SANAT ÜZERİNE SÖZLERİ - AÇIKLAMALAR - 1

(1) Bu bölümde SANAT konusu ile ilgili düşüncelerimizi ATATÜRK'ün ifadeleri ile bağlantılı olarak vereceğiz... SANAT da ülkemizde en çok çarpıtılan, ne olduğu bilinmeden savunulan kavramlardan biridir. Yazımız incelendikçe görülecektir ki, bize gerekli olan SANAT, hiç bir zaman sağda solda yutturulan paçavralar değil!

Önce belirtelim ki, SANAT, MİLLİ KÜLTÜR'ün bir parçasıdır. KÜLTÜR olmadan SANAT olmaz, MEDENİYET te olmaz. MİLLİ KÜLTÜR olmadan sanat olacağını sananlar aldanır... Yani üç gün Avrupa'da kalıp bir kaç yabancı sanatçının kuyruğunda dolanmakla TÜRK SANATÇISI olduğunu iddia etmek; saçmalıktan öteye gitmez. BEYNELMİLEL KÜLTÜR, BEYNELMİLEL SANAT, BEYNELMİLEL MEDENİYET yoktur. Bunların hepsi dünyanın COĞRAFÎ BÖLGELER'ine, insanların DİNLER'ine, IRKLAR'ına göre FARKLILIK gösterir. Eğer göstermiyecek hale gelmişse; o zaman ZAYIF olan KÜLTÜR güçlü olanın içinde ERİMİŞ gitmiş demektir!.

"Bizim Mona Lisa gibi bir tabloyu, Musa gibi bir heykeli yapanımız yok," diye dövünmenin anlamı yoktur. Çünkü böyle biri Amerika'da da yok!.. Öyle bir sanatkâr ve sanat eseri ancak FLORANSA ETRÜSK KÖKENLİ KÜLTÜR içinden çıkabilirdi. Çıkmıştır da...

Bizim de SELİMİYE CAMİMİZ, MİNYATÜRLERİMİZ, halk DESTANLARIMIZ var. FERHAT ile ŞİRİN gibi bir HİKÂYE hiç bir Avrupa kültüründen çıkamaz... Onlar dövünüyorlar mı, "böyle derin mânâlı, böylesine duygusal bir aşk hikâyesi yazacak incelikte insanlarımız yok," diye?.. Umurlarında bile değil!.. Çünkü BATILILAR başkalarının KÜLTÜR ve SANAT'ı ile ilgilenmezler. Ancak müzede veya turist olarak seyretmeyi severler

TÜRKİYE'de "sanat, kültür, medeniyet" lâflarını bol bol edenler kendi sanatkârlarını, sanat uzmanlarını dahi bilmezler!.. İşte o yüzden pek az kimsenin tanıdığı büyük sanat uzmanı Nûreddin Rüştü Büngül'ün (1882-1951) TÜRKLER ve SANAT üzerine görüşlerini tuşa dökmek istiyoruz:

- "Ölmez ve eşsiz san'at eserleriyle de kendisine bağlı olduğum yurdumuzda yapılan nefis el işleri, emin olunmalıdır ki, dünyanın hiç bir yerinde yapılmamıştır!"

- "ANTİKA denilince, ŞARK, ŞARK denilince TÜRKİYE hatıra gelmelidir. TÜRKLER'in arzettikleri varlık itibariyle bıraktıkları ün, çok büyüktür. TÜRK, Avrupa müzelerini dolduran ve kendi müzelerini taşıran ŞARK eserlerinin birçoğnun yaratıcısı, ve bazılarının hâmisidir. TÜRK, kendi eserlerinden başka, birçok ecnebi san'at eserlerini de himaye etmiştir. İRAN'da, FRANSA'da, ALMANYA'da, HİNT'te, ÇİN'de ve DAHA BİRÇOK YERLERDE TÜRK zevk-i selimine göre, TÜRKLER için eşya yapılmıştır."

- "TÜRKİYE en güzel ve en mükemmel bir SAN'AT YERİ ve TÜRK, en kaabiliyetli SAN'AT ERİ'dir!.. Dünyanın zevk-i selime en uygun eserleri TÜRKİYE'de yapılmıştır!.. En iyi eserler TÜRK'ün fıtrî deha dolu kafasından ve mâhir elinden çıkmıştır!"

