Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

ALİ HAYDAR BAŞVEREN'İN ARAŞTIRMA YAZISI


ALEVİ-SÜNNİ SÜRTÜŞMESİNİN İÇYÜZÜ

DÖRDÜNCÜ KISIM

Son zamanlarda ortada dolaşan iki tabir var. Biri TÜRK-İSLÂM SENTEZİ, diğeri de TÜRK MÜSLÜMANLIĞI... Biz bu ifadelerin ikisini de tutmayız... Çünkü ilki önce TÜRK ile İSLÂM'ı ayrı telakki eder, sonra ikisini bağdaştırmaya çalışır. Sonuçta TÜRK İNSANI'na ARAP İSLÂM ANLAYIŞI'nı yamamak gibi bir durum ortaya çıkar... İkincisinde ise sanki İSLÂMLIK çeşit çeşitmiş te, biz birini seçmişiz gibi bir anlam gizli... ve bu artniyetli olanlarca kötüye kullanılabilecek bir durum ortaya çıkarmakta... Yani, bizi diğer MÜSLÜMAN MİLLETLER'den ve TOPLULUKLAR'dan koparmaya gidebilir.

İşte bu yüzden biz TÜRKLER'İN İSLÂM ANLAYIŞI ifadesini kullandık... İSLÂM DİNİ, HAK DİN'dir ve TEK'tir. Ancak insanların anlayışı, idraki farklıdır. Bir de yaşanılan ortamlar, iklim, örf, âdet farklılıkları vardır. Bu yüzden DİN'in esası değişmez, ama anlayışta ve toplum içi uygulamada farklılıklar olabilir. İSLÂM DİNİ'ni en iyi anlıyan ve içinde bulunduğu şartlara göre en iyi uygulayan MİLLET, elbette ki TÜRKLER'dir.

İşte bu sayfadan itibaren TÜRKLER'in İSLÂM içindeki yerini ve rolünü anlatmaya başlıyacağız.

YEDİNCİ BÖLÜM: GÖZDE İNSAN TÜRKLER

TALAS savaşının EMEVÎ hanedanının yıkılmasından hemen sonra olduğu gözönünde tutulursa, TÜRKLER'in İSLÂM'ı kabullenmedeki tavır değişikliği kolayca anlaşılır.

EMEVÎ devrinde TÜRKLER'in MÜSLÜMAN olmaya yanaşmamasının en önemli sebebi, İSLÂM DEVLETİ'nde ELİT TABAKA'nın tamamen Araplar'dan, hatta çoğunlukla EMEVÎ ailesinden ibaret olması idi.

Bu aile zihniyeti hâlâ bazı Arap ülkelerinde sürmektedir. Meselâ Türkiye'nin iki katı büyüklükte olan SUUDİ ARABİSTAN adını SUUD ailesinden alır... Hemen bütün bakan ve bürokratlar, komutanlar bu ailedendir... Ülke ekonomisi bu aile fertlerinin elindedir. Halbuki OSMANLI DEVLETİ de adını bir hanedandan almasına rağmen, PADİŞAH dışında hemen hiçbir OSMANLI ferdi önemli bir göreve getirilmemiştir. Vezir, bakan olmamıştır. AİLE hiç bir zaman ön plana çıkmamıştır. Zengin dahi olmamıştır... Bu husus dahi biz TÜRKLER'in İSLÂM anlayışının ne kadar ÖZ'e yönelik olduğunu gösterir. Çünkü KUR'AN ve HADİSLER VAZİFE ve MEVKİ tahsisinde KABİLE, AKRABALIK, TANIDIK vs.nin değil; EHİL olmanın önemini belirtir, bunun FARZ olduğunu söyler.

EMEVİLER'e dönersek, İSLÂM DEVLETİ çok genişlemişti. Çok büyük bir sahada ve bir çok millet üzerinde hükmü vardı. Bu yüzden ARAP-MEVÂLİ ayırımı, Arap olmayanın 2. sınıf, hatta KÖLE kabul edilmesi, diğer milletler gibi TÜRKLER'in de hazmedemediği bir husus olmuş, ve şiddetle direnmişlerdir.

