BASIN ÜZERİNE SÖZLERİ - AÇIKLAMALAR

(1) İşte ATATÜRK'ün yanıldığı noktalardan biri!.. "

BASIN, MİLLETİN SESİ'dir," diyor!.. Bizde BASIN hiç bir zaman MİLLETİN SESİ olmadı, olamadı!.."BASIN, bir AYDINLATMA, İRŞAT ARACI'dır," diyor!.. Bizde BASIN hiç bir zaman halkı AYDINLATMA'yı, İRŞAT ETME'yi gaye edinmedi. ATATÜRK "BASIN bir MEKTEP, bir REHBER OLMALIDIR, insanları sürekli FİKRİ GIDA ile beslemelidir," diyor!.. Ama olamadı!..Olacağa da hiç benzemiyor.

Bugünkü BASIN bir DEDİKODU YUVASI, LOTARYACI ve İŞPORTACI görünümündedir. MİLLET'e SAADET aşılayacağı yerde; devamlı YALAN DOLAN ile TANSİYON'u yüksek tutup, bir kaç paçavra daha satmaya, o sattığına göre de reklâm almaya, patronun ve yalaka yazarların cebini doldurmaya uğraşan, SEFİL bir haldedir!

Kendini bilmez bazı basın mensupları, şimdi salyalar saçarak bize saldıracaklardır ama, bunu biz uydurmuyoruz. Bizzat meslekdaşları söylüyor. Bazı kalemlerin nasıl SATILMIŞ olduğunu yazıp duruyorlar. Hem de sadece partilere değil, başka ülkelere!..

Meselâ halkı isyan noktasına getirinceye kadar TERÖRİSTLER'den yana çıkan, "yargısız infaz" diye polisin üzerine giden, elini kolunu bağlayan, HADEP'in, DEP'in, DTP'nin VATAN HAİNİ milletvekillerinin reklâmını yapan, onları âdeta mazlum gösteren MATBUAT (BASIN) ve NEŞRİYAT (YAYIN) organları, yani MEDYA değil mi?..

Diğer gazeteleri atlattığı düşüncesiyle eline geçirdiği DEVLET sırlarını yayınlayan, operasyonları önceden duyurarak suçluların kaçmasına imkan hazırlayan, pireyi DEVE, deveyi PİRE yapıp "DOĞRU HABER ALMA ÖZGÜRLÜĞÜ"nü en başta kendileri engelliyenler, şu gazeteci müsveddeleri değil mi?..

Bunlar herkesin gözü önünde cereyan ettiği için bilinen şeyler!... Belki insanımızın bilmediği, farkında olmadığı husus, bu heriflerin her bakımdan, her konuda SATILMIŞ olması!.. Çok az kimsenin kabullenebildiği bu hususu, bir kaç olayı örnek vererek açıklıyalım:

1983'de Hürriyet gazetesi "çevre temizliği, lablı deterjan" diye bir kampanya başlattı... ve "Aman, memleketini ne kadar çok seviyor!" diye sempati topladı!..

Ne var ki Hürriyet gazetesi bu kampanya ile ülkeye değil; BATILI deterjan fabrikalarına hizmet ediyordu!.. Çünkü o tarihlerde Avrupa'da "lablı deterjan" yasaklanmış, BATILILAR daha kolay çözülen bir maddeye geçmişti!.. Ellerinde kalan lablı hammadde ve cihazların, bir geri kalmış ülkeye "kakalanması" gerekiyordu!.. Hürriyet bu haysiyetsiz görevi üstlenip, kendi DEVLET'ini ve MİLLET'ini kazıkladı. Bazı başka gazeteler de kendisine yardımcı oldular ve paylarını aldılar!

Halbuki yapılması gereken, doğrudan o daha kolay çözülen maddeye geçişi sağlamaktı!.. Bir kaç bilim adamı çıkıp bunu belirtti ama, ne Hürriyet, ne de diğer basın organları onların konuşmalarını yayınlamadılar! Ört-bas ettiler.

Bitmedi... 1986 Çernobil nükleer felaketinden sonra, ülkemizde bir "radyasyonlu çay" yaygarası koparıldı!.. Sanki Çernobil'den kalkan radyasyon bulutları sadece çay yapraklarına konmuş; sulara, mısıra, Karadenizli'nin çok yediği kara lahanaya hiç dokunmamış gibi!..

