NUTUK'TA MİLLİ MÜCADELE - 2
MİLLİ GÖSTERİLERİN YANKILARI
Her yerde gösteriler yapılması için yaptığım tebligat tarihinden
üç gün sonra, yani 31 Mayıs 1919'da Harbiye Nâzırı'nın şu telgrafını
aldım:
- "İngiltere Olağanüstü Komiserliği'nden Bâbıâlî'ye tebliğ olunup
Harbiye Nezareti'ne verilen nota sureti aynen aşağıya çıkarılmıştır:
- Bugüne kadar gelen raporlardan, 3'üncü Kolordu bölgesinde âdî
haydutluk olaylarından başka bir şey görülmediği bilinmekle beraber,
son notada bildirilen durumlar hakkında özel soruşturma yapılarak
sonucunun acele bildirilmesini rica ederim.
1- Sivas'ın durumu ile orada olup bitenler ve bu şehirde yahut
bu şehrin yakınında toplanmakta olan çok sayıdaki Ermeni
mültecîlerinin güvenliği ile ilgili olarak son günlerde oldukça
kaygı verici haberler almış olduğumu siz Sadrazam Hazretleri'nin
yüksek katına bildirmekle şeref duyarım.
2 - Bundan dolayı askerî komutanın görev bölgesi içinde bulunan
Ermenilerin iyi korunması ve hìmayeleri için elden gelen bütün
tedbirleri almasını emreder ve herhangi bir şekilde öldürme veyahut
kötü muamele olduğu takdirde, kendisinin doğrudan doğruya sorumlu
tutulacağını bildiren bir telgrafın yüksek Harbiye Nezareti'nce
adı geçen komutana acele olarak çekilmesi hususunda emir buyrulmasını
siz Sadrazam Hazretleri'nin yüksek şahsiyetlerinden rica ederim.
3 - Bu talimata benzer bir talimatın ilgili sivil memurlara da
verilmesini ayrıca rica ederim.
4 - Memleket içindeki güvenlik bozucu olaylar konusunda siz
Sadrazam Hazretleri'nin yüksek şahsiyetlerinin ne kadar haklı bir
endişe içinde bulunduklarını bildiğim için, siz Sadrazam
Hazretleri'nin yüksek şahsiyetlerine ayrıca, işbu uyulacağından
eminim.
5 - Sözkonusu olan talimatın gönderildiği tarih hakkında verilecek
bilginin beni fazlasıyla sevindireceğini bildiririm."
Sivas Vali Vekilliği'nden aldığım 2 Haziran 1919 tarihli bir
telgrafta da Albay Demange imzasıyla alınan telgrafta
"İzmir işgali üzerine, Aziziye'de Hristiyanlar ölümle tehdit
edilmiştir, bu hareket doğru değildir. Sizi durumdan haberdar edeyim
ki, bu gibi haller müttefik askerleri tarafından ilinizin işgaline
yol açar," anlamında ihtarlarda bulunulmaktadır denilmekteydi.
Gerçekte, ne Sıvas'ta kaygı verici bir durum vardı ve ne de
Hristiyanların ölümle tehdit edildiği doğruydu. Bunları, milletçe
yapılmaya başlanan gösterilerden korkuya düşen Hrıstiyan azınlıkların,
yabancıların dikkatini kendi üzerlerine çekmek için kasıtlı olarak
yaydıkları uydurma haberler olarak kabul etmek gerekir. Harbiye
Nezareti'nin nota suretini de içine alan telgrafına verdiğim cevabı
olduğu gibi arzedeceğim :
İstihbarat çok ivedi!!!
Harbiye Nezareti Yüksek Katına
- "Sivas ve çevresinde eskiden beri bulunan Ermenileri ve sonradan
gelen mültecîleri yılgınlığa düşürecek hiçbir olay geçmemìştir.
Ne Sıvas'ta ne de çevresinde kaygı verici herhangi bir durum yoktur.
Herkes sükûnet içinde iş ve güçleriyle meşguldür. Bunu kesinlikle
bilginize sunar ve sizi temin ederim."
- "Bu bakımdan İngiliz notasındaki
haberlerin nereden kaynaklandığı bendenizce bilinmek gerekir. İzmir
ve Manisa'nın işgali ile ilgili acı haberler üzerine Müslüman halk
tarafından yapılan ve Hristiyan azınlıklar hakkında hiçbir düşmanlık
duygusu gütmeyen toplantılardan belki de bazılarının ürkmüş olması
hatıra gelebilir."
- "İtilâf devletleri milletimizin haklarına ve
bağımsızlığına saygılı kaldıkça, millet de vatanın saldırıya uğrayıp
parçalanmayacağından emin oldukça, Hristiyan azınlıkların korkuya
kapılmalarına hiç bir sebep yoktur. Bu konuda devlete karşı her
türlü sorumluluğu yüklenir ve buna kesinlikle güven buyurulmasını
istirham ederim."
- "Ancak, milletin bağımsızlık ve varlığını yok eden
ve millî varlığı tehlikeye düşüren işgal, cana kıyma ve zulüm gibi
İzmir bölgesinde görülmekte olan olayların ve benzerlerinin
tekrarlanmasına karşı, ne milletin heyecanını ve içindeki acıları
ne de bundan doğacak millî gösterileri engelleyip durdurmak için
kendimde ve hiç kimsede bir güç ve kudret göremeyeceğim gibi, bu
yüzden çıkacak olayların karşısında da sorumluluk kabul edebilecek
ne bir komutan ne bir sivil yönetici ve ne de bir hükûmet tasavvur
edebilirim."
Bu nota suretiyle tarafımdan verilen cevap sureti bütün
komutanlara, vali ve mutasarrıflara bir genelge ile bildirildi.
Bu tarihlerde İngiliz Muhipler Cemiyeti'nin isteğine katılarak
bütün milletçe İngiltere himayesinin istenmesi, bu dernek adına,
Sait Molla imzasıyla bütün belediye başkanlıklarına bir telgrafla
bildirildiği ve bu telgrafın etkisini hükümsüz kılmak için milleti
gerektiği gibi aydınlatmakla birlikte hükûmet nezdinde teşebbüslerde
bulunduğum da sizce bilinmektedir. Bundan başka 27 Mayıs 1919
tarihinde Türkiye - Havas - Reuter (Royter) adındaki ajansın,
toplanan Saltanat Şûrâsı ile ilgili açıklamaları arasında Şûrâyı
oluşturan bütün üyelerin düşüncesí, Türkiye'nin büyük devletlerden
birinin himâyesini sağlama noktasında birleşiyor haberini yayması
üzerine, sadrazama, milletin, millî bağımsızlığını korumaya kararlı
oldugunu ve doğabilecek bütün kötü sonuçlara karşı her türlü
fedakârlığı göze aldığını ve millî vicdanı temsil etmeyen haberlerin
endişe verici tepkiler yarattığını yaymakla birlikte, bütün milleti
de bu durumdan nasıl haberdar ettiğimi başka bir açıklama dolayısıyla
belirtmiştim.
Sadrazam Ferit Paşa'nın, Paris e bilinen daveti üzerine, Birinci
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ilk toplantısını yaptığn günlerde
bazı demeçler vermiştim. Bu konudaki görüş ve davranış tarzımın ne
olduğunu açıklamak üzere şu bölgeyi olduğu gibi bilginize sunacağım.
Şifre
İvedi Havza, 3.6.1919
- "Samsun'da 3'üncü Kolordu Komutanı Refet Beyefendi'ye
- Fransız siyasî temsilcisi Mösyö Defrance'ın Sadrazamlık
yüksek makamına gelerek Osmanlı Devleti'nin haklarını konferans
huzurunda savunmak için Paris'e gidebileceklerini bildirdiği,
Dahiliye Nezareti'nin resmî tebliğlerinden ve ajans yayınlarından
anlaşılmıştır.
İzmir olayı üzerine milletimizin gösterdiği şiddetli
tepki ve böylece bağımsızlığını koruma konusunda beliren kesin
kararlılığının sonucu olan bu başarı şükranla karşılanmaya değer.
Ancak, buna rağmen, Yunanlılar'ın İzmir ilini işgali önlenebilmiş
değildir.
