LOZAN BARIŞI
Bu bölümde LOZAN BARIŞI’nın BİLİNMEYEN yönlerini
vermeye çalışacağız. (Bakınız: AÇIKLAMALAR, 1)
MUSTAFA KEMAL Lozan'a önce Fethi Okyar'ı göndermek istemiş, sonra Rauf
Orbay'ı teklif etmiş, sonradan vazgeçip İsmet Paşa'yı koymuştur.
Rauf Orbay MONDROS MÜTAREKESİ'ni Rıza Tevfik ile imzalayan adamdı... Biraz
durgun zekâlı, idaresizdi. Bu yüzden Lozan Heyeti'nden çıkarıldı... Ancak
İngilizce'yi çok iyi bilir, yabancılar tarafından da sayılırdı. İsmet Paşa'dan
daha başarılı olma ihtimali vardı.
İsmet Paşa önce Dışişleri Bakanı yapılmış, sonra Lozan Heyeti'ne alınmıştı.
Ancak kendisi gitmek istememiştir. Giderken de yanında 2 yaver, 10 er
götürmüştür.
TÜRK Heyeti Lozan'a tamamen hazırlıksız gitmiştir. Hiç bir dosya
verilmemiştir!.. Bütün verilen," üç sayfalık, 14 maddelik bir Bakanlar Kurulu talimatı"
idi!.. İsmet Paşa tarafından. yazılmıştı. Kemal Tahir bu
hazırlıksız gidişi, ağır şekilde eleştirir... İlerde vereceğiz.
Öteki murahhaslar Rıza Nur ile Hasan Saka idi. Hasan Saka maliye uzmanı
olarak katıldı ama maliyeden anlamazdı. Reşit Saffet Atabinen kâtipti. Görevini
hiç yapmamıştır.
İtilaf Devletleri Lozan'a İSTANBUL HÜKÜMETİ'ni de çağırmışlardı. 17 Ekim
1922'de Sadrazam Tevfik Paşa'nın Ankara'ya çektiği telgraf, SALTANAT'ın sonunu
getirdi... Tevfik Paşa "muzafferiyet Ankara ve
İstanbul arasındaki ikiliği kaldırmış, vahdet-i milliyemizi temin etmiştir"
diyordu... Yani, PADİŞAH yerinde, HÜKÜMET onun
yanında, size de İTAAT düşer!...
MUSTAFA KEMAL PAŞA cevabında "Tevfik Paşa ve
arkadaşlarının DEVLET siyasetini karıştırmaktan çekinmemelerinin büyük
mesuliyetler doğuracağını" söyledi!..
Tevfik Paşa yılmadı, bu sefer Büyük Millet Meclisi'ne başvurdu... İşin
uzamaya tahammülü kalmamıştı. 28 Ekim günü MUSTAFA KEMAL Rauf Bey'i çağırarak,
"Saltanatı lağvedeceğiz" dedi... Yani ATATÜRK'ü saltanatı kaldırmaya İstanbul hükümeti
zorladı!
Rıza Nur "Saltanat'ın kaldırılması için teklifi
kendisinin hazırladığını, MUSTAFA KEMAL'in başlangıçta tereddüt ettiğini, bu
yüzden imzasının aşağılarda olduğunu" söyler.
1.11.1922'de HİLAFET saltanattan ayrıldı, SALTANAT ilga edildi.
Abdülmecid halife oldu. Vahdettin bir gemiyle önce Malta'ya sonra HİCAZ'a
gitti. Şerif Hüseyin bir müddet sonra Vahdettin'i kovdu... Bu, yüzlerce yıldır
ülkesini idare etmiş, ve düşmana karşı savunmuş bir ailenin temsilcisine
işlenmiş büyük saygısızlıktı. Arap işte böyle nankördür... Ancak kendisi de
sıkıntıdan kurtulamadı. 2 yıl içinde İngilizler onu da devirdiler, Suudlar'ı
getirdiler... Hüseyin Yemen'e sürüldü.
"Hain" diye tanıtılan Vahdettin, gittiği güne kadar işgal altındaki
İstanbul'da OSMANLI HAZİNESİ'ni korumuş; giderken de çalıp götürmeye
yeltenmemiştir!.. Yurt dışında düştüğü mali sıkıntıda, kendisine ATATÜRK destek
olmuştur.
Lozan'da karşımıza 8 DEVLET çıktı: İNGİLTERE, FRANSA, AMERİKA, İTALYA,
JAPONYA, ROMANYA, SIRBİSTAN ve YUNANİSTAN!...
Demek ki biz Amerika ve Japonya ile de savaşmışız!.. Onlarla da hasımız!..
Bu devletler bize her şeyi empoze etmek istedi, ama bunlara da İNGİLTERE
dikte ediyordu. Hemen her şeyi LORD CURZON yapıyordu.
Fransızca, İngilizce, İtalyanca resmi dil kabul edildi. Başka dil yasaktı!...
