Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

ALİ HAYDAR BAŞVEREN'İN ARAŞTIRMA YAZISI

ALEVİ-SÜNNİ SÜRTÜŞMESİNİN İÇYÜZÜ

PEYGAMBERİMİZİN VEDÂ HACCI HUTBELERİ

Resûl-i Ekrem Muhammed Mustafa Efendimiz (S.A.V.), Hicretin Onuncu Yılı Zilkâde ayında iken hacca hazırlandı. Medine'deki Müslümanlara da haccetmek üzere hazırlanmalarını emir buyurdu. Ayrıca, Medine dışındaki Müslümanlara da bu maksada hazırlanıp Medine'de toplanmaları için haber gönderdi. Bu haber üzerine, haccetmek arzusunda olan binlerce Müslüman Medine'ye akın etmeye başladı.

MİKAT MEVKİİ - DIŞARDAN GELENLERİN İHRAMA GİRMESİ GEREKEN YERLER

Zilkâde ayının çıkmasına beş gün vardı. Günlerden cumartesi idi. Fahr-i Âlem Efendimiz, öğle namazından sonra gusl edip, mübarek saçlarını tarayıp, güzel kokular sürünmüş olarak Ashâb-ı Kiram'la birlikte yola çıktı. Beraberinde zevceleri ve hayattaki tek evlâdı Hz. Fâtıma da vardı. Etrafını nûrânî halkalar hâlinde sarmış olan binlerce müslümanla birlikte Medine'den hareket ederek Zülhuleyfe mevkiine vardı. Geceyi, muazzam cemaatıyla burada geçirdi. Ertesi gün, öğle namazını burada edâ ederek ihrama girdi ve sahabîleriyle birlikte Mekke-i Mükerreme'nin yolunu tuttu.

Medine-Mekke arası 420 kilometredir. Yani İstanbul ile Ankara arasındaki mesafe kadardır. Deve sırtında, at sırtında ve yaya hac yolu günlerce sürerdi. Bu yüzden Peygamberimiz ve maiyetindeki müslümanlar 9 gün sonra, Zilhicre Ayının Dördü, Pazar günü Mekke'ye üst kısmından, Seniyyetü'l-Kedâ mevkiinden girdiler. Hz. Muhammed Kâbe-i Muazzama'yı görünce,

"Yâ Rabbi! Bu muazzam mâbedin azamet, şeref, kerâmet ve mehâbetini arttır."

diye duâ etti. Sonra Beytullah'a vardı. Hacerü'l Esved'i sıvazladı ve o köşeden tavafa başladı. Tavafın ilk üç devresinde adımlarını kısaltıp, omuzlarını silkelemek suretiyle hızlı ve çalımlı bir şekilde yürüdü. Kalan dört devresini ise ağır ağır yürüyerek tavafını tamamladı. Sonra Makam-ı İbrahim'e vardı. Orada iki rekât namaz kıldı. Ardından tekrar dönüp Hacerü'l Esved'i istilâm etti. Bu esnada Hz. Ömer'e,

- "Ey Ömer! Sen, güçlü kuvvetlisin. Hacerü'l-Esved'e yetişmek için
başkasına omuz vurma! İnsanları, güçsüzleri rahatsız etme!
Eğer, tenhâ bulursan onu istilâm et!
Yok tenhâ bulamazsan, uzaktan el sürüp öpme işareti yap
ve Kelime-i Tevhid oku, tekbir getir,"

dedi... Ki, Hac ve Tavaf esnasında birbirini itip kakan, hattâ telâşa sebep olup birbirini ezen zamanımız hacı adaylarına da hitaptır ve uyulması gereken hadistir, sünnettir, emirdir.

Peygamberimiz bundan sonra Safâa Tepesi'ne çıktı. Orada Cenâb-ı Hakk'a hamd ve şükrünü takdim etti. Buradan inerek Safâ ve Merve arasında yedi kere sa'y etti, Yani 4 kere Merve'ye tırmanış, 3 kere Safâ'ya dönüş ile 7 kere hızlı adımlarla iki tepe arasında gidip geldi.

Safa, Mekke'nin doğusunda, Ebu Kubeys dağının eteğinde bir tepedir. Merve ise, Mekke'nin batısında, Kuayken dağının eteğinde daha yüksek bir tepedir. İkisi arası 400 metredir. Hz. İbrahim, câriyesi Hacer ile küçük oğlu İsmâil'i bu ıssız yere getirip bırakmış, suları bitince Hacer anamız su bulmak ümidiyle iki tepe rasında bir oraya bir buraya koşuşturmuştu, tam yedi kere!.. Bu esnâda Zemzem kuyusunun olduğu yerde oturup ağlamakta olan İsmâil ayakları ile tepinirken yere vurduğunda su fışkırmış, koşup gelen Hacer su boşa akmasın diye çukuru büyütmüş, etrafını çevirmişti. Bu su 1800 yıl sonra bile akmakta olan "Zemzem" suyudur. O yüzdendir ki, bu iki tepe hakkında şu âyet inmiştir:

- "Şüphesiz ki, Safâ ile Merve Allah'ın nişânelerindendir."
(Bakara Sûresi , 158. Âyet)

Mekke'de Pazar, Pazartesi, Salı ve Çarşamba günleri kalan Hz. Muhammed (S.A.V.) ve ashâbı, Zilhicre Ayının Sekizinci, Perşembe günü 7 kilometre ötedeki Minâ'ya gittiler. Geceyi orada geçirdiler. Minâ, Hz. İbrâhim, kurban etmek için oğlu Hz. İsmâil'i götürdüğü yerdir. Rivâyet olunur ki, Minâ'da iken Nasr Sûresi nâzil oldu.

- "Allah'ın yardımı ve fetih geldiğini
ve insanların dalga, dalga Allah'ın dinine girdiklerini gördüğün zaman
Rabbini överek tesbih et. O'ndan mağfiret dile.
Çünkü O tevbeleri çok kabul edendir."
(Nasr Sûresi, 1-3 âyetler)

Abdullah b. Ömer'den şöyle rivâyet olunur: "Bu sûrenin ifâdelerinden Peygamberimiz bu haccın son olduğu mânâsını çıkardı. Kasva isimli devesinin hazırlanmasını emretti. Devesini hazırladım. Hemen devesine bindi. Akabe'de, insanların toplanması için bir süre durdu. Müslümanlar koşarak, coşarak etrafında toplandılar. (el Bidaye 5/202) Sekiz ayrı yerde, Kâbe'de, Arafat'ta, Müzdelife'de, Nahle'de, Safa'da, Merve'de, Akabe'de, Minâ'da birer konuşma yaptı."

Zilhicce'nin Dokuzu, Cuma günü sabah namazını edâ ettikten sonra Minâ'dan Arafat'a doğru hareket ettiler. İkisinin arası 18 kilometredir. Yayan 3-4 saat sürer. Arafat, Mekke'nin 16 kilometre doğusunda bir ovadır.Vakfe bu ovada, ve Cebel-ür Rahme (Rahme Dağı) diye de bilinen Arafat tepesinde yapılır. Babamız Âdem Aleyhisselam ile anamız Havva'nın Cennet'ten kovulduktan bir süre sonra ALLAH'ın rahmetine mazhar olup burada buluştukları rivâyet edilir. Bir rivâyet de, Cebrâil'in Hz. İbrâhim ile burada konuştuğudur.

Peygamberimiz 9 Zilhicce Cuma günü zevalden sonra, ikindiye doğru Kusvâ adlı devesi üzerinde, Arafat Vadisi’nin ortasında, Urene denilen mevkide bir hutbe irâd etti.

Vedâ Hutbesi, tek bir hutbe imiş gibi kabul edilse de, gerçekte bu hutbe, bir kaç yerde, Arafat'ta , Minâ'da ve bir gün sonra Minâ'daki "Hif" mescidinde, daha sonra Gadir-i Hum da olmak üzere, arefe günü, bayramın 1. ve 2. günlerinde, hatta bayram ertesinde parça parça irâd edilmiştir.

Değişik yer ve zamanda irâd edildiği için, insanlar tarafından farklı farklı rivâyet edilmiştir. Bâzı rivâyetlerin sonunda yer alan, "Resulullah bu hutbenin benzerini yine okudu ve benzer cümleleri yine tekrarladı" ilâvesi vardır. (1) Daha sonra ilerleyen yıllarda bu ayrı yer ve ayrı zamanlarda irâd edilen hutbeler, tek bir parça olarak bir araya getirilmiştir. Bu icmada Arafat Hutbesi'ne ağırlık verilmiş olabilir. Yâni, diğer yerlerde söylediklerinin önemli bir kısmı Arafat'ta söylenmiş şeklinde nakledilmiş olabilir. Önemli olan ne dendiğidir, nerede söylendiği değil!