Kesinlikle ifade edelim ki, bu direnme İSLÂM'a değil; İSLÂM'ı getirdiğini öne süren EMEVÎ idaresine karşı idi. Bu da bazı TÜRK-TÜRKMEN-ALEVÎ topluluklarına, ilerde SÜNNİLER'e karşı bir tavır olarak yansıyacaktır... Çünkü direnebilmek için muhaliflerin safında, yani ŞİİLER'in yanında yer almışlar, SÜNNî EMEVÎLER'e karşı durmuşlardı.

Elbette ki bu arada MÜSLÜMAN olan TÜRKLER de vardı ve EBA MÜSLİM-İ HORASANÎ bunlardan biri idi. Ama kitle halinde İSLÂM'a katılma EMEVÎ dönemi TÜRKLER'i için söz konusu olmamıştır.

ABBASÎ dönemi başlayınca (750) ARAP-MEVÂLÎ farkı kalktı. Doğu eyaletleri, özellikle HORASAN, HİLÂFET'in el değiştirmesinde oynadığı rol yüzünden önem kazandı. Mevki ve makamlar Arap olmayanların, özellikle Acemler'in eline geçti.

TÜRKLER, askerî alandaki üstünlüklerini 810'larda gösterme imkânını buldular. Kardeşi EMİN'le mücadeleye giren HALİFE MEM'UN, Arap ve Acemler'e güvenemiyeceğini anlayınca, HORASAN'da bulunduğu sırada yakından tanıdığı TÜRKLER'i sistemli bir şekilde ordusunda görevlendirmeye başladı... AFŞİN, AŞNAS, BOĞA (BÜKE) gibi komutanlar MEM'UN zamanında HİLÂFET ordusunda önemli yerlere geldiler.

Ama TÜRKLER'in hasletlerine uygun bir mevkiye çıkmaları HALİFE MU'TASIM zamanında oldu. Esasen MU'TASIM, MEM'UN zamanında ordunun teşkilatlandırılması ile ilgilenmişti. MEM'UN'un HORASAN'a, SEYHUN-CEYHUN bölgesine TAHİR, SAMAN gibi TÜRKLER'i VALİ tayin ettiğini görmüştü. HİLÂFET'i de kumanda ettiği TÜRKLER sayesinde ele geçirmişti. Bu yüzden hem onları seviyor, hem de bir nev'i şükran hissi duyuyordu.

Bütün bunlara ek olarak, 816'da başlıyan BABEK İSYANI da TÜRKLER'i ön plana çıkardı. Ülkelerinin bir anda fethedilmiş olmasını, haşmetli devletlerinin yıkılıp gitmesini bir türlü hazmedemiyen Acemler, her fırsatı değerlendirerek eski İRAN'ı ihya etmeye çalışıyorlardı. Bu yüzden son hükümdar YEZDİCERD'in bir kızını HALİFE'ye, bir kızını da Hz. HÜSEYİN'e vermişlerdi. Bu yüzden MEYMUN, İMAM CAFER'den sonra (765) onun İMAM olamıyan diğer oğlu İSMAİL'i öne sürerek ayrılık çıkarmıştı. Şimdi de BABEK, kadın ve malda ortaklığı savunan eski MEZDEK inancını canlandırmak istiyordu. (Bakınız: NOTLAR - 4B, 45)

HALİFE MEM'UN, BABEK belâsını TÜRK komutan AFŞİN vasıtasiyle defedince (Bakınız: İSLAM'A FESAT KATANLAR, 14. Bölüm) TÜRKLER'e ayrı kıyafet giydirmeye, onları diğer birliklerden ayrı tutmaya başladı. Bu uygulama tabii ki, Arap unsurların ve artık yozlaşmaya başlamış olan BAĞDAT halkının tepkisini çekiyordu. Ama MU'TASIM yılmadı, çözüm olarak SAMARRA adını verdiği yeni bir şehir kurdu, ordusunu ve DEVLET dairelerini oraya taşıdı. SAMARRA'yı bir süre sonra DEVLET MERKEZİ yaptı. İMAM ALİ NAKİY ve İMAM HASAN-ÜL ASKERİY, işte bu şehrin ASKER mahallelerinde TÜRKLER ile birlikte ve HALİFE'nin yanıbaşında yaşamışlardır!.. Bu yüzden ASKERİY lâkabıyla anılırlar. Ama Alevî kardeşlerimiz işin bu yönünü, yani Halife'yle bağlantısını bilmez! Bilen de başkasına söylemez!

