NUTUK'TAN: LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI - 2
MESELEYİ ÇÖZÜME BAĞLAMAK İÇİN BİR TARAFA HAK VEREREK ÖBÜR
TARAFI SUSTURMA YOLUNU TUTMADIM
Genellikle iki tarafa karşı aldığım tavır yumuşak... Bir tarafa hak
vererek öbür tarafı susturma yolunu tutmadım. Durumu nasıl gördüğümü
ve görüşümü nasıl ortaya koyduğumu anlatmak için 25 Mayıs 1923 günü
yapılan hükûmet toplantısından sonra, İsmet Paşa'ya yapılmış olan
tebligatı olduğu gibi bilginize sunacağım:
İsmet Paşa'ya iki şifreli telgraf yazıldı. Biri hükûmetin kararı
olarak Rauf Bey'in imzasıyla çekildi. Bu telgrafı, ben Kâzım Paşa'ya
yazdırdım. Ötekini bizzat yazdım ve kendi imzamla gönderdim. Rauf
Bey'in imzasıyla çekilen telgraf şudur:
İsmet Paşa Hazretleri'ne
24 Mayıs tarihli ve 141-144 sayılı
telgraflarınız üzerine Gazi Paşa Hazretleri'nin başkanlığında toplanan
Hükûmet'in kararı aşağıda arz olunur:
"Barışa engel olan önemli ve
askıda kalmış meseleler, bizce bir bütün sayılmaktadır. Bu meselelerden
herhangi biri nazik bir şekil aldığı zaman fedakârlığa davet edilir ve
bu fedakârlığı zarurî görecek olursak, geride kalan meselelerin de aynı
şekilde zararımıza çözülmesi ihtimalini kuvvetlendirmiş oluruz."
"Yunan tazminatı konusunda fedakârlık yapılacak olursa, bu
fedakârlık hiç olmazsa daha askıda bulunan ve bizce çözümü şart olan
meselelerin lehimize sonuçlandırılması suretiyle barışa yardımcı
olmalıdır."
"Bundan dolayı, ancak, Düyûn-ı Umumiye faizleri, işgâl altındaki
topraklarımızın kısa zamanda boşaltılması, adlî işlerle ilgili formül
ve şirketler tazminatı konularının Yunan tazminatı konularıyla birlikte
ortaya konulması, ve ancak lehimizde çözümü sağlanıp garanti edildiği
takdirde, karşılığında bu fedakârlığın göze alınması uygun olabilir."
"Bu formül çerçevesinde, en çok yarar sağlayacak bir barış
yapılmasının mümkün olduğu ve bunun dışında uzun görüşmelerin iyi bir
barış getirmeyeceği düşüncesinde olan kabine, konferansa son ve kesin
şekilde tekliflerde bulunarak verilecek cevabı beklemenizi rica
etmektedir."
Hüseyin Rauf
Benim yazdığım telgraf da şudur:
25.5.1923
24 Mayıs tarihli ve 141-144 sayılı telgraflarınızda yazılı olan
hususlar Hükumet'te incelendi ve görüşüldü. Hükûmet'çe alınan karar
Hükûmet Başkanlığı'ndan bildirildi. Benim düşüncelerim:
1 - Üzerinde durulması ve ısrar edilmesi gereken mesele, Yunan
tazminatı meselesinde Türkiye'nin göze alacağı fedakârlık değildir.
Belki bu fedakârlığa razı olunabilmesi için, barışın imzalanmasına
engel olan köklü ve önemli meselelerin daha çözümlenmemiş ve beklendiği
şekilde çözümlenebileceğini gösteren inandırıcı deliller bulunmamış
olmasıdır. Gerçekte, çözümlendiği veya çözümlenebileceği tahmin edilen
iktisadî meseleler, Ankara'da toplanmakta devam eden şirketlerle
yapılacak görüşmelerin sonucuna bağlıdır. Bu şirketlerin ise aşırı
isteklerde bulundukları şimdiden anlaşılmıştır.
