Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

ALİ HAYDAR BAŞVEREN'İN ARAŞTIRMA YAZISI


ALEVİ-SÜNNİ SÜRTÜŞMESİNİN İÇYÜZÜ

SEKİZİNCİ KISIM : GÜNÜMÜZDE DURUM NE?

ALTINCI BÖLÜM: BUYRUK

Buyruklar Büyük Buyruk, Küçük Buyruk adlarıyla anılıyor. Büyük Buyruk, Şeyh Sâfi'nin, oğlu Şeyh Sadrettin'in sorularına cevap vermesi şeklinde düzenlenmiş ve 16. yüzyılda ilk kez Şah Hataî (Şah İsmail) tarafından derlendiğine inanılır. Bu Buyruk'un diğer adı da "Menâkib-ül-Esrar Behcet-ül Ahrar"dır. Küçük Buyruk ise "İmam Câfer Buyruğu" olarak da bilinir. Fakat kapasite bakımından büyük olmasından dolayı İmam Cafer Buyruğu, bazı yörelerde "Büyük Buyruk" olarak da anılmaktadır. Bu Buyruk'ta günümüzde unutulan Alevî edeb ve erkânına, tören ve törelere de yer verilir.Anadolu'daki tüm dedelerin Seyh Sâfi yolunu sürdüğü söylenir.

Şeyh Sâfi, 1252 yılında Erdebil’de doğmıuştur. Soyunun Arap, Türk, Fars ya da Kürt olduğu yolunda değişik görüşler ileri sürülmüştür. Hayatına dair en geniş bilgi, vefatından 24 yıl sonra oğlu Sadreddîn-i Erdebîlî’nin İbn Bezzâz’a hazırlattığı ?afvetü’?-?afâ? (Mevâhibü’s-seniyye fî menâ?ıbi’?-?afeviyye) adlı eserde bulunmaktadır. Kitapta Safiyyüddin’in soyunun 7. İmam Mûsâ el-Kâzım vasıtasıyla Hz. Ali’ye ulaştığını gösteren şecere kaydedilmiş, bizzat Şeyh Safiyyüddin’in kendi neslinde seyyidlik bulunduğunu, fakat Seyyit mi (Hz. Hüseyin soyundan) yoksa Şerîf mi (Hz. Hasan soyundan) olduklarını araştıramadığını söylediği ifade edilmiştir. Şah İsmail'den 300 yıl kadar önce de var olduğunu anladığımız Safefiler'in "seyyit"lik iddiası bazı âlimlerce kabul görmemektedir. Eserin en eski nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki 1491 tarihli olandır.

Safeviyye tarikatının pîri olan Safiyyüddîn-i Erdebîlî’nin soyundan gelen ve İran’da 1501 yılında Safevîler Devleti’ni kurup Şiî İsnâaşeriyye’yi (12 İmamlı Alevilik) resmî mezhep olarak ilân eden Şah İsmâil ile babası Haydar ve dedesi Cüneyd’in durumu Şeyh hakkında bazı tereddütler doğurmuşsa da, görüşlerinin geniş bir şekilde yer aldığı ?afvetü’?-Safâ?nın tahrif edilmemiş nüshalarındaki bilgiler onun Ehl-i Sünnet inancına sahip olduğunu açıkça göstermektedir. Zaten hep söyleriz, Ehl-i Sünnet esasları ile Alevilik arasında esasta fark yoktur. Hele geçmişte hiç yoktu.

Şeyh Sâfiyyüddin 1334 yılında Erdebil'de vefat etmitir. Eldeki eserinin en eski baskısı onun ölümünden 150 yıl sonrasına âittir. Şah İsmail (1487-1424) ondan 200 yıl sonra yaşamıştır. Şeyh Safiyyüddin’e nisbet edilen “Şeyh Safî Buyruğu”, “Şeyh Safî Vasiyetnâmesi” gibi büyük ölçüde Şiî-Alevî anlayışı çerçevesinde hazırlanmış eserler, Şah İsmail'den dahi isonra , geç dönemlerin ürünleri olup, bunların Safiyyüddîn-i Erdebîlî ile ilgisi yoktur. Belirttiğimiz gibi, Buyruk'un onunla tek bağlantısı Safefiyye Tarikatı'nın kurucusu olması ve Şah İsmail'dir.

