Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

ALİ HAYDAR BAŞVEREN'İN ARAŞTIRMA YAZISI


ALEVİ-SÜNNİ SÜRTÜŞMESİNİN İÇYÜZÜ

BİRİNCİ KISIM

NOTLAR

1- ARAP, "güzel konuşma" demektir, "açıklık, belirlilik" anlamına gelir. ACEM ise, "kapalılık, belirsizlik, pelteklik" anlamındadır. ACEMİ kelimesi Türkçe'de "beceriksiz" anlamında kullanılır. Öte yandan URBE, "çöl" demektir. Buradan hareket edilirse, ARAP "çölde yaşıyan" anlamına gelir.

2- EBUBEKİR'in bu sözü sonradan "EMİR KUREYŞ'ten olur" şeklinde bir kurala dönüştürülmek istenmiş, hatta bu konuda bir HADİS olduğu bile ileri sürülmüştür. Halbuki dikkat edilirse, EBUBEKİR, "ARAPLAR kabul etmez" diyerek o dönem MÜSLÜMANLAR'ının %90'ını teşkili eden grubu kastetmiştir.

Halbuki çok kısa bir süre sonra MÜSLÜMANLAR'ın sayısı artmıştır. Her ne kadar 900 yıla yakın bir süre HALİFELİK ARAPLAR'ın ve 800 yıl da KUREYŞ soyundan ABBASİLER'in elinde bulunduysa da, esas GÜÇ 1055 yılından itibaren TÜRKLER'in elinde olmuş, 1517'den sonra da HİLAFET te TÜRKLER'e geçmiştir.

Yani, bu söze dayanarak bütün MÜSLÜMANLAR'ın liderinin muhakkak KUREYŞLİ olması diye bir şey söz konusu değildir. Kim GÜÇLÜ ise, MÜSLÜMANLAR'ın hakkını daha fazla koruyabilirse, onun HALİFE (LİDER) olması gerekir.

3- HAŞİM ile yeğeni ÜMEYYE arasındaki KÂBE emirliği konusunda çıkan sürtüşmeyi
ARAP, AİLE VE KABİLE DEMEKTİR yazımızda teferruatıyla ele almış, ayni ailenin nasıl iki düşman gruba bölündüğünü anlatmıştık.

Bu durum dünyanın pek çok yerinde görüldüğü gibi, TÜRKLER'de de çok yaygındır. Aynı soydan gelen TÜRK boyları AİLE reislerinin adlarını almış, sonra aralarındaki bağları unutmuş, birbirine düşman hale gelmiştir.

Mesela OĞUZ TÜRKLERİ'nden bir kısmı 900'lerde MÜSLÜMAN olmuş, TÜRKMEN adını almış, ANADOLU'ya gelip yerleşen TÜRKMENLER'e de bir süre sonra YÖRÜK denmeye başlanmıştır. OĞUZLAR'ın KINIK boyu SELÇUKLULAR'ı bir başka boyu da OSMANLILAR'ı meydana getirmiştir.

Yerleşik hayat yaşıyan SELÇUKLULAR ile OSMANLILAR göçebe hayat yaşıyan TÜRKMENLER ile daima sürtüşmüşlerdir. Bu da bazı yazar ve sözde aydınlar tarafından "SELÇUKLU ve OSMANLI'nın TÜRK düşmanı" gösterilmesine sebep olmuştur. Halbuki ikisi de TÜRK, hepsi de TÜRKMEN'dir!

TÜRKMEN'i SELÇUKLU'dan, SELÇUKLU'yu OSMANLI'dan, OSMANLI'yı YÖRÜK'ten ve CUMHURİYET ÇOCUĞU TÜRK'ten FARKLI görmek, CAHİLLİK'TEN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR!

