İSLAMİ ESASLARA BAĞLILIK İLKESİ - AÇIKLAMALAR-2

(7)- ATATÜRK bu bölümde DİN TARİHİ dersi veriyor... TÜRKLER'in HAZRET-İ NUH'un oğlu YAFES'in soyundan geldiğini belirtiyor!.. Gerçekten de ŞECERE-İ TÜRK başta olmak üzere eski kaynaklarda YAFES'in oğlunun adı TÜRK olarak geçer...

TEVRAT'a baktığımızda YAFES'in oğullarının adları GOMER(SÜMER), MAGOG(MOGOL), CAVAN, TUBAL ve Tİ'RAS'ı görüyoruz... Hıristiyan tarihçiler bile TÜRKLER'i GOG-MAGOG soyuna bağlar... Öte yandan GOMER'in bir oğlu da TOGARMA'dır!.. CAVAN'ın bir oğlu ise TARŞİŞ'dir... PERSLER'in TÜRKLER'e TURUŞKA dediği hatırlanırsa, ATATÜRK'ün neden TÜRK TARİHİ'ni HAZRET-İ NUH'a kadar götürdüğü anlaşılır... Kil tabletler M.Ö. 3000'den itibaren bölgede TOURKİ ve TURUKKU adlarında iki büyük kavimden söz etmektedir... Bu konulara başka bir yazımızda devam edeceğiz.

ATATÜRK daha sonra HİLAFET meselesinin özüne giriyor. Rahmetli aslında BEKTAŞÎ idi. Bektaşiler'in pek öyle KUR'AN ile, şeriatle alâkası olmadığı sanılır. Ama görüldüğü gibi Rahmetli, hem 1 Kasım 1922'de HİLÂFET'in kaldırılması konuşmasında, hem Zağanos Paşa Camii'ndeki hutbesinde pek çok din âliminin beceremiyeceği berraklıkta ALLAH'ın birliğini, HZ. MUHAMMED'in peygamberliğini dile getirdiği gibi, İSLÂM'ın SON ve EN MÜKEMMEL DİN olduğunu, KUR'AN-I KERİM'in MÜSLÜMANLARIN ANAYASASI olduğunu, kainattaki herşeyi ALLAH'ın yaratıp, tabiat kanunlarını O'nun koyduğunu anlatmıştır. Bu sözleri, dindar geçinen ne Prof. Dr. Necmettin Erbakan, ne Turgut Özal, ne de imam-hatip mektebi mezunu Tayyip Erdoğan edemezdi, edememiştir! ATATÜRK'ün daha sonra türlü vesilelerle kullandığı, din aleyhine ifadelerin hepsinin birer sebebi vardır. Asla onun dinsiz olduğunu, din düşmanı olduğunu göstermez. Hiçbiri bu ifadelerin yerine geçirilemez!.. Yeri geldikçe birer birer açıklıyacağız.

Ayrıca belirtelim ki, CUMHURİYET tarihinde gelmiş geçmiş Devlet Başkanı, Başbakan, Parti Başkanları arasında DİN üzerine en çok konuşma yapan kişi Erbakan falan değildir, ATATÜRK'tür!.. Ötekiler hep DİN'i POLİTİKA'ya alet etmek için ağızlarına alırken, ATATÜRK DİN TARİHİ'ni, DİNİ OLAYLAR'ın, ÂYET ve HADİSLER'in yorumlarını dile getirmiştir... Yukarda ÜLEMA'nın bozulmasını anlatırken yaptığı gibi...

Görüldüğü gibi, ilk 4 HALİFE'nin başa geçmesi ve görev yapması, İSLÂMÎ DEVLET YÖNETİMİ için bulunmaz bir örnektir... Bu uygulamanın özelliklerini ATATÜRK kadar farkeden biri daha çıkmamıştır!..

Uygulama TÜRK DEVLET GELENEĞİ'ne benzer olduğu gibi, BATI TARZI DEMOKRASİ'den de kat kat üstündür.

ATATÜRK önce LİDER seçiminde kriter olarak üç unsurun ortaya çıktığını, bunların AKRABALIK, GEÇMİŞ HİZMET ve EN GÜÇLÜ TEMEL UNSUR olduğunu belirtiyor... ve sonuncusunu EN GERÇEKÇİ olarak değerlendiriyor.