Şeyh Sâfi'nin kitabı "Safvâtu’s Safa’, zaman boyunca, farklı derlemeciler/müstensihler tarafından yorumlar yapıldı …Daha sonraki kopyaları yaparlarken müstensihler, Safvât’ta bulunan Şeyh Sâfi’nin hayat hikâyesinı atmış ve Safevi tarikatınının mânevî yönünü ve tanınmışlığını daha da onaylamak için Şah İsmail’in, hattâ Pir Sultan’ın ve Kul Himmet’in şiirlerini içine sokup yorumlamışlardır. Meselâ Kerkük civarında yaşamakta olan Şebek Türkleri'nin kullandığı Şebek kopyası Buyruk’un önemi, Safevî yoluna bağlı Şebekler ile Kızılbaşlar'ın arasında bir bağ oluşturma hizmeti görür.

İmam Cafer-i Sâdık'ın (699-765) sözleri, nasihatleri vardır ama, eseri yoktur. Bu yüzden Buyruk'un ona izafe edilmesi de bir temele dayanmaz. Ord. Prof. Dr. Mehmet Fuat Köprülü “Türk Edebiyatında ilk Mutasavvıflar” adlı eserinde, kitabın asıl adının “Menâkıb-ı Evliyâ” olduğunu söyler. Buyruk üzerine çalışmalar yapan bir başka akademisyen ise Abdulbâkî Gölpınarlı Hoca’dır. Gölpınarlı’nın üzerinde çalıştığı Buyruk nüshası olarak bilinen nüshanın en korunaklı ve geniş nüsha olduğunu Prof. Fuat Köprülü “İmam Cafer-i Sadık Buyruğu” isimli eserinde belirtmektedir. Buyruk Şah İsmail’in oğlu Şah Tahmasb zamanında (1576) yılında Bisâtî isminde bir yazıcının yazdığı “Menâkıb-ül Behcet-ül Ahrâr” isimli kitabında yer alan Buyruk’tur. Demek ki, ilk "Buyruk" Şeyh Sâfi'den 250 yıl sonra yazılmıştır.

Gölpınarlı’nın çalıştığı nüsha dışında akademisyenlerin üzerinde çalıştığı en yaygın Buyruk nüshası “İzmir Yazması” ismi ile tanınmaktadır.

Bugün piyasada ve ellerde birden fazla Buyruk bulunmakta, bu anlattıklarımıza rağmen esas itibarla Şeyh Sâfi Buyruğu temel alınmaktadır:

- Buyruk olarak bilinen Menakıb-ı İmam Cafer-i Sadık (Menakıb-ı Safi, Menakıb-ı Şeyh Safi, Menakıb-ı Evliya, Hutbe-i Düvazdeh İmam, Menakıb-Nâme, Menakıb-ül Esrar, Menâkıb- ul Behçet-ül Ahrar)
- İmam-ı Cafer Buyruğu, Sefer Aytekin, Ankara, 1958
- Buyruk, Fuat Bozkurt, İstanbul, 1982.
- Tam ve Hakiki İmam Cafer Buyruğu, İstanbul, 1989.
- İmam Cafer Buyruğu, Şahkulu Sultan Külliyesi Mehmet Ali Hilmi Dedebaba Araştırma Eğitim ve Kültür Vakfı Yayınları, İstanbul, 1995 (Sefer Aytekin).
- İmam Cafer-i Sadık Buyruğu, Adil Ali Atalay, İstanbul, 1993.
- Erdebilli Şeyh Safi ve Buyruğu, Mehmet Yaman, İstanbul, 1994. (Bu çalışmada öncelikle Safevî soyuna ilişkin genel bilgiler verilmekte ve ardından Hicri 1241 tarihli bir Buyruk -Şeyh Safî Buyruğu- nüshasından seçmeler verilmektedir.)
- Şeyh Safi Buyruğu,Mustafa Erbay , Ankara, 1994.

Buyruk'ta şu konular vardır:

1-Söylenceler (Kırklar Cemi, Peygamber ile Ali’nin musâhip olması, Mürşit, Zâkir, Mürit, Rıza, Sevgi, Kuşku, Uğru, Utanma, Secde gibi başlıkları kapsar.)
2-Törenler )Musâhiplik, Âşinâ, Peşine, Oğlan İkrarı Alma, Kız İkrarı Alma, Ocak Kazdırma, Erkan’dan Geçme, Tarik, Ölmeden Önce Ölmek, 12 Hizmet başlıklarını taşımaktadır.)
3-İlkeler (Tarikatın Farzları, Dört Kapı, Kırk Makam, Üç Sünnet, Yedi Farz, Kimi Sorunların Çözümü konuları vardır.)
4-Töreler (Pir, Rehber, Zâkir, Sofu, Mücerret, Dar, Niyaz, Taç, Allah’ın İsimleri, Dört Ana Unsur gibi başlıklar yer alır.)


