Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

ALİ HAYDAR BAŞVEREN'İN ARAŞTIRMA YAZISI


ALEVİ-SÜNNİ SÜRTÜŞMESİNİN İÇYÜZÜ

İKİNCİ KISIM: 12 İMAM DÖNEMİ

ALEVİLER ile SÜNNİLER arasında bugün keskinleştirilmek istenen farklar, Hz.MUHAMMED zamanındaki MÜSLÜMANLAR arasında yoktu. O dönemde ASHAB vardı. Yani PEYGAMBER'in yakınları... ENSAR ile MUHACİRİN vardı. Yani MEDİNELİLER ve MEKKE'den HİCRET edenler...Bu ikisi ayrı kabilelerden oluşmuş idi, ama inançlarında bir farklılık yoktu.

Sonra birbirine eskiden düşman olan iki büyük aile vardı: PEYGAMBERİMİZ'in mensup olduğu HAŞİM OĞULLARI ile EBU SÜFYAN'ın mensup olduğu ÜMEYYE OĞULLARI... Her ikisi de KUREYŞ kabilesindendi. Ama PEYGAMBERİMİZ'in kendi ailesinde dahi düşmanı vardı. Amcası EBU LEHEB gibi!

Biz diyoruz ki, PEYGAMBERİMİZ'in ahirete intikalinden sonra gerek EBUBEKİR, gerek ÖMER, gerekse OSMAN döneminde cereyan eden olayların ALEVİLİK'le, SÜNNİLİK'le alâkası yoktur!.. Çünkü o tarihte daha SÜNNİ, Şİİ tabirleri dahi ortaya çıkmamıştı.

ALEVİ kelimesini ise sadece TÜRKLER kullanır. MEVLEVİ nasıl MEVLANA'ya bağlı, BEKTAŞİ nasıl HACI BEKTAŞ'a bağlı demekse, ALEVİ de ALİVİ, yani ALİ'ye bağlı, ALİ'yi seven demektir. Ama o tarihlerde TÜRKLER daha MÜSLÜMAN olmamıştı, yani ne İSLAM'a, ne de ALİ'ye bağlı idiler!..

TÜRKLER'in o tarihteki olaylarla hiç bir ilgisi yoktur. Olaylar zaten daha çok ARAP AİLELERİ arasında bir güç mücadelesi şeklinde geçer. Bir İNANÇ FARKLILIĞI'ndan kaynaklanmaz. Daha doğrusu hakiki müslümanlar arasındaki bir İNANÇ farklılığından kaynaklanmaz. Müslüman görüntülü yahudilerin ve İranlıların bu ailelere sokularak fitne çıkarmasıyla ilgilidir.

Araştırmamızın bundan önceki bölümünde işte bu gerçeği, yani EBUBEKİR, ÖMER ve OSMAN zamanında bir ALEVİ-SÜNNİ inanç farklılığı olmadığı göstermeye çalıştık. Ve şimdiye kadar çok az dile getirilen bir hususu gün ışığına çıkardık. ALİ'nin ilk HALİFELİK talebi ÖMER'in vefatından sonra olmuştur! Ondan önce hiç bir talebi yoktur!...Bunda da seçilememiş, ancak daha önce EBUBEKİR'e, ÖMER'e ettiği gibi, OSMAN'a da BİAT etmiştir!... ALİ ancak OSMAN'dan sonra HALİFE olmuştur! Hem de istemediği halde! Bu bölümde onu anlatacağız.

Bizce VELAYET mührü ALİ'dedir. Bu husus PEYGAMBERİMİZ'in VEDA HACCI HUTBESİ'nde çok açık olarak belirtilmiştir... Ama buna ek iki vasfı daha vardır. Biri HİLAFET, diğeri de İMAMET'le ilgilidir... Biz ilk önce ALİ'nin HİLAFET dönemini anlatacağız.

SEKİZİNCİ BÖLÜM: ALİ'NİN HİLAFETİ


ALEVİLER ile ŞİİLER'in hep HALİFE görmek istedikleri ALİ, OSMAN'ın ŞEHADET'inden sonra nihayet HALİFE oldu. Ama zorla, istemeden... Nasıl mı? Anlatalım, dinleyin.

