Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

ALİ HAYDAR BAŞVEREN'İN ARAŞTIRMA YAZISI


ALEVİ-SÜNNİ SÜRTÜŞMESİNİN İÇYÜZÜ

ALTINCI KISIM

OTUZUNCU BÖLÜM: HİÇ BİR DERDE DEVA OLMAYAN ÂYÂNLIK

Kısaca özetlersek, Yavuz'a kadar fethedilen topraklardaki derebeyliği yavaş fakat planlı bir şekilde eriterek yaygınlaşan İKTA sistemi; hem köylüyü refah ve güven içinde yaşatıyor, hem de Devlet'e en uzak köşeleri dahi kontro imkânı veriyordu. Toprağın fertlerin insiyatifine bırakıldığı, mülkiyetin kâğıt üzerinde Devlet'te kaldığı İLTİZAM sistemi ise, 50 yıl içinde Anadolu'nun harabe haline gelmesine sebep oldu. Bu tahripkâr uygulamanın müsebbibi ise hiç bir zaman MUHTEŞEM olmayan, hiç bir zaman KANUNİ olmayan Sultan Süleyman'dır!..

Toprağın denetimini kaybeden Devlet, toprağa bağlı orduyu da kaybetti. Zenginlerin ve otorite sahiplerinin servetlerini, askerlik yapmak yerine dükkân açan yeniçerilerin de maaşlarını faize vererek gelirlerini Anadolu'da toprağa yatırmalarına yol açtı. Pek çok yeniçeri kanunsuz biçimde özellikle 1600'lerde İran Savaşları sırasında sefere katılacağına Anadolu'ya yerleşti. Böylece ağalar, beyler, ve külhanbeyi askerler parayla etrafına topladığı LEVENT ve SEKBANLAR ile köylünün toprağını gasbettiler. Köylüyü dağlara sürdüler, kıtlığa mahkûm ettiler.

Anadolu'daki derebeylik yine de Batı'daki feodaliteye benzemedi. Çünkü bir asil sınıfı yoktu. Ancak Devlet zayıfladıkça mültezimler ve derebeyleri güçlendiler. Peşin ödedikleri Devlet'in vergisini toplıyacakları yerde kendileri Sekban Akçesi, Devir Akçesi, Selamiye gibi kanunsuz vergiler ihdas ettiler.(1580) Devlet 1600'lerde bunu kabullenmek zorunda kaldı. Ömür boyu toprağı işleme hakkına sahip köylüyü; önce kiracı, sonra yarıcı, sonra da ırgat durumuna düşürdüler. İşsiz kalanın eline silah verip başka köylüleri ezmekte kullandılar.

Devlet iltizam usülünden ek gelir beklerken, bilakis geliri düştü. (Bakınız: NOTLAR - 6C, 47) Vergi meselesi halledilemedi. Zenginleşen zümre vergilendirileceğine, narh hadleri değiştirilmediği için kaçakçılık arttı. 1536'da Kanuni'nin Fransa'ya tanıdığı kapitülasyonlar, üzerine tuz biber ekti. (Bakınız: NOTLAR - 6C, 48)

Hemen kapitülasyonların verilmesiyle başlıyan, ama başka sebepleri de olan mali kriz, Osmanlı'yı 1622'de vakıf gelirlerinin çoğunu Hazine'ye almaya mecbur etmiş, ancak bundan da bir sonuç alınamamıştı. Bunun neticesinde yüzlerce sosyal hizmet kurumu kapandı, Devlet'in halkın refahı için vakıflar aracılığı ile verdiği pek çok hizmet ya kesildi, ya aksadı.

Vakıflar ile birlikte, medreseler, idare sistemi bozuldu. "Eşkiya dünyaya hükümdar oldu". Halkın muhatabı Devlet değil, bey ve ağalar oldu. Devlet bu ilişkiyi de bir süre sonra kabullenmek zorunda kaldı. Bu süretle ÂYÂN sistemi ortaya çıktı.

ÂYÂN, illerde halk ile hükümet arasında aracılık eden yöre eşrafından seçilmiş kişiler idi. Bunlar halkın ödeyeceği vergileri tesbit ederler, toplarlar ve içinden kendi paylarını alırlardı. Tesbit eden de, toplıyan da kendileri olduğu için hep rayici yüksek tutarlardı. ÂYÂN sistemi özellikle Rumeli'de yaygın ve etkili idi.

1789'da, Fransa İhtilali yaşanırken, feodalite yıkılmak üzere iken verilen bir raporda şöyle denmekte idi:

- "Rumeli'nin muhtar kişizadeleri, ahalinin de hüsn-ü rızalarıyla umur-u memleketi idare etmektedirler... Elbette ki, umur-u memleketin idaresi, her kazada birer âyân olmasına mutevakkıftır!.."

Böylece 1700'lerde oluşan sistem tüm ülkeye yayılmak isteniyordu. Ancak 1.Abdülhamid aksaklıkları farkettiği için 1786'da bir fermanla âyânlığı kaldırmak istedi.

