B. NEFSİN TERBİYESİ HAKKINDA

Bu yazılan nasihatler hep mü’min-i muvahhid için çok değerli nasihatlerdir. Bunları, kişinin nefsinde tatbiki pek kolay olmasa gerektir. Okumak ve bilmek kâfi değildir, mühim olan bu nasihatlerin tatbikidir. Bu da terbiye edilmemiş nefislerde mümkün değildir.

Koyunlarımızın derileri tabbahhanelerde nasıl terbiye ediliyorsa, insanın terbiyesi de bununla kıyas olunamayacak derecede mühim ve zordur. Zira en azılı düşmanlarımızdan birisi kendi nefsimizdir. Bu nefis ıslah edilmedikçe insanın kemâle ulaşması mümkün değildir.

Yine Cenâb-ı Peygamber, “Eûzübike min şerri nefsî” buyurmuştur. Anadan doğuşunda insanoğlu iki huy ile doğar. Bunların birisi hevâ, diğeri de gadabtır. “Ahlâk” kitabında yazılan altmış küsur kötü huy bu ikisinden meydana gelmiştir.

Hevâ, şehveti mûcib olduğundan çocuk bununla menfaati icabı anasının memesini ister. Gadabı ile de kendisini korumaya çalışır. Bu nefsin sıfatı emmâreliktir. Bununla da her biri bir ejderha misali on iki başı vardır. Birincisi daima küfre meyyâliyettir. İkinci başı şirk ve üçüncü başı gaflettir ki, bunlar hakkında “Ahlâk” kitabında oldukça tafsilât vardır. Bütün pirlerimiz ve bahusus Abdülhâlık Gücdüvânî, bunun üzerinde çok durmuşlar ve her nefesi gaflet ile değil, uyanık olarak, Hakk’ı hatırlayarak alıp vermek lâzımdır, demişlerdir.

Hattâ; bu nefesi uyanık olarak, Allah’a tazim, saygı ve muhabbet ile alıp verenlere “diri”, bilâkis nefeslerini gaflet ile alıp verenlere de “ölü” adını vermişlerdir.

Şimdi anlıyoruz ki, yapılan va’z u nasihatler ve yazılan eserlerden, gönüller uyanık olmadıkça bir fayda temini mümkün değildir. İşte bugünkü halimiz!..

Ebû Zer-i Gıffârî gibi henüz yeni müslüman olan birinin, hem kendi kabilesini, hem de komşusu Eşlem kabilesini müslüman edişi hepimizi hayretlere düşürücü bir hakikattir.

Uyanık gönüller daima diridirler ve ölüm denilen şey onların bu âlemden hakikî âleme geçişlerinden ibarettir. Oradaki tasarrufları da hayatlarındaki tasarruftan daha kuvvetlidir.

Şimdi, doğuştan getirdiği yukarıdaki iki kötü huydan ve bunlardan doğan hırs, tama’, tûl-i emel, dünya sevgisi, kibir, ucûb, adavet ve hased gibi, altmışı baliğ kötü huylardan kurtulmak ve bunları iyi huylara çevirmeye çalışmak insanın kendi saadeti icabıdır. Bu kötü huyları düzeltmeden âhirete göçenlere ister acı, ister ağla! Bizim bu âleme gelişimizden gaye nefsimizi ıslah edip Hak Teàlâ’nın sevgili bir kulu olarak âhirete göçmektir. Cennet ve Cemâlullah da böylelerine vaad olunmuştur. Bu da ancak ve ancak Allah Teàlâ’nın sevgili kullarını bulup onların sohbet ve nasihatlarına devam etmek ve uzun zaman hizmetlerinde bulunmakla olur. Meselâ, sahabe-i kiram dediğimiz kimselerin de yüksek makamlara nail oluşları hep Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in sohbetinden istifadeleri neticesidir. Bugün de, yarın da bu kâmilleri bulmak mümkündür. Allah Teàlâ’nın mülkü bunlardan hali kalamaz. Binâenaleyh sen de, ben de Allah Teàlâ’nın sevdiği bir kul olmak istiyorsak bu büyükleri bulup emirlerine girmeli, âdabı dairesinde hizmet etmeli, nefeslerine de sahip olarak huzur-ı kalbiyyemizi muhafaza etmeliyiz. Hak Teàlâ’nın, “Ey iman edenler, Allah’tan korkunuz ve daima sâdıklarla olunuz” emr-i şerifi de buna işarettir.

