Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

ALİ HAYDAR BAŞVEREN'İN ARAŞTIRMA YAZISI


ALEVİ-SÜNNİ SÜRTÜŞMESİNİN İÇYÜZÜ

NOTLAR - 6A

(1) - Sonradan bu kurallar "şeriat" diye uygulanmaya başlamıştı. Halbuki, toprak konusunda GERÇEK ŞERİAT, Peygamber zamanından ÖMER DÖNEMİNE KADAR uygulanan kurallardı. Hz. Ömer döneminde bu topraklar Devlet'in sayılıyor ve ancak gecici olarak kişilere veriliyordu. Ondan sonra Osman, bilinmez neden, kuralı değiştirmiş, ve zaptedilen toprakları kumandanlarına mülk olarak dağıtmıştı. Hz.Ali'nin de Muaviye gailesinden toprakla ilgilenecek vakti olmamıştı.

(2) - İsmail Cem, Türkiye'de Geri kalmışlığın Tarihi, Cem Yayınevi, İstanbul, 1989

Osmanlı Devleti'nin ekonomik durumu ile ilgili bütün bilgiler İsmail Cem'in bu değerli eserinden özetlenmiştir. Kendisine bu katkısından dolayı şükran borçluyuz.

İsmail Cem'in uygulamalar ve problemler ilgili bütün değerlendirmelerine katılıyoruz, ancak sonda verdiği "çözümün işçi ve köylülerin elinde olduğu" fikrine katılmıyoruz. Dünyada hiç bir dönemde, hiç bir bölgede ayakların baş olduğu bir iktidar çözüm olamamıştır. Olması gereken ehil kişilerin eliyle işçi, köylü, esnaf ve memurların korunduğu hakka, kukuka dayalı bir düzendir.

İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi , TTK

İkinci kaynağımız da Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlanmış büyük Osmanlı Tarihi serisidir.

(3) - Avrupa'da serfler arasında MESLEK SAHİPLERİ senyörlerin işini göre göre, toplum içinde aranır kişiler olmuş, bunlar sonra şehir merkezlerine taşınmış ve "burjuva" yani "şehirli" olmuştu. Sonra bunlar meslek örgütü olan sayısı son derece kısıtlı "loca"larda toplanmış, bu localar zamanla masonluğun savunulduğu yerler haline gelmişti. Fransız İhtilali'nin sloganları olan ADALET-MÜSAVAT-UHUVVET aslında bu kişilerin ve aralarına sızan yahudilerin kendilerini (köylüleri değil) asillere denk hale getirmek için verdikleri mücadeleye işaretti. Masonluktaki "birader" kavramı da buradan gelir.

Ne yazık ki, ilerde detayı ile göreceğimiz gibi, Türk aydınları, hatta Bektaşiler ve din adamları masonluğa kendilerini bir moda olarak kaptırmışlar, ve onun arkasındaki Avrupa, Hıristiyanlık, Yahudilik ve zenginlerin menfaatlerini görmemişlerdir. Hâlâ da görmiyorlar. Gerçek şu ki, Masonluk hiç bir zaman bir meslek örgütü olmamış, sadece bir menfaat örgütü olarak faaliyet göstermiştir. Halbuki, ahiler, Fütüvvet ehli, ve Osmanlı loncaları hep topluma hizmet eden meslek örgütleridir.

(4) - İslam dinine göre, musalla taşına bir hıristiyanın, bir dinsizin dahi cenazesi yanlışlıkla getirilse, cenaze namazı kılınır da; intihar edenler ile yol kesenlerinki kılınmaz. Son zamanlarda ülkemizde müslüman olduğu en azından nüfus kâğıdında yazan kişilerin bazı söz ve davranışlarından dolayı cenazelerini yıkamıyan, namazını kılmayan imamlar olduğunu duyuyoruz. Bu davranış İslam'ın özüne aykırıdır. Kişi davranışının hesabını Tanrı'ya verecektir, imama söz düşmez.