Halbuki taraf olarak TÜRKÇE'nin de olması gerekirdi. Böylece Anlaşma'nın TÜRKÇE
aslı elimizde olurdu... Halbuki, şimdi tercümesi var.
Başkanlığı hiç bize vermediler!.. İngiltere, Fransa, İtalya aralarında
döndürüyorlardı. Masigli adında bir Fransız genel sekreter tayin edildi. Çok
becerikli idi. Müzakereler bittiği anda, bu adam tebliği hazırlamış olurdu.
MUSTAFA KEMAL mutlaka BARIŞ istiyordu. Bunun için TRAKYA'yı dahi gözden
çıkartmıştı!... Çünkü ülkenin savaşacak hali kalmamıştı.
İlk toplantıya İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon, Fransız Başbakanı
Puancare, ve İtalyan Başbakanı Mussolini katıldı. Ayrıca İstanbul'daki İngiliz
komiseri Rumbolt, Fransa'nın Roma elçisi Bombard, İtalya'nın İstanbul elçisi
Garroni ile Lui Montanya, Amerika'nın Roma elçisi Child, sonraki Ankara elçisi
Grew, Venizelos, Yunanistan'ın Londra elçisi Kaklamanos, Romanya Dışişleri
Bakanı Duka, Paris elçisi Diyamandi, Sırp Dışişleri Bakanı Ninçiç ve Rapiç
vardı.
Ayrıca danışmanlar getirmişlerdi. İngiliz William Tyrrel, Adam Bloch (Düyun-u
umumiye temsilcisi), Nikolson, Forris-Adam, Rayyan, Fransız general Weygand,
general Foche, tümamiral Lacase, Laroche (elçi) hukukçu Fromageot, maliye uzmanı
Serrovis, Düyun-u umumi temsilcisi Declosiere, İtalyan D.U. temsilcisi Nogar,
karantina temsilcisi Dr. Senini, yahudi Metr Salem vardı. Bu Metr Salem Talat
Paşa'nın has adamı iken, şimdi karşımıza geçmişti.
Bizim danışmanlar Münir Ertegün (elçi), Zekai Apaydın (elçi), Mustafa Şeref
Özkan, Veli Saltık (Milletvekili), Prof. Tahir Taner Muhtar (bakan), Şükrü
Kaya(bakan) Senüyiddin Başak (Hukukçu), Dr. Nihat Reşat Belker, Yahya Kemal
Beyatlı, Ruşen Eşref Apaydın, Nusret Metya (Danıştay başkanı), Şevket Doğruer
(deniz subayı), Hüseyin Pektaş (Robert kolej öğretmeni), Cavit Bey (İttihatçı
maliye bakanı), Fuat Ağralı (Sayıştay başkanı), Hikmet Bayur (elçi), Şefik
Bekman (milletvekili), Zühtü İnhan (iktisat profesörü) idi.
Ayrıca gazeteci Hüseyin Cahit Yalçın, Kızılay Başkanı Hamit Hasancan
oradaydı. Bunlar gayrıresmi olarak, TÜRK heyetini BATILILAR lehine etkilemeye
çalışmışlardır.
1900'lerde OSMANLI yahudileri ve Selanik dönmeleri gizlice İtalyan
tabiiyetine girerler, başları sıkışınca İtalyanlar onları kurtarırlardı.
ABDÜLHAMİD'e haledildiğini tebliğ edenlerden Emanuel Karasu, Metr Salem de
öyle idi. Şimdi Metr Salem'in maskesi düşmüş, İtalyanlar'a açıktan hizmet
ediyordu.
Ancak MİLLİ MÜCADELE sırasında Antalya'da göğsümüzü kabartan bir olay oldu:
Külhanbeyinin biri, bir adamcağızı öldürmüş, idama mahkum edilmiş... Şehir
İtalyan işgali altında!..
Tam hüküm infaz edilecekken, İtalyan yetkililer gelip "adamın adalardan
birinde doğmuş olduğunu, bu yüzden İtalyan tabiyetinde olduğunu, ve serbest
bırakılmasını" isteyip üstü kapalı tehdit etmişler. Vali çaresizlikten adamı
serbest bırakmış!..
Külhanbeyi idam beklerken serbest bırakılınca, teşekkür etmiş. Memurlar da
kızgın bir ifade ile, "Bize değil, şuradaki efendilerine teşekkür et," demişler.
Adam kendisini kurtaranların İtalyan olduğunu, alıp gitmek istediklerini
öğrenince, "Gavur eliyle serbest kalmaktansa, kendi devletimin eliyle ölüme
razıyım," deyip gitmeyi reddetmiş ve memurların gözyaşları arasında idam
sehpasına yürümüş!..
TRT bu gerçek olayın filmini yaptı, yayınladı. Adı İSTİKLAL!.. Tanju Korel bu
vatansever külhanbeyini nefis canlandırmıştı.
Lozan'la ilgili "Conference de Laussanne sur les Affaires du Proche-Orient
(1923-1924) tome I" adlı gizli bir belge vardır. Rıza Nur'un Sinop'taki
kütüphanesinde bulunmaktadır.