Bilindiği gibi MEKKELİLER de, MEDİNELİLER de, PEYGAMBER'in SÜLALESİ de HALİFE'nin kendilerinden olmasını istemişlerdi... Hatta bugünkü SÜNNİ-Şİİ sürtüşmesinin kökü, HAZRET-İ ALİ'nin AKRABA olmasına rağmen HALİFE seçilmemesine dayandırılır... Bazıları onun PEYGAMBER'in AMCA'sının OĞLU olduğunu, bu yüzden HALİFE olması gerektiğini hala iddia eder... Halbuki EBU CEHİL de PEYGAMBER'in AMCA'sı idi!.. O takdirde onun oğullarına aynı imtiyazın tanınması gerekirdi!.. Bazıları ise HAZRET-İ ALİ'nin PEYGAMBER DAMADI olduğunu, bu yüzden HALİFE olmaya HAK kazandığını öne sürer, hem de hala!.. Halbuki PEYGAMBER'in başka kızları, ve damatları olduğu gibi, HAZRET-İ OSMAN iki kızıyla birden evlendiği için İKİ kere DAMAD'ı idi, o zaman onun ilk HALİFE olması daha mantıklı olurdu!..

Zaten HAZRET-İ HASAN, PEYGAMBER SOYU'nun HALİFE olmasının şart olmadığını, hatta mahzurlu olduğunu farketmiş, bu yüzden HALİFELİK'ten çekilmiştir!.. Bu gerçeği göremeyen ve kendisini uyaran ağabeyini dinlemeyen HAZRET-İ HÜSEYİN ise HİLAFET yolunda başını vermiştir... Ancak hemen belirtelim ki, 12 İMAM'ın daha sonra gelenleri, hiç bir zaman HİLAFET davası gütmemiş, MANEVİ LİDERLİK olan İMAMET ile yetinmiştir.

GEÇMİŞ HİZMET'e gelince; MEDİNE HALKI'nın, yani ENSAR'ın İSLAM'ın en sıkıntılı dönemindeki hizmeti inkar edilemez... Ama bu İLELEBED görev almak için de yeterli bir sebep olamaz.

ATATÜRK "KUVVETLİ ve NÜFUZU OLAN KAVİM'in, MİLLET'e ve HİLAFET'e varis olmasının diğer görüşlere tercihi tabiidir" diyerek bugünkü yönetim sistemimize de ışık tutuyor... Ancak bunu ilerde ele alacağız.

ATATÜRK; HİLAFET'i, MÜSLÜMANLAR arasında bir BAĞ, onları TEK güç yapacak bir İLAHİ SIR ve HİKMET olarak değerlendiriyor...Esas varlık sebebini de FESADIN GİDERİLMESİ, ASAYİŞİN KORUNMASI, SAVAŞ İŞLERİ'nin düzenlenmesi, ve HALKIN İYİ İDARESİ diye belirtmiş...Bunlar kurulan İSLAM DEVLETİ'nde HALİFE'nin DEVLET BAŞKANI olmasını sağlamış ve GÖREVLER'ini teşkil etmiştir.

HALİFE'ye BİAT, onun LİDER olduğunu kabul ettiğini ve emirlerine itaat edeceğini gösterir. Bu noktadan sonra MUHALEFET olmaz!.. Ancak MÜZAKERE olur... MÜŞAVERE olur... MEŞVERET olur!...

Yani, BATI tarzı DEMOKRASİ'lerde olduğu gibi başa geçemeyen güçlülerin ne pahasına olursa olsun İKTİDAR'ı yıkmak için gösterdikleri faaliyet; İSLAM DEVLET ANLAYIŞI'nda yoktur!... Şiiler dahi, bütün diğer iddialarına rağmen, HAZRET-İ ALİ'nin HAZRET-İ EBUBEKİR'e ve diğerlerine BİAT ettiğini, onları yıkmaya çalışmadığını, tam tersine birlikte çalıştığını kabul ederler...

BİAT, yani LİDER'e RIZA göstermek, bir nevi oydur, tercihtir... Yani, aile reislerinin, kabile şeflerinin çoğunluğunun rıza göstermediği kişi LİDER olamaz!.. Aile reisi de, kabile şefleri de fertlerin RIZA'sı ile varlıklarını sürdürürler... Hepsinin GÜÇLÜ, TECRÜBELİ, AKILLI olması ise vazgeçilmez kuraldır!.. Çünkü GÜÇ, İKTİDAR'dan ayrılmaz!...