Böylece TÜRKLER İSLÂM'ın vazgeçilmez unsuru oldular. Onu Araplar'dan ve Acemler'den daha güçlü ve daha inançlı savundukları için bütün dünyada TÜRK ve İSLÂM kelimeleri birbirinden ayrılmaz iki kavram haline geldi... O kadar ki, HIRISTİYAN ARAP ifadesi tabii karşılanırken, BUDİST TÜRK, HIRİSTİYAN TÜRK denildiğinde, "öylesi de var mı?" diye hayret uyandırır oldu... (Bakınız: NOTLAR - 4B, 46)

TÜRKLER zamanla öyle önem kazandılar ki, bir HALİFE'yi indirip yerine bir başkasını getirebiliyorlardı. İşe KÖLE olarak başlayıp zekâsı, çalışkanlığı ve gücü sayesinde kısa zamanda KOMUTAN, hatta VALİ olanlar az değildi. Sonradan bu valiliklerden bir kısmı yarı bağımsız devletlere dönüşüyordu. TAHİROĞULLARI, daha sonra BAKIRCIOĞULLARI, SÂMANOĞULLARI 830'lardan sonra kurulmuş bu çeşit hanedanlıklardı... MISIR'da TULUNOĞLU DEVLETİ'ni de SAMARRA'lı bir köle TÜRK'ün oğlu AHMET kuracaktır. Tarihte KÖLEMEN diye anılan devletler de hep bu tarzda oluşmuştur.

SEKİZİNCİ BÖLÜM: GERÇEK MÜSLÜMAN TÜRKLER

FRANSA'nın güneyinden başlayıp bütün KUZEY AFRİKA, bütün ARABİSTAN ve İRAN'ı kapsayarak ta ORTA ASYA içlerine kadar uzanan İSLÂM DEVLETİ, 800'lü yıllardan itibaren bütünlüğünü koruyamadı. ABBASÎ kıyımından kurtulan EMEVÎLER İSPANYA'da ENDÜLÜS EMEVİ DEVLETİ'ni kurdular. (756-1031) Şİİ İDRİSOĞULLARI DEVLETİ FAS'ta (788-909), Şİİ FATIMİLER, MISIR'da (910-1171) ayrı birer devlet olarak varlıklarını sürdürdüler. Doğu tarafta ise HASAN BİN ALİ, HAZAR DENİZİ'nin güneyinde ALEVİ bir devlet kurdu. (864-928) TAHİROĞULLARI HORASAN'da, BAKIRCI YAKUB'un sülâlesi SECİSTAN'da, SÂAMANOĞULLARI da SEMERKANT'ta hüküm sürdüler. Özellikle 800'lerden sonra İSLÂM DEVLETİ, bir üzüm salkımı gibiydi, taneleri kendine bağlı ama kolayca kopabilecek DEVLETLER'den oluşuyordu. Küffardan çok birbirleriyle uğraşıyorlardı.

İsyanlar, mezhep çatışmaları da bu dönemde başlar... MEYMUN OĞLU ABDULLAH'ın ortaya çıkışı (800), ZİKRAVEH (892), KARMAT (900), ÜBEYDULLAH (913), EBU TAHİR (930, KÂBE saldırısı) ve arkasından Şİİ BÜVEYHİLER'in BAĞDAT'ı ele geçirmesi (945) birbirini takip eder ve İSLÂM'ın başına dert olur.

