eşi idi. Ayrıca MEKKE'nin fethine kadar PEYGAMBERİMİZ'in baş düşmanı EBU SÜFYAN da onun KAYINPEDER'i idi. Kızı ÜMMÜ HANİFE , MUAVİYE'nin kardeşi, ilk müslümanlardan idi, HABEŞİSTAN'a kocası ile birlikte hicret etmiş, kocası orada ölünce PEYGAMBERİMİZ kendisini nikâhına almıştı.

Yeri gelmişken, hiç dillendirilmeyen bir başka gerçeği de burada açıklayalım. ALİ, PEYGAMBERİMİZ'in damadı... Peki, ALİ'nin damadı kim?.. ALİ'nin PEYGAMBERİMİZ'in kısı FATMA'dan olan ÜMMÜ GÜLSÜM adlı kızı, halifeliği döneminde ÖMER ile evlenmiş, bu evlilikten RUKİYE adlı bir kız ile ZEYD adlı bir oğlan torunu olmuştur ALİ'nin!.. Yani ALİ, ÖMER'in KAYINPEDER'iydi!

Ne var ki bunların hiç biri İLAHİ TAKDİR'i değiştirecek, yönlendirecek hususlar değildir! Olması gereken olmuştur!.. EYVALLAH demekten başka yapacak yoktur.

Kimse kimsenin mertebesini bilemez ama, VELİLİK bakımından ALİ herkesten üstün idi. PEYGAMBERİMİZ bu hususa VEDA HACCI HUTBESİ'nde işaret etmişti. Ve şurası da muhakkaktır ki, ALİ eğer BİAT etmeseydi, EBUBEKİR'in işi gerçekten zor olurdu. İSLAMİYET daha başlangıçta büyük sıkıntılara düçar olurdu.

Peki ama, ALİ'nin kendisinin itiraz etmediği, farklı düşünse bile karşı çıkmadığı HALİFELİK sırası, neden başkalarına dert olmaktadır?..

Bizce bunun geçmişte yatan bir tek sebebi vardır.
Bazı kişiler, küllenmiş eski AİLE KAVGALARI'nı su yüzüne çıkarmak için bir bahane bulmuşlardır. Hatta bu kişiler, ALİ de dahil olmak üzere halifeleri ŞEHİT edecek kadar ileri gitmişlerdir. PEYGAMBER'in zamanında sinmek durumunda olanlar, sonradan İKTİDAR'da olana karşı MUHALİF gördükleri ALİ'yi tutmayı menfaatleri icabı saymışlardır.

EBU SÜFYAN bunun en açık örneğidir!..


  • Önemli Sayfalar: NOTLAR , EBUBEKİR'İN HİLÂFETİ - 2 , ÖMER'İN HİLÂFETİ , OSMAN'IN HİLÂFETİ , 12 İMAM DÖNEMİ , SAYFALAR