Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

ALİ HAYDAR BAŞVEREN'iN ARAŞTIRMA YAZISI



ALEVİ-SÜNNİ SÜRTÜŞMESİNİN İÇYÜZÜ

ONİKİNCİ BÖLÜM: BÖLÜNEN İMPARATORLUK

Büyük Selçuklu İmparatorluğu, 155 yıl varlığını koruduktan sonra, dört parçaya bölündü:

- Kirman Selçukluları (İran)

- Anadolu Selçukluları

- Suriye Selçukluları

- Horasan Bölgesi Selçukluları.

Bizi ilgilendiren parçaları, Horasan Bölgesi ile Anadolu'dur. Adlarına bakarak diğerlerinin de Türk devletleri olduğunu unutmamak gerekir. Bu topraklar hem hükümdarları, hem de nüfuslarının çoğunluğu itibarıyla Türk idiler.

Kirman Selçukluları, Çağrı Bey'in oğlu Kavurd'un Alparslan ve Melikşah'a isyan etmesi, öldürülmesi ve ancak yönetiminin o bölgede çocuklarına bırakılması ile oluşmuştu. 1050-1187 tarihleri arasında on hükümdar bölgede hüküm sürmüş, sonra Guz Türkmenleri'nin, ondan sonra da Harzemşahlar'ın eline geçmiştir.

Suriye Selçukluları ise Alparslan'ın oğlu Tutuş'un isyanı ile kurulmuş, sonra Şam ve Halep olarak ikiye bölünmüştü. 1094-1117 yılları arasında varlıklarını sürdürdüler. Daha sonra Haçlılar'ın ve Fatimiler'in istilasına uğradılar.

Gerek Büyük Selçuklu Devleti'nde, gerekse diğer Selçuklular'da devletin ağırlık merkezi İran'da olduğu için, kültür ve sanatta İran etkisi bariz şekilde görülür. Bu da Türkler'in en büyük hatalarından biridir. Çin'deki Türk devletleri Çin etkisine, Hindistan'dakiler Hint etkisine, İrandakiler de İran etkisine girmişler, hatta bunu Anadolu'ya kadar taşımışlardır. Neticede o diyarlarda yaşayan halkın büyük bir kısmı bir süre sonra benliğini kaybetmiştir. İranlılar Selçuklu Devleti'ni kendi devletlerinden sayarlar. Öyle olmadığı açıktır ama, saray erkânının büyük bir kesiminin İranlılar'dan teşkil ettiği de inkâr götürmez. Yani devletin kaymağını Acemler yemiş, Türkler'e gene göçebelik, kılıç sallamak veya saban sürmek kalmış, sonra da Türkmen ayaklanmaları olmuştur.

Aynı hataya Osmanlılar da düşmüş, bu sefer Ermeni, Rum veya Frenk olmak makbul hale gelmiştir. İttihatçılar'a kadar Türk olmak âdeta zûl addedilmiş, işin kötüsü bu tavır günümüze kadar yansımıştır. hâlâ aramızda Batılılar'ı kendimizden üstün gören zavallılar vardır.

Bu anlayışın yarattığı kötü sonuçlardan ders almak, hiçbir zaman benliğimizi kaybetmemek, Türk olmayan herşeyi kendimize ancak adapte ettikten sonra benimsemek şiarımız olmalıdır.

Ve ayrıca şuna da inanıyoruz ki, bütün diğer devletlerde olduğu gibi, Selçuklu ülkesinde yaşamış olan herkes Türk Tarihi, Türk edebiyatı ve sanatı içinde ele alınmalıdır. Nasıl ki Mevlana'yı çoğu şiirlerini Farsça yazmasına rağmen bizden sayıyoruz, aynı şekilde Melikşah'ın değerli veziri Nizamülmülk de, Ömer Hayyam da bize âittir. O dönemin hükümdarları müsamahalarından veya züppeliklerinden saray dilini, resmi dili Farsça ya da Arapça olarak kabul etti diye o ülkenin insanlarını (yani Türkler'i) etkileyen kişileri bizden saymamak son derece büyük hata olur.

ÜLKENİN İDARESİ

Tuğrul Bey zamanında: Irak (kendisi); İran, Horasan (Çağrı Bey); Herat, Sistan (Musa); Azerbaycan, Gürcistan, Anadolu (Kutalmış); Mezopotamya, Suriye (İbrahim Yinal)

Alparslan zamanında: Mazenderan (İnanç); Belh (Çağrı'nın oğlu Süleyman); Harzem (kardeşi Arslan Argun); Merv (Arslan Şah); Saganiyan, Toharistan (kardeşi İlyas); Bağşur (Ertaş oğlu Mesud); Esfuzar (Ertaş oğlu Mevlud); Kirman (Kavurd)

Melikşah zamanında: Toharistan (kardeşi Tökiş); Velvaliç (amcası Osman); Herat, Gur ; Garcistan (kardeşi Böripars); Belh (kardeşi Ayaz)

tarafından idare edilmiştir.