BÜVEYHOĞULLARI DEYLEMLİ'dir. HAZAR DENİZİ'nin güneyinde yaşarken ALİ OĞULLARI'ndan HASAN'ın orada bir devlet kurması ile önce ALEVİ'leşmişler, fakat sonradan İRAN etkisi ile Şİİ'leşmişlerdir. Aslen TÜRK'türler. SABAR ve KÜRT boylarından geldikleri belirtilir. Ancak diğer TÜRK devletleri gibi davranmamışlardır. Devletleri, EBU SUCA'nın oğulları tarafından kurulmuş, ve İRAN'a doğru genişlemiştir.

BÜVEYHOĞULLARI, ABBASİ HALİFESİ'ni tanımazlardı, ama onu DEVLET'in başında tutmayı uygun gördüler. SÜNNİLER'i kızdırmamak istiyorlardı. Ayrıca kendileri ZEYDÎ kolundan olmalarına rağmen; iktidarı elden kaçırmamak için 12 İMAMLI ALEVÎ ileri gelenleri ile işbirliği yapmaya çalıştılar... Ama pek başaramadılar.

BÜVEYHOĞULLARI idaresinden memnun olmayan PEYGAMBER TORUNLARI, 12. İMAM MEHDİ'nin son elçisi ALİ'nin 941'de vefatıyla İMAMET'in hitame ermesini de gözönünde tutarak, peyderpey HORASAN'a göçtüler. ALEVİLİK ORTA ASYA'da ve TÜRKLER arasında yayılmaya başladı... Artık SEYYİD diye anılan PEYGAMBER TORUNLARI orada büyük saygı gördü. BÜVEYHLİLER'den memnun olmayan SÜNNİ eğilimli SAMANOĞULLARI, TAHİROĞULLARI, GAZNELİLER siyasetle igilenmiyen, kendilerini tamamen ilme vermiş bu muhterem kişilerle yakından ilgilendiler. Onların öğrenci yetiştirmesine, etraflarını toplananları eğitmesine imkân tanıdılar. Zamanla TÜRKLER'in SÜNNİ'liği Araplar'dan; ALEVİ'liği Acemler'den daha farklı, fakat daha tutarlı olarak gelişti.

Daha başka bir ifade ile, ilerde derinlemesine incelerken göreceğimiz gibi, o dönemdeki TÜRKLER'in ALEVİ'liği ve SÜNNİ'liği birbirinden ayrılmaz bir BÜTÜN idi... ki, işte buna biz TÜRKLERİN İSLAM ANLAYIŞI diyoruz!.. (Bakınız: NOTLAR - 4B, 47)

Bu anlayışın arkasında SEYYİD BATTAL GAZİ'nin mücahitliği ile HACE AHMED YESEVİ'nin âlimliği vardır. Her ikisinin de İMAN'ı BİR'dir!..

Bu anlayışın esasları ANADOLU'daki, ORTA ASYA'daki ve bütün DÜNYA'daki TÜRKLER'in ruhunda benliğinde yer etmiştir!

Değerli bir MÜCEVHER gibi dikkatle, itinayla işlenmiş olan bu ÖZ'ü camdan incik-boncukla değişmek olmaz!.. ÖZ'den ayrılıp ALEVİ-SÜNNİ sürtüşmesine girmek olmaz!.. ÖZ'den ayrılıp ARAB'ın, ACEM'in peşine takılmak hiç olmaz! Evet, onlar da müslümandır, ama İSLÂM'ı bir oya gibi işleyen biziz!.. Onları müslüman olarak bağrımıza basarız ama, İSLÂM'ın 1000 yıllık lideri biziz. Onların peşine takılmak bize yakışmaz!

Bu özelliğimizi asla unutmamak, asla kaybetmemek gerekir! Bu liderliği elde tutmak için herkesten iyi müslüman olmak gerekir!

