Vatikan’ın
bilinmeyen yüzü..!
Bu iddia ilk kez İS
217-220 yılları arasında Doğu Roma İmparatoru Domitian`ın bilge eşi
İmparatoriçe Julia Domna`nın imparatorluk arşivindeki belgeleri
vererek Flavius Philostratus adlı ünlü bir yazara hazırlattığı
kitapta ortaya atılmıştır. Kitapta, Tynalı Apollonius`un yardımcısı
Ninovalı Damis`e emanet ettiği yazıları ve gezi notlarıyla mektupları
belgeleriyle açıklanmıştı. Buna göre İsa ile aynı tarihte doğmuş
olan bu kişi, çeşitli mucizeler yapmış, bir şifacı ve büyü üstadı
olarak tanıtılmıştır. Kitapta, Apollonius`un yaşadığı dönemde ve
Flavius`un günlerinde ‘insan suretindeki tanrı` adıyla tanındığı
vurgulanmıştı.
Nedir ki Apollonius`un yaşamı ve eserleri , İS 325 yılında İmparator
Konstantin tarafından toplanan 1. Ekümenik Konsil`de alınan gizli bir
kararla Plagiarisma (İntihal) yoluyla İsa Mesih`e atfedilmiş ve Anadolu
Ermiş Kilise tarafından adı ve eserleri ortadan kaldırılarak tarihten
silinmiştir.
16.Yüzyıl`da başlayan Reform Hareketi sırasında Apollonius`un yaşamı
ve eserleri özellikle Arap bilim adamları tarafından yeniden gündeme
gelmiştir. Apolonius`un Arapların arasında yaşadığı ve burada
Balinius adıyla tanındığı özellikle ünlü matematikçi Razi ve
kimyanın kurucusu kabul edilen İbn-i Hayyan tarafından yazılmış
kitaplarda uzun uzadıya anlatılmıştır.
Kilise bütün bu yayınlara karşı apollonius`un çok tehlikeli bir Okültist,
Gizli İlimler üstadı olduğunu ve İsa`dan üstün olmadığını söylemekle
yetinmiştir. 20.Yüzyıl`a gelindiğinde yaklaşık 300 kadar kitap yayınlamış
ve bunlarda da Apollonius`un Hıristiyanlığın gerçek kurucusu olduğu
belirtilmiştir. 1954`de ABD`de Alice Weston imzalı kitap bu tartışmayı
daha da alevlendirmiş ve İncil araştırmalarında tartışılmaz gerçeklik
olarak kabul edilen İncil metinlerinin aslında tamamen ilk dönem Kilise
Babaları tarafından uydurulmuş yalanlar oldukları ve İsa`nın
‘sanal` bir roman roman kahramanından daha fazla bir anlam ve önemi
olamayacağı bilimsel ve arkeolojik bulgularla ilkin akademik çevrelerde
sonra da basında tartışılmaya başlanmıştır.
Tarihte çok az kitap, yüzyıllar boyu sürecek tartışmaların kaynağı
olmuştur. Flavius Philostratus`un yazdığı ya da Damis`in tuttuğu
notlardan ve İmparatoriçe Julia Domna`ya iletilen belgelerden derlediği
‘` Tyanalı Apollonius`un Yaşamı ‘` böyle bir tartışmanın odağı
olmuştur. Bu kitapta verilen bilgilere göre, Tyanalı Pagan Apollonius`un
yaşamı ile Yahudi asıllı İsa Mesih`in yaşamı nerdeyse birebir çakışmaktadır.
Şöyle ki Flavius`un yazdığına göre, Apollonius günümüzün
takvimiyle hesaplanınca, İ.Ö. 4. yılında Tyana kentinde doğmuştur.
Tyana, birinci yüzyılda Kapadokya`daki en ünlü ve gelişmiş pagan
yerleşim alanlarından biri, belki de birincisiydi. Batısında Galetia (
Konya ve çevresi ), doğusunda Armenia, güneyde Kilikya, kuzeyde Pontus
ile komşuydu. Tyana, günümüzde Niğde`nin Kemerhisar ilçesidir.
Tyana, Kilikya Boğazı denilen bir geçitte Pozantı`ya ( Podandus ) ve
oradan da Tarsus ve Adana`ya bağlıydı. Bu iki kentte o dönemde en az
Edessa ( Urfa ) ve Carrhae ( Harran`ın 1.yy`daki adı ) kadar gelişmiş
ve uygarlaşmış kentlerdi. Ama Kapadokyalılar, o yıllarda olduğu
gibi, ilginçitir, 10.yy`da da gözükara, kaba, dikkafalı,söz dinlemez
cesur gibi sıfatlarla anılıyorlardı. Öyle ki, 10.yy`da saray geleneğinde
Kapadokyalı demek sert, hoyrat, kabadayı demek anlamına geliyordu.
Apollonius`un doğum tarihi ile İsa`nın doğum tarihi, kuvvetle
muhtemelen aynıdır. Katolik Kilisesi ile diğer kiliseler arasında bu
konuda sorun vardır.
Flavius`un kitabından öğrendiğimize göre Apollonius, çok varlıklı
ve kültürlü bir ailenin çocuğudur.ataları Tyana`nın kurucularındandır.
İyi bir eğitim ve öğrenim görmüştür. On altı yaşına geldiğinde
ailesinin isteği üzerine o dönemde eğitim merkezi sayıaln Tarsus`a
gitmiş ve buradaki Pisagorcu/Apollo`ya bağlı kişilerle tanışmış ve
onların öğrencisi olmuştur. Aynı yıllarda, daha genç olarak Aziz
Paul da Tarsus`ta eğitim ve öğrenim görüyordu. Bir Yahudi Farisi
mezhebinin öğretilerine göre, diğeri de Roma İmparatorluğu`nun asli
dinsel sistematiği olan Paganizm‘e göre eğitilmişlerdi. Aziz Paul da
Tarsus`un yerlisi, zengin bir ailenin iyi eğitim görmüş bir çocuğuydu.
Daha sonraki hayatında kendisini, tutucu Farisiler`in ‘en‘ tutucu
Farisisi olarak tanımlamıştır. Apollonius ile Paul`un Tarsus`ta tanışıp
tartışmış olmaları muhtemeldir. Ancak kesinlikle ‘olmamıştır`
denilebilecek bir gerçek vardır. İkisi de, tüm yaşamları boyunca İsa`yı
hiç görmemiş ve tanımamıştır.