BASIN ve YAYIN kurumları, konunun büyütecek yanı olmadığını söyliyen bir kaç akıllı uzmanı yerden yere vurdu, hatta ATOM ENERJİSİ KOMİSYONU Başkanı'nı görevinden etti!

Sonra anlaşıldı ki, bu soysuzlar, ülkeye yeni girmiş olan gavur malı LİPTON çayının piyasayı tutması için uğraşırlarmış!

Devam edelim mi?.. 1996 yılında RP-DYP koalisyonunun ilk Çekiç Güç ilişkisinde, süreyi uzatmama ihtimali belirince, Günaydın gazetesi Irak'taki Çekiç Güç tesisleri ile ilgili bir "araştırma" yayınladı.

Bu "araştırma"ya göre orada 50 küsur uçak ve helikopter; ama Türkler de dahil SADECE 17 personel varmış!..Yahu 5 yaşındaki çocuk bile eğer 50 tane uçak varsa; en az 150 kişilik personel, hiç değilse 50 tane pilot olması gerektiğini bilir!.. Artık yalanın bu kadar kuyruklusu olur mu?.. Bunu yazana, onaylıyana, basana GAZETECİ denir mi?..

Nitekim Saddam "höt!" deyince Irak'tan apar topar kaçan Çekiç Güç'ün öyle 17 kişi filan olmadığı, "sivil toplum örgütü" diye pek çok ajanın orada ayrı bir Kürt Devleti için faaliyet gösterdiği, hatta CİA'nın yerli işbirlikçi vatan haini Kürtler'den 2500 kişilik bir ajan-asker grup yetiştirdiği, onları silahlandırdığı ortaya çıktı!..

Daha hangi birini anlatalım ki?.. Masumları, mazlumları ve onların yetimlerini bırakıp; azılı kaatil teröristlerin hayat şartlarını düzeltmeye çalışanları mı?.. Vatanı için, hatta bu sütü bozuk yazar-çizer takımının rahat uyuması için evladını kaybetmiş şehit analarını bırakıp ta; bölücü teröristlerin "cumartesi anaları"nı "kayıp yakınları"nı göklere çıkaranları mı?..

Ki o "kayıp" yakınlarının peşinde olduğunu iddia edenlerin çoğu, KENDİ TERÖRİST'tir, bu ülkeye DÜŞMAN'dır ve BÖLMEK istediğini söylemekten çekinmez!.. Biz böylesinin "kaybı"nı arayacağımıza, o hainin de YOK olup gitmesi için elimizden geleni yapmaya hazırız!..

Kaldı ki, onların "kayıp" dediği kişilerin %99'U ya suç işleyip yurt dışına kaçmıştır, ya da dağa çıkmıştır... Ortalıkta olmamasının sebebi budur.

Ermeni çetecilerin 1878'den itibaren öldürdüğü, yerinden yurdundan ettiği yüzbinlerce TÜRK'ü ve AZERİ'yi bırakıp, savaş sırasında ölen ve tehçir edilen Ermeniler'i savunanları, gazete sayfalarında, televizyon kanallarında onlara ağıt yakanlara ne dersiniz?..

Yine ülkeyi soyup soğana çeviren, insanımıza "enayi" gözüyle bakan Kastelli, Parsadan gibi üçkâğıtçıları âdeta kahramanlaştırarak halka sunan, böylece bu kişilerin tepki görmeleri yerine, sempati toplamalarını sağlayanlar kimler?..

Sosyete orospusu olmaktan başka meziyeti bulunmayan bazı şarkıcıların, artistlerin, mankenlerin hayatlarını, aşklarını, yedikleri haltları ballandıra ballandıra anlatıp masumu genç kızların akıllarını çelen, onların düşmesine yol açan bu MEDYA değil mi?..

"TÜRK erkeklerine hayranım, dedi" diye çıplak turistlerin resmini basıp yalan uyduran, erkeklerimizi her karşılarına çıkan kızın "yatmaya hazır" olduğuna inandırıp saldırganlaştıran bu ahlâksız BASIN, bu edepsiz MEDYA değil mi?.. Daha ne söyliyelim?..

