İKİNCİ KISIM: 12 İMAM DÖNEMİ
ALEVİLER ile
SÜNNİLER arasında bugün keskinleştirilmek istenen farklar, Hz.MUHAMMED
zamanındaki MÜSLÜMANLAR arasında yoktu. O dönemde ASHAB vardı. Yani
PEYGAMBER'in yakınları... ENSAR ile MUHACİRİN vardı. Yani MEDİNELİLER
ve MEKKE'den HİCRET edenler...Bu ikisi ayrı kabilelerden oluşmuş idi,
ama inançlarında bir farklılık yoktu.
Sonra birbirine eskiden
düşman olan iki büyük aile vardı: PEYGAMBERİMİZ'in mensup olduğu HAŞİM
OĞULLARI ile EBU SÜFYAN'ın mensup olduğu ÜMEYYE OĞULLARI... Her ikisi
de KUREYŞ kabilesindendi. Ama PEYGAMBERİMİZ'in kendi ailesinde dahi
düşmanı vardı. Amcası EBU LEHEB gibi!
Biz diyoruz ki,
PEYGAMBERİMİZ'in ahirete intikalinden sonra gerek EBUBEKİR, gerek ÖMER,
gerekse OSMAN döneminde cereyan eden olayların ALEVİLİK'le,
SÜNNİLİK'le alâkası yoktur!.. Çünkü o tarihte daha SÜNNİ, Şİİ
tabirleri dahi ortaya çıkmamıştı.
ALEVİ kelimesini ise sadece
TÜRKLER kullanır. MEVLEVİ nasıl MEVLANA'ya bağlı, BEKTAŞİ nasıl HACI
BEKTAŞ'a bağlı demekse, ALEVİ de ALİVİ, yani ALİ'ye bağlı, ALİ'yi seven
demektir. Ama o tarihlerde TÜRKLER daha MÜSLÜMAN olmamıştı, yani ne
İSLAM'a, ne de ALİ'ye bağlı idiler!..
TÜRKLER'in o tarihteki
olaylarla hiç bir ilgisi yoktur. Olaylar zaten daha çok ARAP AİLELERİ
arasında bir güç mücadelesi şeklinde geçer. Bir İNANÇ FARKLILIĞI'ndan
kaynaklanmaz. Daha doğrusu hakiki müslümanlar arasındaki bir İNANÇ farklılığından kaynaklanmaz. Müslüman görüntülü yahudilerin ve İranlıların bu ailelere sokularak fitne çıkarmasıyla ilgilidir.
Araştırmamızın bundan önceki bölümünde işte bu gerçeği,
yani EBUBEKİR, ÖMER ve OSMAN zamanında bir ALEVİ-SÜNNİ inanç
farklılığı olmadığı göstermeye çalıştık. Ve şimdiye kadar çok az dile
getirilen bir hususu gün ışığına çıkardık. ALİ'nin ilk HALİFELİK talebi
ÖMER'in vefatından sonra olmuştur! Ondan önce hiç bir talebi
yoktur!...Bunda da seçilememiş, ancak daha önce EBUBEKİR'e, ÖMER'e ettiği
gibi, OSMAN'a da BİAT etmiştir!... ALİ ancak OSMAN'dan sonra HALİFE
olmuştur! Hem de istemediği halde! Bu bölümde onu
anlatacağız.
Bizce VELAYET mührü ALİ'dedir. Bu husus
PEYGAMBERİMİZ'in VEDA HACCI HUTBESİ'nde çok açık olarak
belirtilmiştir... Ama buna ek iki vasfı daha vardır. Biri HİLAFET,
diğeri de İMAMET'le ilgilidir... Biz ilk önce ALİ'nin HİLAFET dönemini
anlatacağız.
OSMAN şehit edildiği zaman yanında yanında zevcesi NAİLE bulunuyordu. İfadesi alındı. Kadıncağız, rahmetli halifenin yanına girenlerin EBUBEKİR'in oğlu MUHAMMED ile iki kişi olduğunu söyledi. OSMAN'ı onlar öldürmüşler, kendisinin de olay sırasında iki parmağı kesilmişti.
ALİ, bu ifade üzerine EBUBEKİR'in oğlu MUHAMMED'i çağırdı.
MUHAMMED, halifenin yanına girdiğini, ama OSMAN'ın, "Baban hayatta
olsaydı, bu yaptığını beğenmezdi," sözü üzerine geri çekildiğini,
diğer iki kişinin halifeyi öldürdüğünü ama onları tanımadığını
söyledi. NAİLE de bu ifadeyi doğruladı. Bütün araştırmalara rağmen
bu iki kişinin kim olduğu tesbit edilemedi.