Görüşmeler üç grup halinde sürdü. ARAZİ meseleleri, AZINLIKLAR meselesi, MALİ
işler...Her üç komisyonun başkanı da karşı taraftandı.
Hukukçulardan oluşan bir yazım komitesi vardı. Ancak muahedenin bazı
maddeleri, görüşmelerden sonra yeniden kaleme alınırken aleyhimize
kaydırılmıştır. Bunda bizim steno bilen katibimiz olmaması, zabıtların yeterince
görevliler tarafından incelenmemesi, ve kasıtlı olarak yüksek düzeyde Fransızca
ile kaleme alınmasının büyük etkisi olmuştur.
Türk katip Reşit Saffet yazamadığı gibi, kendisine gösterilen zabıtları
kontrol dahi etmemiş, aynen kabul etmiştir.
Ayrıca İtilaf Heyeti gündemi, TÜRKLER'e danışmadan tesbit ediyor, ve toplantı
günü ancak 1-2 saat önce TÜRKLER'e tebliğ ediyordu. Böylece bize önceden
hazırlanma imkanı kalmıyordu.
Fransız Barrer 2. toplantıda DOĞU MESELESİ'nden söz etti. Baklayı ağzından
çıkardı. Zaten İtilaf Devletleri Lozan'ı "Şark İşleri Konferansı" olarak
adlandırmışlardı.
Bilindiği gibi DOĞU MESELESİ, OSMANLI DEVLETİ'NİN ORTADAN KALDIRILMASI, sahip
olduğu AFRİKA ve ASYA'daki TOPRAKLARININ ve bu topraklardaki zenginliklerin
PAYLAŞILMASI meselesidir... Lozan'a katılanların listesinden görüldüğü gibi bu
AKBABALAR KAFİLESİ'ne AMERİKA ve JAPONYA da dahildir... Her ikisinin de
özellikle ORTA DOĞU'da büyük çıkarları vardır. ATATÜRK şu değerlendirmeyi yapar:
"Muhataplarımız bizimle 3-4 senelik bir hesab-ı
rüiyet etmiyorlar, 300-400 senelik hesab-ı rüiyete başlamışlardır."
Halbuki TÜRKİYE Lozan'a savaştığı devletler ile
barış yapmaya gitmişti. DOĞU MESELESİ'ni tanımıyordu!..
Güneyde Fransızlar ile ANKARA ANLAŞMASI yapılırken hata yapılmış, İskenderun
ve Halep terkedilmişti. Yapacak bir şey yoktu. Ancak bizim için hala bir El
Cezire (Mezopotamya), yani MUSUL meselesi vardı.
Konferans'ta bütün ağır işleri Rıza Nur üstlenmiş, İsmet sonradan "Lozan
kahramanı" olup çıkmıştır, tıpkı İnönü Savaşları'nda olduğu gibi!..
Dünyanın her tarafından, papazlar, hıristiyanlar, komiteciler, politikacılar,
işadamları Lozan'a üşüştü.
İngilizler BOĞAZLAR ve MUSUL meselesine önem verdiler, mali konulara fazla
karışmadılar. Boğazlar'ın askerden arındırılmasını ve serbest olmasını
istiyorlardı. Karadeniz'e donanma sokmak istiyorlardı.
Konferansta her devletin eskiden olduğu gibi İstanbul'da bir savaş gemisi
bulundurmasını teklif etmişlerdir. Kabul etmedik... Sonra bütün Marmara
sahillerini askerimize yasaklamak istiyorlardı. Onu da kabul etmedik... Askerler
arındırılmış bölgeler, onların istediklerinden çok daha aza indirildi.
Amerika da BOĞAZLAR'ın serbestliği konusunda ısrar etmiştir. Bu ısrarı hâlâ
sürer. Hatta bu yüzden BOĞAZ KÖPRÜLERİ'nin yüksekliği Amerikan savaş gemilerinin
boyuna göre ayarlanmış ve bize çok daha pahalıya mal olmuştur. "Vatansever"
geçinen aydınlarımız bu konularda hiç ses çıkarmazlar.
ABD'nin ve Rusya'nın "Boğazlar" baskısına karşılık bizim de elimizde
"İstanbul Boğazı'nı doldurup kapatma" kozumuz vardır. Sık sık dile
getirilmelidir.
BOĞAZLAR görüşmelerine Ruslar Çiçerin, Rakovki, Varovski Medavani ile
katıldı. Bunlardan Varovski, bir İsviçreli tarafından otelde vuruldu.
Kaatil teslim oldu. Ailesini ihtilalcilerin öldürdüğünü söyledi, beraat
etti!.. Halbuki ailesini öldüren Varovski değildi ki, cezayı o çeksin!..
İsviçre mahkemelerinde de jüri sistemi uygulanır. Özenilecek biri tarafı
yoktur. BATI ADALET SİSTEMİ, "ADALETSİZLİK"ten başka bir şey değildir!