Eskiden kâğıt sıkıntısı varken, kâğıt kontenjanını istismar edip yolsuzluğu yapanlar, DEVLET'in resmî ilânlarından haksız yere yararlananlar onlar değil mi?..

İlân deyince, sözümona gazeteci Komünist Kemâl'in hikâyesini anlatmadan geçemiyeceğiz... Bu adam, öyle sosyalist geçinir ki, adı Komünist'e çıkmıştır! Aslında hayatı boyunca hiç satmayan bir gazeteyi 300-500 basıp 5.000 basıyor göstererek RESMÎ İLÂN almış, ve böylece ZENGİN olmuş biridir!.. Gazetesini bazen evinde, bazen de küçük bir dükkânda "basar". Bir kaç DEVLET dairesine gönderir, gerisini de hurda diye satar. Ama ilânları tıkır tıkır alır, ev geçindirir, hatta kızına bir daire döşemekle övünür... Kimbilir böyle kaç "gazeteci" var TÜRKİYE'de!..

TÜRKİYE'nin nüfusunun son 20 yılda 20 milyon artmasına, okuma-yazma oranının %90'lara ulaşmasına rağmen, gazete ve dergi satışları hemen hemen aynı kalmıştır... Gazeteciler, yazarlar, mizahçılar bunu hep "TÜRK insanının okumayı sevmemesine" bağlar. Halbuki biz ORTAASYA'daki soydaşlarımızın çok okuduklarını gördük. Demek ki, TÜRKİYE'deki durum IRSÎ değil!.. Başka sebebi var.

Siz eğer her 20 yılda dili anlaşılmaz hale koyarsanız, daha dünün yazarları MEHMET AKİF, YAHYA KEMÂL, TEVFİK FİKRET, REFİK HALİT ve daha niceleri OKUNMAZ olur tabii ki!.. Onların yerini alan ve "edebiyat" yaptıklarını sanan sözde yazarlar ülkeye, insanına yabancı şeyler karalarlarsa; KİTAP SATILMAZ tabii ki!..

50 yıl öncesinde bile AKBABA gibi MİZAH şaheseri dergiler kapışılırken; bugün KELLE, LİMON sayfalarında "....na kodum, diktir git..." gibi küfürler ile insanları güldüreceğini sanırsan, ALINMAZ tabii ki!.. Sivilceli, karanlık yüzler çizerek insanın içini karartırsan, tiraj DÜŞER tabii ki!..

Mecmua çıkarıyorum diye, her sayıda "Kocanızı nasıl aldatırsınız?.. Biseksüellik moda oldu" gibi TÜRK insanının AHLÂK anlayışına ters yayınlar yaparsanız, okuyan BULUNMAZ tabii ki!..30 sayfa gazete satıp bunun 24 sayfasını reklâma, 4 sayfasını da kocaman resimlere ayırırsanız; millet sizi ancak TENCERE-TAVA ile birlikte ALIR tabii ki!.. TÜRK insanının önüne her gün KALİTESİZ, BAYAT, hatta BOZUK FİKRÎ GIDA koyarsanız, kimse YEMEZ elbette ki!

Artık bu ayak takımı yazar-bozar-çizerlerin anlaması gerekir ki TÜRK insanı APTAL DEĞİL!.. Ne sahte aydınların, ne de politikacıların dolmalarını yutmuyor!.. Onun için hiç bir parti, hiç bir lider %25'den yüksek oy alamıyor. Onun için gazeteler televizyon-radyo-yemek takımı vermezse, tirajları 1 milyondan 50-100 bine düşüyor!..

Bunların hepsine "eyvallah" diyebiliriz... Ama demeyeceğimiz iki husus var!..