Aziz Paul ileriki yaşlarında, başlangıçta çok karşı olduğu, İsa
Mesih olayını yaymayı üslenmiş ve dört Evangelist`in Gospeller`ini
vaaz etmeye başlamıştır. İlginç olan, şu ünlü Lazarus olayıdır.
Dördüncü Gospel`in yazarı John –ki bunu onun yazdığı belli değildir-
İsa`nın Lazarus adlı bir genci ‘öldükten sonra dirilttiğini` yazmıştır.
( Not: Neredeyse bu Lazarus ve diğer ‘sözde` dirilenler, daha sonra
tekrar ölmüşler ve bu kez yanlarında İsa olmadığı için, bir daha
dirilmek şansını yakalayamamışlardır. )
Bu masalda garip olan, John`un son Evangelist olması ve Gospeli`ni İsa`nın
ölümünden ( İS yaklaşık 27-29 yılları ) 60 yıl kadar sonra yazmış
olmasıdır. Oysa Claude-Carrierre`nin de belirttiği gibi, ilk Gospel`in
yazarı Matthew, İsa`nın hep yanında yer almıştı. Her zaman onunla
beraber olmuş he zaman ona yakın olumuştu ama kendi Gospel`inde, böylesine
inanılmaz bir olaydan tek satırla dahi söz etmemişti.İlginçtir ki,
Katolik Kilisesi Apollonius`u karalamak için onun ‘cinlerle` uğraşan,
şifa getirmek amacıyla ‘cinleri` kovan bir büyücü olduğunu yüzyıllardır
yinelemektedir.
İsa`nın Lazarus`u Öldükten Sonra Diriltmesi
Katolik Kilisesi`ne göre Pagan Apollonius, ‘cinlerle` konuştuğu ve
onları yönlendirdiğini öne sürmüş bir ‘Sahte Şifacı`dır.
Nedirki, o dönemde ‘Cin` ilmi (Demonology) ile sadece Paganlar uğraşıyorlardı.
Yahudilerde böyle bir uygulama ve inanç yoktu, olamazdı. ‘Cin Kovma`
(Exorcism) Paganlara özgü bir ‘Şifa` yöntemiydi. Bugünkü tanımlarla
söylersek bir tür ‘Ruhsal terapi` ve psikolojik danışmanlık ve
‘ruhsal sağım`dı.
Doğrudur, 1.yy`da bu dalda da en ünlü kişi Apollonius idi. Şaşırtıcı
olan tamamen Paganlara ait olan bu uygulamanın tıpkısı günümüzün
Katolik Kilise`sinde ‘resmen` vardır ve rastlantıya bakın ki, yüzyıllardır
Kilise`ye bağlı sofu Katolik Papazlar, Kilise`nin gizli bölümlerinde
‘cin kovmakla` meşguldüler. Katolik Kilisesi`nde resmen ‘Cin Kovma
– Cin Çıkarma` dairesi vardır. Ve adı da ‘Athenaeum Pontificium
Regina Apostolorum`dur. Burada deneyimli papazlar, tıpkı Pagan
Apollonius`un yaptığı gibi, ruhsal bunalımlar geçirmekte olan
hastalarını ‘zapt` etmiş olan cinleri (Demos) çıkartmakta yada
kovmaktadırlar. Şu farklı ki, Apollonius bunu Hindistan`da, Mısır`da
ve Askelipos`ta öğrendiği yöntemle ‘Doğa` adına yapmıştı.
Katolik Papazlar, Konstantin`in emriyle ‘Devlet Tanrısı` yapılmış
olan İsa Mesih ve O`nun olduğu söylenen Kutsal Kitap İncil adına
yapmaktadırlar. Papazlar neyin adına yapsalar da sonuç bir Pagan pratiğinin,
Katolik Kilisesi tarafından gasp edilerek kendisine mal edilmiş olduğu
gerçeğini değiştiremez.
3.yy`da yaşamış filozoflardan Apoleis ve ünlü Lactantius`un hocası
Amobius, Apollonius`un, Musa ve Zerdüşt gibi bir kişi olduğunu yazmışlardı.
Gerçekten de, Yeni Ahit bölümünde anlatılanların nerede ise tamamını
Apollonius da yapmıştır. Garip ama gerçektir ki, Apollonius`un doğumunda
onun yeryüzüne Apollo`nun oğlu olarak gönderildiği söylenmiş,
Philostratus da bunu nakletmiştir. Yazar bunun o dönemin kahinlerinin
yaptıklarını /söylediklerini ‘ Oracle`lardan kaynaklandığını
belirtmiştir.. Apolonius ‘DA` (Deus Absconditus) rastlantı bu ya, tıpkı
İsa Mesih gibi mabedleri ve tapınakları dolaşmış ve buradaki ‘çarpık
ve yoz` dinsel öğretileri eleştirmiştir. Bir farkla ki İsa, Yahudi
sinagoglarını, Apollonius ise Pagan tapınaklarını gezmiş ve eleştirmiştir.
Apolonius ‘DA` tıpkı İsa gibi, faizci ve rüşvetçi tefecilerle tartışmış
onların insanlara insanlara zulüm ve acı getirdiklerini söylemiş ve
onlaın kentlerde ve de özellikle mabedlerden çıkartılmalarını
istemiştir. İncil`de İsa`nın sinagogun avlusundaki tefecilerin para
masalarını nasıl devirdiği anlatılmaktadır. Apollonius her gittiği
kentte bu kişilerle tartışmıştır.
Tıpkı İsa Mesih gibi, Apollonius ‘DA` (Deus Absconditus) insanlara kötü
huylarından vazgeçerlerse, kendilerine yeni bir yaşam verileceğini muştulamıştır.
Bir farkla ki, İsa bu yeni ve ‘ölümsüz` yaşamın kendisinden geleceğini
söylemiş -yada Kilise babaları onun ağzından söylemişler-
Apollonius ise bunun Pagan Tanrıları tarafından verileceğini öne sürmüştür.
Tıpkı İsa Mesih gibi, Apollonius da ‘yeryüzünün` tüm imkanlar için
olduğunu hiçbir zalimin ve/veya tiranın yeryüzüne ‘El` koyamayacağını
ve insanları köleleştirmeyeceğini vaaz etmiş ve insanları zalimlere
karşı çıkmaya çağırmıştır. Bir farkla ki, İsa Apollonius gibibu
çağrısının arkasında durmamış ve gösterdiği cesaretsizlik
nedeniyle Yahudilerin umutla bekledikleri ‘mesih` olabilme şansını
yitirmiştir. Apollonius ise zindanda bile çağrısını yinelemekten çekinmemiştir.