HAZRET-İ MUHAMMED'İN VEDÂ HACCINDA ARAFAT'TA OKUDUĞU HUTBE

- "Hamd ALLAH'a mahsustur. O'na hamd eder, O'ndan yardım ve bağışlanma diler, O'na tevbe ederiz. Nefislerimizin şerrinden ve kötü amellerimizden O'na sığınırız. "

"ALLAH'ın hidâyet ettiği birisini kimse saptıramaz ve ALLAH'ın saptırdığı birisine kimse hidâyet edemez!"

"Şahâdet ederim ki, ALLAH'tan başka bir İlâh yoktur! Tektir ve şeriki yoktur!
Ve şahâdet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve Resûlü'dür."

" Ey ALLAH'ın kulları! Size ALLAH'tan korkmayı ve O'na itaat etmeyi tavsiye ediyorum. Hayırlı olanla başlamayı ALLAH'tan diliyorum."

" Ey insanlar! Sizlere bâzı açıklamalarda bulunacağım. Benim sözlerimi iyi dinleyin ki, izzet ve şerefle huzurlu yaşamaya devam edesiniz. Sakın haksızlık yapmayın ve zulmetmeyin. Sakın zûlme âlet olmayın. Sakın zûlme boyun eğmeyin. Haksızlığa rıza göstermeyin. Bilmiyorum; belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım." (2)

"İnsanlar! Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz [Mekke] nasıl mübarek bir şehir ise, Rabbinize kavuşana dek canlarınız, mallarınız ve nâmuslarınız da böyle mukaddestir. Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve O sizleri yaptığınız her hâl ve hareketten sorguya çekecektir."

"Ey İnsanlar, Allah'a sığının, emirlerine yapışın, azabından korunun. İnsanların mallarını eksik teslim etmeyin, değerlerini düşürmeyin, bedellerini eksik ödemeyin, mallarını kötülemeyin! Aldatarak, hile yaparak, fırsat kollayarak, gasp ederek insanların haklarını zayi etmeyin, zayiine sebep olmayın! Ülkede, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmakta ve küfürde ileri gitmeyin!" (3)

"Ashâbım! Kimin yanında bir emânet varsa, onu sâhibine iâde etsin! Emanet ilişkilerinde, aranızda güvene dayalı belgesiz, rehinsiz alışverişlerde, ticârî muamelelerde, kendisine güvenilen taraf, vâde dolduğunda sorumluluğunu yerine getirsin, borcunu ödesin. Size hediye verene hediye ile karşılık verin. Ödünç olarak alınan eşya sâhibine geri verilmeli, faydalanılmak üzere verilen mallar-hayvanlar iâde edilmelidir. Kefil borçlu gibi sorumludur. Borç ödenmesi gerekir."

"Soyunuzdan sopunuzdan medet umarak benim yanıma yaklaşmayın. İşlediğiniz bilinçli amelleri vesile ederek yanıma gelin. Ben bütün insanlara da, size de aynı şeyleri söylüyorum." (4)

" Ey insanlar! Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Bu durumda sâdece sermâyenizi alabilirsiniz. Ne zûlmediniz, ne de zûlme uğrayınız. Allah’ın hükmü gereği fâiz ve tefecilik yasaktır. Kaldırdığım ilk fâiz ise (amcam) Abbas b. Abdilmuttalib'in fâizidir."

"Ashâbım! Câhiliye devriinrde güdülen bütün kan dâvâları da kaldırılmıştır!.. Kaldırdığım ilk kan dâvâsı da (amcam-oğlu) Râbîa’nın oğlu Âmir b. Hars b. Abdilmuttalib'in kan dâvâsıdır."

" Kâbe'ye hizmet etmek ve hacılara su dağıtmak dışında, câhiliyye döneminden kalma bütün âdetler kaldırılmıştır!"

"Kasten adam öldürmenin cezâsı kısastır! Kasta benzer biçimde; taş ve sopayla adam öldüren ise, 100 deve diyet vermelidir. Bundan fazlasını talep etmek câhiliyye âdeti sayılır."

"Ey İnsanlar! Sizi uyarıyorum, herkes yalnızca kendi işlediği suçtan sorumludur. Suçlu evlâttan dolayı baba sorumlu tutulamaz, suçlu babadan dolayı evlât da sorumlu tutulamaz!" (5)

"Ey insanlar! Şeytan, bu topraklarınızda, kendisine tapılacağından umudunu yitirmiş durumdadır. Ancak bunun dışında, önemsemediğiniz bir takım amellerinizde ona uymanıza râzı olmuştur."

"Ey İnsanlar, yalan yere Allah'ın adını anarak yemin etmeyin! Yalan yere Allah adına yemin edenin yalanını Allah açığa çıkarır." (6)

"Ey insanlar! Harp edebilmek için haram ayların yerlerini değiştirmek, küfürde çok ileri gitmektir. Bu, kâfirlerin kendisiyle dalâlete düşürüldükleri bir şeydir. ALLAH’ın haram kıldığı ayların sayısını denkleştirmek için, erteledikleri o ayı bir yıl helâl, bir yıl haram sayarlar. Zaman, göklerin ve yerin yaratıldığı günkü gibi dönmektedir. Gerçekten ALLAH katında ayların sayısı, gökleri ve yeri yarattığı gün, ALLAH'ın kitabında 12 ay olarak belirlenmiştir. Bunların dördü haram aylardır: üçü peşpeşe gelir ki Zilka’de, Zilhicce ve Muharrem'dir; birisi ise Cemaziyelevvel ve Şaban'ın arasında yer alan Recep'tir."

"İlahlığında, otoritesinde, mülkünde, ta­sarruflarında, Allah'a ortak koşan Müşrikler nasıl size karşı topyekün savaşıyorlarsa, siz de onlara karşı topyekün savaşın. Bilin ki, Allah kendisine sığınıp, emirlerine yapışarak günahlardan arınıp, azaptan korunanlarla, kulluk şuuruyla, haklarına sâhip çıkarak şahsiyetli davranan, dinî görevlerinin bilincinde olan müminlerle, müttakilerle beraberdir." (7)

"Ey insanlar! Sizin kadınlarınız üzerinde haklarınız olduğu gibi, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin onlar üzerindeki haklarınız, yatağınızı bir başkasına çiğnetmemeleri, izniniz olmadan yuvanıza hoşlanmadığınız birisini almamaları ve bir ahlâksızlıkta bulunmamalarıdır. Böyle bir şey yaptıkları takdirde, ALLAH size, onlara öğüt verme, yataklarını ayırma ve onlara hafifçe vurma izni vermiştir."

"Böyle bir şey yapmadıkları sürece, onların da sizin üzerinizdeki hakları, güzel bir biçimde nafakalarını ve giyimlerini temin etmenizdir. Onlar sizin nâzik yaratılışlı yardımcılarınızdır. Siz onları ALLAH’ın birer emâneti olarak aldınız ve yine ALLAH adına onların ırz ve nâmuslarını helâl edindiniz. Kadınlar hakkında ALLAH'tan korkun ve onlara hayrı tavsiye edin! Sözlerimi iyice anlayarak hatırınızda tutun." (8)

"Ey İnsanlar! Yeryüzü Allah ve Rasûlüne âittir. İnsanlar, 'Allah'tan başka ilah yoktur' deyip, benim Allah'ın Rasûlü olduğumu kabul edinceye kadar, insanlarla mücadele etmem, savaşmam emredildi. İnsanlar kelime-i tevhidi söyleyince, kanlarını, canlarını ve mallarını korumuş olurlar. Ancak İslam'ın koyduğu sorumluluk gereği uygulanan gerekçeli karara dayalı cezâlar müstesnadır. Âhiretteki hesapları ise Allah'a âittir. Kendinize, birbirinize haksızlık etmeyin!" (9)

"Mu'minler kardeştirler; hiçbir kimseye kardeşinin malı, rızâsı olmadan helâl olmaz. Sakın benden sonra eski günlere dönüp de, birbirinizin boynunu vurmayın!"