ONÜÇÜNCÜ BÖLÜM: HARZEMŞAHLAR

Suriye ve Kirman Selçukluları'ndan söz ettik. Peki, Horasan'a ne oldu?.. Büyük Selçuklu hakanı Melikşah ölürken arkasında taht kavgaları bırakmıştı. Bunun sonucu önce Suriye İmparatorluk'tan koptu (1094 yılı). İran karışıklıklar içinde kaldı. Melikşah'ın en küçük oğlu Sancar, Horasan'da hükümdar oldu. Devletin merkezi de İran'dan Horasan'a geçti. Taberistan, Seistan, Gazne, Karahan ülkeleri de önce İmparatorluk'tan ayrılmış, sonra tekrar bağlanmış bölgelerdendi. Harzem diyarı da bu yeniden bağlanan kısımlardandı.

HARZEM; Ceyhun Nehri'nin iki tarafında ve Aral Gölü'nün güneyinde kalan bölgenin adıdır. Maveraünnehir denen Buhara ve Semerkant dışında, geniş bozkırlar ve çöller memleketi olan Batı Türkistan'da bu bölgenin önemi kolayca anlaşılabilir. Harzem, çöller ortasında hayat dolu bir vaha gibiydi. Ziraat, hayvancılık, ticaret yaygın; ulaşım kolaydı. Çünkü Harzem; Çin, İran, Hindistan; Sibirya, Rusya hatta İskandinavya'ya ulaşan yolların kavşak noktasındaydı.

Harzem'in askerî bakımdan müdafaası da kolaydı. Ceyhun Nehri ve sulama kanalları, bunların arkasında yer almış olan yüzlerce şehir ve kasaba için tabii barikatlar görevini üstleniyordu. İcabında bentler açılır, düşmanın geçeceği yollar sular altında bırakılırdı. İşte bu nedenledir ki; Sâmanoğulları, Gazneliler ve Selçuklu devirlerinde Harzem'e tayin edilen valiler, kısa sürede kendi hanedanlıklarını kurmuşlar, müstakil birer devlet haline gelmişlerdi. Ancak Harzem'in etrafının çöllerle çevrili olması, bu devletlerin fazla büyümesini de önlemişti.

Bu bölgede kurulmuş devletler şunlardır:

1- Afrigoğulları Devleti (İslâm'dan önce)

2- Memunoğulları Devleti (995-1017)

3- Altuntaşoğulları Devleti (1017-1097)

4- Anuştiginoğulları Devleti (1097-1221)

Bizim ilgilendiğimiz, Anuştiginoğulları Harzemşahlar Devleti'dir. Bu devlet Anuştigin'in torunu Atsız'ın Selçuklu Sultanı Sancar'a kafa tutup, bağımsızlığını ilan etmesiyle başlar. Daha önce Anuştigin ve oğlu Kutbiddin Muhammed, Harzem diyarında valilik yapmışlardı. Atsız da valiliği döneminde Selçuklu ordusu Karahıtaylara yenilince, Horasan'ı işgal etti (1141). Ama sonra çekilmek zorunda kaldı. Benzer şekilde üç defa ayaklandıysa da üçünde de başarısız oldu. Fakat bağışlandı ve valiliğine devam etti. Önce oğlu II. Arslan, daha sonra da onun oğlu Tekiş vali oldu. Tekiş babasının zamanında Cend havalisi valisiydi. Bu yüzden, babasının yerine vali olunca, önemini çok iyi bildiği Cend bölgesine oğlu Muhammed'i vali tayin etti. O tarihlerde gayri müslüm olan Karluk ve Kıpçak boyları hemen Cend'in ötesinde yer almakta, ve İslâm diyarına akınlar yapmaktaydılar.

Tekiş, oğlundan Türkler'e ve yabancılara eşit ve adil davranmasını, gazi ve mücahitlerin hakkını korumasını ve âni saldırılara karşı daima hazır olmasını istedi. Kısacası, Cend Harzem diyarının uçbeyliği gibi davranmak durumunda idi. Halkı hep harp içindeydi. Bu durum, Selçuklular'ın başta karşılaştığı ile aynıydı. Tekiş'in akıllı ve adil tutumu sayesinde ülke hem ekonomik olarak, hem de insan gücü bakımından çok gelişti ve en geniş sınırlarına ulaştı. Bir süre sonra Kıpçaklar da Tekiş'e bağlandılar. Bu kez onlar sınır ötesi harekatlarda görev aldılar.