BATI bu çarpık "adalet" anlayışını o tarihlerde TÜRK DEVLET ADAMLARI'nı vuran
Ermeniler'e de uygulamış, onları da beraat ettirmiştir. (2)
İngilizler Gelibolu yarımadasındaki Çanakkale savaşında ölen askerlerinin
mezarlarının bulunduğu bölge, "kendi malları imiş" gibi hükümler koydurmak
istediler. Mezarları tamir etmeleri, ziyaret etmelerini kabul edildi. O topraklar âdeta onlara
tahsis edildi. Lozan Antlaşması'nda 14 madde sadece bu konu üzerinedir. Bir yüz
karasıdır.
ATATÜRK'ün daha sonra bu bölgeye çocuklarının mezarlarını ziyarete gelen
Anzak ailelere yaptığı, çok duygulu bir konuşma vardır.
İtilaf Devletleri bizim MERİÇ'in batısına geçmemizi istemiyorlardı. İsmet
Mudanya Mütarekesi'nde "Edirne ile birlikte
KARAAĞAÇ'ı alacağımızın söylendiğini" iddia
etmiş, ancak gaflet gösterip bunu yazdırmadığı için, belge ibraz edememiştir.
BATI TRAKYA'da plebisit yapılmasını kabul ettiremedik. Çünkü İtilaf
Devletleri orada TÜRK nüfusun fazla olduğunu biliyorlardı!.. BATI TRAKYA'dan
gelen Galip Bahtiyar başkanlığındaki heyet, "hiç olmazsa, muhtariyet
verilmesini" istiyorlardı. Zaten 17.10.1919'da bağımsızlıklarını ilan
etmişlerdi. İsmet bu konuda ısrar etmedi.
Bulgarlar da kendilerine DEDEAĞAÇ'tan bir çıkış yolu istiyorlardı. Sonradan
Sofya'da vurulan İstanbulovki ile görüşmelere katıldılar. İstekleri kabul
edilmedi. (3)
Uluslararası anlaşmalarda tereddüte düşülen bir husus olursa, zabıtlara
bakılır. Her şeyin esas metne girmesi mümkün değildir. Bunun için de her
anlaşmadan sonra bir UYGULAMA KOMİSYONU kurmak âdettir. İsmet bütün ısrarlara
rağmen, "muahede uygulama komisyonu" kurmamıştır.
Halbuki Meclis'ten çıkan bir kanun için dahi yönetmelikler yayınlanır,
kanunun nasıl uygulanacağı bununla tesbit edilir. Uluslararası bir anlaşma böyle
bir ihtiyaç daha fazla idi. TÜRKİYE zabıtların yanlış geçirilmesinin yanısıra,
uygulama prensipleri açısından da zarara uğratılmıştır. Oysa Yunanistan bu
komisyonu kurmuştur. (4)
Lozan'da MUSUL'un bize verilmesi için ısrar edildi, ancak sonuç alınamadı.
İngilizler'in MUSUL'un hemen kuzeyinden geçen ve SÜLEYMANİYE dahil, bölgeyi bize
bırakan teklifi; İsmet Paşa ve Tevfik tarafından beğenilmedi. Bunlar diğer
delegeleri de etkilediler.
Tevfik Bıyıklıoğlu Musullu Keldani olduğu için oranın mutlaka alınmasını
istiyordu. İngilizler ise MUSUL'u vermek istemiyorlardı. Çünkü MUSUL'dan sonra
BAĞDAT'a kadar tabii bir engel yoktur. "MUSUL'u alan
BAĞDAT'ı da alır," diye düşünüyorlardı.
SÜLEYMANİYE'ye kadar toprak teklifi (yani şimdi Kürtler'e verilmek istenen
bölgenin hemen hepsi) reddedildi. Büyük hata edildi.
MUSUL konusu daha sonra Cemiyet-i Akvam'a gitti. Çoğunluk bizden tarafa iken,
Bern Elçisi Cemal Hüsnü'nün bir üyeye rüşvet teklif etmesi ortalığı karıştırdı.
Çok az bir oyla İngilizler kazandı, MUSUL'u kaybettik!..
Curzon özel bir sohbette MUSUL'a karşı SURİYE'yi bile teklif etmiştir!...
Çünkü Hindistan meselesinden dolayı orada Fransızlar'ı istemiyorlardı.
Suriyeliler'den gizli komiteler kurmuş, bağımsızlık için uğraşıyorlardı. Dürzi
isyanların hepsinde İngiliz parmağı vardı. Geçmişte de Napolyon'un Mısır ve
Suriye'ye girmesi üzerine bizimle birlikte Fransızlar'a karşı savaşmışlardı.
Mayıs 1945 yılında da Suriye'deki milliyetçi direniş Fransız kuvvetleri
tarafından Şam'ın bombalanmasıyla bastırıldı. Ancak İngiliz kuvvetleri müdahale
ederek Fransız askerlerinin kışlalarına dönmesine sebep oldular. Sonra da
Fransızlar'ı Suriye'yi boşaltmak durumunda bıraktılar. (Nisan 1946)
O bakımdan İngiliz teklifi ciddi olabilirdi. Ancak bu Fransızlar ile yapılan
Ankara Anlaşması'na ters idi. Belki bir çıkar yol bulunabilirdi.