İMAM CAFER BUYRUĞU'NDAN SEÇMELER

Cebrail’in Tariklemesi : Ve de tarik, tercüman Hazret-i Peygamber Emir-ül Mümin’inden kaldı.

O zamanlar bu dünya kurulmamıştı. Ve Hazret-i Muhammed Mustafa ile Aliyyel Murtaza bu on sekiz bin âlem içinde görüntüsünü işlememişti. Cebrail:

- “Ben Peygamber’in yaklaştırıcısıyım. Muhammed Mustafa karşımda durur"

dedi. Pes, Hazret-i Resul Ekrem’in içerisine Cebrail’in bu düşüncesi doğdu. Cebrail’in kâlbine kuşku geldiğini anladı. Yine o sırada Cebrail Aleyhisselam geldi:

- “Ya Muhammed, bana niçin izzet ve saygı göstermezsin? Saygı göstermemekle kusurlarım nedir?”

diye sordu. Hazreti Resul şöyle buyurdu:

“Ey Cebrail, sen melek olduğunu bilmiyor musun? Senin kâlbine kuşku girmiş.”

O zaman Cebrail Aleyhisselam yüzünü yere vurdu. Şah-ı Merdan Aliyyel Murtaza’dan aman dileyip yola girdi. Ecrini verdi. Cebrail Ulu Tanrı’dan sığınma isteyip dergâhına gelip özür diledi. (Şah-ı Merdan Aliyyel Murtaza) Cebrail’e tarik (asa) çalıp tercüman aldı. Ondan beri rehberlik Cebrail’den kaldı. Ve Pirlik Şah-ı Merdan Ali’den kaldı.

ŞEYH SÂFİ BUYRUĞU'NDAN SEÇMELER

Bir tâlib bir kimse ile musahip olsalar, gerektir ki, mürşitlerin buyruğunca yola gidip, birbirleri arasında baş ve canlarını esirgemeyeler.Eğer esirgerlerse, musahipliğe lâyık değildirler.

Musahip şudur ki, yola ­gide... Erenlerin izini izleye... Mürşidin razılığını gözleye.... Ve de bir kişinin musahibi yoldan çıksa; onu bırakıp, yolda olanla yola gitmesi uygundur. Üstat nutkundan böyle buyurmuştur. Musahip olanlar, birbirinin derdiyle dertlenmeli, ilgilenmelidir. Musahip olanlar hem -dert gerektir. Musahibin musahibden dalda (gizli) yeri olsa, musahip değildir; mürşitlerin kavli böyledir. Böyle olan musahibin yolu murtaddır. (yoldan erkandan çıkmıştır.) Böyleleri ne pir, ne mürebbi, ne de musahip olurlar. Tâlibi eğitemezler. Yolsuz ve erkânsızdırlar.

Şurası iyi bilinmelidir ki,: eğer bir kimse, MUHAMMED-ALİ kavliyle, özünü bir kâmil mürebbiye ve musahibe bağlayıp, yola gitmese; o kişinin yediği ve içtiği tümüyle haramdır.

Mürşidi-i Kâmil şudur ki, tâlibin âyinesini silip temizleye ve pırıl pırıl eyleye.. Her ne sorunu varsa, yol içinde çözümleye... Terbiye ile onu Hakk’a eriştire... Tâlibe, matlubunu göstere... Yeteneği varsa, tâlibi dostuna eriştire... Gönlündeki muradını ve dileğini hâsıl ede...

Ve eğer bu dediğimiz gibi olmazsa, Hakk’a tâlib olup, yola gelmezse, dünyada ve âhrette yüzü karadır. Erenler zümresinden değildir. Mahşer gününde On iki İmam efendilerimizin huzurunda mahcup olur ve Hakk'ın Cidârı'nı görmekten mahrum kalır.
(Bu son ifade "Hakikat'in İçyüzü" anlamında ise dordudur. Hak'tan kasıt ALLAH ise, yanlıştır. "Hakk'ın Cemâli'ni" olması gerekir.)

Hazret-i Emir el-Mü’mümin ve İmam ül-Müttekin, Esedtullah ül­Galib Ali bin Ebü Talib "Kerrem Allahü veche" buyurur ki, “Her bir kişide yedi kal’a vardır. Her bir kal’a dört kat hisar burcuyla çevrilidir ve on iki burcu vardır. Hepsi EDEB üzerinedir. Eğer o burçlara iblis girerse, elbette gönül tahtında oturursa, o kişi cehennem ateşine müstahak ölür. Çok sakınmak gerek, bu edeplere sahip çıkmalı, iblise uymamalıdır.”

