TÜRKÇÜLÜK İLKESİ - AÇIKLAMALAR-4

(25)- ATATÜRK, Batılıların 1800'lerden beri uyguladıkları politika ile ülkemizi karıştırmaya, Kürt boyundan vatandaşlarımızı kullanarak devam edeceklerini bildiği için; işe TÜRKİYE HALKI'nı tanımlamakla başlamış, ve DIYARBAKIR'ı ele almıştır. Diyar-ı Bekir olarak bilinen bu şehre o günden sonra, tabii kaynaklarına uygun olarak DIYAR-I BAKIR denmesi, ATATÜRK'ün Kürt ayırımcılığına karşı o günlerde aldığı tavrı göstermesi bakımından önemlidir.

Aslen Diyarbakırlı olan büyük TÜRKÇÜ Ziya Gökalp, bir ara kendisinin "Kürt olup olmadığı"nı da araştırmış ve şu sonuca varmıştır:

- "Diyarbakır şehrinde oturan halk, ta SELÇUKLULAR ve ARTUKOĞULLARI zamanından beri TÜRK'tür. Sonradan HARZEM TÜRKLERİ, AKKOYUNLU ve KARAKOYUNLU TÜRKMENLERİ de gelerek bu TÜRKLÜĞÜ arttırmıştır. Şehrin lisanı gösteriyor ki, Diyarbakırlılar TÜRK'tür. Buradaki kültür, en zengin TÜRK KÜLTÜRÜ'dür. Folklora dair topladığımız masallar, şarkılar, atasözleri, ilh. buna şahittir!.."

- "Diyarbakır'da eskiden beri oturanlar TÜRK olduğu gibi, Bir kaç nesil evvel filân aşiretten yahut kazadan gelerek, buradaki TÜRK kültürüne göre terbiye almış ve ana dil olarak ilk çocukluğunda TÜRK lisanıyla konuşmaya başlamış olan bütün fertler de TÜRK'tür."

- "İlk defa İstanbul'a gittiğim zaman, orada eskiden kalmış fena bir alışkanlığa bağlı olarak bütün Karadeniz halkına Laz, bütün Suriye ve Irak halkına Arap, bütün Rumeli halkına Arnavut dedikleri gibi; bizim gibi doğu vilayetleri halkından bulunanlara da Kürt milliyetini yakıştırdıklarını gördüm!.. Hakikati bulabilmek için, bir taraftan TÜRKLÜĞÜ, bir taraftan Kürtlüğü tetkike başladım."

- "Diyarbakır şehrinde ana dil TÜRKÇE olmakla beraber, her fert biraz Kürtçe bilir. Lisanda bu ikilik, iki şekilde açıklanabilirdi: Ya Diyarbakır'ın TÜRKÇE'si, bir KÜRT TÜRKÇESİ idi... Yahut Diyarbakır'ın Kürtçesi, bir TÜRK KÜRTÇESİ idi!.."

- "Lisan tetkiklerim gösterdi ki, DIYARBAKIR'ın TÜRKÇESİ; Bağdat'tan Adana'ya, Baku'ya, Tebriz'e kadar uzanan tabii bir lisandan, yani AKKOYUNLU ve KARAKOYUNLU TÜRKLERİ'ne mahsus bulunan AZERİ lehçesinden ibarettir!.. Bu lisanda hiç bir sun'ilik yoktur!.."

- "Diyarbakırlıların sınırlı kelimelerden ibaret olarak söyledikleri Kürtçe'ye gelince, bu lisanın köylerde konuşulan Kürtçe'den farklı olduğunu gördüm... Zaten bir çoğunun bildiği Kürtçe kelimeler "gel, git" gibi bir kaç tabire inhisar eder. Bu lisanı yalnız Kürtler ile onuştukları zaman kullanırlar. Boşlukları TÜRKÇE kelimelerle doldururlar... Kendi aralarında YALNIZ TÜRKÇE konuşurlar."

- "Kürtçe Farsça'nın akrabası olduğu halde, dilbilgisi itibariyle hiç ona benzemez!.. Çünkü, Farsça'da bulunmadığı halde; Kürtçe'de hem erkeklik ve dişilik, hem de Arapça'da ve Latince'de olduğu gibi kelime sonunda harf değişmesi vardır." (Yani Kürtçe kelime açısından olduğu gibi, gramer açısından da Hint-Avrupaî-Samî-Turanî dillerin bir karışımıdır, bu da bölgesel özelliğinden gelir. Y.N.)

- "Diyarbakırlılar Kürtçe'nin erkeklik-dişilik, harf değişmesi kaidelerini tamamiyle atıp, Kürt sentaksını TÜRK dilbilgisine uydurarak sun'i bir Kürtçe icat etmişler... Linguistik bakımdan gayet mühim olan bu vakıa, Diyarbakırlıların TÜRK olduğunun en büyük delilidir!.."