BATI tarzı DEMOKRASİ'nin yutturmacası işte bu noktada gizlidir... Hiç bir gücü olmayan fertlerin İKTİDAR'ı seçtiği öne sürülür, ancak YÖNETİM'dekileri esas seçtiren ve kullanan belirli GÜÇ ODAKLARI'dır... Bunların en başında İŞ ADAMLARI, MAFYA ve MASONLAR, ve geri kalmış ülkelerde YABANCILAR gelir!... Aman uyumayalım...

ATATÜRK bundan sonra HAZRET-İ EBUBEKİR'in vefatından önce en uygun kişi olarak gördüğü HAZRET-İ ÖMER'i HALİFE yapmalarını vasiyet ettiğini, CUMHUR'un yani HALK'ın ileri gelenlerinin bunu kabul ve ona BİAT ettiğini anlatıyor... Arkasından adaletiyle meşhur HAZRET-İ ÖMER'in, büyüyen İSLAM DEVLETİ'nin yeni meseleleri karşısında hep "görevini bihakkın ifa edememek" endişesini taşıdığını belirtiyor...

Bu ne büyüklüktür YARABBİ!.. O kişi ki, komutanlar ve gazilerin ganimetten aldıkları paylarla çok zenginleştiklerini, böylece hem şımarabileceklerini, hem de azarak görevlerini unutabileceklerini düşünerek İSLAM DEVLETİ'nin temel kurallarından birini, İKTA sistemini devreye sokmuştur... Böylece ganimet malını dağıtmış, ama "TOPRAK DEVLET'İNDİR" diyerek 1200 yıl ARABİSTAN'ı, AFRİKA'yı, ANADOLU'yu ve AVRUPA'daki toprakları iyi muhafaza etmemizi sağlamıştır... OSMANLI DEVLETİ'nin yıkılışı, TANZİMAT'la birlikte ve BATI'nın istediği yönde bu TOPRAK DÜZENİ'nin bozulmasından dolayı olmuştur...Bütün bunlara rağmen HALİFE iken bile yamalı hırka ile dolaşan bu yüce insan, "görevini ifa edememek"ten korkuyor!..

HAZRET-İ OSMAN'ın HALİFE seçilmesi gene bir MÜZAKERE sonucu olmuş, HAZRET-İ ALİ ilk defa bu toplantıda kendini aday göstermiştir... Ancak kararda OSMAN çıkınca, BİAT'tan kaçınmamıştır!..

HAZRET-İ OSMAN'ın yaşlı olması, bazı idari kararlarında hata yapması, hakkında "akrabalarını kayırıyor" dedikodularının çıkmasına ve isyanlara sebep olmuştur... Ama ALEVİLER'in de kabul ettiği gibi, HAZRET-İ ALİ soyu bu isyanlarda yer almadığı gibi, OSMAN'ı savunmuşlardır... Ne var ki, ATATÜRK'ün çok güzel ifade ettiği gibi, FİTNE KAPISI bir kere kırılmıştır.

Durumu HAZRET-İ ALİ'nin başa geçmesi de düzeltememiştir... O da ÖMER ve OSMAN gibi ŞEHİT edilmiştir!.. Oğlu HASAN zehirlenmiş, HÜSEYİN ise meşhur KERBELA vak'asında gene ŞEHİT düşmüştür.

ATATÜRK bu noktada HİLAFET'in SALTANAT'a döndüğünü belirtir... Bu sözüyle PEYGAMBER'in, "Benden sonra HİLÂFET ancak 30 yıldır. Ondan sonra ısırıcı SALTANAT'a dönüşür," mealindeki hadisine atıfta bulunur!.. Arkasından bu tarz HİLAFET'in 1069 yılından itibaren SELÇUKLU sultanlarının himayesine girdiğini, 1256'da da MU'TESİM'in HÜLÂGU tarafından öldürülmesiyle HİLÂFET'in son bulduğunu söyler.

ABBASİ soyundan bir kişinin MISIR'a kaçması ve MEMLÜKLER tarafından HALİFE ilan edilmesi, gerçekte hiç bir mana ifade etmez.

Bu tarz SALTANAT bile olmayan göstermelik HİLÂFET, YAVUZ SULTAN SELİM'in (ki, ATATÜRK kendisini HAZRET-İ SELİM olarak anar) 1517'de MISIR'ı fethetmesiyle biter!.. Yerine tekrar KUVVET'e, LİDERLİK vasfına dayanan; himaye edilen değil de, TEB'ASINI HİMAYE EDEN ve SALTANAT'la birlikte mütalaa edilen bir HİLÂFET doğar!...ve 400 yıl devam eder.