Tıpkı İsa Mesih gibi Apollonius ‘DA` konuştuğu zaman Peygamber yada
W.C: Frend`in deyimiyle bir ‘Yasayapıcı` (Lawgiver) gibi konuşmuş ve
söylediklerinin uygulanmasını yanlışların düzeltilmesini,
hatalardan dönülmesini, sağlamak istemiştir. Bir farkla ki,İsa`nın
vaaz ettikleri, muhtemelen 10/15 kişi tarafından hayata geçirilmiş,
Apollonius`un sözleri ise tüm Pagan dünyasında yankılanmış ve
hayata geçirilmiş. Bunların hayata geçirilmesinde, krallar,
imparatorlar, Apollonius`un işaret ettiği yanlışların ve hataların düzeltilmesinde
ondan sözünü dinleyerek özel emirler ve fermanlar yayınlamışlardır.
Örneğin bir Pagan geleneği olan ‘kurban` edilmesinin yanlış olduğunu
ilk kez Apollonius tarafından dile getirilmiştir.
Olayın özü şudur: İncil`in Yeni Ahit bölümünde İsa Mesih`e
atfedilen birçok özellik, mucizeler de dahil ‘intihal` izlemini
vermektedir. Bunların birçoğu, İsa`nın ağzından çıkmamış sözlerdir.
Bunların birçoğu, İsa`nın ağzından çıkmamış sözlerdir. Bunların
bir çoğu İsa Mesih tarafından yapılmış işler ve mucizeler değildir.
İsa nasıl ki, babasız doğarak ‘Baba Tanrı`nın Oğlu` yapılmışsa
‘Tanrı Oğlu` yapmak fikri İncil`den en az 1000 yıl önce
Hindistan`da ve Mısır`da uygulanan bir gelenekti. Ölü Deniz`de
bulunan`Oumran` belgelerinde İsa`nın da kuvvetle muhtemelen esinlenmiş
ve etkilenmiş olduğu Esseneler, İÖ 200 yıllarından beri ‘ Seherin/
Şafak`ın Oğlu/Oğulları` (bene ha-shahar) ile ‘Işığın Oğulları`
ayrımını yapıyorlardı. Eldeki okunmuş belgelere göre, Esseneler`in
Belletici Öğretmeni (maskil) henüz belirli olgunluğa gelerek / ulaşarak
‘Işığın Oğlu` olmamış genç tilmizlere ‘Seher`in Oğulları,
burada öğrendiklerimizi tam olarak uygularsanız, yeniden yaşam yoluna
dönersiniz` diyerek onları uyarırdı, gelenek böyleydi. (and returned
to the path of life) . Gerçekte İncil`de kendini gizleyen, gözlere gözükmeden
İncil`in sayfalarından dolaşan ‘Deus Absconditus` ( invisible God)
gmze görünerek bu sayfalarda ‘Dolaştırılmış` olan İsa Mesih değil,
doğrudan doğruya Apolonlius`tur, denilse yanılgı olmaz kanısındayım.
İncil`de adı geçen tam on Meryem vardır ve bunlardan İsa`nın annesi
olarak gösterilen ‘Bakire Meryem` dışındakilerin kimlikleri koyu bir
sis perdesinin ardına saklanmıltır. Bu on Meryem`den hangisinin Maria
Magdelana olduğu da belli değildir.Hatta Maria Magdelan`nın, İsa`yı
yetiştirmiş olan bir süt anne olduğu bile iddia edilmiştir.
İsa Mesih, annesini dışında tutarsak bu dokuz Meryem`den biriyle gerçekten
de evlenmiş miydi. Acaba? Günümüzde çok bilinenve tartışılan bu
konu Hıristiyanlığın 2000 yılına damgasını vurmuştur. Bu tasarınmsal
evlilik konusunda daha ilk yüzyıldan başlayarak kitaplara konu olmuş
sayısız tartışma yaşanmıştır. Şimdi kısaca bu tartışmalardan
bazılarını görelim.
İlkin İncil`de yer alan şu on Meryem`i görelim. Bunlar sırayla, İsa`nın
annesi Kutsal Bakire Meryem, Havari James`in annesi Meryem, Evangelist =
İncil`in dördüncü kitabının yazarı Yuhanna`nın (John) annesi
Meryem, kim olduğu bilinmeyen esrarengiz bir kadın olarak kalan ve
sadece ‘Öteki` (Other) diye tanıtılan Meryem, fahişe Meryem, Mary
Jacoby diye adı ve soyağacıyla belirtilmiş olan Meryem, Maria
Magdalena (Mecdelli Meryem), Mark`ın yazdığı ikinci kitapta adı geçen
Bethany`li Meryem ve son olarak da Mısırlı Meryem`dir. İlginçtir ki
16.yy`da iki Meryem daha eklenmiştir bu listeye.
El Greco`nun Mecdelli Meryem Tablosu
Şöyle ki, İsa`nın annesi Meryem`in annesi Hannah (Anna) İncil`de
anlatıldığına göre kısırdı. Bu aynı zamanda tüm Kutsal Kitap`taki
beşinci kısır kadındır.Daha sonra, Tanrı`nın lütfuyla hamile kalıp
Meryem`i doğurmuştur. 16.yy`da bu klasik anlatım bir hayli tartışılmış
ve bazı din adamları bunun doğru olmadığını ,üçüncü yüzyılda
uydurulduğunu ve amacın da İsa`nın annesine kutsiyet atfedebilmek için
Kutsal Kitap`taki Abraham (İbrahim Peygamber) ve eşi Sarai`yi örnek
alarak Hannah`ı da kısır yaptıkları şeklindeki iddiaydı. Özellikle
Protestanlığın ilk kuruluş yıllarında ortaya atılan bu iddiaya göre
Hannah kısır değil tam tersine üç evlilik yapmış ve her kocasından
bir kız çocuk evlat edinmiş ve içinüde Meryem adını vermişti. İsa`nın
annesinin bu hesaba göre kendisinden yaşça çok genç neredeyse İsa
ile yaşiı iki de ‘Bebek Teyzesi` vardı. Protestanlar bu nedenle
Bakire Meryem`e hiçbir kutsiyet atfetmezler ve onun sadece Tanrı`nın
‘Biricik` Oğlu`nun yeryüzüne gönderilmesinde kullanılmış bir araç
daha doğrusu bir tekne (=Vessel) olduğunu öne sürerler.