Ey Müminler! Ben sizin aranızda iki ağır, paha biçilmez emânet bırakıyorum. Bunlara sımsıkı sarıldığınız sürece asla sapıtmazsınız! ALLAH’ın Kitâbı ve benim Ehl-i Beyt'im. Bunlar Havuz başında benimle buluşuncaya kadar, birbirlerinden asla ayrılmazlar." (10)

Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Âdem ise topraktan yaratılmıştır. Allah katında en değerli olanınız, O’na saygıda en üstün olanınızdır. Arab'ın Arap olmayana, takva (ALLAH’a göstereceği saygı ve itaat) dışında, hiçbir üstünlüğü yoktur. Unutmayın, burada olanlar, olmayanlara da bunları iletsin!" (11)

" Ey insanlar! ALLAH her hak sâhibine mirastaki payını vermiştir. Onun için vârise 1/3’ten fazla vasiyet hakkı yoktur."

"Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona âittir. Zina eden kimse icin mahrumiyet vardr." (*)

"Kim babasından başkasının oğlu olduğunu iddia eder, efendisinden başkasına intisâba kalkarsa; ALLAH’ın, meleklerin ve bütün lânet edenlerin lâneti onun üzerine olsun! Allah böyle kimselerin ne farz, ne de nâfile ibâdetlerini kabul eder." (12)

"Ey İnsanlar! Meşrû şekilde sâhip olduğunuz, üzerlerinde meşrû haklarınız olan köle ve câriyelerinize, iş akdiyle bağlı işçilerinize hayırla muameleyi size tavsiye ederim. Sofranızda bulunanları ölçü alarak onların karınlarını doyurmanızı, giydiklerinizi ölçü alarak onların giyimlerini sağlamanızı tavsiye ederim. Affetmeyi düşünmediğiniz bir suç işledikleri takdirde aranızda aynı cinsten suç işleyenlere uyguladığınız cezaları ölçü alınız. Onlara işkence etmeyiniz, onları cezalandırmayınız!. Bağışlayamayacağınız bir hata işlerlerse elinizden çıkarın, ama cezâlandırmayın." (13)

"Ey İnsanlar! Sözlerimi iyi dinleyin, iyi muhakeme edin. Bütün ırklara mensup müslümanların, tüm müslümanların kardeşi olduğunu bilin. Bütün müminler kardeştir. Kimseye, gönül rızası olmadıkça, kardeşinin malı helâl değildir. Sakın haksızlık etmesin, hile yapmasın, hâince davranmasın!"

"Müslümanın kim olduğunu size anlatayım mı? Müslümanların, dilinden ve elinden zarar görmediği kişidir."

"Müminin kim olduğunu size anlatayım mı? İnsanların mallarına ve canlarına zararı dokunmuyacağından emin olduğu kişidir."

Muhacirin kim olduğunu size anlatayım mı? Kötülükleri ve günah işlemeyi terk eden kişidir."

Mücahidin kim olduğunu size söyleyeyim mi? Allah'a itaat yolunda nefsiyle mücadele eden kişidir."

Bugünün dokunulmazlığı gibi, müminin mümine zarar vermesi haramdır. Etini yeme mesabesinde olan müminin mümini gıybeti de haramdır. Namus ve haysiyetine zarar vermesi de haramdır. Müminin yüzüne tokat vurmak da mümine haramdır. Onu itip kakarak incitmesi de haramdır. " (14)

"Ashâbım! Nefsinize zulmetmeyiniz. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır."

"Ey İnsanlar! Görünürdeki organları kesilmiş bir Habeşli bile başınıza getirilse, size Allah'ın Kitâbı'ndaki hükümleri uyguladığı sürece, dinleyin ve itaat edin!" (15)

Ey İnsanlar! Dinde aşırılıktan sakının. Sizden öncekileri kesinlikle dinde aşırılıkları helâk etmiştir." (16)

" Bu anlattıklarımı burada bulunanlar bulunmayanlara da ulaştırsın. Çünkü burada bulunamadığı için sözlerimi dinleyemeyen nice kimseler, burada bulunup ta dinleyenlerden daha kavrayışlı ve anlayışlı olabilir."

"Ey insanlar! Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?"

Orada bulunan ashâb, “ALLAH’ın elçiliğini îfâ ettin. Vazifeni yerine getirdin. Bizlere tavsiyelerde bulundun, diye şâhitlik edeceğiz” diye cevap verdiklerinde, Resulullah (s.a.v) şehâdet parmağını kaldırdı ve kalabalığın üzerinde gezdirerek şöyle buyurdu:

- "ALLAH'ım, şâhit ol! ALLAH'ım, şâhit ol! ALLAH'ım, şâhid ol!" (17)

***

(*) Bu iki cümle son derece önemlidir. "Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona âittir" ifâdesi, çoğu hutbe naklinde atlanır, verilmez . Bâzılarında ise arkasından gelen "Zinâ eden kimse icin mahrumiyet vardır" kısmı eklenmez. Halbuki, iki kişi zinâ etmiş, doğan çocuğun ne günâhı var?..
Bu iki cümle İslâm'da "piç" kavramının olmadığının delilidir. Çocuk hangi erkeğin yatağında doğarsa, ona âittir. Bakmakla, yetiştirmekle mükelleftir. Korusaydı karısını!! İlgilenseydi karısıyla!.. Kadın boşu boşuna zinâya sapmadı ya!.. Kaldı ki, yüce Peygamberimiz (S.A.V.) diyor ki, "O çocuk zinâ edip kaçan erkeğin kaybı, bakıp büyütenin kazancıdır."

Bu arada ekleyelim, bizim sözde müslümanlar bu hadise ve sünnete uymazlar ama, putperest bilinen Cengiz Han uymuştur. Karısı düşman Merkitler boyu tarafından kaçırılmış, geri aldığında hâmile bulmuş, doğan çocuğa Cuci adını koyup bağrına basmış, çocuk onun en sevdiği oğlu olmuştur. Cengiz Han bu olayda ne kadını suçlu bulmuştur, ne de çocuğu!.. Cuci sonradan Altunordu Devleti'nin başına geçmiştir. O tecâvüz mahsûlü çocuk tecavüz edenin değil; onun kazancı olmuştur!.. Cengiz Han'dan ders almak gerekir.

Bâzı densizler ve Peygamberimiz tarafından "uydurma hadis naklettikleri için lânetlenmiş olanlar, "Zinâ eden kimse için mahrumiyet vardır" ifâdesi yerine, "Zinâ eden taşlanarak öldürülmelidir" cümlesi koyarlar!.. Bunun artniyetliler tarafından eklendiği şüphe götürmez. Çünkü en katı tavırlı fakih dahi recm cezâsının sâdece evli zânilere uygulanması gerektiğini söyler!.. Halbuki bu ifâde ile Peygamberimiz'e (S.A.V.) "ayırım yapmadan bütün zinâ edenleri kastettiği" iftirası atılmış oluyor ki, doğru olması mümkün değildir. Çünkü biraz aşağıda Peygamberimiz "bağışlayamıyacağınız bir hatâ işleseler dahi, kölelerinizi cezâlandırmayın" diyor!.. Bu kadar rahim bir kişinin recmi, hem de tüm zinâ edenlere emretmiş olması kabul edilemez! ...

***

Peygamberimiz hutbesini tamamlandıktan sonra Bilâl-i Habeşî öğle ezanını okumaya başladı. Resûl-i Ekrem Efendimiz ve Ashâb-ı Kiram, huşû içinde susup ezanı dinlediler. Ezan bitince, Hz. Bilâl kaamet getirdi. Fahr-i Kâinat Efendimiz, cemaata imam olup önce öğle namazını kıldırdı. Sonra yine kaamet getirilerek ikindi namazını kıldırdı. Böylece bir ezan iki kaametle iki vaktin namazını birleştirdi.

Peygamber efendimiz daha sonra devesiyle Rahme'ye varıp Kıble'ye dönerek vakfeye durdular. Herkese vakfeye durmasını emrettiler

Cahiliye döneminde dışarıdan gelen hacılar Arafat'ta vakfeye dururken, Kureyş eşrafı diğer insanlardan üstün olduklarını belli edercesine Arafat yerine Müzdelife'de vakfeye dururlardı. Resulullah cahiliye döneminin bu sınıf üstünlüğüne dayalı âdetini ortadan kaldırdı ve bütün hacılar gibi Arafat'ta vakfeye durdu.

Hacda Arafat'ta öğle ve ikindi namazlarından sonra vakfeye durulur, güneş batıncaya kadar devam edilebilir. Aslında Vakfe, bir süre ayakta durmak demektir. Bütün insanların Mahşer'de toplanmasını, ilâhî mahkemenin kurulmasını, hesap verilmesini beklemeyi temsil etmektedir.