Bunun için, erenlerin edeb ve erkânını biz bu kitabın içinde yazdık ki, erenler muhib olan tâlibler okuyup, gereğince amel edeler ve her okudukça bu zaifi hayır duadan unutmayalar.

Bir kişinin ömrü Nuh Peygamberin ömrü kadar olsa, bu Menâkıb-ı Şerif’i yazıp, tamam edemezler. Çünkü, Evliya Menâkıbı’nın sonu ve bâtın ilminin nihayeti yoktur. Bu denli olduğu da tâliblere ancak bir irşad içindir. Her şeyhe ve halifeye ve Pir’e lâzım olan şudur ki, Cuma geceleri geldikte çırağını uyarıp, gücü yettiği kadar Allah'ı rızâsı için ve Muahammet Ali ve Oniki İmam ve Ondört Mâsum-u Paklar ve geçmiş pirler ve beş kademler ruhu için, atası ve anasının canı için yemek yedire ve yemekten sonra cemaat dağılmadan bu evliya’nın buyruğu okuna... Tâlibler ve muhibler dinleyeler... Güçleri yettiğince edebinden ve erkânından öğrenip amel edeler... Kişi bilmediğini öğrenmek gerektir. Fakat, erkân erenleri bu kutsal Buyruk Kitabı’nı her önüne gelenin yanında okumayalar ve rastgele kişilere vermeyeler, göstermeyeler... Yalnızca Erenler'e, muhib olanların yanında okuyalar!

Hz. İmam Hasan efendimiz buyurur ki, "Dört şey kişiyi saklar, dört türlü şeyden korur:
Birincisi, evli olmak, yani şeriat evine girmektir ki, fesat işlerden saklar; İkincisi, cömertlik yapmak ki, iki cihanın iffetlerinden saklar. Üçüncüsü, güvenilirlik ki, hıyanetten saklar. Dördüncüsü, haram olan şeylerden sakınma ki, bütün belâlardan saklar."

Ve İmam Hüseyin efendimiz buyurur ki, "Dört şeyi terk etmek, insani güvenli kılar:
Birincisi, hışım; ikincisi, gazap; üçüncüsü, ucüb (kibir); dördüncüsü, tembellik."

Ve İmam Zeynel Abidin efendimiz buyurur ki, "Dört şey, insanı çeşitli hastalıklardan korur:
Birincisi, az yemek; ikincisi, az konuşmak; üçüncüsü, az uyumak; dördüncüsü, kimsenin gönlünü yıkmamak."

Ve İmam Muhammed Bakır efendimiz buyurmuştur ki, "Dört şey, insanı dünyada ve âhırette hor eder:
Birincisi, acı söz söylemek; ikincisi, yaramaz huy; üçüncüsü, halkın gıybetini yapmak; dördüncüsü, yüzü sert olmak."

Ve İmanı Câfer-i Sâdık efendimiz buyurur ki, "Dört şey olgunluğun belirtisidir:
Birincisi, dostlara mürüvvet (yiğitlik, insanlık) göstermek; ikincisi, düşmanlar ile budara kılmak ( düşmanlığı gizleyip görünüşte dostluk göstermek); üçüncüsü, gazap zamanında sabır gös­termek; dördüncüsü, acı söze tahammül etmek."

İmam Musa Kâzım efendimiz buyurur ki, "Dört şeyin sonu tehlikelidir:
Birincisi, başıboşluk ki, sonu maskaralıktır. İkincisi, şunu bunu azarlamak ki, sonu pişmanlıktır. Üçüncüsü, büyüklenmek ki, sonu utanmaktır. Dördüncüsü, tembellik ki, sonu

İmam Ali Rıza efendimiz buyurur ki, İmanın dört rüknü vardır:
Allah'a tevekkül etmek, Allah'ın kazasına rıza göstermek, Allah'ın emrine teslim olmak ve işleri Allah'a bırakmak."

İmam Muhammed Taki efendimiz buyurur ki, "Dört şeyden dört şey meydana gelir: . Birincisi, dilenmekten aşağılık doğar. İkincisi, şımarıklıktan ayrılık doğar. Üçüncüsü, işin sonunu düşünmemekten rezillik doğar. Dördüncüsü, ulular ve beyler ile düşmanlıkta inat etmekten helâk olma doğar."

İmam Aliyyün-Naki efendimiz buyurur ki, "Dört şey, iyi âdettir:
Kanaat, müşavere, kızgınlık zamanında öfkesini yenmek, herhangi hayırlı bir hizmet karşısına çıktığında, yapmak."

İmam Hasan Askeri efendimiz buyurur ki, "Dört şeyi geri döndürmek olmaz:
Birincisi, söylenmiş söz; ikincisi, başa gelen kazâ; üçüncüsü, atıl­mış ok; dördüncüsü, geçen ömür."