- Herhalde milletin, kendi haklarının bilincinde ve onları
çiğnetmemek için tek bir vücut halinde fedakârca harekete hazır
olduğu, İtilâf Devletleri'ne karşı gösterilmeye ve ispata devam
edildikçe, bu devletlerin milletimize ve onun haklarına saygılı
olacağına şüphe yoktur.
- Sadrazam Paşa Hazretleri'nin konferans huzurunda Osmanlı
Devleti'nin haklarını savunmak için ellerinden geleni yapacakları
tabiîdir. Ancak, milletçe kesin bir şekilde savunulması istenen
ve gerekli görülen haklar özellikle iki noktada önem kazanır.
- Birincisi, devlet ve milletin mutlak olarak tam bağımsızlığı,
- İkincisi de vatanın ana topraklarında çoğunluğun azınlıklara feda
edilmemesidir. Bu konuda Paris'e harekete hazırlanan hey'etin
görüşü ile millî vicdanın kesin istekleri arasında tam bir uygunluğun
bulunması şarttır. Aksi halde, millet, pek güç bir durumda ve
giderilmesi imkansız oldu bittiler karşısında kalabilir. Bu endişeyi
doğuran sebepler şunlardır :
- Sadrazam Paşa Hazretleri, duyulan
demecinde, bir Ermeni muhtariyeti ilkesini kabul etmiş olduğunu
bildirdi. Bunun sınırını belirtmedi, Bundan Doğu illerinin halkı
elbette üzüntü duydu ve durumun açıklanmasını istemeye mecbur oldu.
Toplanmış olan Saltanat Şûrâsı'nda da üyelerin hemen hepsi, millî
bağımsızlığın korunmasını ve millet mukadderatının bir millî şûrânın
yetkisine bırakılmasını istedikleri halde, yalnız, hükûmetin
dayandığı ltilâf ve Hürriyet Fırkası adına Bakan Sadık Bey tarafından
yazılı olarak İngiltere'nin himâyesi teklif edildi. Geniş bir
Ermenistan muhtariyetini ve devletin bir yabancı himayesini kabul
konularında, milletin isteği ile şimdiki hükümetin görüşü arasında
bir uygunluk olmadığı anlaşılıyor.
- Sadrazam Paşa Hazretleri ile
birlikte hareket edecek olan hey'etin, milletin haklarını savunmada
uyacağı ilkeler ve program milletçe bilinmedikçe, arzedilen noktalarda
endişeye kapılmamak mümkün değildir. Bu suretle illerdeki ve onlara
bağlı yerlerdeki Müdafaa-i Hukuk-ı Mılliye ve Redd-i İlhak
Cemiyetleri'nin temsilcileri ve daha teşkilâtı tamamlanamayan
yerlerde de belediye hey'etleri, Sadrazam Paşa Hazretleri'ne ve
doğrudan doğruya Zât-ı Şâhâne'ye telgraflar çekerek, millî
bağımsızlığın mutlak dokunulmazlığının ve millet çoğunluğunun
haklarının korunmasının milletin temel şartı olduğu belirtilmeli
ve gidecek hey'etin yapacağı savunmanın esaslarını millete resmen
ve açıkça bildirmesi istenmelidir.
- Milletin bu şekildeki hareketi
ile, gidecek hey'etin savunmaya çalışacağı ilkelerin gerçekten
milletin isteği olduğu, İtilâf Devletleri'nce anlaşılacak ve şüphesiz
daha fazla bir önemle dikkate alınarak hey'etin görevini
kolaylaştıracaktır.
- Bu düşüncelerin gerekenlere sür'atle
ulaştırılmasını ve duyrulmasını, vatanımızın mukadderatı adına
vatansever yüksek şahsiyetinizden özellikle istirham ederim.
- Bu telgrafın alındığı zamanın bildirilmesini de rica ederim."
Bu tarihten beş gün sonra, yani 8 Haziran 1919 da, İstanbul'a
Harbiye Nâzırı tarafından çağrıldığımı ve gizlice sorup soruşturmam
üzerine, kimler tarafından ne için istendiğimi devlet adamlarımızdan
birinin haber verdiğini daha önce başka bir münasebetle yaptığım
açıklamada ifade etmiştim. O zat, Genelkurmay Başkanlığı makamında
oturan Cevat Paşa idi. Bunun üzerine, İstanbul ile yapılmış olan
yazışmaların bir kısmı herkesçe öğrenilmiştir. Bu yazışmalar,
Erzurum'da görevden ayrıldığım tarihe kadar değişik Harbiye
Nâzırlarıyla ve doğrudan doğruya sarayla devam etmiştir.
Anadolu'ya geçeli bir ay olmuştu. Bu süre içinde bütün ordu
birlikleriyle temas ve bağlantı sağlanmış; millet mümkün olduğu
kadar aydınlatılarak dikkatli ve uyanık bir duruma getirilmiş,
millî teşkilât kurma düşüncesi yayılmaya başlamıştı. Genel durumu
artık bîr komutan ile yürütüp yönetmeye devam imkânı kalmamıştı.
Yapılan geri çağırma emrine uymamış ve onu yerine getirmemiş olmakla
birlikte, milli teşkilât ve hazırlıkların yönetimine devam etmekte
olduğuma göre, şahsenâsı duruma geçmiş olduğuma şúphe edilemezdi.
Bundan başka ve özellikle girişmeye karar verdiğim teşebbüs ve
faaliyetlerin köklü ve şiddetli olacağını tahmin güç değildi.
O halde, yapılacak teşebbüs ve faaliyetlerin bir an önce şahsî olmak
niteliğinden çıkarılması mutlaka, bütün bir milletin birlik ve
dayanışmasını sağlayacak ve temsil edecek bir hey'et adına olması
gerekli idi.
SİVAS'TA GENEL BİR KONGRE TOPLANMA KARARI
Bu sebeple, 18 Haziran 1919 tarihinde, Trakya'ya verdiğim
direktifte işaret ettiğim bir noktanın uygulanma zamanı gelmiş
bulunuyordu. Hatırınızdadır ki, o nokta, Anadolu ve Rumeli'deki
millî teşkilâtları birleştirerek, bir merkezden temsil ve idare
etmek üzere, Sivas'ta genel bir millî kongre toplamaktı. Bu gayenin
gerçekleştirilmesi için yaverim Cevat Abbas Bey 21 /22 Haziran 1919
gecesi, Amasya'da yazdırdığım genelgenin esas noktaları şunlardı:
1 - Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir.
2 - İstanbul hükûmeti üzerine aldığı sorumluluğun gereğini yerine
getirememektedir. Bu durum milletimizi yok olmuş gibi gösteriyor.
3 - Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı
kurtaracaktır. ·
4 - Milletin içinde bulunduğu durum ve şartların gereğini yerine
getirmek ve haklarını gür sesle cihana duyurmak için her türlü baskı
ve kontroldan uzak millî bir hey'etin varlığı zarurîdir.
5 - Anadolu'nun her bakımdan en güvenli yeri olan Sıvas'ta hemen
millî bir kongrenin toplanması kararlaştırılmıştır.
6 - Bunun için bütün illerin her sancağından milletin güvenini
kazanmış üç temsilcinin mümkün olan en kısa zamanda yetişmek üzere
yola çıkarılması gerekınektedir.
7 - Her ihtimale karşı, bu mesele milli bir sır olarak tutulmalı
ve temsilciler, gereğinde yolculuklarını kendilerini tanıtmadan
yapmalıdırlar.
8 - Doğu illeri adına, 23 Temmuzda, Erzurum'da bir kongre
toplanacaktır. O tarihe kadar öteki illerin temsilcileri de Sıvas'a
gelebilirlerse, Erzurum Kongresi'nin üyeleri de Sıvas genel kongresine
katılmak üzere hareket ederler.
Görüyorsunuz ki, bu yazdırdığım hususlar, zaten vermiş ve dört
gün önce Trakya'ya tebliğ etmiş olduğum bir kararın bir genelge
ile Anadolu'ya da bildirilmesinden ibarettir. Bu kararın 21/22 Haziran
1919 gecesi, karanlık bir odada alınmış korkunç ve esrarlı yeni bir
karar olmadığı, zannımca kolaylıkla takdir buyurulur.
Bu noktanın aydınlanması için, arzu buyurursanız küçük bir açık
zorlamada bulunayım.
Efendiler, o müsvedde işte bu kâğıtlardır (göstererek), dört
maddeliktir. İçindekileri bildirdim. Sonunda benim imzam vardır.