Birincisi gazeteci takımının "aydın" sayılması!.. Biz bu "aydın" kelimesini zaman zaman kullanmamıza rağmen hiç sevmeyiz, MÜNEVVER karşılığıdır, ama o kelimeyi de pek tutmayız. Çünkü bize MASONİK bi tabir olan İLLİMÜNATİ'yi hatırlatır, "aydınlanmış" demektir! Biz MÜTEFEKKİR kelimesini tercih ederiz ki, "fikir sahibi, fikir üreten" demektir... Bir ülkenin fikiri üretenleri ve bilim adamları üst tabakasıdır. Bir de halk vardır, ki alt tabakadır... İşte gazetesici bu üst tabaka ile alk tabaka arasındaki iletişimi sağlar daha doğrusu sağlaması gerekir... Bu iletişim sağlanmazsa, ÜST tabaka, yani MÜTEFEKKİR ve ÂLİM tabaka ile eğitilmesi, yetiştirilmesi, yönlendirilmesi gereken ALT tabaka arasındaki bağ kopar!.. Hele bir de zıpçıktı "aydın" takımı ile gazeteciler, televizyoncular kendilerini bu üst tabakaya koyup halkı küçük görmeye, yönlendirmeye başlarsa, o ülke için felâket olur!.. Maalesef bugün TÜRKİYE bu haldedir!.. Halka hiç ulaşamayan bir MÜTEFEKKİR ve İLİM SAHİBİ grup... Kendini "aydın" sayıp millete zırvalar pompalayan yazar-çizer-bozar-konuşur takımı!.. Ve çobansız kalmış, yönünü şaşırmış sürüye dönüşmüş halk!..

İkinci affetmeyeceğimiz husus 1996 yılından itibaren, baştaki RP-DYP HÜKÜMETİ'ni devirmek için BATI ülkelerine ajanlık, jurnalcilik etmeleri, her türlü ihanetin içinde olmalarıyla başlayan, daha doğrusu âdet hâline gelen tavır!.. Ondan sonra AKP iktidarı ile birlikte Avrupa Birliği'ne girmeden verilecek tavizlerin savunucusu olma, Kıbrıs'ın yunan'a bırakılması için âdeta Rum gazetecisi kesilme!..

HAYIR!.. Bunlara izin verilemez!.. MEDYA'nın bu hain ikinci başı mutlaka koparılmalıdır!

(2) ATATÜRK ikinci ifadesinde CUMHURİYET'in BASIN ve YAYIN organlarından bekledikleri olduğunu; BASIN ve YAYIN organlarının bu beklenenleri yerine getirmesinin GÖREV olduğunu belirtiyor.

Bu GÖREV, CUMHURİYET'in etrafında ÇELİK bir KALE olmaktır. MİLLET'e BİRLİK ve BERABERLİK aşılamaktır.

Yani hiçbir GAZETE, DERGİ CUMHURİYET'i sarsacak, DEVLET'i güçsüz kılacak yazılar yazamaz, buna gayret edenlere sayfalarında söz hakkı tanıyamaz. RADYO ve TELEVİZYONLAR menfi program yapamaz.

Yani sahte bir "eşitlik", sahte bir "insan hakları" havariliği ile eşkiya ile askeri, namuslu memur ile üçkağıtçı müteahhidi aynı kefeye koymaz.

Bu ifade BÖLÜCÜ, KÜRTÇÜ, hatta YABANCI UŞAĞI hiç bir YAYIN yapılamıyacağını gösterir.

Bunlar bugün uygulanmasa da, belki herkes tarafından kabul edilebilecek hususlardır. Ancak biz ATATÜRK'ün diğer konular üzerine olan ifadelerini de değerlendirerek BASIN ve YAYIN organlarının insanımızı FANATİK TAKIM TUTKULARI'na sevkederek birbirine düşman edecek, veya AİLE müessesesini sarsacak, insanlar AVERELİK, SERSERİLİK aşılayacak yayınları da yapamıyacağını düşünürüz.

BASIN ve YAYIN organlarının ülkenin bilim adamlarını, çalışkan ve üretici insanlarını bırakıp; uyduruk pop şarkıcılarını, teşhirci artistlerini, işe yaramaz politikacılarını, cinci hocaları, hatta yeraltı dünyası serserilerini sayfalarına almaları, onları göklere çıkarmaları dahi CUMHURİYET'e ihanet ve KÖTÜ bir REHBERLİK'tir. ATATÜRK'ün bu tarz BASIN ve YAYIN konusunda ne düşündüğünü bir sonraki sözünde göreceğiz.

(3) ATATÜRK'ün ne dediği açık... Ama bir de biz açıklıyalım ki, sahte "atatürkçü"ler ile uyduruk BASIN kulp bulmasın...

Efendim, ATATÜRK diyor ki, "Ben öyle inanç özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, basın özgürlüğü gibi dolmaları yutmam!.. Bunlar eğer MİLLET'in VARLIĞI ve BİRLİĞİ'ne halel getirirse; ilk önce MİLLET topyekün buna karşı çıkar!"...