4- ŞURA sistemine benzeyen bir uygulama da TÜRK BOYLARI'ndaki KURULTAY sistemidir. Köylere, obalara kadar AKSAKALLAR-İHTİYAR HEYETİ olarak inmiştir. KURULTAY, HAKAN'ı seçer, ondan sonra bütün OBA BAŞLARI, KOMUTANLAR ona itaat ederdi. HAKAN da bütün önemli konularda KURULTAY'a danışırdı. Eğer HAKAN yoldan çıkar, hatta biriken malını TOY (ziyafet) düzenleyip halka dağıtmazsa, çadırını yağmalatmazsa, öldürülürdü. OSMANLI dahil, bütün TÜRK DEVLETLERİ'nde öldürülen hükümdâr sayısı, diğer milletlerinkinden fazladır. TÜRK DEVLETLERİ'nin uzun ömrünün sebebi de budur. Böyle bir sistem şimdiki "demokrasi" uygulamasından daha etkili ve başarılı idi.

5- Görüldüğü gibi ZEKÂT öyle "keyfe tâbi" bir ödeme değildir. İSLAMİ bir VERGİ'dir!... SERVET'ten, BİRİKEN MAL'dan alınan bir vergidir. ve ÇOK ÖNEMLİDİR!

Çünkü GELİR'i kaçırmak, saklamak mümkündür. Ama SERVET'i saklamak zordur!.. Onun için zamanımızın bütün zenginleri SERVET üzerinden VERGİ alınmasından çok korkarlar. Yani ZEKÂT vermekten kaçınırlar. Bir yandan da MÜSLÜMANLIK taslarlar!.. Partilerimizin hiç biri de SERVET'ten VERGİ almaya yanaşmaz!..

6- Maalesef böyle iddialar, ALEVİLER'i uyandırdığını, aydınlattığı sanan bazı zavallılar tarafından "EHL-İ BEYT Risalesi", "ALEVİ'nin El Kitabı" gibi adlarla ve yazarının kimi olduğu tam olarak anlaşılamıyan eski tarihli tercümelerle ortaya atılmaktadır.

Bunların arasında "ALEVİLER'in MÜSLÜMAN olmadığını" öne sürenler, Hz. ALİ'nin NAMAZ kılarken ŞEHİT edildiğini unutup, "namaz kılmanın putperestlerden geçtiğini" iddia edenler dahi vardır.

Benzer şekilde SÜNNİ yazarlar da "bir sapık mezhep" diyerek, "mum söndü" hikâyeleri ile bezeyerek ALEVİLİK üzerine olur olmaz şeyler yazmaktadırlar.

Bunların ikisinin de meselenin halline en ufak bir katkısı olmadığı gibi, konuyu daha da karışık bir duruma sokmaktadırlar. Çözüm, gerçek ilim adamlarının olay ve iddiaları bizim yapmaya çalıştığımız gibi gönül ve mantık süzgecinden geçirerek değerlendirmelerinde ve birlikte sohbetler düzenliyerek aralarındaki fikir ayrılıklarını tatlılıkla gidermelerinde yatmaktadır.

Yalnız hemen belirtelim ki, yukarda sözünü ettiğimiz kitabın asıl adı ER RİSALE-İ EHL-İ BEYTİYYE'dir. Ali Nizami adında bir kişi tarafından yazılmıştır. EBUBEKİR ve ÖMER hakkındaki ithamları dışında, son derece yararlı bilgiler taşır ve ALEVİLER'e namaz-niyaz öğretir.

7- ÖMER, KUDÜS'ü DOĞU ROMALILAR'dan almıştır. Daha doğrusu KUDÜS halkı, ÖMER'in adaletini görünce, şehrin anahtarlarını getirip ona teslim etmiştir. O dönemde orada ne bir İSRAİL halkı vardı, ne de DEVLET'i! O tarihten sonra da KUDÜS hep MÜSLÜMANLAR'ın elinde olmuş, ancak hem YAHUDİLER'in hem de HIRİSTİYANLAR'ın ziyaretine ve ibadetine kapatılmamıştır.