Demek ki baştan iyi bir strateji ile gidilseymiş, zaten alamadığımız MUSUL
konusunda sıkı bir pazarlıkla, SURİYE bizde kalabilirmiş. Veya SÜLEYMANİYE'ye
kadar alınıp, İngilizler'in çekilmesi halinde MUSUL'un da bize verileceği gibi
bir kayıtla KERKÜK kurtarılabilirmiş!..
MUSUL meselesini ileriye ertelemek, Lord Curzon'un teklifi idi. Böylece
barışın gecikmesi önlendi. Mesele Milletler Cemiyeti'ne havale edildi. Yapılan
plebisit TÜRKİYE lehine çıkmasına rağmen, Milletler Cemiyeti 25.8.1924'de
MUSUL'u İngiltere'ye bıraktı. Yani aslında, 1924'de yapılan oylamada MUSUL da
HATAY gibi TÜRKİYE'ye katılma kararı almıştı. Bu hakkımız bakidir!..
TÜRKİYE hep "İngiltere'nin MUSUL meselesini yöre petrolü açısından
değerlendirdiğini" düşünmüştür. Halbuki İngiltere için BAĞDAT'a giden yol çok
daha mühimdir. O dönemde HİNDİSTAN için MUSUL'u elinde tutmak istiyordu.
Şimdi ise BATILILAR Arabistan petrolüne iniş için MUSUL'u Irak'ta bırakmak
istememektedir. TÜRKİYE'ye de kolay vermezler. Çünkü siyasette prensip "göz koyduğun toprak senin değilse, en azından zayıf bir
devletin elinde olmalıdır ki, sen kontrol edesin" şeklindedir!..
MUSUL'da bir Kürt devleti bu bakımdan Amerikalıların da, Avrupalılar'ın da,
Irak petrolüne muhtaç Japonlar'ın da işine gelmektedir. TÜRKİYE çok dikkatli
olmalıdır.
İngilizler MUSUL'daki Kürt sayısını fazla göstermişlerdir. TÜRKMENLER'i de
TÜRK saymamışlardır. Bu tutum hâlâ devam etmektedir.
Halbuki MUSUL'da Kürt'ten fazla TÜRK vardır. ABD, İngiltere, Fransa ve
Almanya halen bunları adam yerine koymamakta, maalesef TÜRKİYE de korkaklığından
bunu dile getirememektedir. Halbuki kaç defa Irak'a girdik. Kaç defa silahla
Kürtler'i uzaklaştırdık. Orada bir TÜRK muhtar devletini pekala kurdurabilirdik.
Japonlar Asyacılık güderler. Bu yüzden TÜRKLER'i severler. Ancak emperyalist
ve zalimdirler. Bu yüzden o dönem İngilizler'in sözünden çıkmamışlardı. Şimdi de
pek çok uluslararası konuda ABD'nin dümen suyundan ayrılmazlar. Japonya ile
ilişkilerin artırılması şarttır. Lakin daima dikkatli olmak gerekir.
İngilizler TÜRK-Rus dostluğundan çok çekiniyorlardı. Hâlâ da öyledir.
Lozan Konferansı'na hazırlıklı gidilemediği gibi, çalışma süresince de
Ankara'dan hiç bir dosya hazırlanıp gönderilmemiş, bilgi toplama faaliyeti
tamamen şahsi gayretlere kalmıştır.
Mesel^â TÜRKİYE'nin Düyun-u Umumî'ye ne kadar borcu olduğu bilinmiyordu!..
Uzman-danışman sayılanların çoğu, ve görevlilerin hemen hepsi, vazifelerinin
ehli değildi. Ayrıca konferansla ilgilenmek yerine şahsi işleri ile meşgul
olmuşlardır.
Bunlardan birisi (Zekâi) bir kadına tecavüz ederek olay dahi çıkartmıştır.
Bir yardımcı kumara dalmış, heyetin kaldığı oteli dolandırmıştır. Bazıları da
yabancı heyetlere âdeta casusluk etmiş, onlara bilerek bilmeyerek bilgi
aktarmış, hatta onların taleplerinin delegelerimizce kabulü için baskı
yapmıştır.Araştırmacı SEVTAP DEMİRCİ'nin İngiliz gizli belgelerine idayanan kitabında
belirttiği gibi "Lozan Türk Murahhas Heyeti'nde bir İNGİLİZ AJANI bulunması, ve
Türk heyeti'nin kendi aralarında yaptıkları görüşmeleri İngilizler'e iletmesi" durumu vardır.
Bazıları da ise imtiyaz peşinde koşan yabancı işadamları ile görüşmelere
girmiştir.
Halbuki İngilizler'in haber alma servisi mükemmel işliyordu. İngiliz
casusları, dedektifleri, uzmanları Lozan'a dolmuşlar, sürekli faaliyet halinde
idiler. Ellerinde mükemmel dosyalar vardı. Uzmanları son derece ehil idiler.