Yani ne yapar?.. Bunları okumaz, dinlemez, seyretmez, seyretse bile İNANMAZ!.. Nitekim sık sık yapılan kamuoyu yoklamaları, anketler POLİTİKACILAR ile BASIN ve YAYIN'ın en İNANILMAZ kişi ve kesimler olduğunu göstermekte!..

İşin enteresanı çoğu politikacı ve "aydın"ın "taraflı" diye nitelediği DEVLET RADYO ve TELEVİZYONU; bu "hür" BASIN'dan "bağımsız" ÖZEL KANALLAR'dan daha GÜVENİLİR bulunmakta!.. Neden?.. Çünkü TÜRK İNSANI ZEKİDİR, AKILLIDIR ve DEVLETÇİ'dir, TONGAYA BASMAZ!

ATATÜRK şöyle devam ediyor: "Haa, MİLLET'in tepkisi bu kendini bilmez, zararlı hale gelmiş olan BASIN ve YAYIN organlarının dersini vermeye yetmezse; o zaman T.B.M.M.'nin TERBİYE EDİCİ ELİ tokadı indirir. O da yetmezse, kanunlar bu kurum ve kişileri YOK EDER!"

Nitekim, ATATÜRK 1925 yılında Şeyh Sait isyanı sırasında BASIN'ın isyanı kışkırtan bazı milletvekili ve çevrelerin borazanı haline geldiğini görünce, TAKRİR-İ SÜKUN kanununu çıkarmıştı!..

Yani BASIN ve YAYIN organları ülkedeki her kişi ve kurum gibi DEVLET'e ve MİLLET'e hizmet etmek için VAR'dır. Başkalarına ve kendilerine çalışamazlar. Sırf para kazanmak için MİLLET, DEVLET ve VATAN'ı tehlikeye atamazlar. Atarlarsa, ceplerindeki BASIN KARTI onları kurtaramaz.

Bazılarına göre BASIN 4. güçtür. Yani kudretini MİLLET'ten alan YÜRÜTME, YARGI ve YASAMA gücünden sonra gelir. Çünkü MİLLETİN SESİ ve VİCDANI'dır. Bu değerlendirme bizce doğrudur. Bir şartla!..

Eğer BASIN ve YAYIN, şimdiki adıyla MEDYA, GERÇEKTEN MİLLETİN SESİ ve VİCDANI ise, bu KUDRET'e HAK kazanır. Yoksa bozuk icra, yoldan çıkmış yargı, ve safsata yasama kadar zararlı olur. Hatta 5. KOL gibi gavurlara, düşmanlara hizmet eder.

Şimdiki BASIN MİLLET'in DEĞİL, PATRONUN SESİ'dir, BÖLÜCÜNÜN SESİ'dir, hatta GAVURLARIN SESİ'dir!.. Ülkedeki bütün gazete ve dergilerin %80'i İKİ BÜYÜK PATRON'un elindedir. Kalanlar da bir-ikisi hariç, KÜRTÇÜ, BÖLÜCÜ, BATICI veya YOBAZ takımına çalışır. Patronların ayrıca üçer beşer TELEVİZYON KANALI vardır. Maddi imkan son derece arttığı için MEDYA artık 4. GÜÇ olmakla yetinmeyip, TEK GÜÇ olmak sevdasındadır. HÜKÜMET'in İCRAAT'ını, HAKİMLER'in KARARLAR'ını, MECLİS'in çıkardığı KANUNLAR'ı MEDYA etkilemektedir. Ama halkın lehine değil!.. Patronların lehine, yabancıların lehine!..

Hemen bir örnek verelim: 1996 yılında DYP-RP KOALİSYONU kurulmasın diye MEDYA'nın sarfettiği gayret malumdur. ORDU'yu bile İHTİLAL için kışkırtmışlardı..

Ama aynı MEDYA, memleketi batırmış olan ÖZAL'ın partisi ANAP ile gene memleketi üç ihtilale sürüklemiş Demirel'in partisi DYP'nin koalisyon kurmasına çanak tutmuştu, hatta birleşmeleri için ne yaygaralar koparmıştı... Yine aynı MEDYA, DEP'i MECLİS'e sokarak KüRT PARTİSİ haline gelen SHP(CHP) ile DYP'nin koalisyonuna hiç ses çıkartmamıştı. Neden?.. Bunlar eski bozuk düzenin devamını sağlıyacaktı da ondan!..