DOKUZUNCU BÖLÜM: SIKINTILI DÖNEM 902-1035

20 yıl kadar süren BABEK İSYANI'nın en kötü yanı BİZANS ile işbirliği yapmaları oldu. HALİFE MU'TASIM'ın TÜRK komutanı AFŞİN 835'de BABEK üzerine yürüyünce, MÜSLÜMAN olduğunu iddia eden bu kişi, BİZANS İMPARATORU TEOFİLOS'dan yardım istedi. Davet TEOFİLOS'un canına minnetti!.. 100.000 kişilik bir ordu ile sınırı aştı, KİLİKYA'ya girdi. DOĞANŞEHİR havalisini yaktı, yıktı. MÜSLÜMANLAR'ı kadın-çocuk-ihtiyar demeden gözlerini oydurdu, kızgın demirlerle dağladı, işkenceyle öldürdü. 25.000 esirle İSTANBUL'a döndü.

BABEK'in bu ihaneti İSLâM'a pahalıya mÂloldu... İlerde de İSMAİLİLER, FATIMİLER HAÇLI SEFERLERİ sırasında HIRİSTİYANLAR ile işbirliği yaparak İSLÂM DEVLETİ'ni müşgül durumda bırakacaklardır...

Katliamı duyunca gözyaşlarını tutamıyan MU'TASIM, 838'de BİZANS üzerine yürüdü. Ordusunda Arap ve Ermeni askerler olmasına rağmen çoğunluk TÜRK idi. Komutanlar da AFŞİN, BOĞA gibi TÜRKLER'dendi. ANKARA'ya kadar ulaşan ve daha ileriye akınlar yapanlar da, artık kitle halinde MÜSLÜMAN olan ve ANADOLU'ya gelip SUGUUR (uçbeyliği) olarak sınıra yerleşen TÜRKLER'di.

Savaşlar nedeniyle ANADOLU'da RUM nüfus azalınca, BİZANLILAR BALKANLAR'da yaşamakta olan HIRİSTİYAN ve ŞAMANİST TÜRKLER'i, yani PEÇENEKLER'i, UZLAR'ı, KUMANLAR'ı ANADOLU'ya naklettiler. MÜSLÜMAN TÜRKLER'in yaşadığı SUGUURLAR'ın karşısına onları diktiler. TÜRK'ü TÜRK'e kırdırarak kendilerini kurtarmaya çalıştılar.

İşte bugün KIRMANÇ KÜRTLERİ'nin iki ana kolundan birini teşkil eden ve BEÇENEVİ, BEÇENELİ, BEŞENEVİYYE, PEÇENE, PEÇENEK olarak bilinen Dicle civarındaki kürt aşiretleri; OĞUZ'un torunu BEÇENE soyundan gelen ve BİZANSLILAR tarafından BALKANLAR'dan getirilip bölgeye yerleştirilen HIRİSTİYAN PEÇENEKLER'in torunlarıdır!.. OSMANLI kayıtlarında "Göçer Ekrad-Ulus taifesinden" ve "TÜRKMEN Ekradı-Ulus taifesinden" diye yer almışlardı. Yani göçebe TÜRKMENLER'in dağda yaşıyan aşiretleri diye bilinirlerdi!..

KURMAÇ, KURUMANÇ, GURMANÇ, KURMANÇ diye bilinen Dicle civarındaki kürt aşiretleri ise, HIRİSTİYAN KUMANLAR'ın soyundandır. 1514'de ÇALDIRAN savaşından sonra YAVUZ SULTAN SELİM tarafından KÜTAHYA, AYDIN, SARUHAN'dan alınıp DOĞU ANADOLU'ya yerleştirilmişlerdir. OSMANLI kayıtlarında "konar-göçer TÜRKMEN taifesinden" şeklinde yer alırlar. Kırmanç kürtlerinin tipi aynen Ege Türkleri'ne benzer. Bir kısmının sarışın ve yeşil gözlü olması da bu yüzdendir.

KIRMANÇ kürt aşiretlerinin BOKHTİ, BOTON diye bilinen diğer kolu da, daha önce belirttiğimiz gibi OĞUZHAN'ın torunu BOGDUZ'den gelen ŞAMANİST UZLAR'dır. Bunlar eski âdetlerine daha bağlı ve dağlık yerlerde daha diğerlerinden kopuk yaşadıkları için OSMANLI kayıtlarında "Ekrad taifesinden" şeklinde yer almışlardır.