Diğer heyetler de bizden çok daha hazırlıklı, çok daha uzman kişilerden
oluşuyordu.
Bir başka büyük aksaklığı, Rauf Orbay, "Lozan'daki baş murahhas İsmet Paşa'nın
sorduğu sorulara, istediği talimata geç cevap verildiğinden şikâyet ettiğini" belirttikten sonra,
şöyle anlatır:
-- "Ancak İsmet Paşa'nın bilmediği, ve
benim çok sonra CHURCHILL'in hatıralarından öğrendiğim bir sır vardı."
- "Bizim yegâne haberleşme aracımız olan telgraf hattı, KÖSTENCE'den geçiyordu.
Oraya da o tarihte İNGİLİZLER ve FRANSIZLAR hâkimdi. Dolayısiyle BİZİM ÇEKTİĞİMİZ
TELGRAFLAR ÖNCE İNGİLİZ İSTİHBARATININ ELİNE GEÇİYOR, ŞİFRESİ
ÇÖZÜLÜYOR, VE ARDINDAN SABAH İNGİLİZ DIŞİŞLERİ
BAKANI CHURCHILL'İN KAHVALTI MASASINA GİDİYORDU!.. ANCAK ORADA
OKUNUP BİR KARARA BAĞLANDIKTAN, VE LOZAN'DAKİ İNGİLİZ HEYETİNİN
BAŞKANI LORD CURZON'A GEREKEN TALİMAT VERİLDİKTEN SONRA İSMET
PAŞA'YA VEYA BİZE TESLİM EDİLİYORDU!.."
- "Bunu bilmeyen İsmet Paşa ise, işi bizim sürüncemede bıraktığımızı zannediyor, ve
kabahati bende buluyordu!" Demek ki İngilizler, Churchill, Lord Curzon bizimle Lozan'da kedinin fareyle oynadığı gibi
oynamışlar!.. Bunu İngiliz Rambold şöyle ifade eder:
- "Lozan görüşmelerinde, karşıdakinin elini
bilen briç oyuncusu gibiydik!" İtilaf devletleri gündemde yalnız esir değişimi olmasına rağmen, halkların
değişimi konusunu da ortaya atmışlardır. Cemiyet-i Akvam temsilcisi gelip Lord
Curzon'un etkisiyle bu konuda konuşma yapmıştır.
TÜRKİYE'yi, bize ihanet etmiş Rumlar'dan kurtarmak iyi olacaktı. Ancak bunu
İngiltere ve Yunanistan'ın niye istediğini anlamak gerekir.
Bu konuya verilen önem, alt komisyon zabıtlarının yayınlanmış olmasından
anlaşılmaktadır. Halbuki başka hiç bir alt komisyonun raporu yayınlanmamıştı.
Diğer zabıtlarda olduğu gibi, BATILILAR bunlarda da istediklerini yazmışlar,
istemediklerini yazmamışlardır. Türk katip Saffet Reşit görevini yerine
getirmediğinden, kontrol imkanımız olmamıştır.
Mesela Ermeni meselenin "gündemde" olduğu yazılıdır. Yalandır!.. Ermeni
meselesi gündemde yokken, dalavere ile ortaya atılmıştır.
Esir değişiminde anlaşma sağlandı. Yunanlılar'ın bütün esirlerimizi İzmir'e
çıkartmaları kabul edildi. Halkların değişimi konusu gelince, BATI TRAKYA
TÜRKLERİ'ni hariç tutmayı başardık.
Orası TÜRK yurdudur. Boşaltılması mahzurludur. İlerde mutlaka TÜRK olacaktır.
Ve BATI TRAKYA'nın batı sınırından İskenderiye'ye, veya İstanköy'e çekilen düz
bir hattın doğusunda kalan bütün adalar ANADOLU'nun kıta sahanlığı uzantısıdır.
Mutlaka TÜRK olmaları şarttır.
Bu, TÜRKİYE'nin üç tarafı denizler ile çevrili olmasına rağmen karaya
hapsedilmesini önliyecek tek tedbirdir. TÜRKİYE bunu stratejik planlarına
almalı, muhtemel bir savaş için daima hazır olmalı, ve ilk savaşta BATI
TRAKYA'ya ve ANADOLU ADALARI'na mutlaka el koymalıdır.
Biz Mora'yı, Tesalya'yı terkettiğimizde oradaki TÜRK nüfus Rum'dan fazla
idi!.
Zaten "Rum" da eski Yunan'la alakası olmayan, tamamen Türkleşmiş, hıristiyan
bir millettir. Kelime "Yunan" değil, "Romalı" anlamına gelir. O tarihlerde çoğu
TÜRKÇE bilirdi.