MEDYA artık hem dünyada, hem bizde bir TİCARET metahı haline gelmiştir. Bu PAZAR'da her şey SATILIK'tır. Artistlerin çıplak fotoğrafları ile KADIN satılır. Hatta "Falanca hatun sevgisi müteahhitten ayrıldı, şimdi yeni bir aşk arıyor" diye ilanlarla pezevenklik yapılır. Müstehcen neşriyat ile gençlere CİNSİ SAPIKLIK aşılanır...

Bu PAZAR'da NAMUS, AİLE MAHREMİYETİ satılır... Eline lensli dürbünlü fotoğraf makinası alan her zibidi DEVLET büyüklerinin evlerinin içine kadar sokulur, kendilerinin veya eşlerinin mayolu fotoğraflarını çeker, sonra bunları "haber" diye yayınlar. Okullarda, maçlarda, konserlerde boş bulunup yanlış oturmuş kızların kadınların bacakları, göğüsleri gazete sayfalarında, televizyon ekranlarında teşhir edilir.

Bunlardan bir tanesini bile sade vatandaş yapsa, RÖNTGENCİ diye tutuklanırken; "basın mensupları"na "başarı"larından dolayı ödül verilir!..

NAMUS meselesinin çok önemli olduğu ülkemizde bu kişiler kadınları, kızları uğradıkları tecavüz veya yaptıkları bir hata yüzünden günlerce TEŞHİR ederler, EL içine çıkacak yüz bırakmazlar. Sonra da utanmadan başka bir sayfada KADIN haklarından söz ederler!..

Ya hele birinin fotoğrafının altına, başka birinin haberini yazan, hatta haberi masa başında uyduran eskinin TAN gazetesi?.. Ya işi gücü MAHALLE KARISI gibi DEDİKODU yapmak olan bir zamanların HAFTASONU dergisi?.. Her ikisi de silindi gitti. Çünkü hemen bütün gazeteler TAN, hemen bütün dergiler HAFTASONU oldu da ondan!

En iyisi varlığını sürdürebilmek için TENCERE-TAVA dağıttığına göre, gerisini anlatmaya lüzum yok!.. Bunlar BASIN değil; üzerine BASILIP ezilecek HAŞERAT'tır!..

Ya o TV kanallarındaki PAPARAZİ, DEDİKODU programları?..REALİTE "show"ları?..TALK "show"lar?.. Bir defa bunların hiç birinin TÜRKÇE'si yok mu ki, bu GAVUR kaşığı ile TÜRK boku yemekteler?..Realite show dedikleri GERÇEK HAYATTAN KESİTLER değil midir?..Talk show dedikleri SOHBET değil midir?..Biz olsak, bütün YABANCI DİL'deki REKLAM, PANO, İLÂN, DÜKKÂN ADI'ndan olduğu gibi bunlardan da KELİME başına çok yüksek VERGİ keserdik! (Hoş, o o kanunu da Özal değiltirdi, artık sokaklarda yabancı isimden geçilmez oldu!)

Bu "realite show"ların yarı zamanı kendi programının reklamı ile geçmesi bir yana; DEHŞET, ÜRKÜNTÜ ve TİKSİNTİ veren bir hava içinde cereyan etmektedir... Evet, zaman zaman hakikaten önemli bir konu veya toplum yarası ele alınmaktadır ama, konuya YAKLAŞIM adeta bir REKLAM veya BİLİMKURGU şeklinde olmakta; etkisi 1-2 gün içinde silinip gitmektedir.

Bunların arasında SAADETTİN TEKSOY zibidisi gibi VAN GÖLÜ CANAVARI(!), MERYEM ANA'NIN KABRİ(!) gibi olağanüstü(!) keşifler yaptıktan sonra; enerjisini BELGESEL(!) çekimine harcayanlar da var... Bu kişi Avustralya VANUATU yerlileriyle ilgili bir belgesel çekiyor. Adamların insan eti yemeği 1968 yılında bırakmış olduklarını iddia ediyor... Ancak programdan kısa bir süre sonra Vanuata Elçiliği'nden bir görevli, bu herifin orada "Turizm Bakanlığı'ndan bir FOLKLOR ekibi isteyip çekim yaptığını" açıklıyor!..Yani hem kendi insanımız aldatılmış, hem de bir yabancı devletin insanına "yamyam" diye hakaret edilmiş!