1055 yılından itibaren de KUDÜS, TÜRKLER'in elindedir... ta 1918'e kadar!... Önce SELÇUKLULAR, sonra MISIR KÖLEMENLERİ ve sonra da OSMANLILAR bütün MUKADDES TOPRAKLARI ellerinde tutmuşlar ve korumuşlardır. Bir ihanet sonucu elimizden çıkan KUDÜS, ARAPLAR'a da yâr olmamış, YAHUDİLER'in eline geçmiştir. MÜSLÜMANLAR'ın oradaki söz hakkı kalmamıştır. Artık HIRİSTİYANLAR'dan sonra üçüncü sınıf olarak bulunmaktadırlar.

Yüce ALLAH'ın ne büyük lûtfudur ki, İSLAM'ın üç mukaddes şehri; MEKKE, MEDİNE ve KUDÜS müslümanların eline savaşsız ve kansız geçmiştir. KUDÜS'ü kana bulayanlar HAÇLI SEFERLERİ düzenliyen hıristiyanlardır.

Aslında MEKKE, MEDİNE, KERBELÂ, MEZAR-I ŞERİF ve KUDÜS 100 yıl o bölgeyi korumuş olan TÜRKLER'in elinde olması gerekir!

8- Hz. MUHAMMED bir gün seferi halde iken yanında bulunan AYŞE ile münasebette bulunmuş... AYŞE de sonra dereye gidip yıkanmış, boy abdesti almış... Döndüğünde gerdanlığının düştüğünü farketmiş ve hedvec denilen deve üstüne konup içinde oturulan kapalı hücresinden inerek geri dönmüş. Bu arada kervan onun olmadığını farketmeyerek hedveci yükleyip hareket etmiş. Ayşe koşarak gidip gerdanlığı bulmuş, geri döndüğünde kimsenin olmadığını görmüş. Bu esnada artçı bir yiğit devesiyle gelmiş. Safvan adındaki bu adam onu beraberinde alıp getirmiş. AYŞE'nin banyolu ıslak saçları, koşmaktan pembeleşmiş yanakları ve süvarinin de yakışıklı oluşu bir takım dedikodulara yol açmış... Söylentiler çoğalınca PEYGAMBERİMİZ AYŞE'yi babası EBUBEKİR'in evine göndermiş. ALİ de kendisine AYŞE'yi boşayarak dedikodulara son vermesini tavsiye etmiş.... Ancak bu arada "AYŞE'nin suçsuz olduğunu, namuslu kadınlara zina esnat edenlerin 4 şahit getirmesi gerektiğini ve iftira atanlara 80 değnek vurulmasını" emreden ve teyemmüme, yani susuz abdest almaya imkân tanıyan yetler inmiş. (Bakınız: Nur Suresi 3-25).... İşte bu olay ALİ ile AYŞE'nin arasını açmıştı.

9- SEBAİLİK: Yazımızın içinde de belirttiğimiz gibi aslen YAHUDİ olan ABDULLAH İBNİ SEBE, ancak OSMAN zamanında MÜSLÜMAN olmuş, kendi inanç ve âdetlerinden vazgeçmeden İSLAM'ı benimser görünmüş, dine FESAT katmıştır. Önceleri HİCAZ, BASRA ve KUFE'de serseri serseri dolaşmış, oralardan kovulunca MISIR'a gitmiştir. Orada OSMAN'ın idaresinden şikayet edenlerin arasına karışmıştır. Çok zeki olduğu için halkı kandırmasını ve etrafına adam toplamasını bilmiştir. Kısa zamanda gayrımemnunların lideri haline gelmiştir. ABDULLAH İBNİ SEBE daha sonra kendine has bir MEZHEP oluşturmuştur ki, bizce ilk MUHAMMED yolundan ayrılan KOL budur.