Öte yandan dinsiz-imansız olduğu kendi beyanları ile sabit PKK, DEV-SOL, TİKKO gibi terör örgütü mensubu eşkiyanın düzenlenen törenlerde kılınmaması gereken namazları, sırf olay çıkartmak için kılınmaktadır. Hem de kendileri inanmadıklarından, terörlerine maruz kalan inançlı masum halk tarafından!..

(5) - 1. Murad o dönemin başıbozuk kızıl börklü Türkmenleri ile karışmasın diye, yeniçerilerin beyaz börk giymesini tensip etmiştir. O tarihe kadar Osmanlı ordusunda da kırmızı börk giyenler çok idi. "KIZIL BAŞLIK" Türkmen sembolü idi. ŞAH İSMAİL kendi taraftarı müritlere KIZIL BAŞLIK giydirince bu yüzden hiç yadırganmamıştı. Çok sonraları, 1800'lerde 2. MAHMUD devlet ricaline fes giydirmeye başlayınca gene KIRMIZI rengin seçilmesi enteresandır.

(6) - Bu ifade ile yeniçerileri küçümsediğimiz sanılmasın. Onlar talim ve disiplin açısından eyalet askerlerinden çok daha üstün idiler. Cesaret ve tecrübeleri ile fetih ve zaferlerde çok önemli roller oynamışlar, diğer askerlerin başarısına zemin hazırlamışlardır. Ancak yeniçerilerin bizce en önemli özelliği, ruhen ve bedenen hıristiyan olan bu insanların OSMANLI'dan çok kısa bir sürede İSLAM ve TÜRKLÜK adına savaşacak kadar etkilenmeleridir. Amerikalıların Muhammed Ali Clay'i Vietnam'a gönderemedikleri düşünülürse, bunun ne kadar büyük bir olay olduğu anlaşılır... İşin tuhafı, bazı hıristiyan aileler çocuklarının bu ocağa alınması için kendileri müracaat eder, adeta birbirleriyle yarışırlardı!..

(7) - Tarih "geçmişten ders almak" demektir. Bu kitabın amacı da bu dersleri çıkartmak, "Kıssadan hisse" kabilinden yeri geldiğinde belirtmektir. Görüldüğü gibi PROFESYONEL ORDU, HAŞARE KURDU GİBİ OSMANLI DEVLETİ'NİN YAPISINI KEMİRMİŞTİR!.. Tanzimat ile de ordu Batılıların denetimine girmiştir. Halbuki günümüzde ülkemizi idare edenler, dış etkiler ile "ordumuzun yeniden yapılanması" kisvesi altında "profesyonel ordu" anlayışını gündeme getirmişlerdir. Kaynakları kıt bir devletin barış zamanında tamamen tüketici durumunda olan, üstüne üstlük yüksek maaş alan profesyonel bir ordu kurması, ölüm fermanını imzalaması demektir!..

Bu konu son derece önemlidir. ABD gibi güçlü ve zengin bir ülkenin silahlı gücünün büyük bir kısmını "Milli Muhafız" adı altında işinin gücünün başında tutarken, Türkiye gibi fakir bir ülkenin orduyu paralı beslemesi onu Osmanlı Devleti'ne benzetecek, çöküşüne yol açacaktır.

Yapılacak şey tam tersidir!.. Yani, maaş alan asker sayısını arttırmak yerine, zaten sayısı gereksiz yere, NATO aşkına çoğalmış olan GENERAL, SUBAY, ASTSUBAY sayısını en az yarıyarıya azaltmak; asker sayısını da hem azaltmak, hem de askerlik süresini kısaltmaktır. Herkes bilir ki, 2 yıllık askerlik döneminde bile talimle geçen süre üç ayı bulmaz. Geri kalanında erler sadece "ayak işi" görürler. Erlere üç ay sıkı bir silah eğitimi, 3 ay da genel eğitim vererek terhis etmek; ancak sonradan her üç yıl da bir 15'er günlük devrelerle tekrar talime çağırmak; hem her an harbe hazır talimli bir orduya sahip olmamamızı sağlıyacak, hem de mevcut hantal, masraflı yapıyı değiştirecektir. İsviçre ve İsrail bu yüzden bu sistemi uygularlar ve birer küçük devlet olmalarına rağmen çok güçlü ordulara sahiptirler.