- "OYMACILIK, ÇAKMACILIK, KAKMACILIK gibi san'atların çok sert maddelere tatbiki iç in, ancak TÜRK'ün kaabiliyeti lâzımdır! TÜRK, ZÜMRÜT ve YEŞİM gibi en sert madenleri en ibtidâî âletlerle en uygun bir tarzda işlemiş ona istediği şekli verebilmiştir. TÜRK'ün TUNÇ, BAKIR, PİRİNÇ gibi maddelerden yapılmış eserleri, Avrupa'ya numune olacak mahiyettedir. ÇELİK'ten, TABAN'dan, AYNA DEMİRİ'nden yaptığı BIÇAKLAR, MAKASLAR MAKASLAR, ve üzerindeki ALTUN İŞLEMELER insanı hayrette bırakır."

- "TÜRK, bir ÇELİK parçasını döve döve incelterek BIÇAK veya KILIÇ haline getirir, ona öyle bir ZAĞ verir ki, asırlarca BİLEMEK zahmeti çekilmez!.. Bu nev'i ZAĞ hâlâ Avrupa'nın meçhuludur!"

- "HALI, KİLİM, İŞLEME gibi yumuşak işlerde gösterdiği maharet akla durgunluk verir! ÇİNİLER, MİNYATÜRLER, KATIALAR, hatta ESKİ YAZILAR'da gösterdiği hurda teferruat pek ince tekniği aksettirir. "

- "TÜRK, daha ince san'at sahalarında da bütün milletleri geçmiştir! Bıraktığı numunelerin yüzlerce nev'i (ve çalınıp götürüldüğü ülkelerde müzeleri süsleyen eserler) gözönüne alınırsa, TÜRK'ün san'at yaratmaktaki kudreti anlaşılır!" (Eski Eserler Ansiklopediki, Cilt 1, Tercüman 1001 Eser)

İŞLEME deyip geç memek lâzım!.. DANTELLER, OYALI YAZMALAR, MENDİLLER, YASTIK-YATAK ÖRTÜLERİ, hatta ÇORAPLAR... Bunlar hiç bir millet tarafından TÜRKLER kadar sanatkârâne yapılmaz!

TÜRK'e "sanatın yok" denemez!.. TÜRK'ün sanatını görmeyenler utansın!..

(2) İşte SANAT konusunda ATATÜRK'ün sözlerini çarpıtma, bu ifade ile başlıyor. Dikkat edilirse, ATATÜRK bu sözleri ADANA ESNAFI'na söylemiş. Yani, dülger, saraç, kaşıkçı, terzi vs. gibi kişilere!.. Kendini "profesyonel" sanatçı ilan edip te "niye benim zırvalarımı alan yok?" diye feryat eden zibidilere değil!

Hemen belirtelim ki, her mesleğin İYİSİ olduğu gibi KÖTÜSÜ de vardır. KÖTÜ AŞÇI, KÖTÜ MARANGOZ, KÖTÜ ŞOFÖR, KÖTÜ ÖĞRETMEN olduğu gibi, KÖTÜ SANATÇI da elbette vardır. Nasıl mide fesadına uğramamak için KÖTÜ bir LOKANTA'da KÖTÜ bir AŞÇI'nın KÖTÜ YEMEĞİ'ni yemezsek; KÖTÜ bir SANATÇI'nın da zırvaları ile zihnimizi, ruhumuzu fesada uğratmamak gerekir.

Öyleyse biz RESİM, HEYKEL, ŞİİR, BESTE gibi bazı kategoriler tesbit edip, sonra "ben RESİM yaptım" diyen herkesi SANATÇI sayamayız!.. Her İKİ SATIR karalayana, ŞAİR, İKİ NOTA tıngırdatana MÜZİSYEN veya BESTECİ diyemeyiz!..

İşte bu noktada SANAT denen şeyin ne olduğu önem kazanıyor... SANAT için bir KISTAS tesbit edip, o kıstasa uyan RESİM, ŞİİR vs.yi SANAT saymak daha akla yakın geliyor.

SANAT, HAYAT'tan kopuk olamaz!.. Hatta ESER'in HAYAT'la bağlantısı ne kadar çok ve iyi kurulursa, o kadar SANAT olma özelliği artar. Bu durumda ATATÜRK'ün saydığı bütün meslek erbabı birer SANATKÂR'dır!..

