GİRİŞ
Bu yazı dizisinin hazırlanmasına 1993 yılında başlanmış,
o tarihten bu yana yazılmaya devam edilmektedir.
1997'de ilk bölümler internete yüklenmiştir. Ancak infoseek.com hizmet sitesi
başlangıçta "ömürboyu" yayın sözü vermesine rağmen, bir süre sonra sitemizi
kaldırdı. Bunun üzerine yazılar angelfire.com hizmet sitesine yüklendi,
lâkin aynı durum bu sefer bu angelfire.com sitesinde başımıza geldi, onlar da
siteyi kapattılar... Okumak üzere olduğunuz yazılar 3. defa 1999 yılında yine
angelfire.com sitesine başka bir ad ile ve binbir
zahmetle tekrar yüklendi.
O tarihten bu yana ufak ekleme ve değişiklikler yapılmasına rağmen,tam bir güncelleme yapılamamış, ve örnek olarak verdiğimiz olaylar aktüel olmaktan çıkmıştır. Hele ÖZAL SONRASI KARMAŞASI bir türlü yenilenememiş, ERDOĞAN DÖNEMİ ise hâlâ tamamlanamamıştır. Daha eksik pek çok bölüm vardır. Bundan dolayı okurlarımızdan peşînen özür dileriz.
Aslında ATATÜRK sonrası dönemleri 1938-1980, 1980-1997 (28 Şubat) ve 28 ŞUBAT SONRASI diye üçe ayırmak gerekir. Çünkü bu üç dönemde ATATÜRKÇÜLÜK farklı farklı tezahür eder.
Yazı dizimizin ilk hazırlandığı hazırlandığı günlerde, yani 1980-1997 arasında, 12 Eylül müdahalesinin etkileri
hâkimdi. En çok duyulan kelimelerden biri de ATATÜRKÇÜLÜK'tü. Çoğu kimse kendisini ATATÜRKÇÜ
saydığı gibi, başkalarının da ATATÜRKÇÜ'lüğünü tartışma hakkını kendinde görmekteydi.
Bu kişilerin her birinin kendine göre bir ATATÜRKÇÜLÜK tanımı vardı, ve buna uymayan diğer tanımları
da ATATÜRKÇÜ olmamakla suçlamaktan kaçınmazlardı.
Durum öylesine komik bir hal almıştı ki; sanki herkesin elinde bir ATATÜRK kuklası... ve bu
kuklacıların, başkalarındaki kuklalar kendilerinkine benzemediği için, kuklaları kapıştırdıkları
bir ORTA OYUNU!... İşte o dönemde sürüp giden buydu. Ne olduğu anlaşılamıyan, tarifi yapılamıyan,
ama kimsenin vazgeçmediği, çünkü vazgeçerse başına iş açılacağını düşündüğü hayali bir sürü
"atatürk" ve sürü sepet sözümona "atatürkçü"ler!
28 ŞUBAT 1997'den sonra durum değişti... Ta 1963'ten beri devam eden
ve 1987'de Özal'ın "uzun ince bir yoldayız" diyerek tekrar
gündeme getirdiği Avrupa Birliği üyeliği hülyası,
Çiller-Karayalçın hükûmetinin 1995'te Gümrük Birliği'ne
balıklama dalmasıyla karasevdaya dönüştü... Atatürkçülük,
milliyetçilik, devletçilik, istiklâl, millî hakimiyet, millî
irade, misâk-ı millî falan unutuldu...
Sık sık "21. asra, 1930'ların zihniyetiyle girilemez... Atatürk'ün
başımızın üstünde yeri var ama, devir değişti," denmeye başlandı...
Bırakın Atatürkçülüğü, bir zamanlar Avrupa Birliği'ni "Haçlı Birliği,
Hıristiyan Klubü" diye vasıflandıran Erbakan'ın partisi dahi
"Avrupa Birliği'ne girmekten yana" olduğunu açıkladı!..