(8) - İsmail Cem, aynı eser. sf.63

(9) - Buna göre 20 milyon kılometre karede hükmünü sürdüren Osmanlı Devleti'nin yine de 2 milyon km. kareyi özel ellerde bıraktığı, bunun da şimdiki Türkiye'nin üç katı olduğun düşünülebilir. Ne var ki, verilen tarih Yavuz'un ölümünden 7 yıl, Mısır'ın fethinden sadece 10 yıl sonrasıdır. Yani, yeni fethedilen pek çok toprak henüz mevcut sisteminden Osmanlı sistemine geçiş uygulamasındadır.

Ayrıca bu fethedilen toprakların çoğu Güneydoğu Anadolu gibi dağlık, Arabistan gibi çöllük bölgelerdir. Ulaşması zordur, nüfus seyrek ve çok dağınıktır. İlkinde Kürt boyu aşiretleri, ikincisinde Arap kabileleri hüküm sürmektedir ki, bunlar birbirlerine de hasımdırlar. Bu bakımdan Osmanlı politikası gereği zorla değil de, uzun ve yumuşak bir geçişle MİRİ sisteme intibakı öngörülmüştür. Ne var ki, Kanuni döneminde başlıyan iktisadi bunalım, buna imkan tanımayacaktır.
İsmail Cem, aynı eser.
K. İnalcık, The Ottoman Empire, sf. ll0

(10) - Bu durum Marks'i bile etkilemiş, Osmanlı İmparatorluğu hakkında tam 18 makale yazmasına sebep olmuştur. "Asya Tipi Üretim Tarzı" kavramı bu makalelerin temel hareket noktasıdır. Bizim solcu yazarlar ne geçmişte, ne de şimdi Marks'ın bu makaleleri üzerinde durmamışlardır. Onlar Marks'ın "Das Kapital"ini bilirler, Paris Komünü'nü enine boyuna tartışırlar ama, yine Marks'ın Türkler hakkında yazdıklarını okumayı akıl etmezler.

(11) - DİN ile DEVLET İslam doktrininde BİR'dir, beraberdir. İslam sadece kişinin KÂMİL İNSAN olma yolunu gösteren bir rehber değil, aynı zamanda bir toplumsal DÜNYA GÖRÜŞÜ, devlet felsefesidir.

İslam'da temel ilke ADALET'tir. Bu kelime Kur'an-ı Kerim'de BİN defadan fazla geçer. İslam, sınıflaşmaya yol açan mülkiyete imkân tanımamıştır. Kur'an'a göre mülk ALLAH'ındır, insanlara ancak emanettir. İslam devleti sınıfsızdır. Renk, ırk, din, zenginlik, cinsiyet açısından insanlar "bir tarağın dişleri gibi" eşittirler. Devlet hiç bir sınıf veya zümre adına icraatta bulunmaz. Batı devletlerinden farkı budur.

(12) - İ. Hakkı Uzunçarşılı, aynı eser.

(13) - Filibe Sancakbeyi, Pir Ahmed adındaki kişiyi yakalamış ve sorgulamış özetle şu ifadeyi almıştır:

"Şahkulu Antalya kurbinde Yalumlu nam karyenin yanında bir mağarada olurdu. Dört kişi gittik. Herbirimize yirmişer davetiye verdi. Sefer Serez'e vardı, İmamoğlu Selanik'e vardı, Ben de Tacüddin, Şuca, Şeyh Çelebi, Ercanlı ve Muhittin halifelere kağıtlar verdim, (kendim de Filibe'ye geldim.)"
İ. Hakkı Uzunçarşılı, aynı eser.