- "Diyarbakırlıların TÜRK olduğunu ispat eden delillerden birini de mezhep sahasında buldum. Diyarbakır'ın hakiki halkı bütün TÜRKLER gibi Hanefi'dirler... Kürtler ise umumiyetle Şafi'dirler... Doğu ve Güney vilayetlerimizdeki bütün şehirlerin halkı Kürtçe'yi Diyarbakırlılar gibi bozarak konuşurlar... Hanefi olmak alâmetiyle de Kürtlerden ayrılırlar."

- "Irkça TÜRK olmadıkları halde, terbiye ve kültür bakımından tamamiyle TÜRK ruhuna sahip; ve saadetlerimiz gibi felâketlerimize de ortak bir çok dindaşımız vardır (Araplar, Acemler gibi). Aldıkları terbiye dolayısı ile bunlar, TÜRK cemiyetinden başka hiç bir millet içinde yaşayamazlar. Bunları TÜRKLÜĞÜN dışında saymak, milliyetin ilmi mahiyetini bilmemekten ileri gelir."

- "Dedelerimin Kürt ve Arap muhitinden geldiğini anlasaydım, yine TÜRK olduğuma hüküm vermekte tereddüt etmezdim!.. Çünkü MİLLİYETİN YALNIZ TERBİYEYE DAYANDIĞINI sosyal incelemelerimle ANLAMIŞTIM!.."

(Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri sf.228-232)

Ziya Gökalp bu satırları 1922'de yazmış!.. 2000 yılında hâlâ "yöre halkı" deyimini kullanarak bütün Güneydoğu halkına Kürt demeye getirenler var!.. Oralara gidip Mesut Yılmaz gibi, "Demokrasi Türk'ün de, Kürd'ün de hakkıdır. Avrupa Birliği'nin yolu, Diyarbakır'dan geçer" diye nutuk atanlar var!.. Ne yazık ki, ne Ziya Gökalp'in araştırması, ne de ATATÜRK'ün tavrı benimsenmemiş, konuya aynı hassasiyetle yaklaşan çıkmamıştır.

Bir kere daha belirtelim ki, TÜRKİYE CUMHURİYETİ vatandaşı olan herkes TÜRK'tür!.. Bu ülkede yaşayan herkes DİN, KÜLTÜR ve KARŞILIKLI MENFAAT bakımından birbirine sımsıkı bağlıdır. Ayrıca birbiri için FEDAKÂRLIK yapmaktadırlar. Doğudakiler düşmanın kovulmasında batıdakiler ile birlikte savaşmışlardır. Batıdakiler de doğuya KEBAN ve GAP yatırımlarını boğazlarından kısarak yapmışlardır. TÜRKLER kendileri topraksız iken, geçen asırda yurtları işgâle uğrayanları Karadeniz sahillerine, Adapazarı'na, Eskişehir'e, Bursa'ya yerleştirmişlerdir.

Bu bakımından artık bu ülkede her bakımdan kaynaşmış TEK bir MİLLET vardır. Kürtlük, Çerkeslik, Lazlık ancak köy düğünlerinde, "Çerkes Tavuğu", "Arnavut Ciğeri" gibi yemek adlarında, "Yörük çadırı", "Kürt traşı" gibi âdetlerde yaşayabilir.

Bu topluluklar zaten örf, âdet, din yönünden TÜRK'ten farklı değildirler. Tek farklılık gibi gösterebilecekleri şey, YAZI'ya geçmemiş, DİL haline gelmemiş, sayısı 50'yi bulan yöre ağızlarıdır... Bir köy diğer köyü anlamaz... TUVA, CUVAŞ, YAKUT TÜRKLERİ'nin lehçeleri, bizim TÜRKÇE'mize Kürtçe ağızlardan çok daha uzak ve anlaşılmaz olduğu halde, bu insanlar kendilerini TÜRK sayıyorlar!.. Kaldı ki, ORTAASYA'da karşılaştığımız Kürtler, AZERİ ve TÜRKMEN ağzıyla konuşuyorlar!.. Yani İran ve Irak'a yakın olmadıkları için, Arapça ve Acemce dillerini bozmamış!

1000 yıldır birlikte olduğumuz, OĞUZ'un BEÇENE (Peçenek) ve BOĞDÜZ (Bohtan) boyundan olan, bir kısmı da KUMAN Türklerinden gelen bu insanlar, nasıl başka bir millet sayılabilir?.. Bu yüzden bu kesim adına hareket ettiğini öne süren bazı densiz kişilerin MİLLÎ BİRLİĞİ ve MİLLET RUHU'nu zedeleyecek hiç bir davranışına izin verilemez.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ'nde YAŞAMA HAKKI, ancak TÜRK MİLLİYETİ'ne ve TÜRK DEVLETİ'ne azamî önem verilmesiyle kaimdir! TÜRK MİLLETİ ve TÜRK DEVLETİ'nin YAŞAMA HAKKI'nı kaybetmesindense; TÜRK MİLLETİ ve TÜRK DEVLETİ'ni benimsemeyenlerin YAŞAMA HAKKI'nı kaybetmeleri evlâdır!..