Asiler kendi başlarından korktukları için
onları ele vermediler. Durum iyice karıştı.
Öte yandan MEDİNE
dışındaki İSLAM diyarları hep OSMAN'ın tayin ettiği, ama halkın memnun
olmadığı valilerin elinde, MEDİNE'nin kendisi ise asilerin elinde idi.
Bunların hiç birisi ALİ'nin yakını olmadığı gibi, MEDİNE'ye de ALİ'yi
HALİFE yapmak için gelmemişti. MISIR'dan, KUFE'den, BASRA'dan idiler. Hele
MISIR'dan olanların çoğu, orada İSLAM'a fesat katarak ön plana çıkmış olan
YAHUDİ asıllı MÜNAFIK ABDULLAH BİN SEBA'nın mezhebindendi.
YAHUDİLER'in İSLAM'a olan bitmek tükenmek bilmez kini ABDULLAH BİN
SEBA'da adeta müşahhaslaşmıştı. Bu kişinin amacı, hem DİNDAR görünüp saygı
uyandırmak, hem de İSLAMİ KURALLAR'ı kendi menfaatine uygun şekle
sokmaktı. Tavırları henüz müslüman olmuş insanlara cazip geldiğinden
etrafına epey adam toplamıştı.
Nasıl olur, demeyin... Günümüzde
bile ALİ KALKANCI adındaki KUR'AN okumasını bile bilmeyen, kıt tahsilli
kişi tarikat kurup etrafına bir sürü adam toplamadı mı?.. Hem
kadınları, hem erkekleri kandırıp paralarını yemedi mi? Uyduruk
nikâhlar ile kadınların ırzına geçmedi mi? (1997)
Ya o Medyum MEMİŞ
denilen, hem de homoseksüel kişinin yaptıkları?... Daha doğru dürüst
FATİHA bile okuyamazken, pek çok aydını, sanatçıyı bile kandırıp
milyarların sahibi olmadı mı?
Bu iş, İSLAM'ın ılk yıllarında daha
kolaydı. İnsanlar bilgisiz, haberleşme imkanları kıt idi. Burada tek
dikkat edilmesi gereken nokta ABDULLAH BİN SEBA'nın müslüman görünmesine
rağmen YAHUDİ inançlarını asla terketmemiş birisi olması idi. O, İSLAM'ın
karşı konulmaz gelişmesini görüyor, tek çareyi de YAHUDİ felsefesini
İSLAM'a yamamakta buluyordu. "Mezhebi" derken işte bunu kastettik.
İşte böylece ABDULLAH BİN SEBA'nın tuzağına düşmüş olanlardan bir
kısmı MISIR Valisi AMR'dan şikayet için MEDİNE'ye gelmiş ve HALİFE
OSMAN'ın ŞEHADET'ine bilfiil katılmıştı. Bunların isyanı, SAHABE'yi, yani
PEYGAMBERİMİZ'in dostlarını MEDİNE'den kaçırmaları, MÜSLÜMANLAR arasındaki
birlik ve dayanışmayı bozmaları, kan dökmeleri hep o ABDULLAH BİN SEBA
denen adamın kışkırtmaları yüzündendi. Nitekim bu kişiler bir süre sonra
MUAVİYE karşısında ALİ'yi yalnız bırakacaklar, KUR'AN SAYFALARI'nın
mızrağa takılmasını bahane ederek savaştan kaçacaklardır.
ALİ bu
asilerle başa çıkabilmek için kuvvet toplamak, bunun için de her biri
kendisine güçlü birer ordu edinmiş olan, ancak halk tarafından sevilmeyen
valileri değiştirmek istiyordu. Bu fikrini ASHAB'dan MUGİRE'ye açtı. MUGİRE ona,
- "Bu valileri yerinde bırak. Sana biat etsinler... Kuvvetlendikten sonra değiştirirsin,"
dedi. ALİ buna razı olmadı. Bunun üzerine MUGİRE,
- "diğerlerini değiştirsen bile, MUAVİYE'ye dokunma"
dedi. PEYGAMBERİMİZ'in amcası ABBAS da aynı tavsiyede bulundu.
Çünkü MUAVİYE
hem HAŞİM OĞULLARI'nın eski düşmanı ÜMEYYE ailesinin ileri gelenlerinden
idi, hem zengin ŞAM'ın güçlü valisiydi. Onu oraya ÖMER tayin etmişti ve 20 yıldır
bu görevi yapıyordu!..
Ama ALİ kararını vermişti.