Bir de görevi dolayısıyla Kurmay Başkanım olan Albay Kâzım Bey 'in
(şimdiki İzmir Valisi Kâzım Paşa), kurmay hey'etinden tebliğ
işleriyle görevli memur Husrev Bey 'in ( şimdi büyükelçi ), askerî
makamlara şifreleyen yaverim Muzaffer Bey 'in ve sivil makamlara
şifreleyen bir memur efendinin imzaları vardır. Bunlardan başka
daha bazı imzalar vardır.
ADINI SAKLAYAN BİR TANIDIĞIN AMASYA'YA GELMESİ
Bu imzaların bu müsveddeye konması iyi bir şans ve tesadüf
eseridir.
Daha, Havza'da bulunduğum sırada Ankara'da bulunan 20'inci
Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa' dan bir şifreli telgraf aldım.
Bu telgraf, aşağı yukarı tanıdığımız bir zat bazı arkadaşlarla
birlikte İstanbul'dan buraya gelmiştir. Nasıl hareket etmeleri
gerektiği konusunda ne emir buyuruyorsunuz şeklinde idi.
Adeta
bir bilmeceyi andıran bu telgraf, bende büyük bir merak ve hayret
uyandırdı. Söz konusu edilen zatı tanıyorum, benden nasıl hareket
edeceğini soruyor; Ankara'da arkadaşım olan güvenilir bir komutanın
yanında, telgraf da şifrelidir. O halde neden adını şifreli olarak
bile yazdırmaktan çekiniyor? Bir hayli düşündüm, kavrar gibi oldum;
tahmin buyurulur ki, bilmece çözmekle uğraşacak zamanım yoktu.
Fakat, Fuat Paşa 'yı yakından görmek, bölgeleri, çevreleri,
düşünceleri üzerinde kendisiyle konuşmak, bence pek istenilir bir
şeydi.
Bu bilmeceli telgraftan ilham alarak kendisine şu ricada
bulundum :
- "Ankara'dan ayrıldığınızı belli etmeyecek tedbirleri
aldıktan sonra, ad ve kıyafet değiştirerek birkaç gün için hemen
yanıma geliniz. İstanbul'dan gelen arkadaşları da birlikte getiriniz."
Gerçekten de Fuat Paşa, dediğim gibi Havza'ya hareket eder. Ancak,
bazı zorlayıcı sebepler dolayısıyla, ben derhal Havza'dan ayrılıp
Amasya'ya gitmeğe mecbur olmuştum. Fuat Paşa, Havza yolunda durumu
anlar ve Amasya'ya yönelir. İşte, böylece 21 /22 Haziranda Amasya'da
yanımda bulunuyor.
Adı şifrede bildirilmeyen zat da Rauf Bey'di!...
İstanbul'dan ayrılmak üzere, evimden otomobile bineceğim sırada
Rauf Bey yanıma gelmişti. Bineceğim vapurun takip edileceğini ve
beni İstanbul'da iken tutuklamadıklarına göre, belki de Karadeniz'de
batırılacağımı güvenilir bir yerden işitmiş, onu haber verdi. Ben
İstanbul'da kalıp tutuklanmaktansa, batıp boğulmayı tercih ettim ve
hareket ettim. Kendisine de eninde sonunda İstanbul'dan çıkmak
zorunda kalırsa benim yanıma gelmesini söyledim.
Rauf Bey, gerçekten de İstanbul'dan çıkmak gereğini duymuş ve
çıkmış... Ancak, benim yanıma gelmedi. Arkadaşı olan 6'ncı Tümen
Komutanı Albay Bekir Sami Bey 'in yanına gitmek ve İzmir cephesine
daha yakın bir yerde olmakla, daha etkili ve daha yararlı olacağını
zannederek Bandırma - Akhisar yoluyla Manisa bölgesine gitmiş.
Gittiği yerde halkın maneviyatını bozuk, durumu tehlikeli ve korkunç
bulmuş. Derhal ad değiştirerek oradan Ödemiş, Nazilli, Afyonkarahisar
üzerinden Aziziye Sivrihisar yoluyla ve arabayla Ankara'ya, Fuat
Paşa'nın yanına gelmiş ve bana haber göndermiş!
Pek güzel ama! Adını saklamak suretiyle beni üzmenin anlamı
var mıydı?
Öte yandan 3'üncü Kolordu Komutanım olup Samsun mutasarrıflığında
bıraktığım Refet Bey'i artık Sıvas'a Kolordu merkezine göndermek
istiyordum. Birkaç defa gelmesi için emir vermiştim. Bölgeyi teftişe
çıkmış. Emirlerime cevap bile alamıyordum. Nihayet o da bir tesadüf
eseri olarak o gün gelmişti.
RAUF BEY VE REFET BEYLERİN KARARSIZLIĞI
Şimdi, imza meselesine gelelim:
Ben müsveddenin yeni gelen arkadaşlar tarafından da imzalanmasını
istedim. O sırada Rauf ve Refet Beyler benim odamda, Fuat Paşa başka
bir odada bulunuyorlardı.
Rauf Bey, misafir olduğundan bu müsveddeye imza koymak için kendini
ilgili ve yetkili görmediğini nazikçe ifade etti. Bunun tarihi bir
hâtıra olduğunu ileri sürerek imza etmesini söyledim. Bunun üzerine
imzaladı.
Refet Bey, imzadan çekindi ve böyle bir kongre toplanmasındaki
maksat ve yararı anlayamadığını söyledi.
İstanbul'dan beri yanımda getirdiğim bu arkadaşın - tuttuğumuz
yola göre- anlaşılması pek basit olan bir konuda, böyle bir düşünce
ve duygu içinde oluşu bana pek acı geldi. Fuat Paşa'yı çağırttım.
Paşa, maksadımı anlayınca derhal imza etti. Fuat Paşa'ya, Refet
Bey'in çekinmesinin sebebinì anlayamadığımı söyledim. Fuat Paşa,
Refet Bey 'den biraz ciddî açıklama yapmasını istedikten sonra,
Refet Bey, müsveddeyi eline alarak kendine göre bir işaret koydu.
Öyle bir işaret ki, bunu, bu müsveddede bulmak oldukça güçtür.
(Buyurun! merak eden inceleyebilir.)
Efendiler, gereksiz gibi görülebilen bu açıklamalar, daha sonraki
yıllara ve olaylara ait bazı karanlık noktaları aydınlatmava yardımcı
olur düşüncesiyle yapılmıştır.
İSTANBUL'DA BAZI KİMSELERE GÖNDERDİĞİM MEKTUP
Kongreye davet genelgesi sivil ve askerî makamlara şifre olarak
verildi. Bundan başka İstanbul'da bulunan bazı kimselere de
gönderildi. Fakat bu kimselere ayrıca bir de genel birer mektup
yazdım. Kendilerine mektup yazdığım kimseler şunlardı:
Abdurrahman
Şeref Bey, Reşit Akif Paşa, Ahmet İzzet Paşa, Seyit Bey, Halide Edip
Hanım, Kara Vasıf Bey, Ferit Bey (Nafia Nâzırı) Sulh ve Selâmet
Fırkası Başkanı Ferit Paşa (daha sonra Harbiye Nâzırı oldu), Câmi
Bey, Ahmet Rıza Bey.
Bu mektupta söylediğim noktaları özet olarak tekrar edeceğim :
l. Yalnız mitingler ve gösteriler, büyük gayeleri hiçbir vakit
gerçekleştiremez!
2. Bunlar, ancak milletin bağrından fiilen doğan ortak güce
dayanırsa kurtarıcı olur.
3. Zaten acı olan durumu tehlikeli şekle sokan en etkili sebep,
İstanbul'daki muhalif akımlar ve millî faydayı yararlı bir şekilde
yüzüstü bırakan siyasî ve gayri millî propagandalardır.
4. Artık İstanbul Anadolu'ya bağlı olmak mecburiyetindedir.
5. Size düşen fedakârlık pek büyüktür.
ALİ KEMAL BEY'İN GENELGESİ
25 Hazirana kadar Amasya'da kaldım. Hatırlardadır ki, o tarihlerde
Dahiliye Nâzırlığı görevinde bulunan Ali Kemal Bey, benim görevden
alındığımı ve artık benimle hiç bir resmî muameleye girişilmemesi
gerektiği konusunda şifre ile bir genelge yayınlamıştı.