Öte yandan, Avrupa ve Asya'daki soydaşlarımız da TÜRK'türler!.. Boşnak, Pomak, Azeri, Özbek, Tatar gibi tanımlar millet değil; coğrafi bölgelere göre boy ve oymak farkını gösterir. Bunlar sadece farklı tip ve folklorik özelliklere ait ifadelerdir. Geçmişin büyük TÜRK devletleri (Attila, Cengiz, Osmanlı, Timur) hiç bir zaman bu ayrılıkları vurgulamamışlardır. Geleceğin TÜRK devletleri de, bu boy farklılıkları unutulduğu nisbette büyük olacaktır. Zaten Orta Asya Türk Cumhuriyetleri'nin bulunduğu bölgenin tarihi adı TÜRKİSTAN'dır!.

Ancak yeni bağımsızlığa kavuşan ve bazısı devlet sahibi olan bu topluluklar, halen bir benlik arayışı içinde oldukları için, STALİN'in kendilerine "millet" olarak aşıladığı boy adlarına önem vermektedirler.

Mesela Özbekler, yaşadıkları bölgeye TÜRKİSTAN derken, kendilerinin "TÜRK değil, Özbek olduğunu" öne sürüyorlardı!.. Halbuki TAŞKENT'in ana caddelerinden birinin adı BÜYÜK TURAN idi!.. Ne anlama geldiğini bile unutmuşlardı. Bir süre sonra farklı düşünmeye başladılar.

Bu konuya, TÜRK kardeşlerimizi rencide etmeden yaklaşmak gerekir. "Siz bizdensiniz," yerine "Biz sizdeniz" demek, daha çok gönül kazanır... Doğrusu da budur!.. Biz daha önce TÜRKMEN'dik, KIRGIZ'dık, ancak ondan önce onlar da biz de GÖK-TÜRK idik!.. İşte o noktaya gelinceye kadar "biz sizdeniz" demek uygun olur... Zaten ATATÜRK, "onlar bize değil, biz onlara yaklaşmalıyız" demiştir!..

Yalnız bir hususu unutmamak gerekir: Her bir TÜRK boyunun kendine has özellikleri vardır!.. Bunlardan iyi olanları kendimize örnek olarak almalı ve ırkımızın vasıflarını en mükemmele götürmeliyiz. Meselâ her TÜRK bir ÇEÇEN kadar İMANLI, CESUR, SAVAŞÇI ve VATANI İÇİN ÖLMEKTEN ÇEKİNMEYEN; bir AZERİ kadar MÜSİKİŞİNAS, bir ÖZBEK kadar ŞAİR, bir BOŞNAK veya LAZ kadar ÇALIŞKAN; bir KÜRT kadar SABIRLI; bir OSMANLI kadar da ŞEHİRLİ, TEŞKİLATÇI ve EFENDİ olmalıdır.

(26)- Maalesef TÜRKİYE, TÜRKİSTAN, TURAN, TÜRKİ ifadeleri başkalarının TÜRK YURDU'na verdikleri adlardır ve yabancı takılar ile meydana getirilmişlerdir. ATATÜRK'ün kullandığı TÜRK-ELİ ifadesi ise öz-be-öz TÜRKÇE'dir.

Dile yabancı kelimeler girebilir ama, bir insanın kendini, yurdunu ve dilini yabancı takılı kelimelerle anması doğru değildir. Bu konu üzerinde de durulması gerekir. TÜRKELİ kelimesi dile de kolay gelmektedir. Ayrıca bu, bizi "turkey=hindi" sıkıntısından da kurtaracaktır.

Bizce Türkiye TÜRKELİ diye anılmalı, bağımsızlığını kazanmış Cumhuriyetlere TÜRK ELLERİ denmelidir. Zaten o bölgelerde halk KIRGIZ İLİ, KAZAK İLİ tabirlerini çok kullanıyor... Müslüman, hıristiyan, şamanist, Tatar, Macar, Yakut, Kızılderili, bütün TÜRKLER'in yaşadığı diyarlara da TÜRK YURDU denmelidir... ATATÜRK'ün tesbiti budur.

(27)- Görüldüğü gibi ATATÜRK istilâcı değildir. Sınırları dağların taşların değil; DİL ve DİN'in çizdiğini; TÜRK YURDU'nun üç kıtayı kapladığını söylemesine rağmen; kimsenin toprağına göz dikmez!.. Başkalarına TÜRKLÜK konusunda ders vermeden önce, kendimizin bu mirası korumak ve yüceltmek durumunda olduğumuzu; önce TÜRKİYE'yi örnek bir TÜRK DİYARI haline getirmek mecburiyetinde olduğumuzu ifade eder. Bunun için de MİLLİ AHLÂK ve SECİYE'yi ön plâna alır.