Su içtiğiniz testi, müzede iken "sanat eseri" oluyor da; köşedeki çömlekçiden alınca neden küçümseniyor ki?.. Üstünüze örttüğünüz yorgan, giydiğiniz pantalon, kullandığınız oklava eğer işinizi yapmanızı kolaylaştırıyorsa; zevkinize uygun ve sağlam ise elbette ki bir SANAT ESERİ'dir. En hantal görünüşlü bir fırıncı küreği, yürüdüğünüz kaldırıma döşenmiş taş, zevkle süslenmiş bir manav tezgâhı bile SANAT ESERİ'dir!.. Bunlardan herhangi birinin SANAT ESERİ sayılması için, üzerinden yüzyıllar geçmesine ihtiyaç yoktur! Tabii SANAT'tan anlayana!

SANAT ESERİ'nin basit, sağlam, kullanışlı olması; bir süs eşyası olmasından çok daha makbûldür. Eğer müzelerdeki eşyalar dikkatle incelenirse, gerçek SANAT ESERLERİ'nin BASİT ve KULLANIŞLI olduğu, ancak sonradan toplumların züppeleşmesi sonucu, KULLANIŞLI olma yerine SÜS'ü tercih ettikleri görülür. Bizim "süs" sandığımız pek çok şey de aslında kullanana veya görene mesaj iletmek için yapılmıştır. Çorap ve kilim desenleri gibi... Sırf görüntü için süslenmiş gündelik eşyalar, kullanılma yerine SERGİLENME içindir!..Vazo gibi!.. Çoğu çiçek koymak yerine gösteriş için salonlara yerleştirilir.

İşte sahte "sanatçı"ların bizi yanılttıkları ve atalete, kolaycılığa sevkettikleri husus budur. GERÇEK ÜRETİM, GERÇEK SANAT demek olan HERKESİN İŞİNİ EN İYİ ŞEKİLDE YAPMASI anlayışının terkedilip, belirli bir gruba imtiyaz olarak verilen "sanatçı" etiketi, hem ÜRETİCİ MESLEKLER'in küçümsenmesine, hem de bir takım değersiz, işe yaramaz nesnelerin "sanat", onları çırpıştıranların da "sanatçı" diye baştacı edilmesine yol açmıştır!

Tekrar edelim ki, HAYATA YÖNELİK KALİTELİ ve ZEVKLİ her ÜRETİM SANAT'tır!.. Eğer uyduruk "sanat"; bu tarz ÜRETİM'in gözden düşmesine yol açarsa, MİLLET'in HAYAT DAMARLARI'ndan biri, işte o zaman kesilmiş olur!.. Sözde "sanatçı"sı bol, her tarafı incik boncuk tarzı eşyalar, kulakları tırmalayan şarkılar dolu bir ülke oluruz; ama her tuttuğumuz mal dökülür, elimizde kalır.

Bazıları SANATKÂR ile ZENAATKÂR'ın birbirinden farklı olduğunu, bizim açıklamamızın ZENAAT ve ZENAATKÂR'la ilgili olduğunu söyliyecektir... Doğru!.. GÜZEL SANATLAR ile uğraşanlara SANATKÂR, MESLEK ERBABI na da ZENAATKÂR denmesi, tanım kolaylığı sağladığı için bizce de uygundur. Ancak ZENAAT'ın; en az SANAT kadar değerli olduğunu kabul etmek, ve ZENAATKÂR'ı SANATKÂR'dan aşağı görmemek kaydıyla!

Ne var ki, ATATÜRK böyle bir ayırım yapmaz. Burada, bu cümle ile ATATÜRK'ün hitap ettiği kitle ZENAATKÂRLAR'dır, ATATÜRK onları SANATKÂRLAR'ın önüne geçirmiştir!.. Kendini "sanatçı" sayan zibidiler, bu sözü çarpıtıp kendine yontamaz!