23 Haziran 1919 tarih ve 84 sayılı olan bu genelge metni, dikkate
değer bir anlayışı gösterir belge olduğu için aynen bilginize
sunacağım.
Dahiliye Nâzırı Ali Kemal Bey'in 23.6.1919 tarihli ve 84 sayılı
şifresinin çözülmüş suretidir :
- "Mustafa Kemal Paşa büyük bir asker olmakla birlikte günün
siyasetini pek bilmediği için, olağanüstü sayılacak vatanseverlik
ve gayretine rağmen, yeni görevinde asla başarılı olamadı. İngiliz
Olağanüstü Temsilcisi'nin istek ve ısrarıyla görevden alındı; bundan
sonra yaptıkları ve yazdıkları ile de bu kusurlarını daha çok açığa
vurdu. Redd-i İlhak Cemiyetleri gibi, Balıkesir ve Aydın dolaylarında
Müslüman halkı boş yere kırdırmaktan ve bu fırsattan yararlanarak
halkı haraca kesmekten başka iş görmeyen emirsiz, saygısız ve kanunsuz
olarak kurulan bazı hey'etler için öteden beri çektiği telgraflarla
siyasî hatâsını idarî yönden de artırdı. Kendisinin İstanbul'a
getirilmesi Harbiye Nezareti ile ilgili bir iştir."
- "Ancak, Dahiliye Nezareti'nin size kesin emri, artık o zatın
görevden alınmış olduğunu bilmek, kendisi ile hiçbir resmî işleme
girişmemek, hükûmet işleri ile ilgili hiçbir isteğini yerine
getirmemektir. Bu genelgeye uygun hareket etmekle ne gibi
sorumlulukların giderilmiş olacağını takdir buyuracağınızdan eminim."
- "Ayrıca, bu önemli ve tehlikeli günlerde memur, halk, her Osmanlı'ya
düşen en büyük görev, barış konferansınca geleceğimiz üzerinde karar
verilirken ve beş yıldır yaptığımız deliliklerin hesapları görülürken,
artık aklımızı başımıza devşirdiğimizi göstermek, akıllıca ve
tedbirlice davranışları benimsemek, parti, mezhep, ırk ayrılıklarını
gözetmeksizin her ferdin hayatını, malını, ırzını koruyarak, medenî
dünyanın gözünde bu memleketi bir daha lekelememek değil midir?"
ALİ KEMAL BEY VE PADİŞAH
Bu şifreli genelgeden, benim ancak Sivas'a vardığım 27 Haziran 1919
tarihinde haberim oldu. Ali Kemal Bey, 23 Haziran tarihinde bu
genelgesi ile düşmanlara ve padişaha önemli bir görev yaptıktan
sonra, 26 Haziran 1919 tarihinde hükûmetten çekilmiştir. Ali Kemal
Bey'in sadrazamlığa verdiği resmî istifa yazısından başka, saraya
da gidip padişaha kendi eliyle verdiği istifa yazısı suretleri ile
sözlü mârûzâtını ve padişahın ona verdiği cevabı, çok sonra öğrendim.
Ali Kemal Bey, istifa yazılarında, özellikle bunun padişaha ait
olanında:
- "Osmanlı topraklarının çeşitli yerlerinde başgösteren
ayaklanma ve karışıklık belirtileri üzerine, ihtilâl ateşinin hemen
çıktığı yerde, yayılmadan bastırılıp söndürülmesi ve yok edilmesi
için tedbir almak, yalnız kendi makamını ilgilendirirken, padişahın
gösterdiği yakın ilgi ve güveni çekemeyen bazı arkadaşlarının birçok
yersiz sebepler ileri sürerek ihtilâlin daha da genişlemesine yol
açtıklarından söz ettikten sonra resmî görevinden çekilmekle birlikte,
özel olarak hizmet ve sadakata devam edeceğini ekliyor ve sözlü olarak
da resmî görevinden ayrılmasını fırsat bilen hasımlarının hücumundan
ben kulunuzu koruyunuz,"
istirhamında bulunuyor.
Padişah, karşılık olarak beni büsbütün yalnız bırakmayacağınıza
güveniyorum. Bağlılığınız, bana büyük ümit ve teselliler vermiştir.
Saray, her dakika size açıktır. Refik Bey'le işbirliğinden
ayrılmayınız iltifatında bulunuyorlar.
Kendisine olan bağlılığından padişahın büyük ümit ve teselliye
kapıldığı Ali Kemal'i nâzırlık makamında ve padişah huzurunda
gördükten sonra, bir de asıl gerçek görevi başında görelim!
Canınız sıkılmazsa, Sait Molla'nın Rahip Frew'a yazdığı
mektuplardan birini gözden geçirelim:
- "Ali Kemal Bey'e, son felâketi üzerine üzüntünüzü bildirdiğinizi
söyledim. Bu zatı elde bulundurmak gerekir. Bu fırsatı kaçırmayalım.
Bir hediye takdimi için en uygun zamandır."
- "Ali Kemal Bey dün o zatla görüşmüş. Basın işinde biraz ihtiyatlı
olmak gerektiğini söylemiş. 'Daha önce herhangi bir gidişten yana
yöneltilmiş olan düşünce ve kalem erbabını bu defa öncekine aykırı
bir gayeye yöneltmek bizde kolaylıkla mümkün olmaz. Bütün devlet
memurları, Millî Mücadele'yi şimdilik iyi görüyorlar,' demiş.
- "Ali Kemal Bey, talimatınıza harfi harfine uyacak, Zeynelâbidin
Partisi'yle de işbirliği yapmaya çalışıyor. Kısacası işler
bulandırılacak."
Aynı mektubun altında bir de notu vardır. Şimdi onu da okuyalım:
- "Birkaç defadır söylemek istediğim halde unutuyorum. Mustafa
Kemal Paşa'ya ve taraftarlarına biraz kendilerini destekliyormuş
gibi görünmeli ki, hiç bir şüpheye düşmeden buraya gelebilsin. Bu
işe fevkalâde önem veriniz. Kendi gazetelerimizle onu
destekleyemeyiz."
Bu belgeler hakkında sırası gelince daha çok bilgi veririm.
Şimdilik bu kadarı yeterlidir.
GALİP BEY SİVAS'TA
Ali Kemal Bey'in daha Amasya'da iken haberim olmadığını arzettiğim
genelgesi, memurların ve halkın kafasını gerçekten de bulandırmış.
Her yerde eksik olmayan menfî ruhlu kimseler derhal aleyhimde
propagandaya ve faaliyete geçmişler.
Bu yoldaki baltalayıcı gösteri ve hareketlerin en önemlisi Sivas'ta
hazırlanmaya başlanmış.
Müsaade buyurursanız bunu kısaca anlatayım : Dahiliye Nâzırı Ali
Kemal Bey'in, bu genelge ile verdiği emrin tarihi olan 23 Haziran
günü, Sivas'ta Ali Galip Bey adında biri, on kadar adamıyla hazır
bulunuyormuş. Bu kimse İstanbul'dan Elâzığ valisi olarak gönderilmiş
olan Kurmay Albay Ali Galip'tir. Sözde o ilin ikinci derecede
memurları olmak üzere, birtakım insanları da İstanbul'dan seçmiş,
birlikte götürüyor.
Ali Galip, yol üzerinde bulunan Sivas'ta kalmış. Özel bir görevi
olduğuna şüphe etmemek gereken Ali Galip, orada derhal kuvvetli
taraftarlar bulmuş. Görevini hakkıyla yerine getirebilmek için tertip
ve tedbirler almaya başlamış.
Dahiliye Nezareti'nin, aleyhimdeki emri gelir gelmez, faaliyet
başlamış. Sivas sokaklarında benim hain, âsî, zararlı bir adam
olduğuma dair duvarlara yaftalar yapıştırılmış.
Kendisi de, bir gün, Sivas'ta vali bulunan Reşit Paşa merhumun
yanına giderek, Dahiliye Nezareti'nin emrinden bahsettikten sonra,
Sivas'a gittiğim takdirde hakkımda uygulayacağı işlemi sormuş.
Reşit Paşa ne yapılabileceğini sormuş, Ali Galip, "ben senin
yerinde olsam, derhal kollarını bağlar ve tutuklarım. Senin de böyle
yapman gerekir," demiş.