(14) - Alevi kaynakları Yavuz'un 40.000 kişinin tümünü kestiğini öne sürerler... Bu doğru değildir. Ele başları, tarihlere "sofu kızılbaş" diye geçmiş müfrit Şah İsmail yanlıları katledilmiş, diğerleri hapsedilmiş, çocuk çoluğa ise dokunulmamıştır.

(15) - Bediüzzaman Mirza babasının 1506'da vefatından sonra biraderi Muzaffer ile Horasan tahtına oturmuş, kısa bir süre sonra Muzaffer vefat etmiştir. Ama o sırada bu topraklarda bir Özbek devleti kuran Mehmed Şeybani hücum ettiğinden, Bediüzzaman Şah İsmail'in yanına kaçmıştı... Yavuz kendisine saygı gösterip günde 1000 akçe ulufe bağladı. Bediüzzaman 1517'de İstanbul'da vefat etti ve Eyüb'e gömüldü.
İ. Hakkı Uzunçarşılı, aynı eser.

(16) - İdris-i Bitlisi 1450'lerde doğmuş, 1520'de ölmüş büyük Türk âlim, şair ve siyaset adamıdır. Eserlerini Arapça, Farsça ve Türkçe yazardı. Babası gibi Akkoyunlular'a hizmet etmiş, 1478'de tahta geçen Uzun Hasan'ın oğlu Yakub'a saray kâtipliği yapmıştır... 1491'e kadar bu görevde kaldı, 1501'de Şah İsmail Tebriz'i ele geçirince İstanbul'a göçtü. 2. Bayezid kendisine vakanüvistlik verdi, o da 30 ay içerisinde Heşt Behişt adlı eseri tamamlıyarak kendisine sundu. Padişahın imza ve mühürlerini basan nişancılık görevini de yapmıştır... l512 yılında hacca gitti ve orada bir yıl kaldı. Yavuz Sultan Selim tahta geçince kendisini İstanbul'a davet etti. İdris Bitlisi Şam'a ve Haleb'e uğradıktan sonra geldi... Çaldıran Savaşı'ndan sonra bir süre Tebriz'de kalıp vaazlarıyla halkı Osmanlı idaresine uymaya çağırdı. Daha sonra Diyarbakır ve diğer Güney Anadolu şehirlerinin ele geçmesinde hizmetlerde bulundu. Mısır seferinde de çok yardımı oldu. Oğlu Ebul Fazl da âlim bir şahıstı. Onun da pek çok eseri vardır.

İdris Bitlisi tıptan siyasete, dinden tarihe pek çok eser vermiştir. Kırk Hadis kitabı ile 8 padişahın hayatını anlatan Heşt Behişt'i pek meşhurdur. Kürt ayırımcılar kendisini ihanetle suçlarlar. Halbuki İdris Bitlisi hem Kürt asıllı vatandaşlarımızın varlığını korumuş, hem de beylerinin idaresini sağlamıştır. Eğer o olmasa idi, Kürtler de Yavuz'a karşı çıksalardı, belki Yavuz Mısır seferinde biraz oyalanırdı ama, Kürtlere vereceği ceza da Şah İsmail yanlılarına verdiğinden az olmazdı.