AHLÂK sadece ferdin "kendine yönelik" iyi huyları değildir. CEMİYET ve MİLLET ile bağlantılı olmayan iyi huylar, AHLÂK sayılmaz!.. Yani bir insanın temiz olması, para kazanmak için çok çalışması, karısına ve çocuklarına bağlı olması, onları koruması yeterli değildir. Aynı kişinin içinde yaşadığı toplumun düzeni, istikrarı, refahı, başkalarının saadeti için sonsuz gayretle çalışması, ve gerektiğinde kendinden ve ailesinden fedakârlık etmesi, hatta canını verebilmesi MİLLİ AHLÂK'ı oluşturur.

Nasıl ki, sadece kendini ve ailesini düşünmek yeterli değilse; sadece kendi milletini düşünmek te makbul değildir. Ancak yüksek ve müsbet SECİYE'li insanlar kendi milletleri ile birlikte başka milletlerin ve bütün insanlığın saadetini düşünürler. Ancak böyle kişilere İNSAN denir.

İNSAN vasfına sahip olmadan, MİLLÎ AHLÂK ve YÜKSEK SECİYE'ye ulaşmadan geniş toprak sahibi olmanın değeri yoktur!..Seciyesiz güçlü devletler insanlığa huzur değil, felâket getirir. İşte dünyamızın bugün içinde bulunduğu durum; ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Japonya gibi zengin ülkelerin kendilerinden başkasını düşünmeyen tavrından dolayıdır.

ATATÜRK, güçleneceğinden emin olduğu TÜRKİYE'nin bir FESAT OCAĞI haline gelmemesi için; TÜRK OCAKLARI'nı MİLLİ AHLÂK, MİLLİ KÜLTÜR ve YÜKSEK SECİYE aşılayan eğitim merkezleri haline getirmişti. Kendisinden sonra bu uygulama da devam etmedi.

(28)- ATATÜRK, bütün aksi iddialara rağmen, MANEVÎ ve DİNÎ yönü kuvvetli bir insandır. Burada ECDAD SESİ ile ATA RUHU'nu kastetmektedir ki; hem İSLÂM'daki RUHUN ÖLMEZLİĞİ esasına, hem de eski TÜRK DİNİ'ndeki "ataların himayesi" inancına uygundur. ŞEHİT RUHLARI ifadesi de yine RUHUN ÖLMEZLİĞİ'ne işarettir.

(29)- ATATÜRK ilkeleri arasında hiç geçmeyenlerden biri de ŞARKÇILIK prensibidir!.. Hatta hep bunun zıddı, yani "batıcılık" ona yakıştırılmıştır.

ATATÜRK, MEDENİYETÇİ'dir!.. Ama BATICI DEĞİLDİR!.. MEDENİYET, KÜLTÜR, TEKNOLOJİ üzerine çok kafa yormuştur. Bu kelimelerin arasındaki mânâ farkını iyi bilir. BATI TEKNOLOJİSİ'ne ilgi duyar, ama asla "batıcı" değildir!.. Tam tersine TÜRKLER'in 1000 yıldır HIRİSTİYAN BATI ZİHNİYETİ'ne karşı DOĞU ÂLEMİ'ni, mazlumları koruyan özelliğinin farkındadır. HAÇLI AVRUPA'nın bizi yeryüzünden silmek, yok etmek için taşıdığı SİNSİ EMEL'i çok iyi sezmiştir. Bu zihniyet silinmediği sürece de ATATÜRK, BATI DÜŞMANI'dır!...

Maalesef 1940'dan sonraki beceriksiz politikacılar kendi fikirleri ile ortaya çıkıp halkı inandıramayacakları için, soyundukları BATI UŞAKLIĞI'na ATATÜRK'ü âlet etmişler, onu milletimize hep "BATICI" olarak tanıtmışlardır.

Halbuki ATATÜRK, içimizdeki LEVANTEN UNSURLAR'ın, yani "gayrımüslim Osmanlı kalıntıları" ile "Batı hayranlığından benliğini kaybetmiş Türkler"in, milletin mayasını bozduğunu ifade etmekte; bu kişilere asla mevki ve itibar verilmemesini istemektedir. İlerde kendi ağzından vereceğiz.

Öte yandan ATATÜRK, ÜMMETÇİ'dir!.. Bu da çoğu insana tokat gibi inecektir... ATATÜRK TÜRKÇÜLÜĞÜ bencil değildir, Nazizm'e hiç benzemez. Bize yakın olan her millete DOST'tur. Elbette ki, DİN açısından yakın olduğumuz milletlere de DOST'tur, ve onlar ile her bakımdan yakınlaşmak ister. Bunu da ilerde işleyeceğiz.