Reşit Paşa, bu işin bu kadar basit olacağına inanamamış. Konuşma
hayli uzamış. Konuşmaya katılanlar çoğalmış... Öyle ki, bir kısım
halk verilecek kararı anlamak üzere toplanmış...
Bugün, Haziranın 27'nci günüdür. Bakışlarımızı, yeniden bu noktaya
dönmek üzere bir an için bu tablodan ayıralım ve Amasya'ya çevirelim.
SİVAS'A HAREKET
Ayın 25'inci günü, Sivas'ta aleyhimde bazı yakışıksız olaylar
çıkmaya başladığını haber aldım. 25/26 Haziran gecesi yaverim Cevat
Abbas Bey'i çağırdım ve yarın sabah karanlıkta Amasya'dan güneye
hareket edeceğiz, dedim. Bu gidişin gizli tutularak hazırlık yapılması
için emir verdim.
Bir yandan da 5'inci Tümen Komutanı ve kurmay hey'etimle, gizli
olarak şu tedbiri kararlaştırdık : 5'inci Tümen Komutanı, tümeninin
seçkin subay ve erlerinden oluşmuş, oldukça kuvvetli bir atlı piyade
birliğini hemen o geceden başlayarak sür'atle kuracaktı. Ben,
26 Haziran sabahı karanlıkta arkadaşlarımla birlikte otomobille
Tokat'a hareket edecektim. Birlik kurulur kurulmaz, Tokat üzerinden
Sivas'a doğru sevk edilecek ve benimle bağlantı kurmaya çalışacaktı.
Hareketimiz hiçbir yere telgrafla bildirilmeyecek ve elden geldiği
kadar Amasya'da da açıklanmayacaktır.
26 Haziranda Amasya'dan yola çıktım. Tokat'a varır varmaz
telgrafhaneyi göz altına aldırarak benim gelişimin Sivas'a ve hiçbir
yere bildirilmemesini sağladım. 26/27 Haziran gecesini orada geçirdim,
27'de Sivas'a hareket ettim. Otomobille Tokat, Sivas'a aşağı yukarı
altı saattir.
Sivas valisine, Tokat'tan Sivas'a hareket ettiğimi bildirir açık
bir telgraf yazdım. İmzada Ordu Müfettişliği ünvanını kullandım.
Telgrafta, bile bile çıkış saatimi kaydetmiştim. Fakat, bu
telgrafın, yola çıkışımdan altı saat sonra çekilmesini ve o zamana
kadar Sivas'a hiçbir şekilde bilgi verilmemesini sağlayacak tedbirleri
aldırdım.
Şimdi Efendiler, bakışlarımızı yeniden Sivas'ta, bıraktığımız
tabloya çevirelim :
Ali Galip Bey ile Reşit Paşa arasında, bana karşı uygulanacak
işlemin tartışılması sahnesine...
Tartışmanın kızıştığı bir sırada, Reşit Paşa'nın eline, benim
Tokat'tan çekilen telgrafımı verirler. Reşit Paşa, haberi Ali Galip
Bey'e uzatır. "İşte kendisi geliyor, buyurun, tutuklayın!" der. Reşit
Paşa, telgrafta yazılı olan hareket saatini görünce hemen kendi
saatini çıkarır, bakar... "Efendim geliyor değil, gelmiş olacaktır,"
diye ilâve eder.
Bunun üzerine Ali Galip, ben tutuklarım dedimse, benim il
sınırlarım içinde olursa tutuklarım, demek istedim deyince toplantı
halinde bulunanları bir heyecan kaplar... Hep birden, haydi öyleyse
karşılamaya gidelim diyerek toplantıya son verirler...
Ancak, şehrin ileri gelenleri, halk ve askerle parlak bir karşılama
töreni hazırlayabilmek için biraz zaman kazanmak gerektiğini; fakat,
hesapça, benim Sivas şehri kapılarına kadar yaklaşmış olacağımı
dikkate alarak, beni, şehrin girişine yakın olan Ziraat Nümune
çiftliğinde bir süre dinlendirmenin yolunu aramışlar. Vali Paşa,
karargâhımın sağlık başkanı olup, daha önce teşkilât kurmak üzere
Sivas'a göndermiş olduğum Tali Bey'i çağırtarak, bu işin yerine
getirilmesini ondan rica etmiş ve gerekli hazırlıkları yapar yapmaz
kendisinin de bize katılacagını söylemiş...
Gerçekten de, tam Nümune Çiftliği yakınlarında, karşımıza çıkan
bir otomobilin içinden, Tali Bey göründü. Otomobillerden indik,
çiftliğin avlusunda oturduk. Tali Bey, hikâye ettiğim durumu ayrıntılı
olarak açıkladıktan sonra, görevinin beni burada biraz oyalamak
olduğunu söyleyince, hemen ayağa kalktım, "çabuk otomobillere ve
Sivas'a!" dedim.
Bunun sebebini anlatayım. O anda hatırıma gelen şuydu : Karşılama
töreni yapacağız diye Tali Bey'i aldatmış olabilirler ve gerçekte
aksi bir tertip yapmak için zaman kazanmak isteyebilirlerdi.
Otomobillere binmek üzere iken Sivas tarafından başka bir otomobil
yanımıza yaklaştı. İçinde Vali Paşa vardı.
Reşit Paşa, "Efendim birkaç dakika daha istirahat buyurulmaz mı?"
diye söze başladı. "Yarım dakika bile istirahate ihtiyacım yoktur.
Derhal yola çıkacağız ve sen benim yanıma gel," dedim.
- "Efendim," dedi, "sizin yanınıza Rauf Bey binsin. ben arkadaki
otomobille de gelirim."
- "Hayır, hayır!" dedim. "Siz buraya..."
Bu basit tedbirin neden alındığını açıklamaya gerek yoktur. Sivas
şehrine girerken, caddenin iki tarafı büyük bir kalabalıkla dolmuş,
askerî birlikler tören düzenini almış bulunuyordu. Otomobillerden
indik. Yürüyerek askeri ve halkı selâmladım..
Bu manzara, Sivas'ın saygıdeğer halkının ve Sıvas'ta bulunan
kahraman subay ve askerlerimizin bana ne kadar bağlı ve sevgi ile
dolu olduğunu gösteren canlı bir tanık idi...
Bundan sonra, doğruca Kolordu Komutanlık binasına gittim ve hemen
maiyyeti ile birlikte Ali Galip'i ve onun yardakçısı olduklarını
anladığım fesatçıları getirttim. Onlara ne yaptığımı anlatarak, zaten
yeterince yorgunluk vermiş olduğuna şüphe etmediğim ayrıntıları
uzatmak istemem.
Yalnız, bir noktaya işaret etmekle yetineceğim.
Efendiler, Ali Galip, karşılaştığı bu kötü davranıştan sonra, bana
bildirecek bazı gizli şeyleri olduğunu söyleyerek, gece yalnız olarak
yanıma geldi. Kabul ettim. Davranışlarının dış görünüşüne önem
vermemekliğimizi rica ile, Elâzığ valiliğini kabul ederek gelmekten
maksadının, benim yolumda hizmet etmek olduğunu ve Sivas'ta kalışının
benimle buluşup benden direktif almak maksadına dayandığını açıklamaya
ve bin türlü delillerle ispata çalıştı. Bizi sabaha kadar oyalamak
suretiyle başardığını da itiraf etmeliyim.
ERZURUM'A HAREKET
Sivas'taki teşkilât ve nasıl hareket edileceği konusunda gerekenlere
talimat verdikten sonra, hiç uyumadan geçen 27/28 gecesinin sabahında
bir bayram günü, Sivas'tan Erzurum'a doğru yola çıktık.
Bir haftalık yorucu bir otomobil yolculuğundan sonra 3 Temmuz 1919
günü halkın ve askerin içten gelen samimi gösterileri arasında,
Erzurum'a varıldı. İstanbul Hükûmeti'nden gelebilecek menfî emirleri
denetlemek ve önlemek için haberheşme kanalı olan önemli merkezlerde
tedbirler alınmak üzere, bütün komutanlara, 5 Temmuz 1919 tarihinde
emir verdim.
Komutan, Vali ve Vilâyât-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye
Cemiyeti'nin Erzurum şubesiyle temasa geçildi.