MEKKE ve MEDİNE'yi de alan YAVUZ'dan sonra, HALİFE olduğunu bütün dünyaya hissettiren tek padişah, SULTAN 2. ABDÜLHAMİD'dir!.. İSLAM DÜNYASI nasıl TATARİSTAN, BAŞKURDİSTAN, KIRIM gibi ülkelerin MÜSLÜMAN olmasını CENGİZ'in torunu TİMUR'a; HİNDİSTAN, AFGANİSTAN, PAKİSTAN gibi diyarların MÜSLÜMAN olmasını TİMUR'un torunu BABÜR ŞAH'a borçluysa; MALEZYA, ENDONEZYA, FİLİPİNLER gibi uçsuz bucaksız UZAK DOĞU ülkelerinin MÜSLÜMAN olmasını da HAZRET-İ ABDÜLHAMİD'e medyundur.

Biz burada SALTANAT, HİLÂFET'ten ayrılır mı, ayrılmaz mı münakaşasına girmeyeceğiz... Bunu ilerdeki bir yazıda ele alacağız (Bakınız: ATATÜRK DÖNEMİ - AÇIKLAMALAR) ve (HİLÂFET MESELESİ). HİLAFET'in şu andaki durumunu da aşağıda belirteceğiz... Ancak hemen söyleyelim ki, ATATÜRK HİLÂFET'i aslında KALDIRMAMIŞTIR!.. Hatta SALTANAT; HÂKİMİYET, HÜKÜMRANLIK GÜCÜ anlamında kabul edilirse; SALTANAT'la HİLÂFET birbirinden AYRILMAMIŞTIR bile!..

Bu gerçeği ATATÜRK, "HİLÂFET MAKAMI, MAHFUZ olarak HÂKİMİYET ve SALTANAT makamı olan TBMM'DİR!.." şeklinde ifade ediyor!.. Bu suretle "HİLÂFET MAKAMININ, beceriksiz bir kişinin elinden alınarak YÜCELTİLDİĞİ"ni söylüyor!.. HİLÂFET'i "kaldıran" 309 sayılı karar, "TÜRKİYE DEVLETİ, HİLÂFET MAKAMININ İSTİNATGÂHIDIR" der... Gözlerden, kulaklardan saklanan durum budur!

ATATÜRK, 16.1.23 tarihli konuşmasında "HİLÂFET ve SALTANAT'ın ayrılışı" demesi, ABDÜLMECİT'in PADİŞAH DEĞİL, sadece HALİFE olduğunu göstermesi, yani FİİLİ DURUM'u ifade etmesi açısından gerçeğin ta kendisi!...Üstelik GÜÇ ve KUDRET kaynağı görülen HALİFE'nin İSLÂM ÜLKELERİ üzerinde böyle bir etkisi olmadığı, bilhassa ARAP DİYARI için doğru!... Ama hemen arkasından HALİFE makamını mahfuz tutuşlarını da, "ESARET altındaki MÜSLÜMAN ÜLKELER ile bir RABITA sağlaması" dileğine bağlıyor!...

Yani, bizim anlayışımıza göre, ATATÜRK ne 16.1.23 günkü konuşmasında, ne de ondan bir yıl sonra 3.3.24 tarihli konuşmasında HİLÂFET MAKAMI'na hakaret etmemiştir, küçük görmemiştir!.. O, sadece mevcut durumu, hakikati dile getirmiştir... HİLÂFET'i, bugün dahi TÜRKİYE'nin ve İSLÂM DÜNYASI'nın yararına olduğu takdirde DEVREYE GİREBİLECEK bir konumda bırakmıştır!.. Ne yazık ki, bilhassa ARAP dünyası TÜRKLER'in karşısındadır, hatta DÜŞMAN'dır!.

(8)- Görüldüğü gibi ATATÜRK hem DİN TARİHİ konusunda, hem DİN konusunda uzmandır, DİNDAR'dır!... Eğer o dinsiz olsaydı; KUR'AN-I KERİM'i "EKSİKSİZ KİTAP", İSLAM"SON DİN, EN MÜKEMMEL DİN", HAZRET-İ MUHAMMED'i de "ALLAH'IN BİRİNCİ ve EN BÜYÜK KULU" olarak görmezdi!.. KUR'AN tercümesinin basılmasını, her eve ulaşmasını sağlamazdı!.. TÜRKİYE'de ilk defa HADİSLER'in TÜRKÇE'ye tercüme edilmesi için komisyon oluşturmazdı!.. DİN'i DEVLET'ten koparmak isteseydi, DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI'nı kurmazdı!.. Mekteplere DİN DERSİ koymazdı!..