2 - İktisadî ve malî meseleler, İtilâf Devletleri'nin görüşüne
uygun olarak yani aleyhimizde çözümleninceye kadar, İstanbul'un
boşaltılmasını geciktirmede direnmelerinden duyulan endişe büyüktür ve
ciddîdir. Hattâ bu gecikmenin, Musul meselesinin İngiltere lehine
çözüme bağlanıncaya kadar devam ettirilmesi de kuvvetli bir ihtimaldir.
3 - Borçlarımızın hangi çeşit para ile ödeneceği meselesinin de,
Muharrem Kararnamesi'nin yürürlükte olduğunu belirten bir bildiri
yayınlanması isteğinde ısrar edildikçe, lehimize çüzümlenemeyeceği
görülüyor.
4 - Adlî işlerle ilgili çözüm formülü İtilâf Devletleri'nin teklifi
üzerine kabul edilmiş olduğu halde, sonradan bundan vazgeçmeleri ve bu
formülü tanımamakta direnmeleri dikkate değer.
5 - Bu bakımdan, Yunan tazminatı meselesinde, bizi fedakârlığa
zorlamalarının sebebini şu şekilde düşünüyorum:
Yunanlılar, ordularını uzun süre silâh altında tutmak ve yıpratmak
istemiyorlar. Türkiye iIe aralarında çözüme bağlanması gereken tazminat
meselesini kendi isteklerine göre çözümletecek güvenilir ve sakin bir
duruma geçmek ihtiyacındadırlar. İtilâf Devletleri ise, bizim hayatî
saydığımız meseleleri lehimizde çözümleme kararında değillerdir.
Görüşmeleri mümkün olduğu kadar uzatarak ve her konu üzerinde bizi
yıpratarak, en sonunda kendi lehlerinde fedakârlığa mecbur etmek
kararındadırlar. Yunanlıların askerî harekât ile gayeye ulaşmalarına
da razı olmadıklarından, maksatlarını bize baskı yaparak
gerçekleştirmekle Yunanlıları sakin ve memnun bir duruma sokmak
istiyorlar. Biz bu direnme karşısında fedakârlık yapmakla barışı
sağlamaya hizmet etmiş olacağımızı sanmıyorum. Aksine, yine zaman
geçecek ve barışın elde edilebilmesi için sonuna kadar fedakârlık
yapmak mecburiyeti karşısında bırakılacağız. İzmir'in kurtarılışından
bugüne kadar dokuz ay geçti. Bu şekilde daha dokuz ay geçebilir.
Önemle gözönünde bulundurmak gerekir ki, belirsiz bir zaman boyunca
beklemek zorunda kalmayı kabul edemeyiz.
6 - Aleyhimize olan meselelerde fedakârlık etmek, Iehimize çözümü
zarurî olan meseleleri olumlu bir sonuca götürememek bizi zayıf ve güç
duruma sokar. Bunun için barışa temel olacak meselelerin hepsini bir
bütün olarak dikkate almak, bunu ciddiyetle, açık ve kesin bir dille
konferansın dikkatine sunmak ve kabulüne çalışmak; bu konuda garanti
elde etmedikçe, fedakârlığı gerektiren meselelerin çözümüne yanaşmaktan
kesinlikle kaçınma zamanı gelmiştir.
7 - 24 Mayıs tarihli ve 144 sayılı telgrafınızla bildirilen son
kararımzı uygulamakta acele etmemenizi rica ederim. Esası Meclis'ten
gelen talimatın önemli noktası; malî, iktisadî, adlî ve idarî konularda
hayat ve bağımsızlık haklarımızın tam ve güvenilir olarak
kazanılmasıdır. Daha bu sonuç elde edilemediğine göre, fedakârlık
noktasında ısrar göstermeyiniz.
8 - İtilâf Devletleri, bize hayat ve bağımsızlığımızla ilgili
konularda ne yapıp yapıp aleyhimizde esaslı şartlar kabul ettirmeye
karar vermedikçe, tazminat konusunda göstereceğimiz ciddî tutum
üzerine, Yunan ordusunun hareketine izin veremezler; dolayısıyla
kendilerinin de fiilen savaş durumuna geçmelerini uygun göremezler.