Fakat BATI etkisindeki milliyetçilik akımıyla ortaya sun'i bir "Yunan"
milleti çıkartılmış, oradaki TÜRKLER'in büyük çoğunluğu kesilmiş, kalanlar da
evleri yakılarak, malları alınarak göç etmeye zorlanmıştır. Girit, Kıbrıs,
Bulgaristan, Yugoslavya, Makedonya'da cereyan edenler bundan farklı değildir.
Yunanlar bizden kopmalarından itibaren TÜRK nüfusu yok etmişlerdir. Çeşitli
zamanlarda TÜRKLER'in arsalarını, binalarını ellerinden almak için kanunlar
çıkartmışlardır. Çeşitli gereksiz istimlakler yapmışlardır. Bunların parasını da
ödememişlerdir.
Lozan'da bu kanunların geçersiz sayılması, malları elinden alınan TÜRKLER'in
hakkının piyasa değeri üzerinden altın olarak ödenmesi gündeme getirildi.
Yunanlar kabul etmek istemediler. Bütün uğraşmalara rağmen kabul ettiremedik.
Buna karşılık TÜRKİYE'deki Rum mallarına bir tedbir düşünülebilirdi, o da
yapılmadı.(5)
Selanik dönmeleri, Müslihiddin Adil adında bir yahudi bozuntusu göndererek
"kendilerinin değişim dışında tutulmaları"nı TÜRK heyetinden istediler.
Makedonya'da TÜRKLER'in çoğunlukta olduğunu, o tarihte bir TÜRK hükümeti kurmuş
olduklarını öne sürdüler. Aslında istedikleri yahudi olan bu müslüman görüntülü
kimselerin TÜRK tabiiyetine girmemesi idi.
Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, bu dönmelerden çok daha iyidir. Çünkü hiç
değilse ne olduğunu bilirsin. Ama dönme, adı "türk", görünüşü "müslüman"; özü
ise yahudidir. Hiç bir zaman bilemezsin!.. Eski Maliye Bakanı Cavit, Ahmet Emin
Yalman, Abdi İpekçi, İsmail Cem İpekçi, hep dönmedir.
Aralarından nadir olarak İzmir'de ilk kurşunu atan Hasan Tahsin ve Halide
Edip gibi vatanperverler de çıkmıştır. Bu yüzden dediklerinden çok, yaptıklarına
bakarak değerlendirilmeleri gerekir.
Lozan'da değiştirilecek halklar için "Yunan uyruklu TÜRK ve MÜSLÜMANLAR"
hükmünün yer almasına rağmen, Yanya Arnavutlar'ı "TÜRK'üz" diyerek Anadolu'ya
geldiler.
Orduda çok Arnavut general vardı. M. Savunma Bakanı Abdülhalik Renda ve Ömer
Akalın Paşa bu işe önayak olmuşlardır. Bu Arnavutlar'ı Erenköy'den Kartal'a
kadar olan bölgeye yerleştirdiler. Kendilerine sahte belgeler düzenliyerek geniş
arsalar ve evler verdiler. İstanbul'daki Arnavut bahçıvan işgali, ATATÜRK'ün
meşgul olmasından yararlanan kendini TÜRK'ten ziyade "Arnavut" sayan bu iki paşa
yüzünden olmuştur.(6)
Lozan'da ANADOLU Rumları değişime tabi tutuldu, İSTANBUL Rumları kaldı. Giden
ANADOLU Rumları'nın arasında pek çok HIRİSTİYAN TÜRK vardı.
ANADOLU'nun HIRİSTİYAN TÜRKLER'i, ta Arap akınları döneminde Bizans'ın
Balkanlar'dan getirtip yerleştiği PEÇENEK ve UZ TÜRKLERİ'nin torunlarıdır.
Zaten ANADOLU'nun bu kadar kolay MÜSLÜMAN olmasının sebebi SELÇUKLU döneminde
nüfusunun çoğunun Rum değil, HIRİSTİYAN TÜRK olmasıdır.
PEÇENEK ve UZ kalıntısı bu kişiler, adları hıristiyan olduğu için, zamanla
müslümanlar tarafından Rum ve Ermeni sanılmış, bir süre sonra da Rum ve Ermeni
mahallerinde oturmak zorunda bırakılmışlardır.
Halbuki yeni yeni tanımaya başladığımız HIRİSTİYAN GAGA-UZ TÜRKLERİ'nin de
adları "Viktor, Andre, Tomas"dır!.. Ve maalesef hala bazı kimseler HIRİSTİYAN,
MUSEVİ ve ŞAMANİST TÜRKLERİ, bizden saymamaktadır. Unuttukları husus
ALPARSLAN'ın MALAZGİRT Savaşı'nı, Bizans ordusundaki PEÇENEK ve UZ HIRİSTİYAN
TÜRKLERİ'nin kendi tuğlarını görünce ALPARSLAN'ın safına geçmesiyle kazandığı
gerçeğidir!..HIRİSTİYAN TÜRKLER bize MÜSLÜMAN ARAPLAR'dan daha fazla destek
olmuşlardır!..