(3) ATATÜRK burada DEVLET'in amacının FERDİ SANATKÂR yetiştirmek olmadığını, bunun yararının olmadığını söylüyor!.. Bu fikri anlamak için gerçekten üzerinde kafa yormak lazım... CEMİYET hayatında insanların birbirine muhtaç olduğu bir ortamda bir tek kişinin SANATKÂR olması, dünya çapında olsa bile, toplumun ihtiyacını karşılamaz. Öyleyse amaç, az sayıda çok meşhur SANATKÂR yerine; çok sayıda, ama becerikli ve toplumun diğer elemanlarıyla kaynaşmış SANATKÂR yetiştirmek olmalıdır. İnsanları "sanat yapıyorum" diye boş işlerle uğraşmaya teşvik etmek yerine; basit te olsa lüzumlu eşyalar üreten ZENAATKÂR olmaya heveslendirmek gerekir.

Nitekim ATATÜRK, palavra "sanatçı"lar ile hiç ZAMAN kaybetmediği gibi; GERÇEK SANATKÂRLAR'a ayırdığı zamandan çok daha fazlasını, basit ama gerekli eşya üreten ZENAATKÂRLAR'a ayırmıştır.

Biz de geçenlerde televizyonda söğüt dallarından çeşitli ebatlarda sepet örüp, yurt dışına ihraç eden bir kasaba halkını gördüğümüzde; bu olayın BURAK KUT'un veya TARKAN'ın "Amerika'da klip yapması"ndan daha önemli bir SANAT OLAYI olayı olduğunu düşündük.

(4) Bu kısımdaki sözler muhtemeldir ki GÜZEL SANATLAR ile uğraşanlar için söylenmiştir. Bu gruba GERÇEK EDEBİYATÇILAR, ŞAİRLER, BESTEKÂRLAR, RESSAMLAR, HEYKELTRAŞLAR, MİMARLAR, USTALAR, FİLM YÖNETMENLERİ girer. Bunlar elbette kendileri bir ESER meydana getiren, ve kendilerinden sonraki nesillere devreden üstün şahsiyetlerdir.

Bir de İCRACILAR vardır ki, bunlar kendileri bir eser üretmez, başkalarının eserlerini kendi kaabiliyetlerini ortaya koyarak icra eder. MÜZİSYENLER, AKTÖRLER gibi... Zamanımızda TEKNOLOJİ bunların icra ettiklerinin de geleceğe yansımasını sağladığı için, MESLEK ERBABI'ndan ziyade SANATKÂR sayılmaktadırlar.

Bizce her iki grupta da GERÇEK SANATKÂR olabilmek için, kişinin yaptığı ESER'in MÜKEMMEL olmasına, aldığı ÜCRET'ten daha fazla önem vermesi gerekir. Yoksa bir yazarın her kitabı ESER değildir, bir bestekârın her ŞARKI'sı eser değildir. Hele bir şarkıcının piyasa için icra ettiği parça, sırf "adı meşhur" diye ESER sayılamaz!

Bu değerlendirmemize Picasso gibi ressamlar, Bethoven gibi bestekârlar da dahildir... Biz resimden de, klasik müzikten de fazla anlamayız. Ama eminiz ki, anlıyanlar meseleye böyle bakınca en meşhur zatların bile ESER sayılamıyacak parçalarını bulacaklar ve GERÇEK SANAT ile TİCARÎ MAL olan ürünleri ayıracaklardır.

ATATÜRK, GERÇEK SANATKÂR'ın TARİH ve TOPLUM bilgisine sahip olduğunu söylüyor. KEMAL TAHİR ile ATİLLA İLHAN; TARİH bilmeyenin köy romanı bile yazamıyacağına inanırlar. Her ikisi de bizce son derece haklıdır. Geçmişi ve içinde yaşadığı toplumu tanımıyanların alnına, geleceği aydınlatan o İLAHİ IŞIK vurmaz!.. Onun için her "sanatçı" geçinen, ATATÜRK'ün bu sözünü hemen üstüne alınmasın!

SANATKÂR'ın KÜLTÜRLÜ olması ise, sadece kendi dalında değil; TÜRKÇE, TARİH, SOSYOLOJİ, EKONOMİ, DÜNYA AHVALİ, SANAT ve SİYASET'ten anlaması, hatta FİZİK, KİMYA, BİOLOJİ, ASTROMİ, TIP hakkında bilgi sahibi olması demektir. ÖMER HAYYAM böyle bir SANATKÂR idi. ŞAİR olduğu kadar ASTRONOMİ ve TIP ilminde de ileri gitmişti.