Vali Münir Bey, İstanbul Hükûmeti'nce görevden alınmıştı. Hareket
etmeyip Erzurum'da kalması için gönderdiğim haber üzerine henüz
Erzurum'da bulunuyordu. Bitlis valiliğinden ayrılıp İstanbul'a gitmek
üzere Erzurum'dan geçen Mazhar Müfit Bey de aynı şekilde Erzurum'da
beni bekliyordu.
MİLLİ GAYE İLE ORTAYA ATILMA KARARI
Bu iki vali beyler ile 15'inci Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir
Paşa ve yanımda bulunan Rauf Bey, eski İzmit mutasarrıfı Süreyya Bey,
karargâhına bağlı Kurmay Başkanı Kâzım Bey, Kurmay Husrev Bey ve
Doktor Refik Bey arkadaşlarımla ciddî bir görüşme yapmayı uygun
buldum. Kendilerine genel ve özel durumu açıklayarak tutulması gerekli
olan yolu anlattım. Bu münasebetle en elverişsiz durumları, genel ve
şahsî tehlikeleri; her ihtimale karşı göze alınması kaçınılmaz olan
fedakârlığı dile getirdim. Bir de millî gaye ile ortaya atılacakların
bugün yok edilmesini düşünen, yalnız saray, hükûmet ve yabancılardır.
Ancak, bütün memleketin aldatılmasını ve aleyhimize çevrilmesini de
ihtimalden uzak tutmamak gerekir. Millete önder olacakların, her ne
pahasına olursa olsun amaçtan dönmemeleri, memlekette barınabilecekleri
son noktada, son nefeslerini verinceye kadar, bu amaç uğrunda
fedakârlığa devam edeceklerine daha işin başında karar vermeleri
gerekir. Kalplerinde bu gücü duymayanların teşebbüse geçmemeleri
elbette daha isabetli olur. Çünkü, aksi halde hem kendilerini hem de
milleti aldatmış olurlar.
Bir de söz konusu görev, resmî makam ve üniformaya sığınarak, el
altından yürütülebilecek türden değildir. Bu tarz bir dereceye kadar
sürdürülebilir. Fakat, artık, o devir geçmiştir. Açıkça ortaya çıkmak
ve milletin hakları adına gür sesle bağırmak ve bütün milleti bu sese
ortak etmek lâzımdır.
Benim, görevden alındığıma ve her türlü sonuçla karşı karşıya
bulunduğuma şüphe yoktur. Benimle açıktan açığa işbirliği etmek, aynı
sonucu şimdiden kabullenmek demektir. Bundan başka, bu şartların
istediği adamın, başka birçok bakımlardan da, mutlaka benim şahsım
olabileceği gibi bir iddia söz konusu değildir. Yalnız, herhalde, bu
memleket evlâdından birinin ortaya atılması kaçınılmaz olmuştur. Benden
başka bir arkadaş da düşünülebilir. Yeter ki, o arkadaş, bugünkü
durumun kendisinden beklediği şekilde harekete evet diyebilsin dedim.
Bu konuşma ve açıklamalardan sonra, gelişigüzel karar almak doğru
olamayacağından bir süre düşünmek ve özel görüşmeler yapabilmek için,
görüşmelere son verdiğimi bildirdim.
Tekrar toplandığımızda, işin başında benim devam etmemi, kendilerinin
bana yardımcı ve destek olacaklarını bildirdiler. Yalnız bir arkadaş,
Münir Bey, önemli mazereti dolayısıyla, bir süre için kendisinin fiilî
görevden affını rica etti. Ben, şeklen, resmî görev ve askerlikten
ayrıldıktan sonra da, tıpkı şimdiye kadar olduğu tarzda üst komutan
imişim gibi emirlerimin yerine getirilmesinin başarı için temel şart
olduğunu belirttim. Bu nokta tamamen benimsenip kabul gördükten sonra
toplantıya son verildi.
Efendiler, İstanbul'da Genel Kurmay Başkanlığı makamında,
birbirinin yerini alan Cevat ve Fevzi paşalardan, Barış Hazırlığı
Komisyonu'nda çalışan İsmet Bey'den başlayarak Erzurum'a gelinceye
kadar, her yerde temas ve ilişkide bulunduğum komutan, subay, her
türlü devlet adamı ve ileri gelen kimselerle, burada, Erzurum'da
yaptığım gibi görüşmeler ve anlaşmalar yapmıştım. Bundaki yarar takdir
buyurulur.
ERZURUM KONGRESİ HAZIRLIKLARI
Erzurum'a gelişimin ilk günlerinde, Erzurum Kongresi'nin
toplanmasını sağlamak üzere, gerekli tedbirlerin alınmasına önem
verildi. Efendiler, Vilâyât-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye
Cemiyeti'nin, 3 Mart 1919 tarihinde bir kurucu hey'et meydana getirmek
üzere oluşturduğu Erzurum şubesi, Trabzon ile de anlaşarak 1919 yılı
Temmuzunun onuncu günü Erzurumda bir Vilayat-ı Şarkiye Kongresi
toplamaya teşebbüs etti. Benim daha Amasya da bulunduğum tarihlerde,
Haziran içinde, Doğu illerine temsilci göndermeleri için teklif ve
davette de bulundu. İllerden temsilci getirtilmesi için o tarihten
başlayarak, benim Erzurum'a gelişime kadar ve ondan sonra da bu konuda
pek çok gayret sarfetti.
Ancak, o günlerin şartları içinde böyle bir maksadın
gerçekleştirilmesindeki güçlüğün büyüklüğü kolaylıkla takdir olunur.
Kongrenin toplanma günü olan 23 Temmuz yaklaştığı halde, illerden
gönderilmesi gereken temsilciler seçilip gönderilmiyordu.
Halbuki, bu kongrenin toplanmasını sağlamak artık pek önemli
olmuştu. Bu sebeple tarafımızdan da ciddî teşebbüslerde bulunmak
gerekir.
İllerin her birine açık telgraflar gönderildiği gibi, bir yandan da
şifreli telgraflarla valilere, komutanlara gereken tebligatta
bulunuldu. Sonunda, on üç günlük bir gecikme ile yeterince temsilci
getirtilerek kongreyi toplama gerçekleştirilebildi.
Efendiler, Millî Mücadele'ye ordu mensuplarının desteğini sağlamak,
askerî ve millî mücadeleyi biribiri ile uyumlu olarak yürütmek işi de
son derece önemli idi.
Trabzon'daki tümen vekâletle idare ediliyordu. Asıl komutanı Hâlit
Bey Bayburt'ta gizlenmişti. Hâlit Bey'i gizlendiği yerden çıkartmak
iki bakımdan gerekli idi. Biri ve en önemlisi, İstanbul'a çağırılmanın
ve bir emre uymamanın gizlenmeyi gerektirecek nitelikte olmadığını
millete ve özellikle ordu mensuplarına göstererek manevî gücü
yükseltmek içindi. Diğeri de, sahilde önemli bir nokta olan Trabzon'a
dışarıdan bir saldırı olduğu takdirde, oradaki tümenin başında gözü
pek bir komutan bulundurmak maksadına dayanıyordu.
Bundan dolayı, Hâlit Bey'i Erzurum'a getirttim. Kendisine bizzat
özel bir talimat verdikten sonra, gerektiğinde derhal tümeninin başına
geçmek üzere Maçka'da bulunması için de emir verdirdim.
Biz bu işlerle uğraşırken, bir yandan da, İstanbul da Harbiye
Nezareti makamında bulunan Ferit Paşa'nın ve Padişahın, İstanbul'a
dönmemi sağlamak üzere birbiri ardınca çekilen aldatıcı telgraflarına
da türlü karşılıklar vermekle vakit kaybına mecbur oluyorduk.
RESMİ SIFAT VE YETKİLERİMİ BIRAKARAK, MİLLETİN SEVGİ VE
FEDAKÂRLIĞINA GÜVENEREK VİCDANİ GÖREVE DEVAM ETME KARARI
Harbiye Nezareti, "İstanbul'a gel," diyor. Padişah, önce "hava
değişimi al, Anadolu'da bir yerde otur, fakat bir işe karışma" diye
başladı. Daha sonra, ikisi birlikte "mutlaka gelmelisin!" dediler.