Bu konuyu yine Kemal Tahir'in o tatlı üslubundan (Yediçınar Yaylası) dinliyelim:

- "Abdülhamid bir ferman donatıp Osmanlı mülkünde âyân-eşraf bırakmamış!.. Hepsini defterden silmiş. Osmanlı kabilesi bu mülkü aldığı zaman âyân yokmuş. Bu işi ilk önce Sultan (Kanunsuz) Süleyman çıkarmış."

- "Giderek âyân takımı azmış. Bitleri kanlanınca, vali mali saymazlanmış. Padişah ta "at izi, it izine karıştı" diyerekten, ferman buyurmuş:"

- "Toprağımda âyân takımı söz dinlemekten çıktı. Milletime zulmetmeye başladı. Hele bazı yerlerde bunlardan bir kaç tanesinin birden âyânlık etmeye başladığını duydum. Valilerimi, beylerimi it hesabına almadıklarından başka, kadılarımı da dinlemez olmuşlar! Hepsi başlarına biriktirdikleri silahlı serserilerle mala, cana, ırza saldırıyorlar. Bu fermanım eline geldikte, eski ayanları defterden silesin! Bundan böyle milletim işlerini gördürmek için Şehir Kâhyaları seçecek. Bunlar kasabanın namuslu insanlarından, orta hallilerinden olsun. Kat'iyyen eski âyândan, âyânların adamlarından olmasın!"

- "Padişah fermanı âyânı kaldırmış ama, âyânın elindeki kuvveti, geliratı (toprağı) çekip alamamış. Alamayınca, Şehir Kâhyası milletin hakkını âyâna karşı nasıl koruyacak?.. O devirde kadılar, hükümet adamları hep âyânın hükmüne girmişler!"

- "Ancak âyânı kaldırmak fazla sürmemiş. 5 yıl sonra yeni gelen padişah bakmış ki, eski hamam, eski tas... Fazladan âyânlar arka planda kaldıklarından namussuzlukları büsbütün örtülmekte. Suçlar bir kaç gariban avanağın üstüne yüklenmekte... Demiş ki:"

- "Benden evvelki padişah âyânlığı kaldırmıştı. Yearine Şehir Kâhyalığı koydu. Bunlar milletin işlerini yürütemediler. Ben âyânlığı yeniden kurdum. Ama bundan sonra âyân seçimine valilerle öteki hükümet adamları hiç karışmayacak! Millet dilediğini seçecek."

- Ortalık karışmış... Önceki padişah âyânı tekmil kaldırdıydı ya, beriki koyarken eski âyândan bazıları yerlerine oturamamışlar."

- "Kahpe karı kısmının neden çocuğu olmaz?.. Biri yapar, biri bozar da ondan!.."

- "Yozgat'ın Çapanoğulları ile Rumeli âyânından Alemdar Mustafa Paşa'nın 3. Selim'i neden tuttukları anlaşılıyor. 2. Ferman ona ait!..(Öteki de her taşın altından çıkan Çapanoğlu!)"

Orduda ve dolayısiyle maliyede yenilik yapmak isteyen 3. Selim, 1807'de Kabakçı Mustafa adlı yeniçeri yamağının isyanı sonucu tahtan indirilince, Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa İstanbul'a yürümüş, ancak 3. Selim'in şehid edilmesine yetişememişti. Ancak onun desteği ile tahta çıkan 2. Mahmud, 1808'de âyân ile meşhur SENED-İ İTTİFAK'ı imzaladı.

Buna göre âyânlar padişahın sözünün dinlenmesini sağlıyacak, padişah ta onlara ve çocuklarına bazı haklar tanıyacaktı. Böylece Osmanlı Devleti'nde derebeyi sistemi resmen kurumlaşmış oldu. Âyânlık ile mülkiyeti hâlâ Devlet'te görülen toprağın üzerine çöreklenen derebeyleri, devlet memuru kabul edildi. Âyânlık Padişah veya sadrazam tarafından tevcih edilen ırsî bir görev oldu. Çünkü yörenin eşrafının oğlu eşraflığını sürdürdüğüne göre, âyânlığına da bir mâni yoktu!..

Halkla olan münasebeti haraç karşılığı onların yürütmesine göz yumuldu. Halk kaderine rıza gösterdi. İsyanlar bir ölçüde yatıştı. Müstakil askerleri olan, çoğu zaman da eşkiye çetelerini kullanan bu kişilerin birbirleri üzerine sefer ilan edip, birbirlerinden toprak zaptetmelerine bile ses çıkarılmadı. Ancak bu kişilerden haddini bilmeyip yine de Devlet'le uğraşanların üzerine gidildi.

Bütün bunlar Osmanlı Devleti'ni 1800'lerde Rumeli'nin çözülmesine, kışkırtmalarla bize düşman olmasına ve sonunda kopmasına yol açtı. Olan o bölgenin halkına oldu. Arkasından diğer bölgelerin kopuşu geldi. Zaten 1800'lerde Saray'dan idare edilen iki eyalet kalmıştı. Diğerleri hep ÂYÂN eliyle, vasıtalı yönetiliyordu.