Bu durumda ne yapılması lâzım?.. Önce bu herifin çalıştığı kanal HALK'tan özür dileyerek Teksoy'u tekmeyle kovmalı... Adam bundan böyle MEDYA'nın hiç bir dalında iş bulamamalı...Sonra DEVLET hakkında DIŞ İLİŞKİLER'imizi bozmaktan dava açıp kendisini tutuklamalı ve İBRET-İ ALEM için hiç te az olmayan bir hapis cezasına çarptırılmalı.. Ve tabii VANUATU Cumhuriyeti'nden özür dilenmeli...değil miydi?.. Ne gezer!

Peki, ya falcıları, cincileri, tımarhanelik uçukları çıkartıp sapık inanç ve boş umutların reklamını yapanlar?.. Halbuki FALCILIK kanunlarla yasaklanmıştır! Cin çıkarmak, muska yazmak, üfürükçülük kanunlarımızda suçtur!.. Bizim MEDYA bunları yakalatıp teşhir edeceğine; homoseksüel MEMİŞ'i bile açık oturumlara davet eder, kendini cin çarpmış sarsak KETO ile ekranda kavga ettirir!..Sonra da kalkar REFAH Partilileri"gericilik"le, "lâikliğe aykırı" davranmakla suçlar!..Şimdi siz söyleyin: Hangisi gerici, hangisinin "lâik"liği sahte?..

Bunlar FALCILIK ta bile BATI UŞAĞI ve TAKLİTÇİ'dirler!.. Çünkü bunlara göre kahve falı, bakla falı TÜRK malı olduğu için saçmalıktır da, TAROT falı, HOROSKOP falı AVRUPAİ ve adı YABANCI olduğu için makbuldür!..Bu konuda ADALET mensuplarını dahi ikna etmiş olsalar gerek; dört bir yanda "bilgisayarla yıldız falı" bakan üçkağıtçılar dükkan açtı!

Böyle bir BASIN'ın, böyle bir MEDYA'nın "özgürlüğü"nü savunmak, ülkenin bugününü ve yarınını tehlikeye atmak demektir! ATATÜRK'ün uyarısı VASİYET niteliğindedir. MEDYA o vasiyet gereğince yola getirilmelidir.

Bütün şikayetine rağmen; ATATÜRK dönemindeki BASIN, bizim alışkın olduğumuzdan çok FARKLI idi. O dönemin DEVLET ADAMLARI'nın verdiği beyanat ta şimdiki politikacıların beyanlarından farklıydı. Sırf bir örnek olsun diye, TASVİR-İ EfKAR başmuharriri VELİD EBÜZZİYA'nın sorularını ve ATATÜRK'ün verdiği cevapları naklediyoruz:

Soru : Kuva-yı Milliye'nin vücuda gelmesinin ilk sebepleri nedir?

Cevap: Milletin maruz kaldığı muamelat-ı hakşikenane.

Soru : Teşkilat-ı Milliye ne vakit başladı?

Cevap: Akeb-i Müterakede ve vatanın her tarafında hemen aynı zamanda.

Soru : Bugün kaç vilayete hükmü şamildir?

Cevap: Bugün Anadolu ve Rumeli vilayatında teşkilat-ı milliyeden mahrum bir yer kalmamıştır. Hükmü umum vatana şamildir.

Soru : Teşkilat-ı Milliye'nin başlıca erkanı kimlerdir?

Cevap: Teşkilat-ı Milliye'nin erkanı masuniyet ve istiklal-i vatan için kalpleri çırpınan milletin umum güzide evlatlarıdır.

Soru : General Harbord ile ne mülakat ettiniz?

Cevap: (Cevap yok)

Soru : Müstakbel hudutlarımız sizce ne olabilir?

Cevap: Müstakbel hudutlarımız bizce 30 Teşrinievvel 1918 tarihinde mütareke aktedildiği günde fiilen sahip kaldığımız huduttur.

Bu listede toplam 21 soru var ve ATATÜRK, hayatı da dahil olmak üzere hepsini üç daktilo sayfasında cevaplandırmış, 2 soruya da "askeri sır" saydığından cevap vermemiş.