Ardından eski Refahçı,
yeni AB'ci Erdoğan-Gül ekibi, yani AKP geldi... Bunlar ATATÜRK adına savunulan
ne kadar millî değer varsa, hepsini birer birer katlettiler!.. En feci olay da
29 Ekim 2009 günü yaşandı... Filimlerden bilirsiniz, Amerika'da yeni evlenen
erkekler için düzenlenen "Bekârlığa Vedâ" partisinde ortaya bir pasta gelir,
içinden bir dansöz çıkar... İşte İstanbul'da böyle bir pastanın içinden
Atatürk kuklası çıktı!.. Böylece ATATÜRK dansöz düzeyine indirilmiş,
ve ATATÜRKÇÜLÜK tümden rafa kalkmış oldu!
Bütün bu uygulamaların temelinde, ATATÜRK'ün ve ATATÜRKÇÜLÜK tavrının ne olduğunu bilmemek
yatmaktaydı!..
Bizce ATATÜRK bu ülkenin gelmiş geçmiş insanlarının en önemlilerinden biridir, belki de en
önemlisidir!.. Öyle olduğu için de ATATÜRKÇÜ
olmak gerekir! Ama Atatürkçülüğün ne olduğunu bilmeden değil!..
ATATÜRKÇÜ olmak, "ülkeye ondan daha çok hizmet eden, insanımızı ondan daha iyi tanıyan, ve
meselelerimizi ondan daha iyi teşhis edip, ondan daha iyi çözümler bulan, TÜRKİYE'yi ve
TÜRKLER'i onun döneminden daha saygın hâle getiren birisi çıkana kadar;
ATATÜRK'ÜN DOĞRULARI'nı
uygulamak" demektir!.. Yoksa onu bir mitoloji kahramanı gibi putlaştırmak değil!..
ATATÜRKÇÜLÜK sadece resimler, heykeller ve belirli günlerde o heykeller önünde yapılan anlamsız
törenlere indirgenirse; bu, bayramdan bayrama giyilen smokin gibi "gardırop atatürkçülüğü"
olur.
Bir insanı ne kadar beşeri yönlerinden ayırırsanız, onu o kadar putlaştırırsınız. Putlaştıkça da
anlaşılmaz olur. Neticede şimdi içinde bulunduğumuz durum ortaya çıkar.
Mesele, ATATÜRK'ü gerçek yüzüyle, olduğu gibi, bir İNSAN olarak tanımak ve onu anlamaya çalışmaktan
ibarettir.
Bizce ATATÜRK çok büyük bir insan, büyük bir asker, dâhi bir siyasetçi ve
başarılı bir iktisatçıdır...
Ama MEVLÂNA, HACI BEKTAŞ, FATİH, YAVUZ ve daha niceleri gibi nihayet bir İNSAN'dır. Yüce
meziyetlerinin yanısıra, beşerî zaafları vardır. Kusurları, hatâları vardır ve
ATATÜRK bunlarla tanınmak durumundadır.
Ancak biz bu yazı dizisinin ilk bölümünde, ATATÜRK'ün beşer yönüyle FAZLA
ilgilenmeyeceğiz. Onu, içinde bulunduğu şartları ve ortamını da gözönünde tutarak,
hatalarıyla ve başarılarıyla değerlendirmek gibi çok derin bir araştırma isteyen çalışmayı,
ileriye bırakacağız... Ama peşînen belirtelim, ATATÜRK'ün 20 yıldaki (1918-1938) eksiği,
noksanı, kusuru, kabahati, ondan sonra Menderes'in, Demirel'in Özal'ın, Erdoğan'ın
20 günde yaptığından azdır!..
Biz bu sitede onu ne putlaştırıp göklere çıkartacağız, ne de bir-iki yanlışını bahane ederek yerin
dibine batıracağız. Sadece, kendinden sonra bunca politikacı tanımamıza rağmen; hiç birinin, bırakın
yenisini daha iyisini söylemek, anlamayı bile beceremediği TESPİTLERİ'ni, FİKİRLERİ'ni inceleyeceğiz.