Bu on iki Meryem`den Mısırlı ve Bethany`li Meryemler 17.yy`dan itibaren
Maria Magdelena il özdeşleştirilmişler ve bazı din adamlarına göre
bu şekilde anılmışlardır. Nedir ki bu konuda tam bir anlaşma sağlanabilmiş
değildir. Bunlara ek olarak yine bu oniki içinde yer alan ve toplumsal
statüsü itibarıyla Yahudi cemaatinde daha üst bir düzeyde olan Haham
Cleophas`ın eşi Meryem vardır . Bu Meryem de İncil araştırmacıları
için bir sorundur. Çünkü bunun işte yukarda sözünü ettiğim Hannah`ın
iç kızından biri olma olasılığı vardır.. Bu durumda İsa`ya en çok
karşı çıkan Haham`ın karısı İsa`nın küçük teyzelerinden biri
olmaktadır. Özellikle de 20. yy`da yapılan bilimsel araştırmalara göre
İsa`nın tabii eğer böyle birisi yaşadıysa evlenmiş olabileceği
Meryem`in, Maria Magdelena olması gerektiği konusunda genel bir kabul
vardır. Tinede bazı araştırmacılar evlilik adayı olarak Bethany`li
Meryem`i de göstermektedirler. Onlara göre Maria Magdalena ile Bethany`li
Meryem iki ayrı kadındırlar ve ikiside İsa il evlenmek istemişlerdir.
Çok gerilere gitmeden çağımızdaki yartışmalara bakarsak İsa`nın
‘Evlilik` yapıp yapmadığı sorunu ile doğrudan bağlantılı ilk
blimsel çalışmanın 1970 yılında Protestan ilahiyatçı William E.
Phipps tarafından gerçekleştirildiğini görüyoruz. Bu Protestan
ilahiyatçı 20. yy`daİsa`nın evli olup olmadığını sorgulayan ve
‘Evli` olduğunu öne süren ilk akademisyendir.. Prof. Phipps, kitabında
ilk dönem Kilise Babaları`ın bu gerçeği örtbas ederek İsa`ya Tanrısal
bir görev (Mesihlik) atfedebilmek için onu ‘Evlilik ve Kadın` düşmanı
gibi takdim ettiklerini iddia etmiştir.. Gerçekten de İncil ‘in Herüstik
vr Hermeneutik ( iki ayrı bilimsel okuma yöntemi) okumalarında İsa,
gerçekte olmadığı ve olamayacağı kadar evlilik aleyhtarı ve kadın
düşmanı gibi sunulmuştur. Özellikle de Aziz Pavlus (Paul ) tarafından
yazılan metinlerde kadınlardan uzak durulması istenmiş ve ilginçtir
ki kadınların Kilise`ye geldiklerinde en arkada ve başları ve yüzleri
örtülü olarak sessizce oturmaları istenmişti. Yine Aziz Paul`un koyduğu
bir kurala göre kadınların kutsal metinlere el sürmeleri ve kutsal
kabul edilen objelere yaklaşmaları yasaklanmıştır. Bu öylesine sert
uygulanmıştı ki, Hıristiyan kadınlar yözyıllarca İncil`i okuyamamışlar
ve ona el sürememişlerdi. Bu saçma yasağı kaldıran ilginçtir ki,eşlerini
öldürmekle ünlenmiş olan İngiltere Kralı VIII. Henry olmuştu.
VIII. Henry, Katolik Kilisesi ile bağlarını kopartarak bağımsız bir
Kral olabilmek için mücadele etmişti. Ve ilk kez bu kral kızını karşısına
oturtarak tüm saray mensuplarının önünde Papa`nın yasağını kaldırdığını
ve kızının (Elizabeth) İncil`i tutarak okuyacağını açıklamıştır.
Böylelikle İncil`in kadınlar tarafından okunabilmesi ilk kez 16.yy`da
önce İngiltere`de sonra da yavaş yavaş Avrupa`da yaygınlaşmıştır.
İncil`de Mecdelli Meryem`in adı pişman olmuş fahişe olarak geçer.
Buna göre, İsa bir gün havarileriyle dolaşırken mesleğini icra
etmekte olanbu kadına rastlar ve ona hiçbir söz söylemeden bir süre
bakar. Kadın (MM) birden silkinir ve fahişeliği bırakarak İsa`nın
aradıkları arasına katılıverir. Bu İsa`nın mucizelerinden biri
olarak gösterilmiştir. Oysa özellikle 1960 ‘dan sonra Harvard`lı
ilahiyatçılar bu fahişelik meselesinin de tıpkı diğer bir çok
uydurma gibi İncil`e sonradan ve özellikle de İmparator Konstantin
‘in isteği ile kararlar almış olan İznik Konsil`yle birliktr eklendiğini
saptamışlardır. Bu ilahiyatçılara göre Mecdelli Meryem, bırakın
fahişe olmayı, gizli bir ezoterik örgütün ‘Baş Rahibelerinden
biriydi.Dahası İsa`nın bilmediği birçok sırrı bu Meryem İsa`ya
aktarmış ve onu hem eğitmiş hem yönlendirmişti. Bu iddia özellikle
İngiliz ve Amerikalı kadınlı erkekli çok geniş bir ilahiyatçılar
topluluğu tarafından savunulmaktadır. Vatikanise onların bu istekleri
ve iddiaları karşısında şimdilik sessiz kalmayı her zamanki gibi seçmiş
görünmektedir. Yine de İncil`in düzeltilmiş yeni basımının hazırlandığı
şu dönemde hiç değilse İsa`nın annesi Meryem`in hamileliği ile
ilgili bazı düzeltmelerin yapılacağı tahmin edilmektedir.
Mecdelli Meryem`in, fahişe değil gizli bir- Mısır kökenli ve İsis çıkışlı-
örgüt üyesi olduğuna dair kanıları güçlendiren belgeler 1947`de n
sonra bulunan ve /veya ortaya çıkartılan bazı ilk dönem İncillerinden
ve yine o yıllarda yazılmış olan bazı gnostik İncil`lerden
kaynaklanmıştır. Bunların en önemlisi işte bu yeni bulunan
‘Mecdelli Meryem İncili`dir. Klasik İncil`de fahişe olarak tanıtılan
bu Meryem`in Gnostiklerce yazılmış olan yaşamında bambaşka bir
profil vardır. Bu incilerde Meryem ‘Dişil İlkeyi` (Sofya=Hikmet)
temsil eden bir tür Bilge Kadın ve Baş Rahibedir. Bu iddia İncil
terminolojisi ve literatüründe için çok tehlikeli bir belgedir. Çğnkğ
İznik Konsili`nde İsa, ‘ Logos` adı verilerek ‘tanrı`nın Kelamı
ve Hikmeti` yapılmıştı. Dolayısıyla dişil ilke ‘Eril=Logos` yapılarak
İsa`ya mal edilmişti.