Kaldı ki, İdris Bitlisi Kürt değildir. Çünkü hiç bir Kürtçe eseri yoktur ve Türkçe'yi de sonradan öğrenmediğini belli edecek kadar güzel kullanır. Soyca da Kürt değildir. Sadece bölgedeki Kürtler üzerinde etkili bir kişidir.
Mehmet Bayraktar, Bitlisli İdris, Kültür Bakanlığı, Ankara, 1991
M. Şerif Fırat, Doğu İlleri ve Varto Tarihi, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1981

(17) - Bu olay şunu göstermektedir: Günümüzde yurt içinde ve yurt dışında Kürtçe konuşan insanların büyük çoğunluğu TÜRKMEN'dir!.. 500 yıl önceki batıdan doğuya göç ettirilen aşiretlerin torunlarıdır. Boy olarak ta Kürt değildir. Kaldı ki, geri kalan Kürtlerin bir kısmı Cengiz önünden kaçan Harzem ve Gur Türklerinden ibarettir... Bizim "Kürt boyu" dediğimiz kol ise, daha eskilere Gur-Guz Türklerine dayanır... Kürtlerin dili, birlikte yaşadıkları Arapların ve İranlıların etkisiyle değişmiştir ama, soy bakımından bizimle bütünleşmeye çalışan Bosna-Hersek Türklerinden daha yakın akrabalarımızdır.

Ancak belirtmek gerekir ki, bölgede "kürtleşenler" sadece TÜRKMENLER değildir!.. Araplar, Farslara ek olarak bazı Ermeni köylülerinin, hatta yahudilerin de kürtleştiği kabul edilmesi gereken bir gerçektir!.. Aslı TÜRK olan Berazan aşiretine yamanan yahudiler, sonradan Nakşıbendî tarikatine girmişler, bir süre sonra da sapıklıkları yüzünden bölgeden kavulmuşlardır. Mesut Barzanî işte bu yahudi kökenlilerdendir... Abdullah Öcalan ise, asıl adı Agop Artinyan olan bir Ermeni'dir. Ermenistan'da, Azerbeycan'da kendini "Ermeni Kürdü" olarak niteleyen hıristiyanlar vardır.

Kürt diye tanımlanan vatandaşlarımızın bu Ermeni ve Yahudi kökenli bölücülere kapılmamaları, onlar aracılığıyla Amerika'nın ve Avrupa devletlerinin oyuncağı, uşağı olmamaları gerekir.

Öte yandan, bakın, Kürt ayırımcıların yıllardır "başkent" diye kurmayı amaçladıkları Kürdistan'ın merkezi haline getirmeye çalıştıkları Diyarbakır için, Diyarbakırlı ZİYA GÖKALP ne diyor!..

Ziya Gökalp uzun araştırmalardan sonra tesbitlerini, 1922 yılında yazdığı bir makalede şöyle dile getirmiş:

"Diyarbakır şehrinde oturan halk, ta SELÇUKLULAR ve ARTUKOĞULLARI zamanından beri TÜRK'tür!.."

"Sonradan HARZEM TÜRKLERİ, AKKOYUNLU ve KARAKOYUNLU TÜRKMENLERİ de gelerek bu TÜRKLÜĞÜ arttırmıştır."

"Şehrin lisanı gösteriyor ki, Diyarbakırlılar TÜRK'tür!.."

"Buradaki kültür, en zengin TÜRK kültürüdür. Folklora dair topladığımız masallar, şarkılar, atasözleri, ilh. buna şahittir!.."

"Diyarbakır'da eskiden beri oturanlar TÜRK olduğu gibi, Bir kaç nesil evvel filan aşiretten yahut kazadan gelerek, buradaki TÜRK kültürüne göre terbiye almış ve ana dil olarak ilk çocukluğunda TÜRK lisanıyla konuşmaya başlamış olan bütün fertler de TÜRK'tür."

"İlk defa İstanbul'a gittiğim zaman, orada eskiden kalmış fena bir alışkanlığa bağlı olarak bütün Karadeniz halkına Laz, bütün Suriye ve Irak halkına Arap, bütün Rumeli halkına Arnavut dedikleri gibi; bizim gibi doğu vilayetleri halkından bulunanlara da Kürt milliyetini yakıştırdıklarını gördüm."

"Hakikati bulabilmek için, bir taraftan TÜRKLÜĞÜ, bir taraftan Kürtlüğü tetkike başladım."