HALİFE OSMAN'ın ŞEHADET'inden sonra asiler MEDİNE'ye hakim oldular. ÜMEYYE ailesinin ileri gelenleri kaçtı. Ortalıkta dolanan asileri ALİ kabul etmedi. Kime gittilerse, yüz bulamadılar. HALİFE tayin edilmeden ülkelerine dönerlerse başlarının derde girmesinden korkuyorlardı. Teklif götürdükleri TALHA, ZÜBEYR, ÖMER'in oğlu ABDULLAH, SAD halifeliğe hiç heves etmediler. ALİ ise zaten onlarla görüşmüyordu.

Bunun üzerine asiler halkı meydana toplayıp tehdit ettiler. HALİFE'yi derhal seçmelerini, yoksa ALİ, TALHA, ZÜBEYR ve İSLAM'ın bir çok önde gelen kişisini öldüreceklerini söylediler. Halk koşup ALİ'ye yalvardı. ALİ önce bu zorbalık altında görevi kabul etmek istemedi. Ama israrın şiddeti ve muhtemel olayların endişesi ile sonunda razı oldu. Çoğunluk ta ALİ'ye BİAT etti.

Ne varki, İSLAM'da ilk fikir ayrılığı da böylece başlamış oldu. O tarihe kadarki ÜÇ HALİFE de OYBİRLİĞİ ile seçilmişti. Yani İSLAM'ın ileri gelenleri, kabile reisleri, büyük aile reisleri hep HALİFE'ye BİAT etmişlerdi. Ama ALİ'nin görevi üstlenmesinde öyle olmadı.

ALİ çok zor bir dönemde ve kötü şartlar altında HALİFE olmuştu. İşe OSMAN'ın kaatillerini aramakla başladı. Fakat bu kişiler tam tesbit edilemedi.

OSMAN şehit edildiği zaman yanında yanında zevcesi NAİLE bulunuyordu. İfadesi alındı. Kadıncağız, rahmetli halifenin yanına girenlerin EBUBEKİR'in oğlu MUHAMMED ile iki kişi olduğunu söyledi. OSMAN'ı onlar öldürmüşler, kendisinin de olay sırasında iki parmağı kesilmişti.

ALİ, bu ifade üzerine EBUBEKİR'in oğlu MUHAMMED'i çağırdı. MUHAMMED, halifenin yanına girdiğini, ama OSMAN'ın, "Baban hayatta olsaydı, bu yaptığını beğenmezdi," sözü üzerine geri çekildiğini, diğer iki kişinin halifeyi öldürdüğünü ama onları tanımadığını söyledi. NAİLE de bu ifadeyi doğruladı. Bütün araştırmalara rağmen bu iki kişinin kim olduğu tesbit edilemedi. Asiler kendi başlarından korktukları için onları ele vermediler. Durum iyice karıştı.

Öte yandan MEDİNE dışındaki İSLAM diyarları hep OSMAN'ın tayin ettiği, ama halkın memnun olmadığı valilerin elinde, MEDİNE'nin kendisi ise asilerin elinde idi. Bunların hiç birisi ALİ'nin yakını olmadığı gibi, MEDİNE'ye de ALİ'yi HALİFE yapmak için gelmemişti. MISIR'dan, KUFE'den, BASRA'dan idiler. Hele MISIR'dan olanların çoğu, orada İSLAM'a fesat katarak ön plana çıkmış olan YAHUDİ asıllı MÜNAFIK ABDULLAH BİN SEBA'nın mezhebindendi.

YAHUDİLER'in İSLAM'a olan bitmek tükenmek bilmez kini ABDULLAH BİN SEBA'da adeta müşahhaslaşmıştı. Bu kişinin amacı, hem DİNDAR görünüp saygı uyandırmak, hem de İSLAMİ KURALLAR'ı kendi menfaatine uygun şekle sokmaktı. Tavırları henüz müslüman olmuş insanlara cazip geldiğinden etrafına epey adam toplamıştı.