Genel olarak değerlendirmek gerekirse, Atsız'dan itibaren Harzemşahlar Devleti'nin siyaseti din uğruna mücadele oldu. Bu alanda büyük hizmetler verdiler. Selçuklu Devleti'nin parçalanmasının yarattığı boşluğu bu bölgede doldurdular.

Muhammed ise hiç babasına benzemiyordu. Kendisini büyük görürdü. Aklını Çin'in zenginliklerine takmış, Harzem'in tabii sınırlarını aşmanın ne kadar zor olduğunu unutmuştu. Ayrıca kendini beğenmişliğinden Halife ile arası bozuldu. Halbuki o tarihlerde kuzeyde Moğollar, Cengiz İmparatorluğu'nu kurmuş ve aşağılara sarkmaya başlamışlardı.

Muhammed'in yersiz ve hesapsız tutumu ve Moğollar'la yazışmaları, Cengiz üzerinde "kırmızı görmüş boğa" etkisi yaptı ve Harzem'e saldırmaya karar verdi. 200 yıl sonra benzer bir hatayı Yıldırım Beyazıd yapacak, Timur'u boş yere kızdıracak, Türk'ü Türk'e kırdıracak ve ülkeyi parçalatacaktır.

Zaten Cengiz'in gözü Harzem'in ticaret imkânlarındaydı. Muhammed'in anası Terken Hatun ise hırslı biriydi. Oğlunun ve devletin işlerine karışmayı huy edinmişti. Bütün bu olumsuzluklara bir de zamanın halifesi Nâsır'ın şahsî ihtirasları eklenince, tarihin en sağlam İslâm kuruluşlarından biri olan Harzemşahlar Devleti, Cengiz'in bir darbesi ile yıkıldı gitti (1221 yılı).

Halbuki Harzemşahlar Devleti, Muhammed'in babası Tekiş'in zamanında en olgun devrini yaşamıştı. İslâmiyet onun gayretleriyle uzun zamandır durakladığı doğu sınırlarını aşıp Hazar Denizi'nin ve Aral Gölü'nün kuzeyine, Yedisu'yun doğusuna yayılmıştı. Selçuklu İmparatorluğu'nun dağılmasıyla bölük pörçük olmuş topraklar bir elde toplanmıştı. İran ve Maveraünnehir halkı, Müslüman ve Türk tek bir hakanın idaresine girmişti. Horasan bu devletin en önemli bölgesi olmuştu. İdari teşkilat kusursuz, ordu mükemmel, ticaret birinci sınıftı. Harzemşahlar her türlü imkâna sahip bir Türk Devleti oluşturmuşlardı.

İşte bu yüce devlet, kendini bilmez bir hükümdarın ve onun haddini bilmez anasının elinde 15 yılda yok oldu gitti. Cengiz Harzem ülkesinde durmadı. Orduları Bağdat'a indiler, halifeyi öldürdüler. Anadolu'ya girip Selçuklular'ı egemenliklerine aldılar.

Bu olaydan alınacak büyük dersler vardır... Harzemşahlar devleti, kuruluşu, yükselişi ve çöküşü ile muazzam bir ibret levhası gibidir. Şahsi ihtirasların, cemiyetin gaye ve menfaatini hiçe saymanın, keyfi hareketin ve bir devlet reisinin gerçeklerden habersiz, itidalden uzak tutumunun nelere yol açacağını en iyi şekilde göstermektedir. Ayrıca koca bir devletin de bir kadın yüzünden bu hallere düşmesi düşündürücüdür. Selçuklu Sultanı Melikşah karısını dinlemekten, Harzemşah Muhammed anasına uymaktan vazgeçselerdi, kimbilir neler değişirdi?...
(Bakınız: NOTLAR - 4B, 63)

Bizim için 160 yıllık Harzemşahlar Devleti, 150 yıllık Büyük Selçuklu İmparatorluğu kadar önemlidir. Çünkü Ahmed Yesevi, Hacı Bektaş, Mevlana bu dönemde Horasan'da yaşamışlar, Hacı Bektaş, Mevlana ve Horasan erleri bu devletten kopup Anadolu'ya gelmişlerdir. Harzemşahlar onların yetiştiği ortamı hazırlamıştır. Anadolu, Cengiz istilâsı ile kesilen Horasan kültürünün yeşerdiği diyar olmuştur. ...Buna ileride değineceğiz.

  • Önemli Sayfalar: ANADOLU SELÇUKLULARI , NOTLAR - 4B , İSLAMA FESAT KATANLAR , BAŞ TARAF ,SİTEMİZDEKİ SAYFALAR