DOĞU ANADOLU, GÜNEYDOĞU ANADOLU, SURİYE, IRAK, İRAN ve KAFKASYA'da "kürt" olarak bilinen topluluk ve aşiretlerin bir kısmı ARAP, FARS, ERMENİ, hatta YAHUDİ kökenlidir... Yani ortada bir "kürt milleti" yoktur!.. Kürtleşerek kendi milletinden bir ölçüde kopmuş insanlar vardır. Meselâ Mustafa ve Mesut Barzani'nin BARZAN AŞİRETİ, Yahudi kökenlidir. ERZİNCAN'da "kürt" dendi mi akla ERMENİ gelir!.. TÜRK kökenli Kürtlerin ise aslını yukarda açıkladık.

Konu Kürtler'den açılmışken, bir de ZAZALAR'dan bahsedip sözü bağlıyalım. GURAN, GURLULAR, ZAZALAR diye bilinen ve daha ziyade TUNCELİ ve DİCLE boyunca yaşıyan bu aşiretler ORTA ASYA'dan GURİSTAN'tan HARZEM hükümdarı CELALEDDİN HARZEMŞAH'ın CENGİZ ordusu önünden kaçarken beraberinde getirdiği GUR-GUZ-OĞUZ TÜRKLERİ'dir!.. 1250'lerde bölgeye yerleşmişlerdir... Hikâyesini ilerde anlatacağız.

Bu aşiretler sonradan MİLAN (BEÇENE), ZİLAN (BOGDUZ) gibi başka adlar almışlar, başka dallara bölünmüşlerdir ama özleri TÜRK'tür! TÜRK'ten başka değildir! TÜRK TARİH KURUMU'nun 14 yıl başkanlığını yapan Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu'nun 6 ciltlik "Anadolu'da Aşiretler Cemaatler Oymaklar (1453-1650)" titabında bütün aşiretlerin kökü-kökeni anlatılmaktadır. Halaçoğlu, Anadolu'da 42 bin aşiret tespit etmiş. Bunların 37 bin 706'sı Türkmen, 166'sı Moğol, 90'ı Arap ve 2 bin 287'si de Kürt aşireti... Meselâ Güneydoğu'da tamamen Kürtlerin yaşadığı sanılır, (Karadeniz'de sırf Lazlar'varzannedildiği gibi) ancak Halaçoğlu araştırmada bu bölgede yaşayan TÜRK sayısının Kürtler'e oranla beş kat daha fazla olduğu ortaya çıkarmış. Ama bir kısım TÜRKMEN aşiretinin zamanla değişime uğrayarak "kürt"leştikleri görülmüş. KARAKEÇİLİ AŞİRETİ gibi... Batı'da Türkmen, güneydoğuda "kürt"...
kaynak: http://www.on5yirmi5.com/haber/yasam/dogal-yasam/12110/1-tlye-soy-kutugu.html

İşte CANLAR, nasıl TARİH incelenmeden ALEVİ-SÜNNİ meselesi anlaşılamazsa, TÜRK-KÜRT meselesi de TARİH bilmeden halledilemez... Eğer son 50 yılda doğudaki aşiretlerin tarihi incelenseydi, dil, dini inanış, örf ve âdetler, el sanatları incelenseydi; görülecekti ki, "kürt" tabiri son 500 yıldır ayrı bir ırkı değil; sadece dağda yaşıyan göçebe aşiretleri tanımlamak için kullanılmıştır.

Biz gene konumuza dönelim... 900'lü yıllarda iş değişti. BİZANSLILAR sıkıntılı dönemlerini atlattılar. Başa güçlü imparatorlar geçti. 928 yılında tekrar saldırıya geçtiler. Önce ERZURUM'u, MALATYA'yı geri aldılar. 948'de MARAŞ, GİRİT, KIBRIS ve GAZİANTEP (ki aslında o zaman dahi GAZİ sayılırdı) elden gitti. 964'de ADANA, TARSUS; 969'da ANTAKYA'yı aldılar. Buralara yerleşmiş olan bir çok MÜSLÜMAN Arap ülkelerine göçtü. 973'de HUNUS, BAALBEK ve BEYRUT'u ele geçirdiler. ERCİS, MALAZGİRT ve URFA da 1030 yılında BİZANSLILAR'ın oldu.