Bu Gnostik İncil`den sonra 1990`larda bu kez bir de ‘Gerçek` Markus İncil`i
bulundu. Kısaca ‘Markus`un Gizli İncil` diye bilinen bu metinlerde de
Bethany`li Meryem`in İsa ile olan ilişkileri anlatılmıştı. Klasik İncil`de
anlatılanlardan çok farklı olan bu anlatımda ayrıca ‘Öteki` diye
adlandırılan kişi olan esrarengiz Meryem`in İsa`ya yardım için uzak
bir yerden gönderildiği şeklinde pasajlar vardır.
Kısacası klasik anlatımda yer alan fahişelik olayı ‘kadın düşmanı`
Kilise Babaları`nın bir uydurmasıdır, diyebiliriz. Kaldı ki, kesin
olan Mecdelli Meryem`in ve / veya Bethany`li Meryem`in İsa`nın gömüldükten
sonra mezarının ‘Boş` olduğunu gören ilk kişi olduğudur.. Gnostik
yazarlara göre ise Üç Meryem bunu birlikte görmüşlerdir. Üçüncüsü
Havari James`in annesi Meryem`dir. Bu sonucu Meryem`in ardında İncil`deki
‘En` esrarengiz kişi sayılan zengin ve kültürlü bir Yahudi vardır..
Bu esrarengiz adam, Joseph Arimeteadır. Gerçekte İsa`nın gömülmesi için
yapılan mezar bu adama aitti ve Meryemler`in ‘Boş` buldukları mezar
buydu – çünkü Joseph Arimetea ölmemişti ve İsa`nı bedenini Çarmıh`tan
indirme hakkını Romalı garnizon komutanı ona vermişti.
Joseph Arimetea ‘yı ilginç ve esrarengiz yapan husus adının
Havariler arasında geçmemesine rağmen Dört İncil`de de (Gospellerde)
Tartışmasız geçmesi ve dördünde de hiçbir değişiklik yapılmadan
aynı şekilde zikredilmesindedir.
Adıyla ve sanıyla anlatılan bu adam kimdi? Romalı Komutan, İsa`nın
Çarmıh`tan indirilme hakkını – bu o dönemde çok önemliydi- niçin
İsa`nın annesine ve havarilere değilde bu adama vermişti. Bu sorular
çok önemlidir. Çünkü İsa`nın Çarmıh`tan erken ve henüz ÖLMEMİŞKEN
indirilmiş olması olasılığı vardır. Bunu bilen tek kişi işte bu
Arimetea idi. İlginç olan Arimetea`nın İsa`yı idama gönderen Yahudi
Yaşlı Yargıçlar Kurulu Sanhedrin`in ‘En Saygın` Baş danışmanı
olmasıdır. Gnostik İncil`lere göre , Arimetea, İsa`yı henüz ölmeden
Çarmıh`tan indirmiş ve İsa kendisine çok gizli bir sır vererek onun
bu sırra uygun davranmasını istemiştir.
VATİKAN`IN GİZLİ YÜZÜ
Gnostik İnciller`de anlatıldığına göre Arimetea`ya akratılan sır,
İsa`nın kanıyla ilgilidir. Arimetea bu nedenle bir kase alıp İsa`nın
kanının bir kısmını toplamıştır. İsa`nın eşini ve çocuğunu
alarak İngiltere`ye giden Arimetea soylular tarafından korunmuştur.
Kral Arthur ve Şövalyeleri, Kutsal Kase`nin saklandığı şatodan yetişmiştir.
KATOLİK KİLİSESİ`Nİ NE BEKLİYOR
Bugün Vatikan kısa adıyla tanınan dini ve seküler kurum gerçekte son
2000 yıldır sayısız entrika ve oyunlarla ayakta durmuştur. Gelip geçmiş
olsun 264 Papa`dan en az otuz kadarının doğal ölümleriyle ölmedikleri
bilinmektedir. Bu Kilise sadece Tyanalı Apollonius değil, kendi katı
‘‘dogmalarına`` karşı çıkan herkesi ortadan kaldırtmıştır.
Buna karşılık kendi içinde her türlü büyü ve sihir ile uğraşmış
papalar da vardır. Örneğin XXII. John bunlardan biriydi. Aynı şekilde
Katolik Kilisesi tarafından lanetlenmiş olan Mason örgütlerine ve
benzeri kuruluşlara üye olmuş sayısız Kardinal hatta papalar vardır.
Örneğin Türk Papa diye yutturulan XXII. John gerçekte Gül ve Hac Örgütü`nün
üyesi yapılmıştı ve hem de Türkiye`de görevli bulunduğu sırada!
Vatikan ile ilgili en ilginç kehanet ise Nostradamus`tan değil doğrudan
doğruya Kilise`nin içinden gelmiştir. Bir önceki papa I.John Paul
ileride Vatikan`ın yer değiştireceğini ve muhtemelen yeniden eski
ikametgahı olan LATERAN`a döneceğini ve kendi içinde doktrinler açısından
büyük bir temizlik yapacağını öngörmüştü.
Nostradamus`a gelince. Bu Yahudi asıllı ‘‘Kahin`` tüm bilgisini başta
İbn-i Arabi olmak üzere Arap/Yahudi kaynaklarından almıştı. Bunların
arasında Tyanalı Apollonius`un NUCTEMERON diye bilinen ‘‘Şifreli``
deyişleri de vardı.
Nuctemeron`da yer alan 12 kehanet ve Nostradamus`unkiler karşılaştırılırsa
aralarındaki farklar ve benzerlikler şaşırtıcı sonuçlar verir. Kaldı
ki Nostradamus`u 1941`de dünya kamuoyuna tanıtan Karl Haushoffer olmuştu.
Alman Gizli Servisinde görevli olan bu akademisyen Hitler veNaziler`in
‘‘Manevi`` lideri durumundaydı. Haushoffer 1945`te intihar etti.
Vatikan bir gayya kuyusudur. Üç günlük bir yazı dizisinde tamamını
anlatabilmek olası değildir. Ancak bu kuruma karşı olan Hıristiyanlar
günümüzde artık daha etkili çalışmalar yapmaktadırlar. Ve belki
inanması güç gelecektir ama, tüm bu gruplar arşivlerinde Tyanalı
Apollonius`un yazılarını ve eserlerini saklamakta ve üyelerinden
bunları okumalarını istemektedirler.