Bir örnek verelim: SHAKESPEAR eserlerinde İNGİLTERE, DANİMARKA, İTALYA gibi ülkelerin tarihinden, kültüründen yola çıkmış; olayları işlerken bütün insanların muhatap olabileceği ENTRİKA, İHANET, CİNAYET, AŞK, KISKANÇLIK gibi konular üzerinde durmuş; ve son derece ŞAİRÂNE ifadeler ile İLAHÎ ADALET, DÜRÜSTLÜK, FEDAKÂRLIK gibi duygular aşılamıştır. SHAKESPEAR onun için büyüktür. GOETHE, DICKENS, LONDON, PUŞKİN de böyledir.

ATATÜRK işte böyle SANATKÂR'ın elinin öpüleceğini söyler!.. Yoksa pavyon şarkıcısının, homoseksüel sözde "ressam"ın, palavra "şair"in değil!..

ATATÜRK, GERÇEK SANATKÂR'ın elini öpmeye hazırdır. Ama eminiz ki, ATATÜRK aynı saygıyı mesleğini en iyi şekilde yapan bir ZENAATKÂR'a da gösterirdi. Onu bir SANATKÂR'dan ayırmazdı. Çünkü SÜLEYMANİYE CAMİİ her ne kadar MİMAR SİNAN'ın eseri diye bilinirse de; onun ÇİNİLER'ini bezeyen, MİNBER'ini oyan, TAŞLAR'ını yontan, HARC'ını karan USTALAR'ın da eseridir. Onlar, adları bilinmese de, ÖLÜMSÜZ SANATKÂRLAR'dır.

(5) ATATÜRK hem MEDENÎ, hem YÜKSEK KÜLTÜR sahibi olarak gördüğü TÜRK MİLLETİ'nin elbette GÜZEL SANATLAR'da geri kalmasını kabul etmez. Ancak SANATKÂRLAR'a da SANAT DERSİ vermekten kendini alamaz!..

Burada İNCE RUHLU, HASSAS ATATÜRK'ün ne kadar büyük bir SANATKÂR olduğunu da görüyoruz. Zaten o ASKERLİK SANATI'nda bir DEHA'dır, SİYASET SANATI'nda bir DEHA'dır, EKONOMİ SANATI'nda bir DEHA'dır, HİTABET SANATI'nda bir DEHA'dır!..Bu yüzden SANAT DERSİ vermesini yadırgamadık.

Kaldı ki, günümüzde İNCE RUHLU, HASSAS olmak ne kelime; YONTULMAMIŞ KERESTE türünden olan "sanatçı"ların buna çok ihtiyacı var. Sadece MÜZİSYEN, ŞAİR, RESSAM, HEYKELTRAŞ, MİMAR değil; ROMANCI, HİKAYECİ, FİLM YÖNETMENİ, TİYATROCU takımının da ATATÜRK'ten öğreneceği çok şey var.

Bu hususları açıklamadan önce birlikte bir tesbit yapalım istiyoruz: Bir ülkenin SANATKÂRLAR'ı yüksek vasıflı iken, hiç halkı kaba saba, duygusuz olabilir mi?.. Eğer bir toplumda kabalık, saygısızlık, şiddet artıyorsa; o ülkenin SANATKÂRLAR'ı gerçekten RUHUN GIDASI olan MÜZİK, ŞİİR, BALE, OPERA, kısacası SANAT yapıyor olabilirler mi?.. Daha doğrusu onların yaptığına SANAT denebilir mi?

İşte ATATÜRK bu sorulara çok kesin cevap veriyor: SANAT, GÜZELLİĞİN İFADESİDİR!..GÜZEL OLMAYAN SANAT OLMAZ, OLAMAZ!..HİÇ BİR ÇİRKİNLİK, SANAT DİYE YUTTURULAMAZ! Bakınca insana HAZ vermeyen, içinde GÜZEL duygular uyandırmayan, HUŞU yaratmıyan, MÜSBET yönde coşturmayan BESTE, ŞİİR, RESİM paçavradan ibarettir. Bunlar tuvalet kâğıdı bile olarak kullanılmaz!

Onun içindir ki, pek çok insan, dolaştığı uyduruk bir heykel sergisinden daha çok, AVANOS'taki çömlek ustasının TESTİ yapışından etkilenir!..