Peki, ne olmuştu da, 800'lere kadar büyük başarılar kazanan; FRANSA'ya, ANKARA'ya, ÇİN'e kadar uzanan İSLÂM DEVLETİ 900'lerde zayıflamış, hatta küçülmüştü?..

Bizce en büyük sebep ayırımcı, isyancı Şİİ akımlardır... ABDULLAH Şİİ 913 yılında ÜBEYDULLAH'ı MEHDİ ilan ederek FATIMİ DEVLETİ'ni kurmuştu. Bunlar daha sonra MISIR'ı, SURİYE'yi alarak İSLÂM DEVLETİ'nin bölünmesine yol açtılar.

YEMENLİ KARMATİLER'in lideri EBU TAHİR 920'lerde BAĞDAT'ı basmış, HALİFE MUKTEDİR'i yenmiş, MEKKE'ye saldırmış, HACER-İ ESVED'i çalmıştı!.. Girdiği her yerde katliam yaptığı, halkı soyup soğana çevirdiği gibi, DEVLET düzenini de bozmuştu.

Bu iki grup, aynı görüşte olmalarına rağmen, menfaat yüzünden birbirleriyle de savaşmışlardı. FATIMİLER ŞAM'ı alınca, şehrin haracını yiyen KARMATİLER'le aralarında anlaşmazlık çıkmış, harp etmişler, sonunda KARMATİLER, FATIMİLER'in kontrolüne girmişti.

945'de Şİİ BÜVEYHLİLER BAĞDAT'ı ele geçirmişlerdi.... Bu sûretle hemen bütün İSLÂM diyarı ŞİİLER'in idaresi altına girmişti, ENDÜLÜS ve TÜRK DİYARI hâriç!..

Ama ne FATIMİLER, ne KARMATİLER, ne de BÜVEYHİLER ANADOLU'da olanlarla fazla ilgilenmediler. İlgisizlikleri büyük toprak ve can kaybına sebep oldu.

Bütün bu olaylar 12 İMAM DÖNEMİ'nin kapanmasından önce cereyan etmişti. Ama ne İMAM HASAN-ÜL ASKERİY, ne de İMAM MEHDİ bu olaylar içinde yer almadı. ALİ OĞULLARI'ndan hiç biri çıkıp ta, "iktidar bizimkilere geçti," diyerek FATIMİLER'e, KARMATİLER'e, BÜVEYHİLER'e destek vermedi!.. Tam tersine, bu olayların cereyan ettiği yerlerde kalmak bile istemediler, HORASAN'a göçtüler!...

ENDÜLÜS ve TÜRK DİYARI dışında ŞİİLER'in hâkim olduğu 913-1059 yılları, İSLÂM TARİHİ'nin en üzücü olayları ile doludur... Onun için diyoruz ki, ŞİA (ALİ SOYU gerçek İMAMLAR'a yakın olanlar) ile Şİİ diye bilinenler (ALİ SOYU'na bağlıyız deyip menfaat peşinde koşanlar) birbirinden ayrıdır... ve bu anlattıklarımız bunun en açık delilidir...

Öyleyse HUMEYNİ'yi "ALİ âşığı" sayan ALEVİLER ile, onu "İSLÂM'ın kurtarıcısı" gören SÜNNİLER varsa, 913-1069 DÖNEMİ'ni iyi incelemelidirler!

Dikkate şâyândır ki, ABBASİLER'ce korkunç bir kıyıma uğramış, ve bunun tabii bir sonucu olarak onlara düşman olması gereken ENDÜLÜS EMEVİLERİ'nin bu dönemde menfi hiçbir tutumu olmamıştır. Tıpkı TÜRKLER gibi onlar da HIRİSTİYANLAR'ı hasım görmüşler ve 1490'lara kadar AVRUPA'da İSLÂM bayrağını düşürmeden varlıklarını korumuşlardır.