Diğer başların ıslahı da bu gafletin terkine ve her nefsin huzur-ı kalb ile alınıp verilmesine vabestedir (bağlıdır).

Nakşibend Muhammed Bahaeddin Hazretleri’nin hali de cümlemize bir örnektir. El hadaiku’l-verdiyye fi hakaiki ecillâi’n-nakşibendiyye namındaki kitabın 135. sahifesinden başlayarak devam eden menkıbenin 139. sahifesinde demektedir ki: “Allah Teàlâ’nın dostlarından bir dostu buldum ve ona uzun müddet hizmet ettim. Bana dedi ki: Hâtıralarını ıslah et, âcizlere, zâiflere hizmet eyle! Ben de çok zaman bu hizmeti yapmakla meşgul oldum. Sonra bana, hayvanları tedavi etmek ve yaralarını ıslah etmeye çalışmakla emrettiler. Ben de bu hizmeti seve seve, can fedakârlığı ile yapmaktan geri kalmadım. Bu tam yedi sene sürdü. Bundan sonra da Hazret’in köpeklerine sıdk ve huzu’ ile bakmaklığım emrolundu ve bu köpeklere bakmaktan büyük bir saadete ulaşacağım da bildirildi. Ben de bu hizmeti ganimet bilerek kusursuz yapmaya çalıştım ve pek büyük devlete nail oldum. Bundan sonra bana sokakların temizlenmesi emrolundu; buna da yedi sene can ü gönülden hizmet ettim. Neticede nefsim olgunlaşmış, ahvâlim çok güzelleşmişti”.

Bunları dinle ve sen de bunları geçmeye çalış! Şimdi sana, aynı kitabın 111. sahifesinde bulunan Abdülhâlik Gücdüvânî’nin oğluna yaptığı nasihatleri de yazayım da bundan lâzım gelen dersi alalım.

“Ey oğlum, sana ilm ü edeb öğrenmekle vasiyet ederim. Allah Teàlâ’dan korku üzere olmayı, selef-i sâlihînin eserlerine uymayı sünnet-i seniyyeye ve cemaate devam etmeyi de vasiyet ederim. Bunlarla beraber fıkıh, hadîs ve tefsirleri okumayı sakın bırakma.

Câhil sofulardan uzak ol. Müezzin veya imam olmadan cemaate devam et ve şöhretten çok sakın, çünkü âfettir. İnsanlardan bir insan olarak bulun, kadılık ve müftülük gibi vazifelere meyletme, hiç kimseye ne kefil ol, ne vâsi! Hükümdarlarla ve çocuklarıyla dostluk etme, genç çocuklardan ve kadınlardan uzak ol. Bid’atlerden ve avamdan uzak ol. Zaviye yâni tekke bina etme ve oralarda oturma. Nağmeleri dinleme, çünkü bunlar gönüllere nifak doğurur ve kalbi öldürür.

Yemeği, sözleri ve uykuyu azalt. İnsanlardan arslandan kaçar gibi kaç (yaramaz insanlar olsa gerek). Halvete devam et, lokmanı helâlden ye. Dünyayı talep etme, Allah korusun, din ve imanın gitmesine sebep olur.

Çok gülme, kalbini öldürür. Hiç kimseyi tahkir etme. Dışını süsleme, zira dışı süslemek için iflâs işaretidir. Halk ile mücadele etme. Kimseden bir şey isteme, hizmetin için kimseye emretme. Meşâyıha mal ve beden ile hizmet eyle, onların işlerini inkâr eyleme.

Dünya ve ehline aldanma. Kalbin mahzun ve gamlı olsun, bedenin hasta, gözlerin ağlayıcı, amelin de hâlis olsun. Dua ederken tazarru’ ile yap. Elbisenin eski olmasına üzülme. Refikin fakr, malın fıkh evin de mescid olsun. Dostun de Allah olsun”.

Bunlar hepimiz için bir ders-i ibrettir. Belki hoşumuza gitmeyen tarafları için nefsimiz bizi ne kadar zorlayacaktır. Fakat sen o nefse bakma da bu büyüklerin sözlerini dinle.

Cenâb-ı Hak cümlemizin muini olsun da her hâl ü kârda ve nefeslerimizin alışverişinde uyanık olarak Hak Teàlâ’yı hatırlayan ve emirlerine inkıyad eden kullarından eylesin. Âmin...

<< Önceki Sayfa | İçindekiler | Sonraki Sayfa >>