Nednedir bilinmez, İsa Mesih`i Çarmıh`tan indiren ve onu ‘‘beşeri``
haliyle son gören ve ona dokunan kişi Joseph Arimetea olduğu halde
kendisi Katolik Kilisesi tarafından ‘‘Aziz`` ilan edilmiştir. Oysa
İsa`yı görmüş ve konuşmuş olduğu varsayılan kişiler bile geçen
yüzyıllar içinde Aziz yapılmışlardı. Katolik Kilisesi`nin Index`inde
10,00`den fazla Aziz ve Azize vardır... Benzer şekilde Meryemlerden de
sadece ikisi(Bakire ve Mecdelli) azize ilan edilmişler, diğerleri görmezlikten
gelinmiş.
İsa ile aynı dönemde yaşamış olan Gnastiklere göre İsa son
nefesini vermeden Arimetea`ya çok gizli bir sır aktarmıştır. Gnostik
İnciller`de anlatıldığına göre bu sır İsa`nın kanıyla ilgilidir.
Arimetea bu nedenle bir ‘‘Kase`` (Graal) alıp İsa`nın böğründen
akmakta olan kanın bir kısmını toplamıştır. Ancak yine aynı
kaynaklara göre İsa, Arimetea`ya eşini (Mecdelli Meryem) ve çocuğunu
alarak uzak bir ülkeye götürmesini istemiştir. Bunu üzerine Arimetea`a
yanındakilele birlikte çok uzağa, İngiltere`ye gitmiş ve burada ilginçtir
ki Evalach ve/veya Mordrains adlı soylular tarafından korunmuştur bu kişiler
aynı zamanda kaseyi saklamak için bir manastır inşal ettirmişler ve
Kasenin bekçisi olarakta Arimetea`nın kayın biraderi Brons`u ‘‘Baş
Gardiyan/Koruyucu`` olarak atamışlardır. Bu bekçilik görevi daha
sonra Brons`un oğlu Allain`e geçmiş ve bu kişi de Corberic de bir şatoya
saklamıştır. Kutsal Kan Kasesini. İşte bu şatodan yetişen Kral
Arthur ve Şövalyeleri Kaseye sahip oldukları için insan üstü işler
yapmışlar ve ilk ‘‘Gizli`` Kardeşlik örgütünü kurmuşlardır.
Buraya kadar anlatılanlar Kutsal Kase Efendisi`nin Batıdaki
versiyonudur. Oysa bu efsane ilginçtir ki, 12.yy`da İspanya`da/Toledo`da
ortaya çıkmıştı ilk kez. Ve şaşırtıcı gelebilir ama İran/Fars
kaynaklı bir kitapta da yer almıştır. Efsaneyi batıya taşıyanlar ünlü
Tapınak Şövalyeleri olmuştur.
Muhtemelen 11.yy.`ın sonlarında Toledo`ya getirilen bu Farsça efsane,
Latinceye çevrilmiş ve ‘‘Flegitanis`` adlı gerçekte var olmayan
bir Katolik`e maledilmişti. Gül ve Hac kardeşliği gizli örgütünün
imparator statüsündeki üstadı (1950`lerde) Lewis Harvey Spence`in yaptığı
açıklamaya göre kitabın özgün adı farsça olarak ‘‘Felekedane``
idi.
İSA ÇİÇEKTİR, GÜL VE HAÇ`TADIR.
Gül ve Hac örgütünden daha önce söz etmiş ve 20.yy`da bu örgüte
üye olmuş yada bağlantı kurmuş en az bir papa bulunduğunu söylemiştim.
Bu papayı tanıtmadan önce Gül ve Hac sembolizminin Hıristiyan
ezoterizmindeki (Batınilik, gizli öğreti) yerine bakalım.
İsa çarmıha gerildiği zaman hemen ölmemişti. Büyük bir ızdırap
çekiyordu. Bunu gören bir asker dayanamayıp mızrağı ile İsa`nın böğrüne
bir darbe vurmuştu. Askerin amacı İsa`nın daha fazla acı çekmeden
bir an önce ölmesini sağlamaktı. İsa`nın böğründen akan kan,
ayaklarından ve ellerinden çivilenmiş olduğu haçın dibine damlamış
ve inanca göre İsa`nın kanının damladığı haçın dibinde
birdenbire güller yeşermeye başlamıştı. İşte bu Gül ve Kan İsa`nın
tensel canıydı. İsa bir çiçek olmuştu ve açmıştı. Bu olayda kuşkusuz
haçta önemli bir anlama sahipti. Çünkü haç olmasaydı İsa`nın kanının
Gül`e dönüştüğü de bilinemeyecekti.
Ama bu anlatım Gül ve Hac konusundaki sayısız söylenceden sadece
biri, belki de en çok kabul görmüş olanıdır. Başka değerlendirmelerde
vardı. Ünlü Ezoterist Arthur Edward Waite`ın anlattığına göre Gül,
İsa`nın kanı olmasının yanı sıra, haçın esrarengiz mesajını
iletmek için kullandığı ışıktır. Yine aynı kaynağa göre Gül,
gerçekte ‘‘Çiğ Damlası`` demektir ve bu haliyle de İsa`nın Hıristiyan
Gonostisizmindeki (Rafızilik) sembolüdür. Aynı zamanda Gül, Orataçağ`daki
yazılışıyla RAS (Rose) kelam demektir ve sayısal değeri itibariyle
de R=200; O=75, S=90, E=365`i vermektedir. Bu nedenle günümüzde kullanılan
takvim sistemini kuran Papa Gregor tarafından bir Yılın 365 gün olması
uygun görülmüştür. Böylelikle İsa`nın yılın her gününe damgası
vurması sağlanmıştır. Bu sistematikte İsa yine çiçek olarak değerlendirilmiştir.
Çünkü NASIRA kentinden geldiği için kendisine Nasıra`lı İsa
denilen Tanrı`nın Oğlu, Nasıra, (Nazereth) çiçek anlamına geldiği
için böyle anılmıştır. İşte Gül ve Hac örgütü, gülün ve haçın
bu türden olağanüstü ve mucizevi yönlerinin bulunduğuna inanmış şövalyeler
tarafından 2.yy`da Kudüs`te kurulmuş ve günümüze kadar çeşitli dünya
olaylarına karışarak gelmiştir.