ATATÜRK'ün değerini idrak etmek için, aradan yarım yüzyıl geçmesine rağmen, önemini kaybetmeyen
TESBİTLERİ'ne, GÖRÜŞLERİ'ne bir göz atmak bile yeter!..
Ne var ki, şimdiye kadar ATATÜRK'ün "Bir TÜRK dünyaya bedeldir" gibi tartışma yaratmış sözleri hep
vecize olarak ortaya atılmıştır da, uzun süre en önemli ifadeleri hemen hiç bir kitapta yer almamıştı,
hiç bir bayram radyodan okunmamıştı. Hatta 75 yıl "BÜTÜN ESERLERİ" diye bir çalışma yapılmamıştı!
Bu konuya son 30 yılda ilk temas eden Attila İlhan'dır, onun eseri "Hangi ATATÜRK?"tür. Çok şükür
1990'dan sonra üç-beş yazar, beş-on kitap daha çıktı da, ATATÜRK'ün gerçek yüzünü görmeye başladık.
Son olarak ta KAYNAK YAYINLARI 30 cilt halinde onun bütün sözlerini, bütün eserlerini derledi ve
sadeleştirerek, kısaltmadan yayınladı... Keşke sadeleştirmeseydi, çünkü
bazı cümleler anlamını bu sadeleştirme sırasında kaybetti.
Ama yetmez!.. Adına bunca dernek, bunca enstitü kurulmuş bu insan, öyle "atatürk ilke ve devrimleri"
gibi basma kalıp ifadelerle, birbirinin tekrarı kitaplar ile kolay anlaşılamaz. Hele ki, içi
boşaltılmış ve sadece LÂİKLİK kavramına indirgenmiş
6 OK ve ATATÜRK
kavranamaz!
30 ciltlik ATATÜRK'ÜN BÜTÜN ESERLERİ" satır satır okunup incelenmeli, belli başlıklar altında
yeni düzenlemeler yapılmalı, ATATÜRK'ün asıl UMDELERİ, İLKELERİ, ve ÜLKÜSÜ
ortaya konmalıdır!
Biz işte bu kavram kargaşasını ve "ATATÜRKÇÜLÜK" muammasını bir ölçüde çözebilmek için; onun
sözlerinden, ONUN şimdiye kadar işlenmemiş FELSEFESİ'ni çıkartmaya çalışacağız...
Naklettiğimiz
SÖZLER onun, "açıklamalar" kısmındaki YORUM bizimdir.
Bu felsefenin TÜRK DEVLETİ'ne ve TÜRK MİLLETİ'ne en uygun felsefe olduğuna bütün
kalbimizle inanıyoruz!. --------------
NOT: Konunun derinine inebilmek için, ÖNCE her bölümdeki SÖZLER'in baştan sona bir BÜTÜN olarak
okunmasını; SONRA başa dönülerek bir kere de AÇIKLAMALAR ile birlikte okunmasını tavsiye ederiz.
Bunun için de iki ayrı "pencere" açıp, birinde ATATÜRK'ün sözlerini, diğerinde bizim AÇIKLAMALAR'ımızı
tutmanız, NOTLAR'ı belirten RAKAMLAR gelince; o konu ile ilgili izahımızı da okumak için AÇIKLAMALAR
sayfasını tıklamanız son derece yararlı olacaktır.
TÜRKÇE karakter sorunu olduğu takdirde, ekranın üst kısmında VIEW-GÖRÜNTÜ
kutusundan "Dil kodlaması"nı ve oradan da TÜRKÇE'yi seçmeniz yeterli olacaktır.
İŞTE ONUN EN AZ BİLİNEN, BİLİNSE DE HİÇ ANLAŞILAMAMIŞ OLAN SÖZLERİ!..