Nasıl olur, demeyin... Günümüzde bile ALİ KALKANCI adındaki KUR'AN okumasını bile bilmeyen, kıt tahsilli kişi tarikat kurup etrafına bir sürü adam toplamadı mı?.. Hem kadınları, hem erkekleri kandırıp paralarını yemedi mi? Uyduruk nikâhlar ile kadınların ırzına geçmedi mi? (1997)
Ya o Medyum MEMİŞ denilen, hem de homoseksüel kişinin yaptıkları?... Daha doğru dürüst FATİHA bile okuyamazken, pek çok aydını, sanatçıyı bile kandırıp milyarların sahibi olmadı mı?

Bu iş, İSLAM'ın ılk yıllarında daha kolaydı. İnsanlar bilgisiz, haberleşme imkanları kıt idi. Burada tek dikkat edilmesi gereken nokta ABDULLAH BİN SEBA'nın müslüman görünmesine rağmen YAHUDİ inançlarını asla terketmemiş birisi olması idi. O, İSLAM'ın karşı konulmaz gelişmesini görüyor, tek çareyi de YAHUDİ felsefesini İSLAM'a yamamakta buluyordu. "Mezhebi" derken işte bunu kastettik.

İşte böylece ABDULLAH BİN SEBA'nın tuzağına düşmüş olanlardan bir kısmı MISIR Valisi AMR'dan şikayet için MEDİNE'ye gelmiş ve HALİFE OSMAN'ın ŞEHADET'ine bilfiil katılmıştı. Bunların isyanı, SAHABE'yi, yani PEYGAMBERİMİZ'in dostlarını MEDİNE'den kaçırmaları, MÜSLÜMANLAR arasındaki birlik ve dayanışmayı bozmaları, kan dökmeleri hep o ABDULLAH BİN SEBA denen adamın kışkırtmaları yüzündendi. Nitekim bu kişiler bir süre sonra MUAVİYE karşısında ALİ'yi yalnız bırakacaklar, KUR'AN SAYFALARI'nın mızrağa takılmasını bahane ederek savaştan kaçacaklardır.

ALİ bu asilerle başa çıkabilmek için kuvvet toplamak, bunun için de her biri kendisine güçlü birer ordu edinmiş olan, ancak halk tarafından sevilmeyen valileri değiştirmek istiyordu. Bu fikrini ASHAB'dan MUGİRE'ye açtı. MUGİRE ona,

- "Bu valileri yerinde bırak. Sana biat etsinler... Kuvvetlendikten sonra değiştirirsin,"

dedi. ALİ buna razı olmadı. Bunun üzerine MUGİRE,

- "diğerlerini değiştirsen bile, MUAVİYE'ye dokunma"

dedi. PEYGAMBERİMİZ'in amcası ABBAS da aynı tavsiyede bulundu. Çünkü MUAVİYE hem HAŞİM OĞULLARI'nın eski düşmanı ÜMEYYE ailesinin ileri gelenlerinden idi, hem zengin ŞAM'ın güçlü valisiydi. Onu oraya ÖMER tayin etmişti ve 20 yıldır bu görevi yapıyordu!..

Ama ALİ kararını vermişti. Onları dinlemedi, her bölgeye yeni vali atadı. Böylece de ilk hatasını yapmış oldu... İLAHİ TAKDİR bu tip hataları, kaçınılmaz sonu hazırlıyan birer vesile olarak değerlendirecekti.

Bu esnada MUAVİYE de, ALİ'nin alacağı tavrı tahmin ettiğinden, yakın akrabası olduğu için kendisine getirilmiş olan OSMAN'ın kanlı gömleğini kullanarak "OSMAN'ı ALİ'nin öldürttüğünü" söylemeye başladı. Gönderilen valiyi geri çevirdi. Görevi devretmedi. Diğer tayin edilen valiler de ya geri gönderilmiş, ya da gittikleri bölgede duruma hâkim olamamışlardı. Yani ŞAM, MISIR, BASRA, KUFE ve YEMEN ALİ'ye karşı olanların elinde görünüyordu.

Meseleyi SİYASET ile halledemeyen ALİ, SAVAŞ'a karar verdi!..Ancak bu konuda ASHAB içinde, hatta PEYGAMBER AİLESİ içinde dahi fikir ayrılıkları çıktı. Hz. MUHAMMED'in eşi AYŞE, OSMAN'ın ŞEHADET'i sırasında HAC için MEKKE'ye gitmişti. Olayları duyunca MEDİNE'ye dönmedi. Kendilerine valilik verilmediği için ALİ'ye kırgın olan TALHA ve ZÜBEYR de AYŞE'nin yanına gittiler.