Peki, İSLÂM DÜNYASI bu sıkıntılı dönemden nasıl kurtuldu?..

EMEVİLER'in ARAP-MEVÂLÎ ayırımına bir TÜRK son vermişti: EBÂ MÜSLİM!..

BABEK isyanını bir TÜRK bastırmıştı: AFŞİN!..

İSLÂM DEVLETİ'ni bu kargaşadan bir TÜRK çıkaracaktı: TUĞRUL BEY!..

Ancak nasıl oldu da ŞAMANİST, MANİST, BUDİST, HIRİSTİYAN hatta MUSEVİ olan TÜRKLER, MÜSLÜMAN olmalarından kısa bir süre sonra İSLÂM'a Araplar'dan daha iyi hizmet edebildiler?..

Evet... Daha önceleri İSLÂM'ı kabul edip KÖLE olarak işe başlayıp yükselenler ve büyük hizmetler görenler vardı... Ancak nasıl olmuştu da, TOPYEKÜN kitle halinde yararlı hale gelmişlerdi?... Bu konu üzerinde çok az kişi durmuştur.

659 yılında ikiye bölünen GÖKTÜRK DEVLETİ'nin 744 yılında yıkılmasından sonra, doğuya ve batıya büyük TÜRK göçleri oldu. 900'lü yıllarda kuzeyden KITAY TÜRKLERİ'nin baskısı ile çeşitli TÜRK boyları güneye inmek zorunda kaldılar. Bunlardan bir kısmı KARADENİZ'in kuzeyinden BALKANLAR'a geçti. PEÇENEKLER, BULGARLAR, MACARLAR, BAŞKIRTLAR bu grupta idi... Bir kısmı da HAZAR DENİZİ'nin güneyine indi. OĞUZLAR işte bu grupta idi.

950 yıllarında 200.000 çadırlık büyük bir OĞUZ grubu müslümanlığı kabul etti. Biraz sonra da TÜRKMEN diye anılmaya başladılar. Bu arada MÜSLÜMAN KARLUK TÜRKLERİ de ORTA ASYA'da KARAHANLILAR DEVLETİ'ni kurmuşlardı.

Aynı tarihlerde İMAMET'in sona ermesi ve Şİİ BUVEYHİLER'in gelmesi üzerine ALİ SOYU HORASAN'a göçmüş, ve ALİ OĞULLARI HASAN-HÜSEYİN ayırmadan SEYYİD diye anılmaya başlamıştı. (Bakınız NOTLAR - 4B, 48)

Bu iki önemli olayın aynı tarihlerde cereyan etmesi, elbette ki tesadüfi değildir, İLÂHÎİ bir sebebi vardır. Çünkü İSLÂM TARİHİ'nde Hz. MUHAMMED'in PEYGAMBER olmasından sonraki en önemli gelişme, buna bağlı olarak ortaya çıktı... SEYYİDLER henüz MÜSLÜMAN olmuş TÜRKLER'e MUHAMMED ve ALİ'nin NUR'unu aktarmaya başladılar. Dedelerinden kendilerine kadar saflığı bozulmadan ulaşmış olan İLÂHÎ BİLGİLER'i etraflarına toplananlara aşıladılar.

Bu muhterem PEYGAMBER TORUNLARI'nın talebelerinin arasında elbetteki Araplar, Acemler ve başkaları vardı. Ama bu feyzden en çok TÜRKLER yararlandı. ÖMER HAYYAM, HAFEZ gibilerinin yanında AHMED YESEV$I, HACI BEKTAŞ, MEVLÂNA, NİZÂMÎ, NESİMÎ gibi TÜRKLER bu sûretle yetişti ve MANEVİ yönden yüceldi.

  • ÖNEMLİ SAYFALAR: MEVALİ NEDİR? , HARİTALAR , TABLOLAR , NOTLAR - 4B , SAYFALAR