Biz bir seferinde, bildiğiniz süpermarket sepetlerine yine bildiğiniz yorgan-yastık doldurup bununla sergi açan, ve DEVLET kendisini desteklemiyor diye yakınan bir "sanatçı"yı televizyonda seyrederken, gülmekten katılıyorduk. Bu hatun ne tür "sanat" yapıyordu anlıyamadık, ama bizce "soytarılık" dalında oldukça başarılı sayılabilirdi!

Denilebilir ki:

"HAYAT her zaman GÜZELLİK'ten ibaret değil! ACI, IZDIRAP, SEFALET, FELÂKET ve hatta ÇİRKİNLİKLER ile dolu!..SANAT, GÜZELLİĞİN İFADESİ ise, HAYAT'ın bu GERÇEKLERİ hiç SANATKÂR'ın reportuvarında yer almıyacak mı?.."

Elbette alacak!.. Ama GERÇEĞE UYGUN şekilde. O çirkinliği gören insanda GÜZEL DUYGULAR yaratarak!..Nasıl mı?.. Bunu da GÜZEL SANATLAR'ı tek tek incelerken anlatalım.

(6) ATATÜRK'ün EDEBİYAT tarifi son derece güzel... Biz burada sadece EDEB kavramı üzerinde durmak istiyoruz. EDEBÎ kelimesi EDEBİYAT ürünü anlamına geldiği gibi, EDEB'e uygun, AHLÂKLI anlamı da taşır. Bunun içindir ki, hiç bir EDEBİYAT ürünü AHLÂK'a aykırı bir mesaj veremez, insanı edebsizliğe yönlendiremez!

Yani bir eser ahlâksızlıklar, namussuzluklar üzerine kurulmuş olabilir... Bunların en ince teferruatına dahi inebilir... Ama okuyucu bunları okurken özenmek, şehvet duymak yerine; TİKSİNTİ ve NEFRET'le dolmalı ki, o kötülükler ile mücadele edebilsin!..

Yoksa insanları olduklarından daha EDEBSİZ, daha AHLÂKSIZ, daha NAMUSSUZ olmaya sevkedecek, "bir insan isterse anasıyla, kızıyla da yatabilmeli," veya "Bu vatanı iki kadın memesine satarım," diyen AHMET ALTAN gibi birinin yazdığı bir kitabın EDEBİ sayılması, herifin "sanatçı" addedilmesi mümkün değildir.

Bu görüşümüz bir iddiadan ibaret değildir. ANTİGONE'den bu yana SHAKESPEAR'in, GOETHE'nin, HUGO'nun, DICKENS'ın, hatta macera romanı yazarı DUMA'nın, MICHEL ZEVAKO'nun klasikleşmiş bütün eserlerinde, hep ÜSTÜN DUYGULAR aşılandığını görürsünüz. MACBETH, FAUST, SEFİLLER, ÜÇ SİLAHŞÖRLER, hatta PARDAYANLAR hep böyledir. Böyle olmayan bir tek KLASİK eser bulamazsınız!..Klasikleşecek değerde olmayan kitapların yazarları ise, en fazla MAHKEME KÂTİBİ seviyesindedir. Sırf karnını doyurmak için yazmıştır.

SANATKÂR ve EDEBİYATÇI'nın sıradan insandan TEK farkı vardır. Çevresinde gördüklerini ve hissettiklerini başkalarına GÜZEL bir İFADE ile yansıtırlar... Yoksa SANATKÂR'ı herkesten daha UYANIK ve daha HASSAS sanmak, yanlış olur.

İşte SANATKÂR, bu YANSITMA sürecinde, başkalarında olmayan bir silaha maliktir... GÜZEL İFADE'si karşısındakinde onun istediği duyguları uyandırma gücüne sahiptir. O yüzden de SANATKÂR ağır SORUMLULUK taşır. Eğer SANATKÂR EDEBLİ ise; eserlerinde ahlâksızlığı işlerken DÜRÜSTLÜK, korkuyu işlerken CESARET, ızdırap ve felâketleri işlerken SABIR, MERHAMET ve FEDAKÂRLIK aşılar!..

REŞAT NURİ GÜNTEKİN'in ÇALIKUŞU'nu okurken âdeta FERİDE'nin o saf, temiz, ölümsüz AŞK'ını yaşar; ANADOLU'nun ihmal edilmişliğini ruhunuzda hisseder, DEVLET dairelerindeki laçkalığa isyan eder; Miralay'ın bütün yalnız kızları çakalların elinden korumasını dilersiniz.