İmam Muhammed Mehdi efendimiz buyurur ki, "Dört şey, mutsuzluk belirtisidir:
Birincisi, suali reddetmek; ikincisi, dünyaya tapmak; üçüncüsü, câhiller ile sohbet etmek; dördüncüsü, âilesini ve yakınlarını hoş tutmamak."

Hz. Selman-ı Farisi buyurur ki, "Dört şeyin bekaası olmaz:
Zâlim padişahın, ikiyüzlü sevgilinin muhabbeti, haram mal kazanma, dönen devran ve geçici zaman."

Hasan-ı Basri hazretleri buyurur ki, "Dört şey, yücelik verir:
Dünya yüceliği, mal ile; âhıret yüceliği, amel ve ilim ile hoca katında kavlile; insanların yüceliği, cemâlullah, kemâlullah ve cennet yüceliği yetenek ile bulunur."

Hz. İmam Câfer-i Sâdık efendimiz buyurur ki, "Cehennem halkının belirtisi dört türlü şeydir:
Birincisi, yüzü ekşi ola; ikincisi, dili acı ola; üçüncüsü, gönlü katı ola; dördüncüsü, cimri ola..."

"Dört şey ise cennet halkının belirtisidir:
Birincisi, güler yüzlü olmak; ikincisi, tatlı dilli olmak; üçüncüsü, yumuşak gönüllü olmak; dördüncüsü, cömert olmak."

Ve Hz. İmam Ali buyurur ki, "Dört Kitab’da dört nesne vardır. Her kim onun hükmünü yerine ge­tirse, dünyada ve âhirette kurtuluşa erer. Tevrat’ta yazar ki: 'Her kim kanaat ederse, ganimet bulur.' Ve Zebur’da yazar ki: 'Çok konuşmayan, kurtuldu.' Ve Incil’de yazar ki: 'Her kim, bir tarafa çekilip yalnızlığı seçerse, esenlik bulur.' Ve Kur’an-ı Mecid'de :'Her kim Allah Taâlâa Hazretleri'ne tevekkül eder, sığınırsa, bütün dileklerine erişir' buyurur. "

Ve Şeyh Cüneyd-i Bağdadî buyur ki, "Dört nesne, insanın kurtuluşuna sebeptir:
Birincisi,’ Hak Taâ1â’nın farizasını yerine getirmek; ikincisi, Resulullah’ın yoluna uymak; üçüncüsü, atanın ve ananın gönlünü hoş tutmak; dördüncüsü, halka şefkat göstermek..."

"Ve yine dört nesne insana bağıştır:
Allah tarafından devrânı iyi olmak; kardeşleri şefkâtli olmak; ömrü hoşluk içinde geçmek; münasip bir makamda bulunmak."

Ve Ebu Ali Sina der ki, ‘Dört şey, insanı velâyete eriştirir:
Birincisi, sık saklamak; ikincisi, malını Hak yolunda harcamak; üçüncüsü, sözünde durmak; dördüncüsü, kulluğunun gereğini yapmak."

Ve de Hallac-ı Mansur der ki;, Hakk'ı bilmeğe dört nesne sebep olur:
Birincisi, açlık; ikincisi, halvette ibadet etmek, Hak ile gizli konuşmada) bulunmak; üçüncüsü, uykusuzluk; dördüncüsü, az konuşmak."

Ve İbrahim Ethem Hazretleri buyurur ki, Dört yerde, dört uzvu korumak gerektir:
Birincisi, büyükler katında elini; ikincisi, bilginler katında dilini;üçüncüsü, namahremler katında gözünü; dördüncüsü, veliler katında gönlünü."

Ve Nuh Peygamber hazretleri buyurur ki, "Dört nesne vardır ki, her kim âdet edinse azaba düşer:
Birincisi, haset; ikincisi, büyüklenmek; üçüncüsü, hırs; dördüncüsü, cimrilik." p>Ve Battal Gazi der ki, "Dört nesnenin sonu yaramazdır:
Birincisi, bir padişah ki adâletli davranmaya... İkincisi, bir dost bir dostundan incine... üçüncüsü, bir yaramaz kişi ile musahip oluna... dördüncüsü, 'seviyorum' diyenlerin sevgisine güvene..."

  • ÖNEMLİ SAYFALAR: İRAN ŞİİLİĞİNİN GERÇEK ADI: ŞEYHİLİK , 12 İMAM DÖNEMİ , İSLAM'A FESAT KATANLAR , SİTEMİZDEKİ SAYFALAR