Olayların uzaktan görünüşü ALİ'yi OSMAN'ın kaatillerine müsamaha gösterir duruma soktuğundan, AYŞE kendisine kızıyordu. HALİFE OSMAN'ın intikamının mutlaka alınması gerektiğini söyliyerek halkı galeyana getiriyor, bunu yaparken de ÜMEYYE ailesinin yanında yer almış oluyordu.

Aslında AYŞE'nin de ALİ'ye kırgınlığı vardı. Meşhur "yıkanmaya gidip kervandan geride kalma ve bir erkeğin devesinde gelme" olayında AYŞE hakkında dedikodular çıkmış, ALİ de PEYGAMBERİMİZ'e onu boşamasını tavsiye etmiş, bu da her nasıl olmuşsa AYŞE'nin kulağına gitmişti. Biraz da PEYGAMBER zamanında gördüğü itibarı arıyor gibiydi.
(Bakınız: NOTLAR 8)

Bizce ALİ savaşmaya karar vermekle ikinci hatasını yapmıştır... Durum hiç te savaşa uygun değildi. Öte yandan AYŞE de hiç PEYGAMBER eşinden beklenmiyecek fütürsuzlukla öne çıkmış, SİYASET'e karışmış; ve desteklemesi gereken, zaten çok müşgül durumda olan ALİ'ye karşı davranışlarda bulunmuştur. Yani her ikisinin de BEŞER yönünden kaynaklanan hataları, kaçınılmaz sonu hızlandırmıştı.

Hadise kısa zamanda büyümüş, sahte mektup olayından dolayı OSMAN'ın öldürülmesinden sorumlu tutulan MERVAN bile bu karışıklık içinde OSMAN'ın KANINA KAN istiyenlerle birlikte hareket etmeye, tahriklerde bulunmaya başlamıştı. MERVAN'ın ve yardakçılarının amacı, BASRA'ya giderek BEYT-ÜL MAL'e, yani DEVLET HAZİNESİ'ne el koymak ve o parayla bütün valileri kendi saflarına çekmekti. ALİ bu planı farketmiş, o da bir an evvel BASRA'ya varmak için harekete geçmişti.

Böylece MEDİNELİLER (ALİ'yi samimi destekliyenler) ve ALİ'ye destek olmayı başlarını kurtarmak için tek çare olarak gören asiler ALİ'nin peşinde; MEKKELİLER (ki aralarında MERVAN ve yardakçıları da vardır); AYŞE, TALHA ve ZÜBEYR adeta yarışır gibi BASRA yoluna düştüler.

TALHA ile ZÜBEYR'in BASRA'ya yaklaştığını ve BASRALILAR'ın onlara katıldığını haber alan ALİ, oğlu HASAN'ı KUFE'ye gönderdi. Onlardan kendisine katılmalarını istedi. KUFE valisi İSLAM içinde fitne çıktığını, bu sebeple tarafsız kalması gerektiğini düşünüyordu. O yüzden HASAN ancak 5000 kişi toplayabildi.

Bu arada BASRA da karışıktı. AYŞE, TALHA ve ZÜBEYR ile birlikte olanlar BASRA'ya girince "intikam" diye diye 600 kişiyi öldürmüşler, bu cinayetlerin her biri ayrı bir AİLE ve KABİLE kızgınlığına yol açmıştı. Olay zaten başından beri "zulme uğramış" ÜMEYYE OĞULLARI ile "kaatili koruyan" HAŞİM OĞULLARI arasındaki bir KAN DAVASI görünümündeydi. Halkın bir kısmı tarafsız, bir kısmı ALİ'yi, bir kısmı da AYŞE'yi tutar durumda idi. Olay hemen yatıştırılamazsa, isyan bile çıkabilirdi.