İkindiden sonraydı. Vakit akşama yakındı. Hz. Muhammed devesi Kusvâ'nın üzerindeydi. Bu sırada şu âyet-i kerime nâzil oldu:

- "Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim.
Üzerinizdeki nimetimi tamamladım
ve size din olarak İslâmı seçtim."

(Mâide Sûresi, 3. Ayet)

Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu âyeti okuyunca, Ashâb-ı Kiram son derece sevinip ferahlık duydular. Sadece biri ağlıyordu: Hz. Ebû Bekir... Sahâbeler buna bir mânâ veremediler. Niçin ağladığını sorduklarında, "Bu âyet, Resûlullah'ın vefâtının yakın olduğuna delâlet ediyor. Onun için ağlıyorum." cevabını aldılar. Aynı sırrı, Hz. Ömer'in de idrak ettiğini bâzı kaynaklar zikrederler.

Cuma günü, güneş battıktan sonra Fahr-i Kâinat Efendimiz devesi Kusvâ'nın üzerinde ve terkisinde Üsâme bin Zeyd ile birlikte, ashab'ı ile Arafat'tan Müzdelife'ye geldi. Arafat ile Muzdelife arası 10 kilometre kadardır. Yayan 2 saatte alınır. Bu sırada akşam namazı vakti çıkmış, yatsı namazı vakti girmişti. Resûl-i Ekrem Efendimiz bir ezan iki kaametle önce akşam, arkasından da yatsı namazını kıldırdı.

Peygamber Efendimiz Cuma'yı Cumartesi'ye bağlayan geceyi Müzdelife'de geçirdi.

Rabbimiz Bakara 198. ayette; hac görevini yerine getiren müminlere,

- “Artık Arafat’tan ayrılıp akın ettiğinizde, Meş’ar-i Haram’da hemen Allah’ı anın!”

buyurduğu için, Peygamberimiz Cumartesi günü, Bayram sabahı, namazını orada edâ ettikten sonra Meş'ar-ı Haram'da vakfeye durdu. Meş'âr-ı Haram, şimdilerde Müzdelife diye bilinen yerdir.

Güneşin doğmasına yakın Peygamberimiz ve ashâbı Minâ'ya doğru yola koyuldular.

Müzdelife'ye 8 kilometre kadar uzaklıkta olan Minâ'yı sağ tarafa alıp cemre yaptılar. Hz. Muhammed (S.A.V.) ashâbına "Cemre'de atılacak ufak taşları toplayınız" diye emretti ve taşların nasıl atılacağını gösterdi. Sonra Akabe Cemresi'ne birer birer yedi ufak taş attı. Her taş atışında "Allahü ekber" diyerek tekbir getiriyordu. Bu arada Ashâb-ı Kiram da aynı şekilde taşlarını atıyorlardı. Çünkü burası Hz. İbrâhim'in, ihtiyar bir adam kılığında peşine takılıp oğlunu kurban etmesine engel olmak isteyen Şeytan'ı taşladığı yerdi.

Sonra tekrar Miina'ya döndüler. Oradan kurban kesme yerine gittiler.Peygamberimiz ömr-ü saadetlerinin her bir senesi için bir kurban olmak üzere, 63 kurbanı bizzat mübarek elleriyle kesti. Bir kısmını da Hz. Ali kestikten sonra her deveden birer parça et alınarak pişirilip yenildi.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, kurban bayramının birinci günü öğle vaktinden önce ifâza (ziyâret) tavafını yapmak üzere Kâbe-i Muazzama'ya gitti. Müslümanlara da gitmelerini emir buyurdu. Tavafını yaptıktan sonra öğle namazını kıldı. Zemzem kuyusundan su içti.

***

HAZRET-İ MUHAMMED'İN VEDÂ HACCINDA MİNÂ'DA OKUDUĞU HUTBE

- "Hamd ALLAH'a mahsustur. O'na hamd eder, O'ndan yardım ve bağışlanma diler, O'na tevbe ederiz. Nefislerimizin şerrinden ve kötü amellerimizden O'na sığınırız. "

"Ey insanlar! Sözümü dinleyin ve üzerinde düşünerek (onu anlamaya çalışın). Bilmiyorum belki bu yılımdan sonra bir daha sizinle burada buluşamam."

" Acaba, hangi günün en değerli gün olduğunu biliyor musunuz?"

İnsanlar: "Bu gün" diye cevap verdiler.

"Peki aylardan hangisi?"

diye sorunca yine "bu ay" dediler.

"Beldelerden hangisi, en değerli ve en hürmetli beldedir?"

diye sordu. Onlar da "bu belde (Mekke)" diye cevap verdiklerinde, şöyle buyurdu:

"Hiç şüphesiz sizin kanlarınız, mallarınız ve nâmuslarınız birbirinize aynı bu günün, bu ayın ve bu beldenin hürmet ve saygınlığı gibidir ve bu Rabbimizi mülâkat edeceğiniz güne kadar devam edecektir ki, o gün amellerinizden sizi hesâba çekecektir."

Ey insanlar! Üzerime vazife olanı size tebliğ ettim mi?"

İhsanlar "Evet" deyince,

"ALLAH'ım, sen de şâhit ol." buyurdu. Sonra şöyle devam etti:

"Şunu iyi bilin ki câhiliyet döneminin göstergelerini ve bid'atlerini veya o zamandan kalan kan ve mal dâvâlarının hepsini ayaklarım altına almış bulunuyorum."

" Kimsenin kimseye takva dışında bir üstünlüğü yoktur! Gerekeni size ilettim mi?"

"Evet" dediklerinde şöyle devam etti:

"ALLAH'ım, sen de şâhit ol!"

"Şunu bilin ki câhiliyet zamanından kalan her türlü fâizli (borç) kaldırılmıştır. İlk kaldırılan fâz ise (amcam) Abbas b. Abdilmuttalib'in fâizidir."

"Yine câhiliyet zamanından kalan bütün kanlar kaldırılmıştır; ilk kaldırılan kan ise (amcamın oğlu) Haris bin Râbia'nın kanıdır. Acaba gerekeni tebliğ ettim mi?"

Yine "Evet" dediler. O zaman

"ALLAH'ım, sen de şâhit ol!" diye ekledi.

"Bilin ki, Şeytan sizin bu topraklarınızda tapılmaktan ümidini kesmiştir. Ama o iyi amellerinizi küçümseyip, onlarda ihmâlkârlık yapmanıza râzı olmakla yetinmiştir. Bilin ki ona itaat etmek, ona ibâdet etmektir."

" Ey insanlar! Unutmayın ki, Müslüman, müslümanın kardeşidir gerçekten! Hiçbir Müslüman'a, Müslüman birisinin kanı helâl olmaz! Hiçbir Müslüman'a, Müslüman'ın malı, kendi gönül rızâsıyla verdiği hâriç, helâl olmaz. Ben, insanlar "Lâilâhe illallah" deyinceye kadar onlarla savaşmaya emredildim. Ama bu cümleyi söylediklerinde kanları ve mallarını benden korumuş olurlar. (ALLAH'ın) belirlediği bir hak olursa, o başka! Hesâpları ise ALLAH'a âittir."

"Ey insanlar! Gerekeni tebliğ ettim mi?"

"Evet" deyince şöyle arz ettiler:

"ALLAH'ım, sen de şâhit ol!"

- "Allah, sözümü güzelce ezberleyip, sonra da onu duymayanlara ulaştıran kimselerin yüzünü nurlandırıp neşelendirsin!.. Olabilir ki, anlayan kendisinden daha iyi anlayana onu ulaştırır."

"İyi biliniz ki, üç şey mü'min ve Müslümanların kalblerine kin ve kıskançlık sokmaz.
Allah'ın rızasını gözeterek ihlâs ile amel,
Müslüman olan âmirlere nasihat ve itaatta bulunmak,
ve müslüman cemaata îtikâd ve sâlih âmelde tâbi olmak."

"Ey insanlar! Sözümü ezberleyin ki, benden sonra ondan yararlanasınız. Onu kavramaya çalışın ki, bu vesileyle benden sonra yücelesiniz. Aman, benden sonra kâfirler olarak geri dönüp dünya için kılıçla birbirinizin boynunu vurmaya çalışmayın!"

"Şunu bilin ki ben, sizin aranızda iki şey bırakıyorum ki, eğer onlara sarılırsanız, asla dalâlete düşmezsiniz. ALLAH'ın Kitâbı'nı ve Ehl-i Beyt'im olan itretimi!.. Lâtif ve Herşeyden Haberdâr Olan bana haber vermiştir ki, bu ikisi, Havuz başında bana varıncaya kadar asla birbirinden ayrılmazlar. Unutmayın ki, kim bu ikisine sarılırsa, kurtulmuştur ve kim onlara muhalefet ederse, helâk olmuştur. Acaba gerekeni tebliğ ettim mi?"