"Gelemem!" dedim. Sonunda, 8/9 Temmuz 1919 gecesi, sarayla açılan
bir telgrafbaşı görüşmesi sırasında, birdenbire perde kapandı ve
8 Hazirandan 8 Temmuza kadar bir aydır süregelen oyun sona erdi.
İstanbul o dakikada, benim resmî görevime son vermiş oldu. Ben de
aynı dakikada, 8 - 9 Temmuz 1919 gecesi saat 22.50'de Harbiye
Nezareti'ne, saat 23.00'te Padişah'a resmi görevimle birlikte
askerlikten de ayrıldığımı bildiren telgraf çekmiş oldum.
Durum, tarafımdan, ordulara ve millete duyuruldu. Bu tarihten sonra
resmi sıfat ve yetkilerden sıyrılmış olarak, yalnız milletin sevgi ve
fedakârlığına güvenerek ve onun tükenmez feyiz ve kudret kaynağından
ilham ve güç alarak vicdani görevimize devam ettik...
Biz, 8/9 Temmuz gecesi İstanbul ile telgraf başında konuşurken bunu
başka dinleyenlerin ve ilgilenenlerin de bulunduğunu tahmin etmek güç
değildir.
O tarihlerde ve ondan sonraki zamanlarda, en hafif deyimi ile
saflıklarını uyanıklık ve tedbirlilik gibi göstermeye çalışmış olanlar
hakkında bir fikir vermiş olmak için, müsaade buyurursanız, şu belgeyi
olduğu gibi bilgilerinize sunmak isterim.
Konya, 9.7.1919 Saat : 6.00
3'üncü Ordu Müfettişliği Başyaverliğine
Telgraf ve Posta Genel Müdürü Refik Halit Bey ile Konya Valisi Cemal
Bey, 6/7 Temmuz gecesi, telgrafla makine başında konuştular.
Konuşmanın şöyle geçtiğini haber aldım.
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri için gerekli işlem yapıldı.
İstanbul'a getirilecek. Cemal Paşa Hazretleri için de yapılacak işlem
hazırdır.
Konya valisi de "Teşekkür ederim," dediler.
Uygun bir şekilde Paşa Hazretleri'ne arz etmenizi rica ederim.
MERSİNLİ CEMAL PAŞA'NIN İSTANBUL'A GİTMESİ
Gerçekten, Konya'da bulunan 2'nci Ordu Müfettişi Cemal Paşa'nın on
gün için izinli olarak İstanbul'a gittiğini dört gün önce öğrenmiş ve
hayret etmiştim.
Cemal Paşa ile, Samsun'a çıktığım günden beri millî davayı
gerçekleştirmek için işbirliği yapmak, askerî ve millî hazırlıklara
girişmek ve teşkilât kurmak konularında haberleşmelerimiz vardı.
Kendisinden, ümit verici olumlu cevaplar almıştım.
Benimle bu tarzda ilişki kurmuş olan bir komutanın, kendi kendine
izin alıp İstanbul'a gitmesi, akıllıca bir iş olmamak gerekirdi. Bu
sebeple 5 Temmuz 1919 tarihli şifre ile, Konya'da 12' nci Kolordu
Komutanı Salâhattin Bey'e şu iki maddeyi yazdım :
1- Cemal Paşa 'nın on gün için İstanbul'a hareketinin gerçek
sebebini açıkça ve çok acele olarak bildirmenizi;
2 - Zât-ı âlînizin hiçbir sebep ve suretle oradaki birliklerin
başından ayrılmanız doğru değildir. Bu konuda Fuat Paşa ile de
haberleşerek en kötü ihtimale karşı tedbirler almanız gereklidir. Her
gün durumunuz hakkında kısa bilgiler vermenizi rica ederim.
Aynı şifrenin suretini aynı tarihte Ankara'da bulunan Fuat Paşa'ya
da bildirdim.
Salâhattin Bey'in Konya'dan 6/7 Temmuz tarihinde, yani Refik Hâlit
Bey'in Konya Valisi Cemal Bey'le telgraf başında konuştuğu sırada,
cevap olarak verdiği şifreli telgrafta "Cemal Paşa, İstanbul'da bazı
kimselerle temas etmek ve ailesiyle görüşmek üzere on gün için ve
kendi isteği ile izinli olarak İstanbul'a gitmiştir" denilmekte idi.
Cemal Paşa gitti, fakat gelemedi. Kendisini çok zaman sonra Ali
Rıza Paşa kabinesinde Harbiye Nâzırı olarak göreceğiz.
KOMUTAYI ELDEN BIRAKMAMA KARARI
Maalesef, bu durumun tanığı olan ve kendisine birliklerinin
başından ayrılmaması tavsiye edilen Salâhattin Bey'in de bir süre
sonra İstanbul'a gittiğini öğrendik.
Cemal Paşa'nın gösterdiği bu kötü örnek üzerine, 7 Temmuz 1919
tarihinde, şu genel bildiriyi gönderdim:
2 - Müfettiş ve komutanlar, herhangi bir sebeple komutadan
uzaklaştırıldıkları takdirde, yerlerini alacak kimseler, işbirliği
yapılacak niteliklere sahip iseler, komutayı onlara bırakacaklar;
ancak, kendileri de yetki bölgelerinde kalarak millî görevlerini
yapmaya devam edeceklerdir. Aksi takdirde, yani bir ikinci İzmir
olayına yol açabilecek kimselerin tayini halinde, komuta asla
bırakılmayacak, bütün müfettiş ve komutanlarca kendilerine
güvenilemediği gerekçesi ile yapılan tayin reddedilecek ve kabul
edilmeyecektir.
3 - Memleketimizi kolayca işgal edebilmek maksadıyla İtilâf
Devletleri tarafından yapılacak baskılarla, hükûmet herhangi bir
birliği, askerî ve millî teşkilâtımızı dağıtma emri verirse, bu emir
kabul edilmeyecek ve yerine getirilmeyecektir.
4 - Hedef ve gayesi millî bağımsızlığı kurtarmak olan Müdafaa-i
Hukuk-ı Milliye ve Redd-i İlhak Cemiyetleri'nin ve teşebbüslerinin
gerileme ve başarısızlığına yol açacak herhangi bir etki ve müdahaleyi
ordu kesinlikle önleyecektir.
5 - Devlet ve milletin bağımsızlığını kurtarma gayesinde devletin
bütün sivil memurları, Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye ve Redd-i İlhak
Cemiyetleri'nin ordu gibi meşru yardımcılarıdır.
6 - Vatanın herhangi bir bölgesine saldırıldığı takdirde, bütün
millet, haklarını savunmaya hazır bulunduğundan, bu gibi olaylar
karşısında, işbirliği için her yer biribirini en kısa zamanda haberdar
ederek savunmada hareket ve işbirliği sağlanacaktır.
Bu bildiri, Anadolu ve Rumeli'de bulunan bütün ordu ve kolordu
komutanlarıyla diğer ilgililere gönderilmiştir.
REFET BEY'İN 3'ÜNCÜ KOLORDU KOMUTANLIĞINI BIRAKMASI
Bu genel bildirimizden beş altı gün sonra, Kavak'tan, 3'üncü
Kolordu Komutanı Refet imzalı, 13 Temmuz 1919'da yazılmış bir şifreli
telgraf aldım.
Telgrafın metni aynen şudur: İstanbul'dan bir İngiliz gemisiyle,
Harbiye Dairesi Başkanı Albay Salâhattin Bey, benim görevimi devralmak
üzere geldi. Benim de aynı gemi ile dönmemi Nezaret emrediyor.
Salâhattin Bey gayeye uygun olarak çalışacak. Genel durumu göz önünde
tutarak komutayı kendisine devretmeyi uygun buldum ve Harbiye
Nezareti'ne görevden ayrıldığımı bildirdim. Ayrıca geniş bilgi
veririm. Sivas yönüne hareket ediyorum. 5'inci Tümen Komutanı Arif
Bey vasıtasıyla Amasya'ya cevap veriniz.
Efendiler, itiraf etmeliyim ki, bu tutum ve tavırdan pek memnun
olmadım. Refet Bey'in benimle olan işbirliği İstanbul'ca biliniyor.