MASONİK MİSYONERLİK
Hıristiyanlıkta gizli örgütler İsa`nın çarmıha gerilişinden
sonra, hatta bizzat onula birlikte vardırlar demek mümkündür. Örneğin
Spekülatif Masonlar, İsa`nın ilk mason olduğunu düşünürler. Bunun
geçmişi daha önce anlattığım Templar Örgütü`ne dayanır. Ve
temelinde Essene diye bilinen küçük bir Yahudi cemaati vardır. Ne olduğu
ve kim oldukları tam bilinmeyen bu cemaat, iddialara göre, İsa`yı yetiştirmiş
ve Yahudi Krallığı`na sahip olmak istemiştir. Ve yine inanışa göre,
çok gizli ve esrarengiz bir Suriyeli cemaat, İsa`nın öldürülmesinden
sonra bu sırları saklamış ve Haclı Seferleri sırasında Templar Şövalyeleri
tarafından korunan bu küçük cemaat, Avrupa`ya kaçırılmıştır.
Burada gözlerden uzak olsunlar diye İskoçya`ya yerleştirilmiş ve daha
sonra da Avrupa`ya giderek Templar`ın yardımıyla ‘‘Masonik
Misyonerliği`` başlatmışlardır. Böylelikle iki adım doğmuştur.
Bunlardan biri Meryem`e dayandırılan ‘‘Dul Kadının Oğulları`` Örgütü,
değeri de Sufi Masonluğudur. Hen neyse, konumuz bu olmadığı için
bunu geçelim ve gelelim günümüzde en gizli ve en güçlü Katolik örgütü
OPUS DEI`ye.
PAPA II. JEAN PAUL`U TAHTA OTURTAN ÖRGÜT
İsviçreli parlementer ve toplum bilimci Jean Zeiegler`in dediğine göre
OPUS DEI, kendisiyle komünizm kadar mücadele edilmesi gereken gizli çalışan
aşırı sağcı bir harekettir. Ve işte Polonyalı kardinal, şair ve
aktör Karol Wojytla`yı Papa II.Jean Paul olarak Vatikan`daki tahta
oturtan bu örgüttür.
Karol, papa seçilince Cizvitlerin başı Peter Pedro Arrupe hemen
muhalefete başladı. OPUS DEI, tarafından seçtirilen papayı tanımamakla
tehdit etti. 1983`e kadar Cizvitler II.Jean Paul`a karşı muhalefet
ettiler bu arada papaya suikastler düzenlendi. Porkekiz`de oturan Arrupe`nin
taraftarı bir papaz, papayı tahtında otururken bıçakla saldırarak öldürmek
istedi. Papa ise OPUS DEI Vatikan`da tüm dizginleri eline alıncaya kadar
bekledi. 1983`te Cizvitlere karşı taarruza başladı. Kişisel yetkisini
kullanarak Cizvitler`e yeni bir önder seçilmesini sağladı. Bu, 54 yaşındaki
Hollandalı Cizvit Hans Kolvenbach`dı. Bu seçimde papanın adamı diye
bilinen Kolvenbach`ın seçilmesi Cizvitleri yeniden ateşledi. Bu kez doğrudan
OPUS DEI`yı hedef alan saldırılara başladılar. Ve OPUS DEI`yı, aynen
Katolik Kilisesindeki Mason Locaları olarak tanımladılar. Bunu karşılık
papada onları Latin Amerika`da Marksistlerle dayanışma halinde olmakla
suçladı. Papa bir risale yayınlayarak Marksizmi kınadı. Cizvitlerde
buna karşı papanın Latin Amerika`daki kapitalist sömürüyü,
adaletsizlikleri ve işkenceleri görmezden gelmekte olduğunu ve
yoksulları insan yerine koymadığını vurguladılar. Konu daha sonra
insan hakları tartışmasına geldi. Cizvitler ısrarla insan haklarını
savundular. Papa da köşeye sıkışınca Vatikan`ın daima insan haklarından
yana olduğunu yayınladığı bir risaleyle tekrarladı. Tartışma büyüdü.
Bu arada papa, tarihte ilk kez olarak doğrudan OPUS DEI üyesi olduğu açıklanmış
olan bir gazeteciyi, 48 yaşındaki ABC Gazetesinin Roma muhabiri İspanyol
asıllı Joaquin Navorro-Valls`ı Vatikan`ın basın sözcüsü yaptı. Böylelikle
sadece Kardinallere ayrılmış olan böylesine önemli bir göreve
tarihte ilk kez din adamı olmayan, laik bir kişi atanmış oldu. Papa,
ayrıca, 1984`e kadar Cizvitler tarafından yönetilen Radyo Vatikan`ın
başına da laik bir şahsı atamıştı.
Gizli gelenek denildiğinde anlaşılması gereken nedir? İlkin şunu
belirtmek gerekiyor: Gizli kavramı(Secret) bu gelenek içinde ‘‘Okült``
anlamında kullanılmıştır. Katolik Kilisesi`nin vahşi saldırılarına
mahsur kalmış olan alşimist, hermetist, okültist ve ezoteristles
‘‘Gizli`` sözcüğünü kullanmaktan çekinmişler ve bunun yerine sır
anlamına gelen ‘‘Secret`` sözcüğünü kullanmışlardı.
Gelenek sözcüğü de benzer şekilde ‘‘Hafifletilmiş`` Burada
‘‘Gelenek``derken toplumda bilinen ve anlaşılan anlamıyla
‘‘Gelenek``kast edilmiyordu; kast edilen ‘‘Kabala``
idi./NOT:Kabala, sözcük anlamıyla gelenek demektir). Öyleyse
‘‘Gizli Gelenek`` denildiğinde insanlığın ilk dönemlerinden beri
uğraştığı ‘‘Okült`` uygulamaları ile daha sonraki yy.larda, özellikle
de 11, ve 12, yy.lardan itibaren gelişen ve içinde Yahudi Kabalizmi`nin
de yer aldığı tüm yasaklanmış ilim ve bilim kümeleri kast
ediliyordu. Bu en geniş anlamıyla ‘‘Gelenek`` (Tradition) okült örgütlerinin
anladığı ve kullandığı bilimdi. Bunun için de Helen, Yahudi, Roma,
Antik Mısır, Sümer, Babil, Hint ve Çin ‘‘Geleneklerinden`` fizyon
yoluyla taşınmış öğeler vardır. Ancak en güçlü etki Anadolu ve
Ortadoğu coğrafyasından gelmişti. Ünlü Baküs, Ceres, Cybele ve
Eleusis, Samothraki kültürlerindeki okültik, hermetik, ezoterik, alşimist
uygulamalar bir sentez halinde belirli bir tarikat/örgüt tarafından günümüze
kadar intikal ettirilmişti. Bu gizli tarikat ‘‘Cabiriler`` adıyla
tanınmıştı. Başta Herodot ve Çecero olmak üzere bir çok yazar
Cabiri kültü hakkında uzun tanıtımlar yazmışlardır. Nedir ki ilk
kez 1888 yılında bu kültün tapınağına ve tanrılarının izine ulaşılabilmişti.