Oradakiler "Evet" deyince, şöyle arz ettiler:

"ALLAH'ım, sen de şâhit ol!"

"Bilin ki sizden bâzı kişiler Havuz başında benim yanıma vârid olacaklar, ancak tanınıp benden uzaklaştırılacaklar. Ben, 'Ya Rabbi, bunlar benim ashâbımdırlar!' diyeceğim. Cevâbında şöyle denilecek: 'Ey Muhammed, onlar senden sonra yeni şeyler icât ettiler ve senin sünnetini değiştirdiler.' O zaman ben de şöyle diyeceğim: 'Uzak olsunlar, uzak olsunlar!'" [18]

***

Resûl-i Ekrem Efendimiz o gün akşama doğru saçlarını traş ettirdi. Kesilen saçlarını hatıra olsun diye sahâbîler birer ikişer tel kapıştılar. Bu da ashabından ayrılığının yaklaştığına işaretti. Ayrıca:

"Ey insanlar! Haccın usûl ve erkânını benden öğrendiniz.
Bilmem, ama belki bundan sonra benimle görüşemezsiniz,"

buyurarak bu işâreti kuvvetlendirdi.

Peygamberimiz saçının ön kısmı traş edildiği sırada, Hz. Halid bin Velid, "Yâ Resûlallah" dedi, "alnın üzerindeki saçınızdan bana verir misiniz?" Peygamber Efendimiz onun bu isteğini kabul etti ve kendisine saçının ön kısmından birkaç tel verip hayatında devamlı muzzaffer olması için duâ etti. Hz. Halid, mübârek saçları alıp gözüne sürdü, sonra da külâhının önüne yerleştirdi... Şimdi bâzı câmilerde bulunan ve "sakal-ı Şerif" diye bilinen kılların bu kesilen ve dağıtılan saçlar olma ihtimâli vardır.

Peygamberimiz sonra tekrar Minâ'ya döndü. Peygamberimiz, kurban bayramının ikinci ve üçüncü günü (Pazar ve Pazartesi), güneş batıya doğru eğrildiği zaman yaya olarak Minâ Mescidi'nden sonraki İlk Cemre'nin yanına vardı. Burası Şeytan'ın kurban edilmeye götürülen küçük İsmâil'i kandırmaya çalıştığı yerdi. İsmâil Şeytan'ı taşlayarak kovmuştu. Oraya birer birer yedi tane çakıl taşı atarak şeytan taşladı. Her birini atarken "Allahü ekber" diyerek tekbir getiriyordu Bundan sonra İkinci Cemre ki, Şeytan'ın İsmâil'in annesi Hacer'i kandırmaya çalıştığı yerdi. Hacer de Şeytan'ı taşlayarak kovmuştu. Oraya da birer birer yedi tane çakıl taşı atarak şeytan taşladı. Ondan sonra da Cemre-i Akabe denilen Üçüncü Cemre'nin yanına vardı. Burası Şeytan'ın Hz. İbrâhim'i, ALLAH'ın emrine uyarak oğlunu kurban etme kararından caydırmaya çalmıştığı yerdi. İbrahîm Aleyhisselâm bir taş atarak Şeytan'ın bir gözünü kör etmişti. O yüzden halk arasında "kör Şeytan" denir. Hz. Muhammed (S.A.V.) bunada yedi taş attı. Her birini atarken "Allahü Ekber" diyerek tekbir getiriyordu. Peygamberimiz (S.A.V.) Akabe Cemresi'nde yedi taşı attıktan sonra Minâ'ya döndü.

Zilhicce'nin Onüçü, Salı günü Resûl-i Ekrem Efendimiz, Minâ'dan Muhassab denilen taşlık yere gitti. Orada çadırı kurulmuştu. Geceyi orada geçirdiler.

HAZRET-İ MUHAMMED'İN VEDÂ HACCINDA MİNÂ'DAKİ HİF MESCİDİ'NDE OKUDUĞU HUTBE

ALLAH'a hamd-ü senâ ettikten ve insanlara öğüt ve nasihatte bulunduktan sonra:

"ALLAH, benim sözlerimi duyduğunda, dinleyip onu duymayanlara ulaştıranı nurlandırsın!"

"Ey insanlar! Burada olanlar, olmayanlara da ulaştırsın! Zirâ nice fıkıh taşıyan vardır ki, kendisi derinlemesine onu anlamaz. Ve nice fıkıh taşıyan kimse vardır ki, onu kendisinden daha derin düşünen kimseye ulaştırır."

" Üç şey vardır ki, Müslüman bir kimsenin kalbini onlardan hiçbir şey saptırmamalıdır: ALLAH için ameli hâlis kılmak, Müslümanların imamlarının hayrını isteyip onlara itaat etmek ve onların topluluğundan ayrılmamak!"

"Müslümanların imamlarının dâveti bütün Müslümanları ilgilendirir."

"Mü'minler birbirleriyle kardeştirler ve kan ve ırk açısından eşittirler. Başkalarına karşı tek el gibidirler. Onların en zayıflarının bağladığı ahit ve sözleşmeye bile sâdık kalmalıdır."

"Benden sonra dönüp birbirinizin boyunlarını vuran kâfirler olmayın."

"Ey insanlar! Hiç şüphesiz ben sizin aranızda iki ağır, paha biçilmez emânet bırakıyorum."

"Ya Resulullah, nedir bu iki ağır emanet?" diye sorduklarında şöyle buyurdu:

"ALLAH'ın Kitâbı ve benim itretim olan Ehl-i Beyt'im. Lâtif ve Herşeyden Haberdâr Olan bana haber verdi ki, Havuz başında bana varıncaya kadar bu ikisi asla birbirlerinden ayrılmazlar! (işâret parmaklarını birleştirerek) aynı benim şu iki işâret parmağım gibi! İşâret ve orta parmaklarım gibi demiyorum ki, birisi diğerinden farklı olmuş olsun!" [19]

***

***

HAZRET-İ MUHAMMED'İN VEDÂ HACCINDA GADİR-I HUM'DA OKUDUĞU HUTBE

Zilhicce'nin on dördü, Çarşamba günü Peygamberimiz ve Ashâb-ı Kiram, Vedâ Tavafı'ndan sonra, Mekke-i Mükerreme'den Medine-i Münevvere'ye doğru yola çıktılar.

Hicretin Onuncu Yılında, Zilhiccet-il Haram Ayının Onsekizi, Pazar günü Resulullah (S.A.V) vedâ haccından dönerken [21] Gadir-i Hum bölgesinde, Cuhfe ismindeki bir menzilde, [22] Medine, Mısır ve Şam (Suriye) yollarının ayrımında [23] iken, şu âyetin nâzil olduğu rivâyet edilir:

"Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et!
Eğer yapmayacak olursan,
O'nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun!
ALLAH seni insanlardan koruyacaktır.
Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez."
(Mâide Sûresi, 67. Âyet)

Gadir-i Hum Vâdisi'nde konakladılar. Gadir-i Hum (Hum Bataklığı), Cuhfe’ye 4 kilometre uzaklıkta yer almaktadır. Cuhfe’nin kendisi de müslümanların ihram bağlamak için gittikleri beş mikat yerinden biridir ve 64 kilometre Mekke’nin kuzeyine düşmektedir. Bu mekân, bir miktar suyu ve ağaçları olması nedeniyle kervanların dinlenme yeriydi.

Bu âyet indikten sonra, yine rivâyet edilir ki, Resul-i Ekrem (S.A.V) kervanlara durmalarını ve oracıkta bineklerinden inmelerini emretti. İleridekileri çağırttı, geride kalanlar da gelip yetiştiler. [24] Buraya kadar 4 günde gelmişlerdi.

Herkes toplanınca, Peygamberimiz ağaçların dibini de diken, çer-çöpten temizlemelerini buyurduktan sonra [25] halkı öğle namazına dâvet etti. [26] Ashap bir diken ağacının dalları üzerine elbiseler atarak Resulullah (S.A.V.) için bir gölgelik hazırladılar. [27] Hz. Muhammed, öğle namazını o yakıcı sıcaklıkta, [28] o cemaatla birlikte kıldıktan sonra, hutbe için ayağa kalktı.