Bu tür eserler ölümsüzdür. Ta eski GREK yazarlarından, Leyla ve Mecnun'dan, Hamlet'ten günümüze değerlerini kaybetmedikleri gibi; verdikleri mesajlar da CİHANŞÜMUL'dür. Yani dünyanın her neresinde olursa olsun, önemini kaybetmez. Onun için ÇALIKUŞU dizisinin Orta Asya TÜRK cumhuriyetlerinde ve Rusya'da gösterildiği günlerde dillerden düşmemesini, tabii görmek gerekir.

ATATÜRK, askerlerin bile VATAN SEVGİSİ, KAHRAMANLIK, CESARET, ŞAHADET, FEDAKÂRLIK konularında EDEBİYAT yoluyla daha kolay eğitilebileceğine inanır. Haksız da değildir... ÖMER SEYFETTİN'in BAŞINI VERMEYEN ŞEHİT, VİRE, YALNIZ EFE hikâyeleri en korkak, en bencil, en dirayetsiz insandan bile bir MİLLİ KAHRAMAN yaratacak güçtedir.

Tabii aynı derecede kuvvetli kalemi olup ta ÜLKE aleyhine, DEVLET, MİLLET, DİN, İNSANLIK aleyhine yazanlar da bu GÜÇLÜ SİLAH'a sahiptir... MİLLİ MÜCADELE zamanında Ali Kemal böyle bir kalemdi. Belki kendi inandıklarını yazıp çiziyordu, ama savunduğu MİLLİ MENFAATLER'e tersti. Çok zararı dokundu. İstanbul'a girildiğinde tutuklanıp ANADOLU'ya yargılanmak üzere gönderildi, ancak İZMİT'te halk tarafından linç edildi... Turan Dursun, keza, DİN eğitimi görmüş ancak sonradan sapıtmış biri idi. Kalemi güçlü olduğu için İSLAMİYET aleyhine yazdıkları, bilhassa DİNSİZ veya DİN duygusu zayıf aydınlar arasında büyük ilgi gördü, doğru kabul edildi. Sonunda canından oldu.

Biz bu konuda GERÇEKÇİ'yiz. Öyle "fikir hürriyeti, ifade özgürlüğü, demokrasi" palavralarına pabuç bırakmayız. İFADE yazıya geçince, ekrana yansıyınca, mikrofondan dökülünce, bir SİLAH haline gelir!.. Bu yüzden YIKICI FİKİRLER'in DEVLET'E ÇEVRİLMİŞ SİLAH'tan farkı yoktur. Böyle kişilerin susması, susmuyorlarsa susturulması gerekir. Gazeteci, yazar gibileri MEMLEKET aleyhine tavır aldıkları takdirde, herhangi bir teröristten farkı yoktur. Onlar gibi hapse tıkılırlar.

ŞİİR'e gelince... Biz gerçek ŞAİRLER'in çok DUYGULU insanlar olduğunu biliyoruz, ama "en çok duygulu" insanlar olduğu düşüncesine katılmıyoruz. Çünkü bir tek mısra bile yazmamış, ilkokul mezunu kişilerin bir yaprağın düşüşünden, bir kuşun ötüşünden, radyoda çalan bir şarkının nağmelerinden İLAHÎ DUYGULAR'a kapılıp ağladığını gördük... Bu kişilerin duygularını kâğıda, mısralara dökememesi, onları bir ŞAİR'den alt mertebeye koymaz.

Ancak ŞAİR'in durumu sade vatandaştan farklıdır. ATATÜRK, ŞAİRLER'den MÂNÂLI ŞİİR istiyor... Yani EDEBÎ MESAJ'ı olan, insanlara ÜLKÜ, İDEAL aşılıyan, duygularını pastan kirden arındıran, hareketlerine cevvaliyet kazandıran şiirler istiyor. Aynı şey ROMAN, HİKÂYE için de geçerlidir.

Ama bir de son 30 yıldır yazılıp çizilen "roman"lara, "hikâye"lere, "makale"lere, manzum bile olmayan "şiir"lere bakınız... ALLAH aşkına, içinde cımbızla seçebileceğiniz 3-5 taneden başkası, ne işe yarar?.. Sarfedilen kâğıda, mürekkebe, elektriğe, onları koymak için yapılan rafların kerestesine bile yazık!...