Eğer olumsuz görüşü benimsemekteki kararları kesin ise, Yunan
tazminatı konusunda olmasa bile, İstanbul'un boşaltılması, borçların
hangi tür para ile ödeneceği veya adlî meseleler gibi bütün dünyayı
ilgilendiren konularla ve elverişli bir ortam içinde bize karşı fiilî
hareketlere girişirler. Böyle olunca da biz daha zayıf bir duruma
düşeriz.
9 - Yunanlılar'ın Cumartesi günü konferanstan çekilmelerini
önleyebilmek için, isteklerini kabul etmek lehimizde değildir. Böyle
bir çekilmenin aynı harekete İtilâf Devletleri de katılmadıkça hiçbir
anlam ve etkisi olamaz. Eğer konferanstan çekileceklerini bildirmenin
anlamı, fiilen askerî harekâta geçeceklerini önceden haber vermek ise,
bu konuda İtilâf Devletleri'nden haklı olarak sorulacak noktalar
vardır.
10 - Kısacası, böyle tepeden inme ve ansızın yapılan bir tehdit
karşısında ve başlıbaşına bir konuda fedakârlığı kabul ettiğimizi
söylemek, barışı uzaklaştırmak şeklinde anlaşılabilir. Tekrar ediyorum:
İtilâf Devletleri'ni ana meseleleri çözmeye davet ediniz, efendim.
Mustafa Kemâl
Bunlardan başka, İsmet Paşa'ya, "kişiye özel" işaretiyle de ayrıca
şu kısa şifreli telgrafı çektim:
Şifre : 25.5.l923 , Kişiye özel
İsmet Paşa Hazretleri'ne
"Hükûmet Başkanlığı ile Delegeler Hey'eti'nin bütün yazışmalarını
bir defa daha karşılaştırarak inceleme gereğini duydum. Bazı
telgraflardaki ifade tarzından, arada yanlış anlamalar var gibi bir
anlam çıkardım. Onarımla ilgili tazminatı kabul etmek veya etmemek
konusunda ısrar yoktur. Bunu açıklamak için, durumla ilgili düşünce ve
görüşlerimi ayrıca bildirdim. Hasretle gözlerinden öperim, kardeşim."
Mustafa Kemâl
Bu telgrafların metinlerinden, Karaağaç'a karşılık Yunan
tazminatından vazgeçmeyi esas itibariyle kabul ettiğimiz açıkça
anlaşılmaktadır. Ancak ana meselelerde, zarurî ve hayatî saydığımız
hususların iyi bir sonuca bağlanması şartına da, İsmet Paşa'nın
dikkati çekilmiştir.
İsmet Paşa'nın da bu telgraflardan çıkardığı anlam ve güttüğü
maksat bu olmuştur.
İsmet Paşa, Rauf Bey'den, düşüncelerinin bana aynen bildirilmesini
istediği 24 Mayıs 1923 tarihinde, doğrudan doğruya bana da bir telgraf
çekmiş... 24 Mayıs'ta çekilmiş olan bu telgrafı ben 26 Mayıs'ta aldım.
Telgraf Dışişleri şifresiyle gelmiş ve Rauf Bey tarafından görüldükten
sonra bana gönderilmişti. Halbuki bu telgraf bir bakım Rauf Bey'den
şikâyet anlamı taşıyordu. İsmet Paşa'nın telgrafı şudur:
Lozan... Çekilişi : 24.5.1923... Alınışı : 26.5.1923
Gazi Mustafa Kemâl Paşa Hazretleri'ne
"Durumla ilgili olarak Hükûmet Başkanlığı'na etraflı bir rapor
sundum. Hükûmetle aramızda esaslı anlaşmazlık vardır. Uyuşma olmazsa
geri dönmek zorunda ve kararındayım. Raporumun yüce Başkanlığınıza
ulaştırılmasını açıkça belirttim ve istirham ettim. Konferans son
günlerinde ve durum gecikmeye tahammülü olmayan bir andadır. Düşünceme
göre, barış, ileri sürdüğüm görüşler çerçevesinde gerçekleştirilebilir.