İstiklal Savaşı kahramanlarından TÜRK Ortodoks Patriği Papa Eftim'in bütün
ısrarlarına rağmen mübadelede bu husus gözönünde tutulmamış, İstanbul'un gerçek
Rumlar'ı kalırken, ANADOLU Rumları'nın arasında TÜRKLER de istemedikleri halde
değişime tabi tutulmuşlardır. (7)
Giden Rumlar'ın yerine de Rumca konuşan Yanya Arnavutları gelip özellikle
İstanbul ve İzmir'in en güzel yerlerine yerleşmişlerdir. O dönemde İzmir valisi
Abdülhalik Renda idi. Pek çok hainliği olmuştur.
Arnavutlar 16 aşirettir. Birbirleriyle geçinemezler. Gega ve Toska diye iki
gruba ayrılırlar. Gegalar asildir, Toskalar'ı aşağı sayıp hakaret ederler.
TÜRKİYE'deki Arnavutlar Toska oldukları için, Arnavutluk'ta sözlerinin
geçmiyeceklerini bilir, onun için burada kalır; yine de olay çıkartırlardı.
Esir değişimi imzadan hemen sonra, ahalinin değişimi ise 1.5.1923 tarihinden
itibaren uygulanmıştır.
TÜRKİYE kendisini çok zarara sokan, halka eziyet eden Yunan askerlerini, bu
süre zarfından yol ve bina inşaatında işçi olarak kullanmıştır. Bu suretle bir
nevi "emek tazminatı" ödetmiştir. Çünkü Yunan'dan savaş tazminatı alamadık.
İtilaf devletleri Lozan'da ırk, din, dil konularını ortaya atarak azınlıklar
meydana getirmeye çalıştılar. Çerkez, Abaza, Kürt, vs. yetmiyormuş gibi,
Kızılbaşlar'ı (Aleviler) da bu kategoriye sokmak istediler. Sırp delegesi de
çıkıp bizdeki Boşnaklar'ı istedi. Bunları reddettik... Görülüyor ki, TÜRKİYE'de
TÜRK'ten gayrı insan olması, daima bölücülüğe yol açacaktır.
Lozan'da kanunlarımızın "dini" olduğunu söyliyerek, hıristiyanları bunların
dışında tutmak istediler. Askerlik yaptırtmamak istediler. Kabul etmeyince
hıristiyanların askerde müstakil taburları olmasını, geri hizmette
kullanılmasını istediler.
Bu, o tarihe kadar gelen problemin sürmesi demekti!.. Geçmişte hep TÜRKLER
askere gitmiş, işi, ticareti aksamış, hıristiyan kalmış zengin olmuş. TÜRK
karısıyla beraber olamamış, çocuk yapamamış, savaşta kırılıp azalmış; Hıristiyan
karısının koynunda, hem rahat etmiş hem çoğalmıştır.
Askerlik, artniyetli hıristiyan azınlığın ülkeden kaçmasına yol açmıştır. Bu
açıdan yararlı olmuştur.
Konferans'ta hıristiyanların "evlenme, miras" gibi işleri de söz konusu
edilmiş; Rıza Nur buna "TÜRKİYE'nin dinle devleti ayırıp LAİK bir sistem
kuracağını" söyliyerek cevap vermiştir.
Böylece "laiklik" konusu ülkede ilk defa ATATÜRK değil, dinsiz olduğunu hiç
çekinmeden açıklıyan Rıza Nur tarafından dile getirilmiştir.
Ancak 1925-1928 arasında yapılan "devrim"lerin çoğunda, BATI'nın bize yapması
muhtemel baskıları önleme amacı vardı. Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü'nün bir
ara, "BATILILAR, devrimler tutmadı sanırsa, yandık" demesi, bu teşhisimizin
delilidir.
Eskiden TÜRKLER Rum kızları ile MÜSLÜMAN dahi yapmadan evlenirlerdi. Bu
suretle muhafazakar Rumlar, kızları TÜRK'le evlenmesin diye evlenme yaşı gelince
Yunanistan'a göç ederdi. Bu suretle özellikle İstanbul'daki Rum nüfus gözle
görülür biçimde azalmıştı.
Bu durumu farkeden Rum Patriği dönemin Şeyhülislamı Vani Efendi'ye rüşvet
vererek, ondan şöyle bir fetva aldı:
- "Bu kadınlar gebelik sırasında domuz eti yedikleri ve şarap içtikleri için,
doğurdukları çocuklar müslüman olmaz!"
Böylelikle Padişah MÜSLÜMAN olmayan Rum kızları ile evlenmeyi yasakladı!..
Rumların nüfusundaki azalma durdu.
> İÇİNDEKİLER< > LOZAN BARIŞI - 2 < >LOZAN BARIŞI - AÇIKLAMALAR
< >LOZAN BARIŞI - AÇIKLAMALAR-2
< >LOZAN ANTLAŞMASI - TAM METİN - TÜRKÇE/FRANSIZCA
< >LOZAN ANTLAŞMASI - TAM METİN - İNGİLİZCE
< >
UNUTULMAYAN MANŞETLER <
(Cehennem Değirmeni)