Onları dinlemedi, her bölgeye yeni vali atadı. Böylece de ilk hatasını
yapmış oldu... İLAHİ TAKDİR bu tip hataları, kaçınılmaz sonu hazırlıyan
birer vesile olarak değerlendirecekti.
Bu esnada MUAVİYE de,
ALİ'nin alacağı tavrı tahmin ettiğinden, yakın akrabası olduğu için
kendisine getirilmiş olan OSMAN'ın kanlı gömleğini kullanarak "OSMAN'ı
ALİ'nin öldürttüğünü" söylemeye başladı. Gönderilen valiyi geri çevirdi.
Görevi devretmedi. Diğer tayin edilen valiler de ya geri gönderilmiş, ya
da gittikleri bölgede duruma hâkim olamamışlardı. Yani ŞAM, MISIR, BASRA,
KUFE ve YEMEN ALİ'ye karşı olanların elinde görünüyordu.
Meseleyi
SİYASET ile halledemeyen ALİ, SAVAŞ'a karar verdi!..Ancak bu konuda ASHAB
içinde, hatta PEYGAMBER AİLESİ içinde dahi fikir ayrılıkları çıktı.
Hz. MUHAMMED'in eşi AYŞE, OSMAN'ın ŞEHADET'i sırasında HAC için
MEKKE'ye gitmişti. Olayları duyunca MEDİNE'ye dönmedi. Kendilerine valilik
verilmediği için ALİ'ye kırgın olan TALHA ve ZÜBEYR de AYŞE'nin yanına
gittiler.
Olayların uzaktan görünüşü ALİ'yi OSMAN'ın kaatillerine
müsamaha gösterir duruma soktuğundan, AYŞE kendisine kızıyordu. HALİFE
OSMAN'ın intikamının mutlaka alınması gerektiğini söyliyerek halkı
galeyana getiriyor, bunu yaparken de ÜMEYYE ailesinin yanında yer almış
oluyordu.
Aslında AYŞE'nin de ALİ'ye kırgınlığı vardı. Meşhur
"yıkanmaya gidip kervandan geride kalma ve bir erkeğin devesinde gelme"
olayında AYŞE hakkında dedikodular çıkmış, ALİ de PEYGAMBERİMİZ'e onu
boşamasını tavsiye etmiş, bu da her nasıl olmuşsa AYŞE'nin kulağına
gitmişti. Biraz da PEYGAMBER zamanında gördüğü itibarı arıyor gibiydi.
(Bakınız: NOTLAR 8)
Bizce ALİ savaşmaya karar vermekle
ikinci hatasını yapmıştır... Durum hiç te savaşa uygun değildi. Öte yandan
AYŞE de hiç PEYGAMBER eşinden beklenmiyecek fütürsuzlukla öne çıkmış,
SİYASET'e karışmış; ve desteklemesi gereken, zaten çok müşgül durumda olan
ALİ'ye karşı davranışlarda bulunmuştur. Yani her ikisinin de BEŞER
yönünden kaynaklanan hataları, kaçınılmaz sonu hızlandırmıştı.
Hadise kısa zamanda büyümüş, sahte mektup olayından dolayı
OSMAN'ın öldürülmesinden sorumlu tutulan MERVAN bile bu karışıklık içinde
OSMAN'ın KANINA KAN istiyenlerle birlikte hareket etmeye, tahriklerde
bulunmaya başlamıştı. MERVAN'ın ve yardakçılarının amacı, BASRA'ya giderek
BEYT-ÜL MAL'e, yani DEVLET HAZİNESİ'ne el koymak ve o parayla bütün
valileri kendi saflarına çekmekti. ALİ bu planı farketmiş, o da bir an
evvel BASRA'ya varmak için harekete geçmişti.
Böylece MEDİNELİLER
(ALİ'yi samimi destekliyenler) ve ALİ'ye destek olmayı başlarını
kurtarmak için tek çare olarak gören asiler ALİ'nin peşinde;
MEKKELİLER (ki aralarında MERVAN ve yardakçıları da vardır); AYŞE, TALHA
ve ZÜBEYR adeta yarışır gibi BASRA yoluna düştüler.
TALHA ile
ZÜBEYR'in BASRA'ya yaklaştığını ve BASRALILAR'ın onlara katıldığını haber
alan ALİ, oğlu HASAN'ı KUFE'ye gönderdi. Onlardan kendisine katılmalarını
istedi. KUFE valisi İSLAM içinde fitne çıktığını, bu sebeple tarafsız
kalması gerektiğini düşünüyordu. O yüzden HASAN ancak 5000 kişi
toplayabildi.