"Diyarbakır şehrinde ana dil TÜRKÇE olmakla beraber, her fert biraz Kürtçe bilir."

"Lisanda bu ikilik, iki şekilde açıklanabilirdi:

- Ya Diyarbakır'ın TÜRKÇE'si, bir KÜRT TÜRKÇESİ idi...

- Yahut Diyarbakır'ın Kürtçesi, bir TÜRK KÜRTÇESİ idi!.."

"Lisan tetkiklerim gösterdi ki, Diyarbakır'ın Türkçesi; Bağdat'tan Adana'ya, Baku'ya, Tebriz'e kadar uzanan tabii bir lisandan, yani AKKOYUNLU ve KARAKOYUNLU TÜRKLERİ'ne mahsus bulunan AZERİ lehçesinden ibarettir!.. "

"Bu lisanda hiç bir sun'ilik yoktur."

"Diyarbakırlıların sınırlı kelimelerden ibaret olarak söyledikleri Kürtçe'ye gelince, bu lisanın köylerde konuşulan Kürtçe'den farklı olduğunu gördüm."

"Zaten bir çoğunun bildiği Kürtçe kelimeler "gel, git" gibi bir kaç tabire inhisar eder!..."

"Bu lisanı yalnız Kürtler ile konuştukları zaman kullanırlar. Boşlukları TÜRKÇE kelimelerle doldururlar."

"Kendi aralarında YALNIZ TÜRKÇE konuşurlar!.."

"Kürtçe Farsça'nın akrabası olduğu halde, dilbilgisi itibariyle hiç ona benzemez!.".

"Çünkü, Farsça'da bulunmadığı halde; Kürtçe'da hem erkeklik ve dişilik, hem de Arapça'da ve Latince'de olduğu gibi kelime sonunda harf değişmesi vardır." (Yani Kürtçe kelime açısından olduğu gibi, gramer açısından da Hint-Avrupai-Sami-Turani dillerin bir karışımıdır, bu da bölgesel özelliğinden gelir...Yazarın notu)

"Diyarbakırlılar Kürtçe'nin erkeklik-dişilik, harf değişmesi kaidelerini tamamiyle atıp, Kürt sentaksını TÜRK dilbilgisine uydurarak sun'i bir Kürtçe icat etmişler!..."

"Linguistik bakımdan gayet mühim olan bu vakıa, Diyarbakırlıların TÜRK olduğunun en büyük delilidir!.."

"Diyarbakırlılar'ın TÜRK olduğunu ispat eden delillerden birini de mezhep sahasında buldum."

"Diyarbakır'ın hakiki halkı bütün TÜRKLER gibi Hanefi'dirler... "

"Kürtler ise umumiyetle Şafi'dirler."

"Doğu ve Güney vilayetlerimizdeki bütün şehirlerin halkı Kürtçe'yi Diyarbakırlılar gibi bozarak konuşurlar."

"Hanefi olmak alametiyle de Kürtler'den ayrılırlar."

"Irkça TÜRK olmadıkları halde, terbiye ve kültür bakımından tamamiyle TÜRK ruhuna sahip; ve saadetlerimiz gibi felaketlerimize de ortak bir çok dindaşımız vardır (Araplar, Acemler gibi)."

"Aldıkları terbiye dolayısiyle bunlar, TÜRK cemiyetinden başka hiç bir millet içinde yaşıyamazlar."

"Bunları TÜRKLÜĞÜN dışında saymak, milliyetin ilmi mahiyetini bilmemekten ileri gelir."

"Dedelerimin Kürt ve Arap muhitinden geldiğini anlasaydım, yine TÜRK olduğuma hüküm vermekte tereddüt etmezdim!.."

"Çünkü MİLLİYETİN YALNIZ TERBİYEYE DAYANDIĞINI sosyal incelemelerimle ANLAMIŞTIM!.."

(Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri, sf.228-232)

Başka söze gerek var mı?..

(18) - Memlük veya Kölemen, bu devleti kuranların eskiden köle olduğu için verilmiş bir addır. Gerçekten de Memlükler, Cengiz oğulları zamanında (1250ler) Moğolların tutsak edip Venediklilere sattığı ve Mısır'a gönderilmiş Kıpçak kölelerin, kendilerini gösterip devlet hizmetlerinde yükselmeleri, sonunda bir hanedan kurmaları ile meşhurdurlar. Bu Kölemenler Türkmen ve Çerkez diye ikiye ayrılır.

(19) - Askerlik sanatında TOPOĞRAFYA en önemli konulardan biridir... STRATEJİ ve TAKTİK ancak TOPOĞRAFYA bilinirse, işe yarar.

TOPOĞRAFYA, ARAZİ ŞARTLARI DEMEKTİR!.. Değişmeyen özellikleri kapsar. DEĞİŞMEYEN şartları bilirseniz, DEĞİŞEN özelliklerden yararlanır, savaşı kazanırsınız. dATATÜRK bunu çok iyi bilirdi. YAVUZ SULTAN SELİM'in de çok iyi bir asker olduğunu buradan anlıyoruz.

(20) - Muhiddin-i Arabî gerçek bir ermiştir. Futuhat-ı Mekkiyesinde bazı kehanetlerde bulunmuştur.

İza dahale sin veş-şin
Kad zahare kabr-i Muhiddin

demesi meşhurdur. "SİN", "ŞİN"e girdiğinde Muhiddin'in kabri ortaya çıkacaktır anlamındaki bu beyit, SELİM'in ŞAM'a girip Muhiddin-i Arabî'nin kabrini bulacağına işaret etmektedir.

(21) - TÜRKLER'in DEVLET olarak FEDERASYON ve KONFEDERASYON şeklinde teşkilatlanmaları çok eski tarihlere uzanır. Büyük araştırmacı KÂZIM MİRŞAN eserlerinde bunlarınadlarını, yerlerini, birbiriyle olan bağlantılarını çok güzel anlatır.

(22) - Bu FEDERASYON sistemi bugün bile TÜRKMENİSTAN'da uygulanmaktadır. TÜRKMENİSTAN'da 5 aşiretten oluşan bir birlik bşında da TÜRKMENBAŞI vardır.

(23) - Papa 2. Jean Paul 1992 Noel'i sebebiyle yaptığı geleneksel konuşmada şöyle demiştir:

- "Komünizm devrildi, dine inanmıyan totaliter sistem çöktü. Yerini hangi sosyal doktrinin alacağı belli değildir. Ancak çöken sistemin yerine Kapitalizm'i düşünmek çılgınlık olur!.."

Bunun üzerine Vatikan papazları güçlenmekte olan İslam'a eğilmişler, özellikle Türkler'e ilgi göstermeye başlamışlardır. Hatta bazı din-tarikat ileri gelenlerini davet edip görüşlerini almışlardır. Bu konuda İsmet Bozdağ'ın Üçüncü Çözüm adlı kitabı kayda değer.

Ancak şunu da unutmamak gerekir ki, Papa hazretlerinin ve Hıristiyan Batı dünyasının bu ilgisinin altında, kendi zalim ve emperyalist politikalarının tek rakibi olarak İSLAM'ı görmeleri yatmaktadır. Nitekim 1992 yılından sonra MİSYONERLİK faaliyeti son derece artmış, BALKANLAR, KAFKASYA, ORTAASYA, ORTADOĞU ve RUSYA'nın içlerine kadar hızla ve etkin bir şekilde yayılmıştır.

***
  • ÖNEMLİ SAYFALAR: NOTLAR - 6B , NOTLAR , YAVUZ SULTAN SELİM VE SONRASI , TABLOLAR , KAYNAKLAR , SİTEMİZDEKİ SAYFALAR