Toparlarsak, ATATÜRK, TÜRKÇÜ'dür, ŞARKÇI'dır, ÜMMETÇİ'dir, MEDENİYETÇİ'dir!.. Ama BATICI ve TAKLİTÇİ DEĞİLDİR!

(30)- ATATÜRK, ZAFER GÜNLERİ kadar FELÂKET GÜNLERİ'nin de yâd edilmesini emretmiştir. Özellikle BATI zulmüne uğradığımız, Avrupa'dan sürüldüğümüz ve milyonlarca insanımızın işkencelerle yok edildiği günleri hiç bir zaman unutmamamız gerektiğini kesin bir dille söyler.

Televizyonda radyoda sık sık "Hiroşima'nın bombalanması, yahudilerin katledilmesi, Almanların Paris'i işgali" gibi günlerin başka ülkelerde nasıl ibretle yadedildiğini duyuran haberler dinleriz.

Ama hiç 1877 Rus Harbi'ni, yani Ruslar'ın Yeşilköy'e kadar gelip dayandıkları mağlubiyeti ve bunun sonunda Avrupa'nın pek çok ülkesinde yaşayan TÜRK nüfusun CANI'na, MALI'na, NAMUSU'na yapılan saldırıyı hatırlatan bir program dinlediniz mi?

1912 Balkan mağlubiyeti üzerine yine milyonlarca TÜRK'ün perişan bir halde Yugoslavya, Bulgaristan, Yunanistan'dan TÜRKİYE'ye kaçmak zorunda kalışını, FUAT BALKAN ve ŞÂKİR ZÜMRE'nin bu TÜRKLER'in bir ölçüde selâmetle TÜRKİYE'ye ulaşması için gösterdiği kahramanlığın filmini seyrettiniz mi?.. Bizim milletimiz şimdi EYÜP SABRİ'yi kolonyalardan, ŞÂKİR ZÜMRE'yi de sobalarından tanır... Onların geçmişteki büyük kahramanlıklarını duyan bilen yoktur!..

Herkes 40 yıl önce 6-7 Eylül olayları ile İstanbul'da Rumlar'ın saldırıya uğradığını bilir de, daha 3-5 yıl önce BATI TRAKYA'da TÜRKLER'in dükkânlarının yağmalandığını, feci şekilde dövüldüklerini hatırlamaz!..

- Şu Kıbrıs'ın bile çektiklerini unuttuk ta, nasıl olduysa bir asker çıkarttık, onun zaferini kutlamaz mıyız?.. Peki ya masum halkın çektiği eziyetler, banyo küvetinde öldürülen çocuklar nerede kaldı?.. Onlar hiç hatıralarda yaşamayacak mı?..

Hele Yunanlar'ın 19191922 arasındaki Anadolu ve Rumeli işgâli sırasında yaptıkları mezalimi hiç bir yerde okudunuz mu? Duydunuz mu?..

- Bunların hepsi aslında birer SOYKIRIM'dır!.. Dünyanın en büyük SOYKIRIM'ı aslında TÜRKLER'e uygulanmıştır. Hem de 1830'lardan günümüze kadar!.. Bu öyle bir SOYKIRIM'dır ki, YUNANİSTAN'da, YUGOSLAVYA'da, BULGARİSTAN'da, MAKEDONYA'da, ROMANYA'da, ADALAR'da, KIRIM'da, KIBRIS'ta, GÜRCİSTAN'da, ERMENİSTAN'da, KARABAĞ'da, HALEP'te, MUSUL-KERKÜK'te TÜRK ÇOĞUNLUK, imha edilmiş, sürülmüş; AZINLIK haline getirilmiştir. Ama bunu TÜRKİYE'de farketmiş bir tek TARİHÇİ, bir tek POLİTİKACI yoktur!

Bu gafletin sebebi nedir?..

Bizce çok açık!.. Birileri bizim bu acı olayları hatırlayıp ta, BATI'ya DÜŞMAN olmamızı istemiyor!.. BATI'yı bize "can dostu" tanıtmaya gayret ediyor... Ee, daha dün AZERİLER'i doğrayan Ermeniler'e yardım göndermedik mi, Demirel Efendi'nin marifetiyle?..(1993) Hem de "komşusu açken tok yatan bizden değildir" diye bir Hadis'i çarpıtarak!.. Ermeni mezalimini hatırlasa millet, hiç buna göz yumar mıydı?..