ATATÜRK'ün 26 Ağustos sabahı Büyük Taarruz'u dua ederek başlattığı da, yaveri Muzaffer Bey'in şahadeti ile sabittir!..

ATATÜRK şimdiye kadar gelmiş geçmiş bütün cumhurbaşkanlarından ve başbakanlardan daha çok DİN'e hizmet etmiştir... İşte hem dinsiz kesimin, hem de yobazların işine gelmeyen budur!.. Eğer bu gerçek bir farkedilirse; birinin "atatürkçülüğü", diğerinin "müslümanlığı" beş para etmeyecektir!..

Onun şiddetle karşı koyduğu husus YOBAZLIK'tı!.. ATATÜRK, herkesin ibadetinde serbest olduğunu, ancak hiç bir DİNİ FAALİYET'in POLİTİK GÖSTERİ mahiyetinde yapılamayacağını, YOBAZLIK ve MEZHEP AYIRIMCILIĞI'nın DEVLET İŞLERİ'ne giremeyeceğini açıkça ifade ediyor!..Ama her ikisini de ondan sonra gelenler DEVLET İŞLERİ'ne soktular... Şmdinin hızlı "atatürkçü"sü DEMİREL, 60'lı, 70'lı yıllarda az mı destek verdi yobazlara?.. Mezhepçiliği DEVLET kurumlarına, Aleviler'i savunma bahanesiyle SHP-CHP sokmadı mı?..

ATATÜRK, gene bu bölümde çok önemli bir konuya temas etmiştir: PUTLARA TAPMAK!... Gerçekten de bu konu hala "taşa tahtaya tapmak" gibi anlaşılmaktadır... Halbuki ALLAH'TAN BAŞKA herhangi bir kimseden medet ummak, şeyhlere türbelere bel bağlamak, liderleri, şarkıcıları, artistleri ilah ilan etmek, resimlerini heykellerini yüceltmek, gözü paradan başka bir şey görmemek de PUTPERESTLİK'tir!.. Biz deriz ki, ATATÜRK fikirlerinin bir kenara bırakılıp, bayramlarda HEYKEL'i önünde anlamsız törenler yapıldığını görseydi, hepsini yıktırırdı!..

(9)- Biz ATATÜRK'ün sözlerini çeşitli kaynaklardan aldığımız için, maalesef pek çoğunu sadeleştirilmiş olarak vermek durumunda kaldık... Burada onun veciz bir ifadesini aynen görüyoruz... Ama aslı "TÜRK" olmayan o "dilsiz kurum" sayesinde, bunun mealini de biz vermek zorundayız, yeni nesillerin anlaması için.

ATATÜRK diyor ki: "Mensubu olmaktan gönül doygunluğu duyduğumuz ve mutlu olduğumuz İSLAM DİNİNİ, asırlardan beri düşmüş olduğu POLİTİKA BATAĞINDAN ÇIKARIP TEMİZLEMEK ve yüceltmek GEREKTİĞİNİ GÖRÜYORUZ. KUTSAL VE İLAHİ olan İNANÇLARIMIZI ve vicdanımızı, NE İDÜĞÜ BELİRSİZ, ANLAŞILMAZ, VE her türlü MENFAAT VE ÇİRKEFLİĞE AÇIK POLİTİKADAN ve politikanın bütün organlarından bir an evvel ve kesin olarak çıkartıp KURTARMAK; milletimizin hem dünyadaki hem de ahıretteki mutluluğu için ŞARTTIR!.."

Duydunuz mu efendiler?.. Millete DİN konusunda ahkâm kesenler, duydunuz mu?.. Gördünüz mü DİNİ YÜCELTEN kimmiş?..

Hemen burada belirtelim ki, ATATÜRK, SİYASET ve POLİTİKA arasında bir ayırım yapmamış, MÜSBET anlam için MİLLÎ SİYASET, DEVLET ve MİLLET İŞLERİ ifadelerini kullanmıştır.