Büyük Millet Meclisi Başkanı Zât-ı Devletleri'nin bu olağanüstü zamanda
genel durumu yakından takip buyurmaları istirham olunur."
Diğerlerinden bir gün gecikmeyle gelen bu telgraf; olduğu gibi Gazi
Paşa Hazretleri'ne sunulacaktır.
Hüseyin Rauf
Aynı gün İsmet Paşa'ya şu cevabı verdim:
Şifre : Makine başında Ankara , 26.5.1923
İsmet Paşa Hazretleri'ne
"24 Mayıs tarihli ve 145 sayılı şifreyi 26 Mayıs'ta aldım. Ondan önce
kısa ve uzun iki şifre yazdım. Durumu takip ediyorum. Geri dönme
kararınızın nedeni, tazminat konusunda fedakârlık olduğuna göre, doğru
değildir. Bildirdiğim hususlar çerçevesinde teşebbüse devam edildiği
takdirde, daha elverişli bir safhaya geçeceğinizi umarım. Hükûmet
ile aranızda sezilen görüş ayrılığı giderilebilir. Gözlerinizden
öperim, efendim."
Gazi Mustafa Kemâl
İsmet Paşa, 26 Mayıs 1923 tarihinde Hükûmet Başkanlığı'na yazdığı
raporlarda, Hükûmet Başkanlığı'nın yazılarını, benim telgraflarımı ve
delegelerimize verilmiş olan esas talimatı dikkate aldığımı ve o yolda
hareket ettiğimi açıkladıktan sonra, 26 Mayıs günü öğleden sonra,
İtilâf Devletleri delegelerinin, Yunan tazminatına karşılık Karaağaç'ın
kabul edilmesi yolundaki tekliflerini kabul ettiğini söylemiş olduğunu,
diğer meseleleri de birkaç gün içinde sonuçlandırabileceğini
bildirmiş...
Rauf Bey, bu raporları bana 27 Mayıs 1923 tarihinde şu yazısına
ilişik olarak gönderdi:
154/155 27.5.1923
Türkiye Büyük Millet Meclisi Yüce Başkanlığı'na
"İsmet Paşa Hazretleri'nden gelen 26 Mayıs 1923 tarihli telgraf
sureti ilişik olarak yüce huzurlarına takdim kılındı, efendim."
Hüseyin Rauf Dışişleri Bakanlığı Vekili
Rauf Bey, aynı tarihte İsmet Paşa'ya da şu tebligatta bulunmuş:
27.5.1993
İsmet Paşa Hazretleri'ne
İlgi: 26 Mayıs 1923 tarih ve 151 sayılı telgraf.
"Delegeler Hey'eti'nin Yunan tazminatı ile ilgili tutumu, Hükûmet'in
talimatına açıkça aykırı görülmüştür. Güç durumda kalan Hükûmet, millî
çıkarları gözönünde tutarak, tarafınızdan bildirildiği üzere, önemli
meselelerin üç dört gün içinde sonuçlandırılacağı yolundaki kanaatın
gerçekleşmesini beklemekle birlikte, düşünce ve görüşlerini
değiştirmeyecektir. Önceki telgrafta belirtilen öteki temel meselelerle
fedakârlığın söz konusu olamayacağı kesinlikle bilinmelidir, efendim."
Hüseyin Rauf
İsmet Paşa'nın, Karaağaç'a karşılık tazminattan vazgeçilmesini
bildiren raporlarını gördükten sonra, 25 Mayıs 1923 tarihli ve Rauf
Bey imzalı talimat telgrafını açıklamak üzere kendisine şu telgrafı
yazdım:
27.5.1923
İsmet Paşa Hazretleri'ne
"Hükûmet'in kararında başlıca üç ana nokta vardı, Birincisi:
Onarımla ilgili tazminat meselesinde fedakârlık, askıda kalan önemli
meselelerin lehimize sonuçlandırılması karşılığında yapılmalıdır.