Halbuki Yunan, toprağımıza göz dikmesinin sonucu çektiği sıkıntıları, okullarda ders olarak okutur. O günleri asla unutmaz, ve çocuklarına TÜRK DÜŞMANLIĞI aşılar. Peki, nerede bizim bu düşmanlığa karşı savunmamız?.. Biz çocuklarımıza ne öğretiyoruz?.. Gazeteler, demeçler hep "TÜRK-Yunan dostluğu" propagandası ile dolu!.. Şimdi de ders kitaplarından "düşmanca ifadeler"i çıkaracaklarmış!.. Hiç Yunan'la EGE, BATI TRAKYA, KIBRIS meselesi lehimize halledilmeden dost olmamız mümkün mü?..

ATATÜRK, İNTİKAMCI'dır!.. Yapılan kötülüğün asla unutulmasını istemez!.. Ama onun intikamcılığı, tıpkı TÜRK milliyetçiliği gibi, düşmanın vereceği zararı defetmeye yöneliktir. DÜŞMANA MERHAMET'i "insanlık" olarak değil; İNSANLIK HASSASI'NIN YOK EDİLMESİ olarak görür!.. Çünkü DÜŞMANDA MERHAMET YOKTUR, o size acımaz!

O yüzden BALKANLAR'da ve ANADOLU'da yaşanan TÜRK SOYKIRIMI'nı ayrı sayfalar olarak vereceğiz. İmkân bulursak, ASYA ve KIBRIS'taki TÜRK SOYKIRIMI'nı da belgeleriyle sunacağız.

(31)- MİLLİ SİYASET, TÜRK DEVLETİ'nin varlığının TEK ve VAZGEÇİLMEZ şartıdır!.. ATATÜRK'ten sonra, hele 1945'den sonra hiç uygulanmadığı için memleketimiz üç ihtilal yaşamış ve "yıkıldık, iflas ettik" deme noktasına gelinmiştir.

BİR MİLLET KENDİ AYAKLARI ÜSTÜNDE DURAMIYORSA, BAŞKALARININ İANELERİYLE YAŞIYORSA, ELBETTE Kİ YIKILMAYA MAHKÛMDUR!.. Bundan kurtulmanın yolu da, "BATI'ya daha fazla yaltaklanmak" değildir elbette!..

Ne var ki, başımızdakiler yabancı devlet reisleriyle çektirdikleri fotoğraflarla seçim kazanmayı, aldıkları borç ile övünmeyi, ve başkalarının menfaatine bekçi köpekliği yapmayı "yüksek siyaset" saymaktadırlar.

Bu tavırları şiddetle kınama, hatta İHANET sayma zamanı geldi de geçiyor!

Artık MİLLÎ SİYASET'in "TÜRKİYE'nin her bakımdan KENDİNE YETER hale gelmesi" olarak belirlenmesi, ve bunu savunanların DEVLET'in başına geçmesi şart!.. DÜNYADA KENDİ KENDİNE YETERLİ OLMAYAN HİÇ BİR KALKINMIŞ ÜLKE YOK!.. Bunu da mı görmezler?..

Japonya, Almanya gibi tabii kaynağı kıt olanlar da, etki alanlarını koruyabilmek için daima savaşmışlardır. Yeniden savaşmaktan da çekinmeyeceklerdir.

ATATÜRK'ün MİLLÎ SİYASET uygularken en çok şikâyet ettiği husus, "bazı artniyetli, menfaat düşkünü kişilerin bundan rahatsız olması, ve MİLLET ve MEMLEKET aleyhine faaliyetlerini arttırmaları"dır. Bunların eritilmesinin tek yolu da, MİLLET'in büyük çoğunluğunun AHLÂK ve FEYZ yönünden üstün nitelikli olmasıdır. Siz bu konuda çaba gösteren bir tek politikacı tanıyor musunuz?..

(32)- MİLLÎ SİYASET'te TAKLİTÇİLİK asla yoktur!.. Sadece BATI'yı değil, DOĞU'yu da taklit yoktur.

Dünyanın en eski, en şerefli milleti olan olan TÜRKLER hiç kimseye benzemezler!.. Hiç kimsenin çanağını yalamazlar!.. Hiç kimsenin kuyruğuna takılmazlar!.. "Dünya ortak bir kültüre gidiyor, sınırlar kalkıyor" palavrasına inanıp şunun bunun kötü bir kopyası olmaya heves etmezler!.. Kopyalara hayat hakkı yoktur!..

Eğer ortak bir kültür olacaksa, onlar benim kültürümü benimsesinler!.. Eğer sınırlar kalkacaksa, önce onlar sınırlarını, kapılarını, teknoloji sırlarını bana açsınlar!.. Eğer serbest piyasa olacaksa, önce onlar benim mallarıma koydukları tahditleri kaldırsınlar!.. Önce onlar benim sembollerimi, kıyafetimi, musikimi, yemeğimi, örfümü, adetimi benimsesin!.. Benimsesin ki, biraz İNSAN'a benzesin!