Bu arada BASRA da karışıktı. AYŞE, TALHA ve ZÜBEYR
ile birlikte olanlar BASRA'ya girince "intikam" diye diye 600 kişiyi
öldürmüşler, bu cinayetlerin her biri ayrı bir AİLE ve KABİLE
kızgınlığına yol açmıştı. Olay zaten başından beri "zulme uğramış" ÜMEYYE
OĞULLARI ile "kaatili koruyan" HAŞİM OĞULLARI arasındaki bir KAN
DAVASI görünümündeydi. Halkın bir kısmı tarafsız, bir kısmı ALİ'yi, bir
kısmı da AYŞE'yi tutar durumda idi. Olay hemen yatıştırılamazsa, isyan
bile çıkabilirdi.
KADER'in amansız oyunu Hz. MUHAMMED'in
vefatından 24 yıl sonra PEYGAMBER ailesini işte böyle bölmüş ve karşı
karşıya, hatta savaşacak hale getirmişti. Yani EBUBEKİR, ÖMER, OSMAN
zamanında olmayan bir durum çıkmıştı ortaya ama, hala SÜNNİ-Şİİ diye
bilinen farklılık yoktu. Hele ALEVİLİK diye bir şey, hiç yoktu. ALİ'nin
yanında olan, peşinden BASRA'ya gelenleri "ŞİA-yakını" diye nitelendirmek
doğru olmazdı. Çünkü bunların arasında pek çok isyancı vardı. Birbirine
hasım olan, kılıç çeken bu iki grup arasında (isyancılar hariç) hiç bir
İNANÇ farkı yoktu... Bu hususu gözden kaçırmamak gerekir.
Esas
düşmanını çok iyi bilen ALİ, sulh için AYŞE'ye elçi gönderdi. Elçi KEĞKAĞ
çok güzel konuşarak AYŞE'yi ve taraftarlarını ALİ'ye BİAT için ikna etti.
Ertesi gün ALİ bir konuşma yaparak "BASRA'ya yürüyeceğini,
MEDİNE'den kendisiyle birlikte gelen isyancıların orada kalmasını ve
beklemelerini " buyurdu... ALİ'nin stratejisini açıklaması, başka bir hatası idi!.
Çünkü bu duyuru, o ana kadar HEM SUÇLU, HEM
GÜÇLÜ oldukları için ceza görmemiş olan isyancılara hoş gelmedi. Eğer
barış yapılırsa, kendilerinin cezalandırılacağı muhakkaktı.
İşte bu yüzden ABDULLAH İBNİ SEBA ve taraftarları o gece, ALİ
hiç bir şeyden habersiz BASRA yolundayken, AYŞE'nin karargâhına
saldırdılar. ALİ çatışmayı haber aldığında da ne olup bittiğini
anlıyamadı, o da kendisinin saldırıya uğradığını sandı. Bir süre sonra
olay farkedilince hem ALİ hem de AYŞE kendi taraftarlarını yatıştırmaya
çalıştılarsa da, artık ok yaydan çıkmıştı! İki ordu birbirine girdi.
(Cemel Savaşı 657)
Savaşın bir yerinde ALİ, ZÜBEYR'e yaklaşarak
şöyle seslendi:
"Hatırlıyor musun? Bir gün RESULULLAH sana sormuştu:
ALİ'yi sever misin, diye... Sen de severim, dedin. RESULULLAH da, bir gün
gelecek, ALİ'yle haksız yere mücadele edeceksin, demişti. Hatırladın
mı?"
ZÜBEYR gerçekten bu hadiseyi hatırladı ve oğlunu da çağırarak
savaştan çekildi. ZÜBEYR'in çekildiğini gören TALHA da meydandan
uzaklaştı. Ancak OSMAN'ın kaatillerinin kışkırtıcısı MERVAN, bir ok
atarak TALHA'yı ŞEHİT etti. ZÜBEYR de BASRA'ya giderken yolda ŞEHİT
edildi. Her ikisi de hatalarının bedelini canlarıyla ödediler.
ALİ
bu savaşı kazandı ama, pek çok muhterem zat, pek çok İSLAM büyüğü hayatını
kaybetti... Meydanda devesinin üstünde AYŞE ve taraftarları kalmıştı.
SEBAİLER (İBNİ SEBA'nın yolundan gidenler) onu yakalayıp hakaret etmeye
başladılar. Çünkü o anda en büyük düşmanları AYŞE idi. OSMAN'ın KANINA KAN
arıyan herkes gibi o da tehlikeli idi. Ancak ALİ onlara imkân tanımadı.
AYŞE'ye son derece saygılı davrandı. Yengesi olduğunu unutmadı. Güven
içinde MEDİNE'ye gönderdi.