Zaten MEZHEP kelimesi HİZİP'ten gelir. Tıpkı FIRKA, PARTİ bölünme, ayrılma anlamındadır. KUR'AN'da HİZBULLAH, yani ALLAH'IN HİZBİ olarak geçer ki, insanların ikiye ayrılacağı, bir kısmının ALLAH tarafında, diğerinin de karşı tarafta olacağına işaret eder. Ne var ki, kişi ben "HİZBULLAH'tanım," demekle ALLAH'ın tarafında olmaz!

Yani HİZİP kelimesinin tek MÜSBET anlamı, "doğrudan yana olmak" şeklindedir. Diğer bölünmeler ve ayrılmalar aşırıya giderse; derine iner, kopukluk yaratırsa, zararlı olur.

İşte biz MEZHEPLER'e böyle bakıyoruz. Onlar hiç bir zaman bölünme vasıtası olmamalıdır. Oluyorsa, o MAKBUL bir MEZHEP değildir! ABDULLAH İBNİ SEBE'ninki değildi.

ABDULLAH İBNİ SEBE, OSMAN'a karşı MUHAMMED ve ALİ'yi sevenleri yanına çekebilmek için "MUHAMMED'in yeniden dünyaya geleceğini" ve "ALİ'nin MUHAMMED'in varisi olduğunu" öne sürmüştür!.. Halbuki o tarihte ALİ hayatta idi. Eğer bu konuda söyliyeceği varsa, kendi söylerdi! İBNİ SEBE gibi henüz MÜSLÜMAN olmuş birinin hemen "ALİ'nin konumu"na teşhis koyması en azından densizlikti!

İBNİ SEBE kendini göstermek için hiç bir fırsatı kaçırmadı. 656 yılında MISIR'dan MEDİNE'ye şikâyet için gelenlerin başında idi. OSMAN'ın şehadetinden sonra adamları ile ALİ'nin yanına yamandı. "ŞİA" imiş gibi göründü. Ancak zamanla tavırları Hz. ALİ'yi o kadar tedirgin etti ki, kendisini MEDAİN'e sürgün gönderdi.

Ama bu arada olanlar olmuştu... SIFFIN savaşında OSMAN'ın kaatilleri ve İBNİ SEBE'nin müritleri ALİ'yi "KUR'AN'a karşı savaşamıyacaklarını" iddia ederek yalnız bıraktılar. HALİFELİK'ten düşürülmesine sebep oldular.

ABDULLAH İBNİ SEBE'nin nerede ve ne zaman öldüğü bilinmemektedir. ALİ'yle olan beraberliğinden dolayı mezhebi "ŞİA" sayıldı. Bizce Şİİ MEZHEPLER'in ilkidir. Yani KUR'an'dan ve MUHAMMED'in yolundan saptığı için MAKBUL OLMAYAN MEZHEPLER'dendir.

İBNİ SEBE Yahudilikten vazgeçmediği için pek çok "hadis" uydurmuş, bunlarla kendine inananları kandırmıştır. İSRAİLİYAT diye bilinen İSLAM'da olmadığı halde YAHUDİLİK'ten İSLAM'a sokulmuş pek çok husus onunla başladı.

Bunların başında TAVŞAN ETİ YEMEME gelir. Bilindiği gibi, KUR'AN'da tek eti yasak hayvan DOMUZ'dur. Ancak TEVRAT'ta DOMUZ'un yanında bir de TAVŞAN vardır. İşte özellikle ALEVİLER'in TAVŞAN ETİ yememelerinin kaynağı, ne MUHAMMED'dir, ne ALİ, ne de 12 İMAM!.. Yahudi kökenli MÜNAFIK ABDULLAH İBNİ SEBE'dir!

ALEVİLER tavşan eti yemezse. ne olur?... Hiç bir şey olmaz. Kimi de kuzu etini sevmez, yemez... Burada tek önemli nokta ALLAH'ın HARAM kılmadığını haram saymaktır ki, bundan kaçınmak gerekir.