Şimdi bir millet düşünün; MEDENİ kanunu, CEZA kanunu, TİCARET kanunu, İCRA-İFLAS kanunu, BORÇLAR kanunu ve bütün USÜL KANUNLARI, AMME MEVZUATI KOPYA olarak adapte EDİLMİŞ!.. TAHKİM il yabancı mahkemelerin üstünlüğü kabul etmiş... Böyle şahsiyetini kaybetmiş bir millet, HÜR sayılabilir mi?..

Bir millet düşünün; KENDİ TARİHİNE, kendi SANATINA, kendi ÖRF ve ÂDETLERİNE, kendi ESERLERİNE CİDAL AÇMIŞ!.. Böyle kendini yiyip bitiren bir millet, BAĞIMSIZ kalabilir mi?..

Bir millet düşünün; EĞİTİM SİSTEMİ, ORDUSU, İSTİHBARAT TEŞKİLATI, DIŞİŞLERİ ve hemen bütün DEVLET DAİRELERİ YABANCI "uzman"ların DENETİMİNE GİRMİŞ!.. Ülkenin her köşesinde yabancı teşkilat ve dernekler karargâh kurmuş... Bu millete HÜR, ülkesine MÜSTAKİL denilebilir mi?..

Bir millet düşünün; ÜNİVERSİTELERİ HİÇ BİR ŞEY İCAT ETMİYOR, SANAYİ İLE BAĞLANTISI KOPUK, ÜLKE TEKNOLOJİSİ DIŞA BAĞIMLI... Ölecek olsak, İLÂÇ dahi Gavuristan'dan geliyor!..Bu memleket KALKINABİLİR Mİ?..

Bir ülke düşünün; dükkanları, otelleri, ürettiği mallar hep YABANCI AD taşıyor!.. Bu ülke MÜSTAKİL sayılabilir mi?..

Bir millet düşünün; "milli kültür" deyince aklına sadece döner kebap, rakı ve çiftetelli geliyor!.. Bu millet BENLİĞİNİ KORUYABİLİR Mİ?..

Bir millet düşünün; politikacılarının kimi RUS TİPİ, kimi ÇİN TİPİ SOSYALİZM'i, kimi de AMERİKAN TİPİ, AVRUPA TİPİ KAPİTALİZM'i savunup; DEVLET'i "küçültme"yi, yabancılara "ben senin menfaatini daha iyi korurum" mesajları göndermeyi "YÜKSEK SİYASET" sanıyor!.. Bu milletin DEVLET'i yaşayabilir mi?..

Bir millet düşünün; insanları Rus zulmünden kaçıp gelmiş, yerleşmiş, mevki ve servet edinmiş; hâlâ Lazlık, Çerkeslik güder... Dağ başından inip milletvekili olmuş; YABANCILARA GÜVENİP Kürtlük taslar!.. Taslar da, bu nankörlüğünün cezasını görmez!.. Bu millet HUZUR ve BARIŞ yüzü görebilir mi?..

İşte ATATÜRK'ÜN MİLLÎ SİYASETİ'nde bunların hiç birine yer yoktur. Hiç birine imkân tanınmaz!.. TAKLİTÇİLİK'ten, KOPYACILIK'tan, UŞAKLIK'tan, YALTAKLANMAK'tan ve NANKÖRLÜK'ten uzak HAYSİYETLİ SİYASET'tir!..

(33)- Bazıları ATATÜRK'ü "Osmanlı düşmanı" göstermek için özel bir gayret sarfeder. Bu suretle geçmişimize sövmek için kendine zemin hazırlar!..

ATATÜRK, elbette ki OSMANLI döneminin hatalarını eleştirmiştir... Ancak bu ve az önceki ifadesinden de görüldüğü gibi, 600 yıllık bir imparatorluğu yaratan YÜCE VASIFLAR üzerinde de hassasiyetle durmuştur.

ATATÜRK, OSMANLI DEVLETİ'ni "400 çadırlık bir aşiret"le başlatanları, "geri, göçebe, medeniyetsiz bir millet" imajı yarattıkları için tenkit eder!.. Gerçekten de 600 yıllık, 20 milyon kilometre kare toprak üzerinde etkili bir devlet, hiç küçük bir aşiret ile izah edilebilir mi?.. Geçmişinde başka değerlendirilecek bir özelliği yok mudur?..

ATATÜRK, Hammer Tarihi'ndeki "OSMANLILAR mevcut şartların imkânları ile ANADOLU'da yerleştiler ve tevessü ederek bir devlet kurdular" cümlesini okuyunca sinirlenmiş ve şu derkenarı düşmüştür:

" Hayır!..Yanlış! Hata!.. Tarih böyle yazılmaz! Bu adam KAYI aşiretinin ANADOLU'da MİLLÎ İKTİDAR'ı SELÇUKLULAR'dan devraldığını ya bilmiyor, ya kasten inkâr ediyor!.. ANADOLU binlerce yıllık TÜRK VATANI'dır!.."