Biz bu yazımızda SİYASET kelimesini "HİÇ BİR KARŞILIK BEKLEMEDEN, HATTA HAYATINI ORTAYA KOYARAK DEVLET VE MİLLET İŞLERİYLE UĞRAŞMAK" anlamında kullandık...

"HER TÜRLÜ YOLA BAŞVURARAK İKTİDARI KENDİ MENFATİNE İSTİSMAR ETME MÜCADELESİ"ne de POLİTİKA dedik... Dikkat ederseniz, ATATÜRK'ten sonrakileri DEVLET ADAMI, SİYASETÇİ değil de; hep POLİTİKACI olarak nitelendirdik.

Burada belirtmek gerekir ki, İSLÂM FUNDEMENTALİZMİ, RADİKAL İSLAM gibi tabirler kötü anlamda kullanılmaktadır... Halbuki FUNDEMENTALİZM temele, aslına inmek anlamına gelir. İSLÂM FUNDEMENTALİZMİ de aradan geçen 14 asır boyunca İSLAM'a pek çok uydurma adet ve alışkanlıkların karıştırıldığı, bunların dinin temel prensiplerinden fazla önem kazandığını belirterek İSLÂM'ın temeline inmeyi, KUR'AN'a dönerek dini gereksiz kavramlardan temizlemeyi amaçlayan görüştür... Kötü değildir, aksine son derece yerinde bir görüştür... KÖKTENDİNCİLİK ifadesi tamamen uydurmadır, bu anlayışı yansıtmaz.

RADİKAL İSLÂM'a gelince, tabir "uygulamada esaslı değişiklik" yapılmasını kasteder... Şu andaki "islâmî" uygulamalarda bir değişik ihtiyacı olduğu muhakkaktır... Yapılacak değişiklik müspet yöne ise, anlamı müspet, menfi yöne ise anlamı menfi olur. Bu yüzden RADİKAL İSLÂM'ı bir bütün ve tek uygulama sayıp peşinen karalamak ta yanlıştır.

İSLÂM kelimesinin kötü anlamlı bir kelime ile birlikte telaffuz edilmesi doğru olmaz... Bizce dini kötüye kullanan akımlara ad bulmak zordur... Ama DİN BEZİRGÂNLARI, YOBAZLAR demek yeterlidir sanırız... Diğer tabirler ile art niyetli kişileri değil, İSLAM'ı kötülemiş oluruz... Zaten BATILILAR da bunun için o tabirleri kullanıyor.

(10)- ATATÜRK daima HADDİNİ BİLEN bir kişidir!.. FANİ olduğunun gerçekten idrakindedir... Yaptığı büyük işlere rağmen, kendinden üstün insanların olduğunun farkındadır... Bunların başında da, mensup olduğu İSLAM dininin ULU PEYGAMBERİ HZ. MUHAMMED gelir!..

Bu sebepten, ATATÜRK'ü HZ. MUHAMMED'den büyük gören, sürekli böyle bir tartışma açan müzmin "atatürkçü"ler, aslında ikisini de hiç tanımamaktadır.

Öte yandan "ATATÜRK'Ü de, HZ. MUHAMMED'İ DE AŞMALIYIZ" diyen melagomanyaklar, önce kendi benliklerini aşmak; ülkeyi, insanını, tarihini ve dinini iyi tanımak durumundadırlar!.. Hele bir HZ. MUHAMMED'in binde biri kadar sağlam bir sistem kursunlar...Hele bir ATATÜRK'ün yüzde biri kadar TÜRK milletine hizmet etsinler...Belki ondan sonra kendilerini ONLAR ile kıyaslayabilecek cesarete ulaşabilirler. Aşmak ne kelime!..

Nitekim bunu diyen Cem Boyner adlı kişi, sonradan tükürdüğünü yalamak zorunda kalmıştır... Halk ta ona gereken dersi ilk seçimde vermiş, yok saymıştır. (1995)

Bize gelince, başta söyledik: Biz TÜRKLÜK konusunda ATATÜRK'ten; DİN konusunda da HZ. MUHAMMED'den daha büyüğünü tanımıyoruz!.. Onlardan başkasını da MÜRŞİT kabul etmeyiz, peşine takılmayız!.. Kişilere verdiğimiz değer de, bu iki muhterem insandan aldıkları huy ve hasletle doğru orantılıdır.

***

 

> İÇİNDEKİLER< > İSLAMİ ESASLARA BAĞLILIK İLKESİ - AÇIKLAMALAR-3 <