Bizim üzerinde durduğumuz husus iki tarafın da EĞİTİM ve KÜLTÜR'lerinin bir göstergesi olarak meramlarını AZ ve ÖZ sözlerle ifade etmeleridir. İkisi de biliyordu ki, boş lafla kaybedecek zaman, ziyan edecek kağıt yoktur.

Bizce bu tutum hem GAZETECİ, hem de SİYASET ADAMI açısından OKURLARA SAYGI'dır!..

Şunu açıkça belirtelim ki, GAZETECİ, YAZAR, ÇİZER, ŞAİR takımı ve şimdinin RADYO-TV AÇIK OTURUM YÖNETİCİLERİ, ROPÖRTAJ YAPANLAR, PARLAMENTO MUHABİRLERİ halkın ortalama seviyesinin çok üstünde olmalıdırlar ki, ona yeni birşeyler verebilsinler. ZİYA GÖKALP, YAHYA KEMAL, VELİD EEBÜZZİYA, YUNUS NADİ böyle insanlardı. Onların bilgi düzeyine ulaşmış insan, parmakla gösterilirdi.

Ama bugünün Turhan Selçuk, Ahmet Altan, Nazlı Eray, Zülfi Livaneli gibi şöhret isimlerinin oturduğu apartmanda bile, bilgi seviyesi onlardan kat kat yüksek insan bulmak mümkündür. Bu kişiler ancak toplumumuzun "vasat" sayılacak kesiminde yer alabilirler.

İşte TÜRKİYE'nin en büyük BASIN-YAYIN meselesi budur! "Vasat" kişiler, TÜRK insanına yön vermektedir!.. Kültür ve eğitimi yüksek kişiler BASIN-YAYIN kurumlarının kapısından girememekte, içerdekilerin SEVİYESİ hep DÜŞÜK olmaktadır.

Üstelik bu "vasat" kişiler, eski meslekdaşlarında hiç görülmeyen bir kendini beğenmişlikle halkımızı küçük görmekte, hatta onları kendi zırvalarına "layık" bulmamaktadır!.. Aziz Nesin, Yaşar Kemal'in ruh haleti, bu zavallılığı yansıtır.

Biz MEDYA'yı ancak DEVLET-MİLLET-VATAN yararına EĞİTİM faaliyetini üstlenirse, DOĞRU HABER iletirse MAKBUL addederiz. Kültürümüzü yozlaştıran, ahlakımızı bozan, yalan haber yayan, dedikodu-sansasyon peşinde koşan BASIN'ın da, YAYIN'ın da çok sıkı denetime alınmasından yanayız. Bizce BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ, "melanet yayma serbestiyeti" değildir!..İnsanlara sesini duyurma, fikrini serbestçe iletme, ancak onlara hizmet edenlere tanınabilecek bir haktır; kesesine hizmet edenlere değil!

"Bu dediğin gibi YAYIN organı var mı?" diyenlere cevabımız şudur: Bizim BASIN'daki örneğimiz GASPIRALI İSMAİL BEY'in çıkarttığı TERCÜMAN GAZETESİ'dir. Sadece KIRIM'da değil, tüm ASYA TÜRK ve MÜSLÜMANLARI'nın yaşadığı topraklarda bir EĞİTİM aracı halinde 1900'lü yıllarda çok büyük hizmet görmüştür. Soydaşlarımıza sadece güzel bir TÜRKÇE öğretmekle kalmamış, MİLLİ DUYGULAR aşılamış, İSLAMİ BİLGİLER vererek hurafeyi ortadan kaldırmış, aynı zamanda dönemin BİLİM ve TEKNOLOJİ sahasındaki gelişmelerini halka ulaştırmıştır. İsmail Bey bütün bunları Rusya'da, her türlü baskıya göğüş gererek ve kendisine destek olan zengin karısının servetini tüketerek yapmıştır.

İşte biz böyle GAZETECİLER, böyle GAZETELER istiyoruz... Şimdikiler gibi servetine servet katanı değil; RADYO ve TELEVİZYON'da böyle program yapanı istiyoruz! Paparazi satanı değil!

> GİRİŞ < > DIŞ SİYASET ÜZERİNE SÖZLERİ <