KADER'in amansız oyunu Hz. MUHAMMED'in vefatından 24 yıl sonra PEYGAMBER ailesini işte böyle bölmüş ve karşı karşıya, hatta savaşacak hale getirmişti. Yani EBUBEKİR, ÖMER, OSMAN zamanında olmayan bir durum çıkmıştı ortaya ama, hala SÜNNİ-Şİİ diye bilinen farklılık yoktu. Hele ALEVİLİK diye bir şey, hiç yoktu. ALİ'nin yanında olan, peşinden BASRA'ya gelenleri "ŞİA-yakını" diye nitelendirmek doğru olmazdı. Çünkü bunların arasında pek çok isyancı vardı. Birbirine hasım olan, kılıç çeken bu iki grup arasında (isyancılar hariç) hiç bir İNANÇ farkı yoktu... Bu hususu gözden kaçırmamak gerekir.

Esas düşmanını çok iyi bilen ALİ, sulh için AYŞE'ye elçi gönderdi. Elçi KEĞKAĞ çok güzel konuşarak AYŞE'yi ve taraftarlarını ALİ'ye BİAT için ikna etti.

Ertesi gün ALİ bir konuşma yaparak "BASRA'ya yürüyeceğini, MEDİNE'den kendisiyle birlikte gelen isyancıların orada kalmasını ve beklemelerini " buyurdu... ALİ'nin stratejisini açıklaması, başka bir hatası idi!.

Çünkü bu duyuru, o ana kadar HEM SUÇLU, HEM GÜÇLÜ oldukları için ceza görmemiş olan isyancılara hoş gelmedi. Eğer barış yapılırsa, kendilerinin cezalandırılacağı muhakkaktı.

İşte bu yüzden ABDULLAH İBNİ SEBA ve taraftarları o gece, ALİ hiç bir şeyden habersiz BASRA yolundayken, AYŞE'nin karargâhına saldırdılar. ALİ çatışmayı haber aldığında da ne olup bittiğini anlıyamadı, o da kendisinin saldırıya uğradığını sandı. Bir süre sonra olay farkedilince hem ALİ hem de AYŞE kendi taraftarlarını yatıştırmaya çalıştılarsa da, artık ok yaydan çıkmıştı! İki ordu birbirine girdi. (Cemel Savaşı 657)

Savaşın bir yerinde ALİ, ZÜBEYR'e yaklaşarak şöyle seslendi:

"Hatırlıyor musun? Bir gün RESULULLAH sana sormuştu: ALİ'yi sever misin, diye... Sen de severim, dedin. RESULULLAH da, bir gün gelecek, ALİ'yle haksız yere mücadele edeceksin, demişti. Hatırladın mı?"

ZÜBEYR gerçekten bu hadiseyi hatırladı ve oğlunu da çağırarak savaştan çekildi. ZÜBEYR'in çekildiğini gören TALHA da meydandan uzaklaştı. Ancak OSMAN'ın kaatillerinin kışkırtıcısı MERVAN, bir ok atarak TALHA'yı ŞEHİT etti. ZÜBEYR de BASRA'ya giderken yolda ŞEHİT edildi. Her ikisi de hatalarının bedelini canlarıyla ödediler.

ALİ bu savaşı kazandı ama, pek çok muhterem zat, pek çok İSLAM büyüğü hayatını kaybetti... Meydanda devesinin üstünde AYŞE ve taraftarları kalmıştı. SEBAİLER (İBNİ SEBA'nın yolundan gidenler) onu yakalayıp hakaret etmeye başladılar. Çünkü o anda en büyük düşmanları AYŞE idi. OSMAN'ın KANINA KAN arıyan herkes gibi o da tehlikeli idi. Ancak ALİ onlara imkân tanımadı. AYŞE'ye son derece saygılı davrandı. Yengesi olduğunu unutmadı. Güven içinde MEDİNE'ye gönderdi.

*****


Bu noktada biraz durup DUYGU ve İNANÇLAR'ın etkisinden sıyrılarak olayı, herhangi bir TARİHİ VAK'A gibi değerlendirmeye çalışalım...

ALİ, OSMAN'ın ŞEHADET'inden sonra mizacına uygun bir şekilde dürüst davranmış, ancak iyi bir SİYASET adamı olamamıştır... HALİFELİK sadece DİNİ LİDERLİK değildir, DEVLET REİSLİĞİ'dir... ALİ etrafına danışmış, ancak onlardan gelen çok makûl önerilere uymamıştır. Kendi dürüstlüğünden dolayı, haklarında şikâyet vâki olan, ancak henüz kendisine BİAT etmemiş (yani ben seni amirim olarak tanıyorum, emirlerini dinlerim, dememiş) olan valileri değiştirmek istemiştir... Bunu sağlıyacak maddi ve askeri gücü olmadığı için de başaramamıştır.