Şiî geleneğinin zengin ve geniş rivayetlerle ayrıntılı bir şekilde anlattığı Gadîr-i Hum olayı; İbn Hişâm, İbn Sa‘d, Taberî gibi ilk devir müelliflerince ya hiç zikredilmemiş, yahut da Resûl-i Ekrem’in konuşmasına yer verilmeden, sâdece orada konakladığından söz edilmiştir!

Ayrıca bukaynakların hiçbiri, yâni ilk devir müellifleri Resûl-i Ekrem’in sözlerini, Şiîler’in anladığı gibi Hz. Ali’nin imâmeti ve hilâfeti için bir delil olarak değerlendirmemiştir.

Aslında Şiî geleneğinin bu olay münasebetiyle indirildiğini söylediği âyet (el-Mâide 5/67) müfessirlerin büyük çoğunluğuna göre, çok önce nâzil olmuştur!.. Üç ay önce Medine'de indiği rivâyet edilir.

Esasen bu âyetin, içinde yer aldığı diğer âyetlerle birlikte ele alındığında, müslümanlar hakkında değil; yahudi ve hıristiyanlar hakkında nâzil olduğu ve onların Hz. Peygamber’e bir kötülük yapamayacaklarını ifade ettiği anlaşılır (Fahreddin er-Râzî, XII, 48-49).

Diğer taraftan Resûl-i Ekrem’in hadisinde geçen “mevlâ” ve onunla birlikte “velî” kelimeleri “halife” veya “imam” değil; “dost, efendi, arkadaş” mânâlarına gelir. Birçok âyette Allah ve Resûlü’nün müminlere, müminlerin de Allah’a ve birbirlerine dost oldukları ifâde edilirken, hem velî hem de mevlâ kelimeleri kullanılmıştır. Bu durum birçok hadiste de görülmektedir (bk. M. F. Abdülbâkî, el-Mu'cem, “velî”, “mevlâ” md.leri; Wensinck, el-Mu'cem, “velî”, “mevlâ” md.leri). En önemlisi, Hz. Ali’nin torunu Hasan el-Müsennâ’ya Resûl-i Ekrem’in, “Ben kimin mevlâsı isem, Ali de onun mevlâsıdır” sözünü söyleyip söylemediği sorulmuş, o da şöyle cevap vermiştir:

- “Evet söylemiştir, fakat bununla emirliği kastetmemiştir.
Eğer maksadı bu olsaydı, daha açık bir ifade kullanırdı.
Çünkü Resûlullah müslümanların en fasihidir."

- "Yemin ederim ki Allah ve Resûlü halifelik için Ali’yi seçip müslümanlara idâreci yapsalardı,
ve Ali de bunu yerine getirmeseydi, Allah’ın ve Resûlü’nün emirlerini ilk terkeden o olurdu”
(Ebü Bekir İbnü’l-Arabî, s. 185-186, 196).

Ehl-i sünnet âlimlerinin, “Ben kimin mevlâsı isem, Ali de onun mevlâsıdır” hadisinden çıkardığı nihâî sonuç, Hz. Ali’yi sevmenin veya ona düşman olmanın, Resûl-i Ekrem’i sevmeye veya ona düşman olmaya yakın bir hüküm taşıdığı yönündedir. (krş. Mahmud Şükrî el-Âlûsî, s. 161). ( Türkiye Diyânet Vakfı, İslâm Araştırmaları Merkezi)

Bütün bu açıklamalara rağmen, biz, Şii kaynaklardan gelen rivâyeti nakledecek, ve mâkûl bulduğumuz ifâdeleri yayınlıyacağız. Asırı ifâdeleri ise ayrı bir sayfada ele alacağız.

Şiî kaynaklara göre, Hz. Muhammed (S.A.V.) Arafat'taki gibi uzun bir hutbe verdi. Önce ALLAH'a hamd-u senâlarda bulundu:

"Yakında ben dâvete icâbet edeceğim. Ben de, siz de ALLAH katında sorumluyuz. O gün siz ALLAH'a ne cevap vereceksiniz?"

Oradakiler hep bir ağızdan: "Senin risâletini tebliğ ettiğine, bize nasihat edip hayrımızı istediğine tanıklık edeceğiz; ALLAH seni hayırla mükâfatlandırsın!" diye cevap verdiler. Bunun üzerine Resulullah (S.A.V),

"ALLAH'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in onun kulu ve peygamberi olduğuna, Cennet ve Cehennem'in hak olduğuna şehâdet ediyor musunuz?

diye sorunca da insanlar, "Evet" dediler. "Bütün bunlara tanıklık ederiz." Bu defa da,

"Benim sesimi duyuyor musunuz?"

diye sordu. Buna da "Evet" cevabını verdiler. Bunun üzerine Resul-i Ekrem (S.A.V) şöyle buyurdu:

"Ey insanlar! Ben sizden önce, sizden ayrılacağım ve siz Kevser Havuzu'nun başında bana geleceksiniz. O öyle bir havuzdur ki, genişliği Busrâ'dan San'â'ya kadardır. [29] O havuzun kenarında, gökteki yıldızların sayısınca gümüş kadehler vardır. Ben orada, sizin aranızda emânet bıraktığım iki paha biçilmez şeyi soracağım. O hâlde benden sonra o iki şeye nasıl davranmanız gerektiğine dikkat edin!"

Bu arada halkın içinden biri seslenerek, "Ya Resulullah! O iki paha biçilmez şey nedir?" diye sordu. Resul-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurdu:

"Onlardan biri, bir tarafı ALLAH'ın elinde ve diğer tarafı ise sizin elinizde olan ALLAH'ın Kitâbı'dır. Ona yapışın! Sapmayın ve değiştirmeyin! Diğeri ise, İtretim olan Ehl-i Beyt'imdir. Lâtif ve Herşeyden Haberdâr Olan, bu ikisinin Havuz'un başında bana ulaşıncaya kadar birbirinden ayrılmayacağını bildirdi. Ben ALLAH'tan bunu istedim. O halde, o ikisinden öne de geçmeyin, arkaya da kalmayın! Yoksa helâk olursunuz. Onlara bir şey öğretmeye kalkışmayın; çünkü onlar sizden daha bilgilidirler." [30]

"Benim müminlere kendi nefislerinden daha evlâ ve üstün olduğumu,bilmiyor musunuz?" (**)

Halk "Evet, ya Resulullah biliyoruz!" [31] deyince şöyle buyurdu:

"Benim her mümine kendi nefsinden daha evlâ olduğumu bilmiyor musunuz?"

Halk yine "Evet, biliyoruz, ya Resulullah!" dediler. [32] Bunun üzerine Resulullah (S.A.V) Ali'nin elinden tutarak koltuğunun altındaki beyazlık görününceye kadar kaldırıp [33] şöyle buyurduğu rivâyet edilir:

"Ey insanlar! ALLAH benim mevlâmdır, ben de sizin mevlânızım. [34] O hâlde ben kimin mevlâsı isem, bu Ali de onun mevlâsıdır." [35]

"ALLAH'ım! Onu seveni sev, ona düşman olana düşman ol! [36] Ona yardım edene yardım et, onu yalnız bırakanı yalnız bırak! [37] Ona muhabbet edene muhabbet et, ona buğz edene buğz et!" (****) [38]

"ALLAH'ım sen de şahid ol!" [39]

Ravi der ki, daha bu ikisi (Resulullah ve Ali) birbirinden ayrılmamıştı ki, şu âyet nâzil oldu:

- "Bugün size dininizi kemâle erdirdim,
üzerinizdeki nimetimi tamamladım
ve size din olarak İslam'ı seçip-beğendim."
(Mâide Sûresi, 3. Âyet) (***)

Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Dini mükemmelleştiren, nimetleri tamamlayan, benim risâletimden ve Ali'nin velâyetinden hoşnut olan ALLAH en yücedir." [40]

***

(**) "Peygamber, mü'minler için kendi nefislerinden daha evlâdır." (Ahzab Sûresi, 6. Âyet)

(***)Gadir-i Hum'da indiği rivâyet edilen iki âyetten Mâide Sûresi 67. Âyet yukarda verilmişti. Ancak bu âyetin arefe günü Arafat'ta indiği rivâyeti de vardır. Bize Arafat daha mantıklı gelmektedir. Çünkü âyette

- "Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et!
Eğer yapmayacak olursan,
O'nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun!"

deniyor ve bunun üzerine Peygamberimiz hutbesinde İslâm'ın en önemli esaslarını sıralıyor.