ATATÜRK, "güzelliğin ifadesi bina ise bu MİMARÎ olur" diyor...OSMANLI dönemindeki CAMİLER, MEDRESELER, KÖPRÜLER göz kamaştırırken; ATATÜRK döneminde FONKSİYONEL binalar ön planda idi. Bunlar hala ANKARA'nın ana caddelerini süsler. Ama ya ondan sonra, bilhassa MENDERES, DEMİREL döneminde "indir kaldırımı, kaldır kaldırımı" zihniyeti ile yapılan inşaatlar?..Ya o yüz karası gibi gözümüzün önünde duran binalar?..Mesela ilk "gökdelen"imiz, 60'lı yılların medar-ı iftiharı Kızılay'daki GİMA binası 18 katına, yüzlerce işyerine rağmen, biliyor musunuz ki PARK YERİ unutulmuş bir binadır!..

Orta Doğu Teknik Üniversite'sinin ilk binalarını yapmış olan zibidi mimar ise, "yaptığı binaların görüntüsünü bozacağı için diğer binaların başka mimara verilemiyeceğini" iddia etmiş; bu suretle hazır işe konmuş, ancak sonraki binaları hep şişirmiştir.

Ya müteahhitlere "iş bitirtmekle" şöhret yapmış olan İhsan Doğramacı'yı uyutan Beytepe Kampusu mimarları?.. 3 katlı kantin, kafeterya binasına TUVALET koymayı unutmuşlar!..Düşünün bir kere öğrenci yemek yemeğe gelecek, elini yıkayacak yer yok!.. Sıkışsa gidecek yer yok!.. Öyle 3-5 kişi değil, yüzlerce insan bu!.. Üstelik tesadüfen girdiğimiz bu binada hacet gideremeyince, sorduk. Ne cevap verdiler, biliyor musunuz?.. "Bu binada yoktur, yandaki binada da tuvalet yoktur. Onun yanındaki Postane'nin yanında küçük bir tuvalet vardır, oraya gidin"... Gördünüz mü çağdaş(!) mimariyi?..

Beytepe binalarının çoğunun KALORİFER'i de yetersizdir, zavallı öğrenci ve hocalar palto ile ders yapar... Üniversite binaları böyle olursa, varın siz 1950-1980 arasında yaşanan "kalkınma" furyasında yapılan diğer binaları, çöken inşaatları, bozulan yolları, uyumsuz görüntüleri düşünün!..

İnsanın içini bulandıran bu MİMAR "sanatçı"ların hikayesini yine tesbiti çok kolay bir örnekle bitirelim: Ankara'nın Çankaya semtinin en mutena yerinde 1980 yapımı bir MALİYE SİTESİ vardır...Bu sitenin bitmesine yakın 12 katlı binasının arkasında teneke bir boru yükseldi...Taa tepeye kadar!.. "Acep bu ne ola ki?" diye merak edip sorduk...Meğer sitenin KALORİFER BACASI unutulmuş!.. Kalorifer ocağının dumanını binanın dışından o çirkin boruyla havaya vermek zorunda kalmışlar. Tıpkı gecekondular gibi!.. Düşünebiliyor musunuz, 100 küsur daireli bir inşaat yıllarca sürüyor; ne mimarı, ne inşaat mühendisi, ne kontrol mühendisi, ne müteahhidi, ne ustası, ne kalfası "Bu binanın bacası nerede?" diye sormuyor!.. Uyduruk "sanatçı" yetiştirmekten MESLEK erbabı ZENAATKÂR yetiştirmeye vakit bulamamışız da ondan!..

Hiç mühendisliğe, mimarlığa ermeyen aklımıza rağmen soralım: Bizim mimarlar -40 derece soğuk olan ERZURUM'a da, +45 derece olan ANTALYA'ya da aynı biriket, tuğla, kiremit, boya, malzeme ile bina yaparlar!.. Hiç bunu anlıyabiliyor musunuz?.. Yahu, 5000 yıl önce bile binalar o yörenin ilk şartlarına uygun ve çevredeki malzeme ile yapılırdı!

------------------

> GİRİŞ < > SANAT ÜZERİNE SÖZLERİ – AÇIKLAMALAR - 2 <