Thebes`te yapılan kazılarda cabiri kültürün tanrılarından biri olan
ve Herodot tarafından ‘‘En Güçlü Büyücü`` diye tanımlanan
Caberios`un heykeli bulunmuştur.
İşte bu cabiri geleneği, Ege ve Batı Anadolu`daki en eski ve etkili okült
sistematiğiydi. Haçlı seferleri sırasında ve sonrasında cabiri
‘‘Sırları`` (Mysteries) batıya Tapınak Şövalyeleri aracılıyla
taşındı. İlkin Gül ve Hac kardeşliği örgütü bu sırların çoğunluğuna
sahipti, sonra bu örgütün üst üyeleri Masonluktaki ‘‘Spekülatif
ve Operatif`` Mason localarını kurdular. Ünlü din adamı ve okült
uzmanı Rev.George Oliver`in ‘‘History of Initiation`` adlı kitabında
yazdığına göre özellikle Fransız Masonluğu-Büyük Doğu Locası-tam
anlamıyla Cabiri geleneğine göre kurulmuş ve yönetilmişti. Cabiri
geleneğinin sembolleri beyaz önlük, çekiç ve demir örstür ve bu
asli semboller günümüzün Masonları tarafından da kullanılmaktadır.
Gizli geleneğin ,Yahudi Kabalizmi dahil her yönüyle uğraşan ve sadece
soyluların, zenginlerin ve bilim adamlarının üye olabildikleri ilk
‘‘Açık`` Gnostik-Hıristiyan tarikat ve locaları 1767`den itibaren
peş peşe açılmaya başlandı. Bunlar tamamen Cabirir geleneğine
uygun, en eski kültür ve kült uygulamalarının taşıyıcıları
oldukları bilinen özel örgütlerdi. Krallar, başta II. Fredeick,
prensler, başta Thurm und Taxis, soylular ve zenginler bu örgütlere üye
olmuşlardı. Bu dört örgüt şulardı:1767`de Avusturya`da Habsburg
Hanedanı`nın himayesinde kurulan, ‘‘The Academy of the Ancients and
of the Mysteries``;1780`de kurulan ‘‘The Knights of the Ture Light``:
aynı yıl Almanya`da Gül-Haç`ın üyeleri tarafından kurulan ‘‘The
Order of Jerusalem`` ve 1783`te Paris`te açılmış olan, ‘‘The
Society of the Universal Auora``. Bu tarikat ve localar, tüm Avrupa`da
sadece ‘‘manevi`` planda deil, Kilise Karşıtı faaliyetlerde baş
rolde yer almışlar ve Gnostik Hıristiyanlığın yerleştirilmesini
temin etmişlerdir. Ünlü Mesmer, İsveç`teki en etkili Kilise`yi kuran
Swedenborg, Fransız şifacı,St. Martin, ünlü Pasqually, Willermoz ve
örneğin geçmişteki Lavator ve Ecekartshausen bibi mistiklerde dahil,
adları 71,18,19,yy.larda ünlenmiş birçok entelektüel bugünkü Avrupa
Birliği`nin, ‘‘Kültürel Mirasına`` işte bu tip gizli örgütler
aracılığıyla yön vermişlerdir. Bınlardan bazıları bu gizli örgütlere,6
yaşındayken ‘‘İnisye`` edilmişlerve çok gizli, çok özel
bilgilerle donatılmışlardı.
SON SÖZ
Yer altı okült örgütlerinde sır`‘Mystery`` anlamında kullanılır,
sadece saklanması gereken örgütle ilgili bir bilgi değildir. Bu örgütlerde
‘‘Mystery`` kişilerle ilgili değil, ‘‘Uhrevi`` bir güce atfen
‘‘Sır`` olarak saklanmaktadır. Örneğin Büyü, Gözgörü, Sihir
vb. gibi okültik uygulamaların sonsal kaynağı Tanrı ya da onun yerine
kaim edilmiş bir `‘Süper Güçtür``. Gizlilik ise, işte bu anlamda
anlaşılan ‘Mystery`nin (sırrın) kimseye fark ettirmeden,
‘‘Gizlilik`` (Clandestine) içinde toplumlara uygulanması yada
enjekte edilmesi faaliyetidir.
Örneğin komünizim döneminde S.S.C.B.`de okült ilimleri ile ilgili sırlar
bilimsel araştırma konuları başlığı altında ‘‘Üst Tasarım``
sahipleri tarafından hayata geçiriliyor. Daha doyurucu bir örneği İngiltere`den
verebiliriz. İrlandalı ünlü yazar George Russel ve dünyaca ünlü şair
William Butler Yeats, gizli bir örgütün üyesiydiler. Yeats 1886`da Gül
ve Haçın sürgünlerinden olan Theosophical Society`ye üye olmuştu. (Russell`de
aynı örgüte üyeydi.) yeats daha sonra 1890`da ‘‘Hermetic Society
of the Golden Down`` adlı okültik-hermetik örgüte üye yapıldı. Araçtırmacı-yazar
Michael Edwardes`in yazdığına göre bu iki yazar 1916`da patlak veren
Paskalya ayaklanmasına, yazdıkları ve söyledikleri okültik bilgilerle
‘‘Milli Ruh`` katmışlardı. Edwardes`e göre bu ikili ‘‘Düşsel``
bir İrlandalılık ruhu yaratmışlar ve 1922`de İrlanda devlerinin (kısmen)
doğmasına yol açmışlardı. Burada açıkça görüleceği üzere,
‘‘Spekülatif`` sonra ‘‘Operatif`` (Silahlı Mücadele) olan yaşanmıştır.
Toparlarsak, yer altı okült örgütlerinde sır belirli bir ‘‘Üst
Tasarım`` oluşturan ve Spekülatif olan bir ‘‘Mystery`` dir.
Operatif olan ise, verili ‘‘Üst Tasarım`` ın ön gördüğü tarzda
bu ‘‘Mystery`` yi gizlilik içinde topluma aşılamaktır.
AYTUNÇ ALTUNDAL
|