Bir SİYASET ADAMI gibi düşünürsek, bu valilerin en güçlüsü olan MUAVİYE'yi görevinde bırakarak yanına alması, onun BİAT'ını sağlaması, bu suretle diğer valileri BİAT ettirmesi, ve sonra MUAVİYE'nin yardımı ile OSMAN'ın kaatillerini bulup cezalandırması ve sonra da öbür valileri değiştirmesi gerekirdi... Böylece halkın desteğini yanına çekip güçlendikten sonra, MUAVİYE'yi hizaya getirmek, gelmezse görevden almak kolay olurdu... ALİ böyle davranmadığı için başarısız olmuştur. Çünkü dürüsttü, cesurdu ama, etrafında kendisine gerçekten BİAT etmiş bir kaç dürüst insandan başka destek olacak kimsesi yoktu!

Halbuki, tarihten ders almasını bilen ATATÜRK, benzer bir durumda çok daha başarılı olmasını SİYASET ADAMI özelliğiyle bilmiştir. O da tek başına idi ama, giriştiği mücadelede isyancı çeteleri, bir başka çete reisi olan ÇERKES ETHEM'in yardımı ile altetmiş, güçlenip düzenli ordu kurunca ÇERKES ETHEM'i hizaya getirmeye çalışmış, gelmeyince de bertaraf etmiştir. TOPAL OSMAN da aynı şekilde bir çete reisi idi. Onun birliğinden de MUHAFIZ ALAYI gibi yararlanmış, ilk hatasında da TOPAL OSMAN'ı da bertaraf etmiştir. Böyle davranmasaydı, TÜRKİYE tehlikeye düşerdi.

İkinci hata AYŞE'nin ikna edilmesi hususuna, baştan önem verilmemesidir. Eğer o, OSMAN'ın kaatillerinin mutlaka cezalandırılacağına, PEYGAMBER sülalesinin birlikte hareket etmesinin önemine inandırılabilseydi, durum çok daha farklı olurdu. ALİ ancak savaş durumu ortaya çıkınca AYŞE'ye elçi göndermiş, ve onu hemen ikna etmişti. Ne var ki, ikisi de SEBAİLER'in oyununa geldiler.

AYŞE'ye gelince; elbette ki onun da hataları vardır, ve hataları büyüktür. Bir defa PEYGAMBERİMİZ'in en sevdiği kişi olan ALİ'ye güvenmesi gerekirdi. Olayların cereyan şeklini doğrudan ALİ'ye sorarak öğrenmesi gerekirdi. Hiç bir zaman ALİ'nin, OSMAN'ın kaatillerini koruyacağını düşünmemesi gerekirdi. Ve en önemlisi, PEYGAMBER EŞİ olmanın şerefiyle yetinip köşesine çekilmesi gerekirdi!

Eğer iki taraf ta anlaşabilseydi, isyancıların ve SEBAİLER'in temizlenmesi kolaylaşırdı. Ama olayların böyle tecelli etmesinde elbette ki İLAHİ bir sebep vardı. Bu sonuç kaçınılmaz idi. Ve elbette gerçekten neler olup bittiğini ancak ALLAH bilir.

Başta da belirttiğimiz gibi, bizim amacımız 1400 yıl önce cereyan etmiş bu olaylardan hareket edip, insanımızın ALEVİ-SÜNNİ diye ayrılıp birbirini suçlamasının yersizliği göstermektir. O tarihte ne ALEVİ vardı, ne de SÜNNİ... 4 MEZHEP imamları daha doğmamıştı bile!...ŞİA sözü bile daha duyulmamıştı! Ortada bir tek MEZHEP vardı, o da MUNAFIK ABDULLAH İBNİ SEBA'nın YAHUDİLİK'le İSLAM'ı ifsat ettiği SEBAİLİK idi.
(Bakınız: NOTLAR, 9)



  • Önemli Sayfalar: ALİ'NİN HİLAFETİ - 2 , İSLAM'A FESAT KATANLAR , NOTLAR , SAYFALAR , KAYNAKLAR