Dikkatinizi çekeriz, Peygamberimiz'in hutbelerinde dile getirdiği hususlar arasında "Namaz kılın, oruç tutun, hac edin" gibi ifâdeler yok. Bir tek TEVHİD VAR!.. Önemsiz olduklarından değil, bir mümini kardeş bilmeyen, eksik tartan, hile yapan, insanların hakkını gasbeden, emânete hiyânet eden, karısına, çocuğuna merhametli davranmayan, fâiz yiyen, kan dâvâsı güden, kasten haksız yere adam öldüren, fesat çıkaran kişi: namaz kılsa, oruç tutsa, hacca gitse ne işe yarar ki!..

YUNUS EMRE der: Hoca,
İstersen bin var hacca
Hepisinden iyice
Bir gönüle girmektir

Başa dönersek, bu âyetin nerede indiği hususunu ALLAH bilir.

Mâide Sûresi'nin 3. âyeti ise şöyledir:

- "Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına boğazlanan,
boğulmuş, (taş, ağaç vb. ile) vurulup öldürülmüş,
yukarıdan yuvarlanıp ölmüş, boynuzlanıp ölmüş,
(hayvanlar ile) canavarların yediği hayvanlar
-ölmeden yetişip kestikleriniz müstesna-
dikili taşlar (putlar) üzerine boğazlanmış hayvanlar
ve fal oklarıyle kısmet aramanız size haram kılındı.
Bunlar yoldan çıkmaktır.
Bugün kâfirler, sizin dininizden (onu yok etmekten) ümit kesmişlerdir.
Artık onlardan korkmayın, Benden korkun.
Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım
ve sizin için din olarak İslâm'ı verdim ve bundan hoşnut oldum. .
Kim, gönülden günâha yönelmiş olmamak üzere,
açlık hâlinde dara düşerse (haram etlerden yiyebilir).
Çünkü Allah Gafurdur, Rahimdir."

Şimdi bu çok uzun âyetin tümünün Gadir-i Hum'da inmiş olduğunu sanmıyoruz. Zâten böyle bir iddia, böyle bir hadis rivâyeti de yok. KUR'AN âyetleri parça parça iner, Hz. Muhammed (S.A.V.) bunları kayda geçirtirken "Bunu şu sûreye yazın, bunu da o sûrenin şurasına yazın" diye yerini belirtirdi. Peygamberimiz bütün hac boyunca fâiz, kan dâvâsı, kadın hakları, köle hakları, emânete riâyet, kan dökmemek gibi pek çok hususu dile getirmiş te, yenmeyecek hayvanlardan hiç söz etmemiş!.. Halbuki 3. âyete eklediği "Bugün dininizi tamamladım" bölümü Gadir-i Hum'da inmiş ise, haram yiyecekleri hatırlamış olması gerekirdi. Belki de onu da söyledikleri kadar önemli saymamıştır.

(****) Eski Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Süleyman Ateş, "Allahım, Ali’yi seveni sev, Ali’nin düşmanına düşman ol” ifâdesinin doğru olmadığını açıklar... Ama önce Peygamberimiz'in mübârek ağzına lâzık Ali'yi öven ifâdelerinden örnekler verir. Şöyle ki:

Sad ibn Ebi Vakkas’ın anlatımına göre Hz. Peygamber,

“Ali’nin üç özelliği vardır ki, onların sâdece birinin bende olmasını, çok (gözde) kırmızı develere sâhip olmaktan daha çok isterim”,

“Hârun’un Mûsa yanındaki yeri ne ise, Ali’nin de benim yanımdaki yeri odur”

buyurmuştur. Birkaç komutan değişmesine rağmen Hayber’in bir türlü fethedilememesi üzerine Peygamberimiz,

- “Bu bayrağı yarın öyle bir adama vereceğim ki, Allah’ı ve Resulünü sever”

demiş, bayrağı Ali’ye vermiş ve onun eliyle kalelerin fethi nasip olmuştur. Yine Ali için,

- “Ben kimin mevlâsı isem, Ali de onun mevlâsı (efendisi)dir”

buyurmuştur. (İbn Hanbel, Beyhaki, Bera ibn Azib’den; Tirmizi, Nesai, Zeyd ibn Erkam’dan: Kenz: 11/602, h. 32904. Bu hadis, birçok hadis mecmuasında vardır.)

Süleyman Ateş şöyle devam eder:

- "Çeşitli yollardan yapılan rivâyete göre Hz. Peygamber, veda haccından dönerken Gadir-i Hum’da, yani Hum denilen göletin yanında konaklamış, Allah’ın kitabıyla Ehl-i Beyti’nin kıyâmete kadar birbirinden ayrılmayacağını belirttikten sonra Ali’nin elini tutmuş, 'Allahım, ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır. Allahım, Ali’yi seveni sev, Ali’nin düşmanına düşman ol' demiş. (Hakim, Müstedrek)"

"Said ibn Vehb ile Zeyd ibn Yesi’nin rivâyetine göre de Hz. Ali, Rahebe’de arkadaşlarına yemin verdirerek Hz. Peygamber’in kendisi hakkındaki övgüsünü bilenlerin kalkıp anlatmasını istemiş. Bedir Savaşı gazilerinden 12 kişi kalkıp Allah Elçisi’nin, Gadir-i Hum’da Ali’nin elinden tutup yukarıdaki sözü söylediğine tanıklık etmişler." (İbn Hanbel, Müsned: 1/119; el-Ahadisul-Muhtare, 2/105). Bu mealde hadis birçok kaynakta vardır (Bkz. Tirmizi. Menakıb, 20, İbn Mace, Mukaddime: 11; İbn Hanbel, Müsned: 1/84, 118; Mecmauz-Zevaid: 9/104).

"Gerçekte hadisin birinci şıkkı doğru olmakla beraber 'Ali’yi seveni sev, onun düşmanına düşman ol' sözünü Peygamber’in söylediğine ihtimal verilmez!"
"Zaten râvisi Ali ibn Zeyd’in zayıf olması (güvenilir olmaması) dolayısıyla, bu rivâyet zayıf görülmektedir. (Bkz. İbn Mace, Mukaddime: 11)"
"Nitekim Ahmed ibn Hanbel de 'Ali’yi seveni sev, onun düşmanına düşman ol' sözünün bâzılarının eklemesi olduğunu belirtmiştir. (Müsned: 1/152)"

İşte o yüzden biz Peygamberimiz Muhammed Mustafa'nın (S.A.V.) böyle bir ifâde kullanmadığına inanıyoruz.

"Ben âlemlere rahmet olarak gönderildim, lânet isteyici olarak değil" (Buhârî, Menakıb, 17)

hadisi bir yana, Taif'de uğradığı ağır hakaretten, hatta taşa tutulduktan sonra, sığındığı bir üzüm bağında;

- ''Ya Rabbi! Beni kime emanet ediyorsun?"

diye hayatının en dokunaklı duasını yaptığında; ''Eğer isterse, o insanların üzerlerine dağları yıkabileceğini'' söyleyen Cebrâil (a.s)'a yaşlı gözlerle şöyle demişti:

- ''Hayır!.. Ben bunu istemem. Bunun yerine, Allah onların sûlbünden sâdece Allah'a ibâdet eden ve O'na hiçbir ortak koşmayan bir nesil çıkarabilir. Ben onu isterim Rabbimden!" (Hz. Muhammet (s.a.s.) Hakkında Konferenslar, s.116, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, ll. Bask, Ank-1972)

Uhud'da tepesine kılıçlar yağarken bile;

- ''Ya Rabbi! Bu insanları affet, çünkü onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar!" (Tirmizi, Birr, 36; Müslim, Cihad, 111)

diye dua etmişti. Hiç bu kadar merhametli, şefkatli olan Peygamberimizin "düşman ol" gibi bir ifâde kullanması mümkün mü?

İşte bütün bu delillere dayanarak, Peygamberimiz'in Gadir-i Hum'da söylediği iddia edilen pek çok şeyin uydurma, sonradan ekleme olduğunu düşünüyoruz. O yüzden o "Uydurma Gadir-i Hum Hutbesi" için ayrı bir sayfa açtık. Açıklamaları ile birlikte!..

Dediğimiz gibi, doğrusunu ALLAH bilir!

***

Sonra tekrar yola koyuldular. Beş gün sonra Medine görününce Peygamber Efendimiz üç defa tekbir getirdi. Sonra âdetleri olan duâyı yaptı:

- "Allah'tan başka ilâh yoktur. Allah tektir, ortağı yoktur.
Mülk Onundur. Bütün hamd de Ona mahsustur. O, her şeye kadîrdir.
Rabbimize yönelici, günahlarımızdan tövbe edici,
Rabbimize kulluk, secde ve hamd edici olarak dönüyoruz."