ATATÜRK'ün bu yaklaşımını benimseyerek, biz de hiç bir zaman kendimizi "70 yıllık bir devlet" olarak düşünmemeliyiz!.. ANADOLU'daki TÜRK DEVLETİ 1050'lerden gelen bir sürekliliğe sahiptir!.. SELÇUKLU, OSMANLI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ arasındaki geçişler hep yumuşak olmuştur. Inkıta ve kopukluk yoktur!

Kaldı ki, 600'lerin GÖKTÜRK DEVLETİ'den bu yana da kopukluk yoktur. Hatta TÜRKLER, SÜMERLER'den bu yana DEVLETSİZ KALMAMIŞ TEK MİLLET'tir!.. SÜMERLER'den bu yana pek çok TÜRK devleti ANADOLU'da hüküm sürmüştür. Batılılar'ın bütün gizleme çabalarına rağmen, 1900'lerden beri bu konuda önemli tesbitler vardır. ATATÜRK, samimi olarak TÜRK MİLLETİ'nin BÜTÜN MEDENİYETLERİN ANASI olduğuna inanır! İstediği, yeni nesillerin bu tarihi gerçeği çok iyi bilmesi, TÜRK İNSANI'nın kendisini daha iyi tanıması, ve kendisini bu ÜSTÜN VASIFLARI ile dünyaya tanıtmasıdır.

Ne yazık ki, bu konuda da ATATÜRK'ün ölümünden sonra tam ters bir uygulamaya girilmiş, sanki TÜRKİYE CUMHURİYETİ gökten zembille inmiş gibi, sadece 1923 sonrası üzerinde durulmuş, hele OSMANLI ÖNCESİ TÜRK TARİHİ üzerinde hiç durulmamış, OSMANLI çağdaşı diğer TÜRK devletleri ile ilgilenilmemiştir. Mesela DELHİ TÜRK İMPARATORLUĞU'nu duymuş çok az kimse vardır. Halbuki ATATÜRK, şöyle diyordu: "TÜRK MİLLETİ ECDADINI TANIDIKÇA, daha büyük işler yapmak için KENDİNDE KUVVET BULACAKTIR!"

(34)- ATATÜRK'e göre hiç bir TÜRK'ün bu dünyadaki görevi sona ermez!.. Sadece ölürken bu vazifeyi bir başkasına devreder. Bu bir bayrak yarışıdır, sonradan gelen bayrağı daha ileri bir burca dikmekle yükümlüdür.

Bu bir ÜLKÜ'dür!.. Her TÜRK'ün son nefesi göklere ulaşırken, TÜRK MİLLETİNİN ÖLÜMSÜZLÜĞÜ'nün bir nişanesi olarak bir başka TÜRK'e nefes olur.

(35)- ATATÜRK, başarısını TÜRK'ün üstün MANEVÎ ve MADDÎ VASIFLARI'ndan başka bir şeye bağlamaz. Sadece bununla iftihar eder!..

O yüzdendir ki, 15 yıllık cumhurbaşkanlığı süresince bir kere bile yurt dışına, başkalarının ayağına gitmemiştir!.. İSTİKLÂL MADALYASI'ndan başka nişan takmamış, kendini yaldızlarla sırmalarla donatmamış, kafasına Demirel gibi "Number 1" yazan Amerikan kepi giymemiştir.(1995)

ATATÜRK, RUHUNDA MEKNUZ KAABİLİYET ve VASIFLAR'ını ortaya çıkarıp geliştirmiş, SECİYE ve SEVİYE'sini yükseltmiş bir TÜRK'ü, dünyalara değişmez... ATATÜRK için böyle BİR TÜRK, gerçekten DÜNYAYA BEDELDİR!...

- TÜRK, muhteşem MAZİSİYLE ÖVÜNMELİ, hiç DURMAKSIZIN daha yükseklere ulaşmak için ÇALIŞMALI, DAİMA VE SADECE İLÂHÎ BİR LÜTUF OLAN KENDİ KUDRETİNE GÜVENMELİDİR!..

___________________

YARARLANILAN KİTAPLAR

- Attila İlhan, Hangi ATATÜRK?

- ATATÜRK ve TÜRKLÜK, TÜRK Standartları Enstitüsü, 1994, Ankara

- Nutuk

- Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri 1-5, Türk Tarih Kurumu

- ATATÜRK İlkeleri ve İnkılap Tarihi 1-2, YÖK Yayınları

- ATTİLA'nın Liderlik Sırları, Wess Roberts

***

> İÇİNDEKİLER < > GERİ < > MAHMUT ESAT BOZKURT'TAN TÜRKÇÜLÜK İLKESİ > > YUNAN ZULMÜ VE TÜRK SOYKIRIMI <