10- İSLAMİYET'te güzel bir uygulama vardır. Ölen kişi ne kadar kötü olursa olsun, imam cemaatte "merhumu nasıl bilirdiniz?" diye sordu mu, "iyi bilirdik" diye cevap verilir. En fazla susulur. Yani ölmüş kişinin arkasından kötü konuşulmaz. Özellikle HANEFİLER buna çok uyarlar.

Buna ek olarak PEYGAMBERİMİZ'in zamanında yaşamış, onu görmüş kişilere, o tarihte çocuk dahi olsa, büyük saygı duyulur. Bunun dayanağı da PEYGAMBERİMİZ'in " Ne mutlu beni görene!.. Ne mutlu beni göreni görene!" HADİS'idir. Elbette ki, bu kişilerden büyük çoğunluğu İSLAM'ı ilk kaynağından öğrenmişlerdir.

Ancak ALEVİLER ve BEKTAŞİLER, "PEYGAMBER'i eşek te gördü. Ona da mı saygı göstereceğiz?" diye itiraz eder ve bilhassa EMEVİ SOYU hakkında sert eleştirilerde bulunurlar.

Bizce bunun ikisinin ortası MAKBUL'dür. Yani durup dururken kimse hakkında konuşmamak, ancak önemli bir olayı incelerken herkesi beşer olarak alıp KİN gütmeden HATA ve SEVAB'ını dile getirmek!.. Yazımızda bunu yapmaya çalıştık.

Bu konuda şimdi SÜNNİLER ve ALEVİLER arasında bir ayırım varmış; SÜNNİLER saygı gösteriyor, ALEVİLER göstermiyormuş gibi görünse de; geçmişte böyle değildi! Mesela MUAVİYE hiç bu kurala uymadı, PEYGAMBER SÜLALESİ'ne yani EHL-İ BEYT'e, hem de CAMİLER'de söğdürdü. Bu davranışı hiç te müsamaha ile karşılanacak bir şey değildir!

Buna mukabil ALEVİLER, BEKTAŞİLER CEMLER'de ve muhtemel ŞİİLER ibadetlerinde YEZİD'e lânet okurlar. Yalnız ALEVİLER'in çoğu orada geçen YEZİD kelimesinin şeytan'ın ve bütün kötülüklerin sembolü olduğunu bilirler. Aynı şey KUR'AN'daki TEBBET Suresi için de geçerlidir. Kastedilen EBU LEHEB'in şahsından çok onda müşahhaslaşan PEYGAMBER'e ve İSLAM'a düşmanlıktır! Böyle davrananlara yağdırılan lânettir!... Doğrusunu ALLAH bilir!

Bazı ALEVİLER ve ŞİİLER, YEZİD'le yetinmez; MERVAN'a, MUAVİYE'ye, bütün EMEVİLER'e, EBUBEKİR, ÖMER, OSMAN'a, hatta bütün HALİFELER'e söğerler...

Bizce bu da aşırıya gitmek demektir. İSLAM'a yakışmaz! Kaldı ki, 12 İMAM'dan bize kalanlarda hiç böyle bir tavır yoktur. Bu, "kraldan çok kralcı" EHL-İ BEYT sevgisini gösterişe döndürenlerin tavrıdır!

Tekrar belirtelim ki, biri PEYGAMBERİMİZ'in öz amcası ABBAS'ın, diğeri de büyük büyük amca oğlu ÜMEYYE soyundan gelen halifeler arasında, çok muhterem zatlar da vardır. Bunlardan 2. MUAVİYE ve ÖMER "camilerde EHL-İ BEYT'e söğme" işine son vermişlerdir.

*****
  • Önemli Sayfalar: TABLOLAR , TABLOLAR - 2 , KAYNAKLAR , HARİTALAR , 12 İMAM DÖNEMİ , BAŞ TARAF