Medine'ye girince Efendimiz doğruca Mescid-i Şerif'e vardı. Orada iki rekât namaz edâ ettikten sonra Hâne-i Saadeti'ne döndü. İki ay sonra, ertesi yıl Saferi Ayının son günlerinde rahatsızlandı ve Rebiülevvel Ayının Onbirinci Pazartesi günü ( 8 Haziran 632 ) vefat ettti.

----------------------------------------------

NOTLAR, RİVÂYETLERİN ALINDIĞI KAYNAKLAR:
[1] - Nâsih-ut Tevârih, Hicret Bölümü, S.499, Bihâr-ül Envâr, C.21, S.405.
[2] - Müsned-i Ahmed. 7/307.
[3]- Yakubî, 2/109-110; Kur`ân-ı Kerim, 11/ 85.
[4]- Yakubî, 2/109-110.
[5]- Vesaik, 361; Yakubî, 2/110.
[6]- Vesaik, 367; Taberanî. Mucemu´l-Kebîr, 8/229.
[7]- Vesaik, 361, 365.
[8]-Vesaik, 361-362; İbn Mace,“Menasik” 84; Müsned-i Ahmed, 7/376; Tirmizî, “Tefsîru´l-Kur´ân” 10; Kur`ân-ı Kerim, 4/34.
[9]- Yakubî ,2/110; Vesaik, 363; Buharî “Cizye” 5; “İkrah” 2; Müslim,“Cihad” 20.
[10]- Vesaik, 362, 365; Tirmizî, “Menakıb” 32; Müslim, “Kasame” 26; Buharî, “Hudud” 10; Yakubî
[11]- Vesaik, 362; Müsned-i Ahmed, 9/127;Yakubî 2/110.
[12]- Vesaik, 362; Müsned-i Ahmed, 6/207; Yakubî, 2/110; İbn Hişam, 4/219.
[13]- Yakubî, 2/109-110; Kur´ân-ı Kerim
[14]- Vesaik, 364-367; Tirmizî, “Tefsiru´l-Kur´ân” 10; Yakubî, 2/110 Kur`ân-ı Kerim, 49/12-13.
[15]- Nesaî, Sünen-i Kübra, 4/431 (7815. hadis); Müsned-i Ebî Avâne, 4/402.
[16]- Ebû Davud, “Menasik” 77; Nesaî, “Menasık” 217; İbn Mace “Menasik” 63; Müsned-i Ahmed, 1/215, 347, 7/376.
[17]- Siret-u İbn-i Hişam, S.605, Nâsih-ut Tevârih, Hicret Bölümü, S.499, Bihâr-ül Envâr, C.21, S.405, El-Hisal, C.2, S.84.
[18] - Bihar-ül Envâr, C.37, S.113. Hutbenin son bölümü (Bilin ki sizden bazi kisiler...), cüzî bir farkla Ehl-i Sünnet'in Şu kaynaklarında da nakledilmiştir: Sahihi Buhâri, Maide Suresi tefsirinde "... ve kuntu aleyhim şehîdâ..." babında ve Kitab-ül Enbiya "... ve ittehazallahu..." babında ve Sahihi Tirmizi "Saffet-ul Kıyame" ve "...Macâe fî şa'n-il Haşr..." babları ve Tâhâ Suresi tefsiri kısmında. Sahihi Buhari, Kitab-ur Rıkâk, Fi'l Havz bâbı, C.4, S.95 ve Kitab-ül Fiten "Ma-câe fi kavlillahi Teala" babı ve Sünen-i İbni Mâce, Kitab-ül Menâsik, "Hutbet-u yevmin-nehar" babı, 5830. hadis ve Müsned-i Ahmed, C.1, S.453 ve C.3, S.28 ve C.5, S.48. Sahihi Müslim, Kitab-ül Fezâil, "İsbât-u havz-ı nebiyyina" babı, C.4, S.1800 40. hadis
[19] -]- Bihar-ül Envâr, C.37, S.113.
[20] - Hakim Haskani, c.1, s.192-193.
[21] - Mecma-uz Zevaid, c.9, s.105 ve 163-165.
[22] - Mecma-uz Zevaid, c.9, s.163-165; İbn-i Kesir, c.5, s.209-213.
[23] - Mu'cem-ul Buldan, "el-Cuhfe" maddesi
[24] - Tarih-i İbn-i Kesir, c.5, s.213.
[25]- Mecma-uz Zevaid, c.9, s.105 ve İbn-i Kesir, c.5, s.209'da buna yakın söyler.
[26] - Müsned-i Ahmed b. Hanbel, c.6, s.281; Sünen-i İbn-i Mace, "Fazl-u Ali (a.s)" babı; Tarih-i İbn-i Kesir, c.5, s.209-210.
[27] - Müsned-i Ahmed, c.4, s.372; Tarih-i İbn-i Kesir, c.5, s.212.
[28] - Müsned-i Ahmed, c.4, s.281; Sünen-i İbn-i Mace, "Fazl-u Ali (a.s)" babı; Tarih-i İbn-i Kesir, c.4, s.212.
[29] - Busra Dimeşk'in yakınlarında bir kasabaydı, diğeri ise Bağdat yakınlarında bir yerdi. Elbette Resulullah'ın (S.A.V.) bu benzetmesi, etrafındakilerin sâdece o havuzun genişliğini düşündükleri içindi.
[30] - Mecma-ul Beyan, c.9, s.162-163 ve 165. Bazı sözcükleri Hakim Haskanî'nin rivayetlerinde, c.3, s.109-110 ve Tarih-i İbn-i Kesir, c.5, s.209'da geçmiştir.
[31] - Müsned-i Ahmed, c.1, s.118 ve 119 ve c.4, s.281; Sünen-i İbn-i Mace, c.1, s.43, h:116. "Evet öyledir" anlamında olan "belâ" kelimesi yerine Müsned-i Ahmed'de, c.4, s.281, 368, 370, 372'de "Neam" (evet) kelimesi kaydedilmiştir. Tarih-i İbn-i Kesir'de, c.5, s.209 ve c.5, s.210. "Elestu evlâ bi-kulli imriin min nefsihi" de gelmiştir.
[32] - Müsned-i Ahmed, c.4, s.281, 368, 370, 372; Tarih-i İbn-i Kesir, c.9, s.209, 212. [ <
[33] - Hakim Haskani'nin naklettiği rivayette, c.1, s.190'de "Fe refea yedehu hetta yura beyazu ibteyhi" ve s.193'de "Hetta bane beyazu ibteyhima" tâbiriyle geçmiştir.
[34] - Şevahid-ut Tenzil, c.1, s.191; Tarih-i İbn-i Kesir, c.5, s.209 "Ene mevlâ kulli mümin" lâfzıyla geçmiştir.
[35] - Bu konu şimdiye kadar ismini getirdiğimiz bütün kaynaklarda kaydedilmiştir.
[36] - Müsned-i Ahmed, c.1, s.118, 119, c.4, s.281, 370, 372, 373, c.5, s.347, 370; Müstedrek-i Hakim, c.3, s.109; Sünen-i İbn-i Mace, "Fazl-u Ali" babı; Hakim Haskani, c.1, s.190, 191; Tarih-i İbn-i Kesir, c.5, s.209, 210-213. Bu kitapta c.5, s.209'da şöyle geçer: Zeyd'e, "sen bunu Resulullah'tan duydun mu?" diye sordum. Zeyd, "O çölde bunu gözleriyle görmeyen ve kulaklarıyla duymayan kimse yoktur" dedi. İbn-i Kesir daha sonra, "bu hadisi Abu Abdullah Zehebî sahih bilmiştir," der.
[37] - Müsned-i Ahmed, c.1, s.118, 119; Mecma-uz Zevaid, c.9, s.104, 105, 107; Şevahid-ut Tenzil, c.1, s.193; Tarih-i İbn-i Kesir, c.5, s.210, 211.
[38] - Şevahid-ut Tenzil, c.1, s.191; Tarih-i İb-i Kesir, c.5, s.210.
[39] - Şevahid-ut Tenzil, c.1, s.190.
[40] - Haskani Ebu Said'i Hudri'den, c.1, s.157-158, h:211 ve 212 ve Ebu Hüreyre'den, s.158, Hadis: 213 ve İbn-i Kesir'in tarihinde bu konu özetle kaydedilmiştir.

Bu yazı Resulullah ın Veda Hutbeleri , Gadir-i Hum ve Veda Hutbesi (Tam Metin) gibi sayfalardan alınarak birleştirilmiştir. Bu muazzam çalışmayı yapanlara sonsuz şükran borçluyuz.


***