Bu çalışmaları benimseyen bir kimse onun görevini devralmaya hem de
bir İngiliz gemisi ile gelince, derhal verilmesi tabiî olan hüküm,
bu kimsenin İngiliz görüşüne hizmet edebileceği konusunda kendisine
güvenilmiş olmasıdır. Bu hüküm, bir zandan ibaret olsa bile, Refet
Bey'in komutayı devirde acele etmemesi, hiç olmazsa bizim de görüşümüzü
alması gerekirdi.
Güvenip komutayı kendisine devrettiğine göre de, hiç olmazsa bir
süre ondan ayrılmayıp, durumumuzu ve görüşlerimizi ona iyice
benimsetinceye kadar birlikte çalışması ve kendisi ile aramızda bir
bağlantı kurduktan sonra uzaklaşması yerinde olurdu, düşüncesinde
idim. Bununla birlikte, bir oldubitti karşısında bırakılmış olduğuma
göre, iki noktada tesellî aramakla yetinmeye mecburdum. Birincisi,
Refet Bey 'in telgrafındaki Salahattin Bey gayeye uygun olarak
çalışacak cümlesi, ikincisi de, Refet Bey' in hiç olmazsa İstanbul'a
gitmemiş olması idi.
Bu durum üzerine, komutanların İstanbul'a gitmek hususunda en küçük
bir yanılmalarının pek pahalıya mal olacağını ve programımızı en iyi
şekilde uygulamaya devam edeceğimizi bütün komutanlara bildirmek
suretiyle hemen dikkatlerini çektim. Refet Bey'e de aynı tarihte
(14 Temmuz 1919), Salâhattin Bey'in kararlarımızı istenildiği
şekilde uygulayacağı, buradaki arkadaşları fazlasıyla duygulandırmış
ve onlara güç kazandırmıştı cümlesi de bulunan bir şifreli telgraf
çektirdim.
Salâhattin Bey'in kendisine de aynen şu telgrafı çektirdim:
14.7.1919 31 Amasya'da 5'inci Tümen Komutanlığına
Refet Bey'edir: Aşağıdaki telgrafı, uygun görürseniz Salâhattin
Bey'e ulaştırınız ve sonucunu bildiriniz.
Salahattin Beyefendi'ye: İstanbul'un düşmanlarca kuşatılmış
çevresinden milletin kutsal bağrına gelmeniz ve fedakâr
arkadaşlarınızın azim ve vatanperverlik meydanına sizin de şeref
vermiş olmanız büyük bir sevinçle karşılandı. Kutsal amacımın
gerçekleştirilmesi uğrunda gösterilecek ortak gayrette Tanrı hepimizi
zafere ulaştıracaktır. Gözlerinizden öperim.
3'üncü Ordu Müfettişi Kurmay Başkanı Albay Kâzım
Salâhattin Bey hakkında ilk şüphe ve kararsızlık, yine Salâhattin
Bey 'in gayeye uygun olarak çalışacağını söylemesi üzerine kendisine
güvenen ve hemen komutayı teslim edip Sivas'a doğru uzaklaşan Refet
Bey tarafından gösterilmiş oldu.
Refet Bey'in Amasya'dan çektiği bir telgraf, yalnız Salâhattin Bey
hakkındaki şüpheyi değil, daha birkaç nokta ile ilgili görüşleri de
ortaya koyuyordu. Müsaade buyurursanız olduğu gibi bilginize sunayım:
İvedi - Güvenlikle ilgili
719 Erzumun'da 15'inci Kolordu Komutanlığına
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne:
Salâhattin Bey'i tanırsınız. Önce Kâzım Paşa, tebrik dolayısıyla
ve yumuşak ifadelerle kendisiyle haberleşmeye girişmelidir. Hamit
Bey'in görevden alınması hakkında daha bir şey yok. Fakat yerinde
bırakılması için teşebbüslerde bulunuldu. Görevden alınırsa buralarda
kalacağını pek sanmıyorum. Bununla birlikte etkilemeye çalışıyorum.
Benim dönmem için İngilizlerin hükûmete baskı yapacakları
şüphesizdir. Ben kendimi duruma göre ayarlayarak buralarda kalacağım.
İngilizlerden ve buradan geçen Amerikalılardan anladığıma göre, Kâzım
Paşa'nın durumu da tehlikelidir. Her zaman ölçülü davranılmasını ve
durumun iyi idare edilmesini tekrar tavsiye ederim.
Bu telgrafta adı geçen Hâmit Bey, Samsun mutasarrıfı idi. Hamit
Bey, Samsun'a gelişimizin ilk günlerinde, Refet Bey' in aralarındaki
eski hukuk ve dostluk dolayısıyla, ortak gaye uğrunda, sonuna kadar
bizimle birlikte fedakârca çalışacak vasıfları taşıyan bir arkadaş
olduğuna güvendiği için bana tavsiye ettiği ve benim Sadrazamlığa ve
Genel Kurmay Başkanı Cevat Paşa'ya durumu bildirerek Samsun'a
getirebildiğimiz zat idi.
Böyle bir zatın, ergeç görevden alınacağına şüphe var mıydı? Fakat,
Refet Bey, yerinde bırakılması için gereken yerlere başvuruldu diyor.
Nerede? Kimlere gidilerek? Kim başvurmuştur? Sonra, Görevden alınırsa
buralarda kalacağını pek sanmıyorum. Bununla birlikte etkilemeye
çalışıyorum! diyor. Nereye? İstanbul'a mı gidecek? Nasıl? Bu zat
bugüne kadar bizimle birlikte çalışmıyor muydu?
Bu telgrafında Refet Bey, kendisinin dönmesi için İngilizlerin
hükûmete baskı yapacaklarını kesin olarak kabul ediyor ve kendisini
duruma göre ayarlayarak buralarda kalacağını söylüyor, Oysa, durum
belli ve yapılacak şeyi ben kendisine 7 Temmuz 1919 tarihli genel
talimatımla bildirdim (adı geçen talimatın 2. maddesi). Ondan başka
yapılacak şey yoktu.
Refet Bey, İngilizlerden ve buradan geçen Amerikalılardan anlamış
ki, Kâzım Paşa'nın da durumu tehlikelidir. Bu ne demektir? Azim ve
iradelerini en çok korumaları gereken arkadaşların, bize karşı her
halde rahmet okumayacak kimselerin sözlerinden tehlike kuruntusuna
kapılmaları ve bunu inanarak söylemeleri ne demektir?
Refet Bey, telgrafının sonunda bana da ders veriyor, Her zaman
ölçülü davranılmasını ve durumun iyi idare edilmesini tekrar tavsiye
ederim diyor.
Buradaki ölçülü kelimesinden maksadın ne olabileceğinin yorumunu
iz'an sahiplerine bırakırım.
Bana iyi idareyi tavsiye eden zat, bu tavsiyeyi, benim verdiğim
emir ve talimatı hakkıyla yerine getirip görevi başından ayrılmadan
önce yapmış olsaydı, daha içten hareket etmiş olurdu, sanırım.
> NUTUK'TA MİLLİ MÜCADELE - 3 < > LOZAN BARIŞI < > İÇİNDEKİLER <
İlgi : 2 Haziran 1919 tarihli şifre 3.6.1919
Kişiye özel
- Erzurum'da 15'inci Kolordu Komutanı Kâzım Paşa Hazretleri'ne,
- Erzurum Valisi Münir Beyefendi'ye,
- Canik Mutasarrıfi Hâmit Beyefendi'ye,
- Sıvas Vali Vekili Hâkim Hasbi Efendi Hazretleri'ne,
- Kastamonu Valisi İbrahim Beyefendi'ye
- Ankara'da 20'nci Kolordu Komutanı Ali Fuad Paşa Hazretleri'ne,
- Konya'da Yıldırım Kıt'alan Müfettişi Cemal Paşa Hazretleri'ne,
- Diyarbakır'da 13'üncü Kolordu Komutanı Vekili Cevdet
Beyefendi'ye,
- Van Valisi Haydar Beyefendi'ye.
1 - Bağımsızlığımızı koruma uğrunda kurulmuş ve teşkilâtlanmış olan
millî kuvvetlere hiçbir şekilde müdahale ve saldırıda bulunulamaz.
Devlet ve milletin mukadderatında millî irade söz sahibi ve hâkimdir.
Ordu, bu millî iradeye bağlı ve onun hizmetindedir.
Amasya, 15.7.1919