Hazine ise hep boştu. 1780'lere kadar sefer sırasında ve çok sıkışınca, bazı zenginlerin ve görevden uzaklaştırılan vezirlerin mallarına el konularak gerekli kaynaklar yaratılmaya çalışıldı. Devlet kanunsuz şekilde zengin olanların malını, yine kanunsuz bir uygulama ile geri alarak günü kurtarmaya çalışıyordu. (Bakınız: NOTLAR - 6C, 49)

Bundan sonra devlet ricalinden ve zenginlerden "iane" toplanması ve bir eşit iç borçlanmaya gidilmesi düşünüldü. Ancak başarı sağlanamadı. "Cenab-ı HAK lâyığını versin!" diyen 1. Abdülhamid, Şeyh-ül İslam'dan kâfirlerden borç alınmasında mahzur olmadığı"na dair fetva aldı. İlk önce Holandalılardan mal karşılığı borç alınmasına çalışıldı,ancak bu gerçekleşmedi. Çünkü 1. Abdülhamid, "istikraza karşılık verilecek mahsulatın iltizam suretiyle mütegallibe âyân elinde bulunduğundan, bunların malın fenasını Devlet'e verip iyisini tüccara satacağını, bunun da Felemenklerle ihtilaf yaratacağını" düşünüp vazgeçti.

Oğlu 3. Selim ise İspanyollara başvurdu. Fakat reddedildi. Sonra Fas, Tunus, Cezayir denendi; hepsinden aynı cevap alındı. Son çare olarak değerli madenlere el konulmasına karar verildi. 1788'de vezirler, memurlar ve halk "kadın ziyneti ve silah" dışıdaki her türlü altın ve gümüş eşyayı darphaneye teslime çağrıldı. Bunun için fetva alındı. Padişah da kendi malı sayılan zaraydaki kıymetli eşyayı gözden çıkarmıştı.

Ne var ki, bu da yeterli olmayacak, Osmanlı tekrar borç almak için yabancıların kapısını çalmak zorunda kalacak, ancak bu sefer yabancıların istediği şartları yerine getirmek zorunda kalacaktı. Bu şartlar, "Gerçek Kapitülasyon" olan 1838 Ticaret Anlaşması ile 1839 Tanzimat Fermanı'dır. Her ikisinin de mimarı "Büyük" diye tanıdığımız Mustafa Reşit Paşa idi. Kanunsuz yollarla zengin olanlar, Tanzimat Fermanı ile mallarının ellerinden alınmasını, ne halt ederlerse etsinler kellelerinin gitmesini, yabancılar ile işbirliği yaparak önliyeceklerdi.

Kapitülasyonların zararı sadece ekonomik değildi. Fransızların Papa ile birlikte yürüttükleri bir plan vardı. Bu plan mucibince Osmanlı topraklarına çok sayıda Katolik ve Cizvit papaz sokuldu. İstanbul, Selanik, İzmir, Sakız'a yerleşen bu papazlar çok sayıdra Katolik manastırı açtılar. Amaçları Ortodoks Hıristiyanları Katolik yapmak, iki mezhebi barıştırmak ve diğer Hıristiyan mezheplerini (Grogoryen Ermeniler, Yakubiler, Melikiler, Keldaniler) kendilerine çekmekti.

Biz kapitülasyonları üç gruba ayırıyoruz. Birincisi Fatih'in İstanbul'u fethettiğinde Cenevizlilere, Venediklilere, ve patrikhanelere tanıdığı haklardır. Bunlar o dönemde Devlet güçlü olduğu için 1800'lere kadar bir zarar vermemiştir... İkincisi "Kanuni" diye bildiğimiz Süleyman'ın böbürlenerek verdiği haklardır ki, derhal menfi etkisi görülmüş ve 25 yıl içinde Devlet'in ve ülkenin mali ve iktisadi durumunu çöküntüye sokmuştur... Üçüncüsü 2. Mahmud'un ve Mustafa Reşit Paşa'nın verdiği tavizlerdir ki, Devlet'in idam fermanı yerine geçmiştir. 59 yıl içinde Devlet iflasa sürüklenmiş, sür'atle toprak kaybetmiş, ordusu, maliyesi, ticareti, eğitimi, hukuk sistemi, hatta kurulan meclisleri yabancıların denetimine girmiştir. Bunları Kanuni'den Tanzimat'a kadar olan dönemin (1529-1838) tarihi ve siyasi olaylarını inceledikten sonra ele alacağız.

  • ÖNEMLİ SAYFALAR: ALEVİ-SÜNNİ AYIRIMI 2. MAHMUD'LA BAŞLAMIŞTIR! , NOTLAR - 6C , HARİTALAR , KAYNAKLAR , SİTEMİZDEKİ SAYFALAR , BAŞ TARAF