İkincisi: Düyûn-ı Umumiye faizleri, düşman işgâlindeki topraklarımızın
boşaltılması, adlî meselelerle ilgili formül ve yabancı şirketlere
ödenecek tazminatı, yani on iki milyon liranın, şahısları ve uyrukları
hangi milletten olursa olsun, bütün şirketlere âit olduğu kabul
edilerek bunun dışında bir tazminatın söz konusu edilmemesi-
meselelerinin, tazminat meselesiyle birlikte ele alırıması ve bu dört
meselenin lehimize çözümü sağlanabildiği takdirde, tazminat meselesinde
fedakârlık yapılabilir. Üçüncüsü: Konferansa son ve kesin tekliflerde
bulunarak cevap beklemek.
Delegeler Hey'eti'nin tutum ve anlayışında Hükûmet'in görüş ve
talimatına uymayan noktalar şunlardır:
1 - Delegeler Hey'eti, yalnız askıda kalan meseleleri bir bütün
olarak kabul etmiş, tazminat meselesini bunun dışında tutmuştur.
2 - Görüşmelerin, Yunanlılar'ın konferanstan çekilmesi üzerine
kesilmesinde ve Mudanya sözleşmesinin Yunan ordusunun yeniden
saldırmasıyla bozulmasında sakınca görülerek, öteki meselelerde
anlaşmaya varılamazsa, görüşmelerin tarafımızdan kesilmesi tercih
edilmiştir. Bu nokta, üzerinde düşünülmeye değer.
3 - Yunan onarım tazminatı konusunda fedakârlığı kabul ettikten
sonra, öteki meseleleri birkaç gün içinde sonuçlandırma yoluna
gidilmesi de önemlidir. Bakanlar Kurulu'nda henüz böyle bir kanaat
oluşmuş değildir. Önemli meseleler gerçekten üç dört gün içinde
lehimize sonuçlandırılabilirse, tazminat meselesine öncelik
verilmesinde düşünülen sakıncalar giderilmiş olur. Muharrem
Kararnamesi'nin (211) yürürlükte olduğu hususunun belirtilmesine önem
verilmesinin, ancak çözümlenmesi ümidini beslediğimiz meselelerden
sonraya bağlı olduğu bildirilmektedir.
4 - Konferansın, kuponların ödenmesi meselesi yüzünden kesilmesinin
içeriye ve dışarıya karşı bizi daha kuvvetli bulunduracağı düşüncesi
de üzerinde iyiden iyiye durmaya değer.
Bu konuda bütün yabancılar aleyhimizdedir. İşin içyüzünü kamuoyuna
açıklamak tazminat meselesi kadar kolay değildir. Tazminat meselesinde
yabancıların da bizi haklı görmesi için sebepler vardır.
5 - Önemli meselelerde, görüşmelerin kesilmesine bizim yol açmış
olmamız, fiilî hareketlerle birlikte olmadıkça, İtilaf Devletleri'nin
isteğine uygun düşer. Bu sebeple, eğer görüşmeler kesilecekse bunun
Yunan saldırısı üzerine yapılması, bizi haklı durumda gösterirdi
görüşü vardır.
6 - Kısacası, Hükûmet ile Delegeler Hey'eti arasındaki anlaşmazlık
noktaIarı önemlidir. Hükûmet'te olupbittiler karşısında bırakılma
endişesi doğmuştur. Bunun için, bildirdiğiniz üzere, önemli
meselelerin birkaç gün içinde mutlaka sonuçlandırılmasına ağırlık
vererek, tazminat meselesine öncelik vermenin doğuracağı sakıncaların
giderildiğini göstermek lâzımdır. Daha şimdiden fedakârlıkta
bulunmanın, öteki meselelerin süratle ve Iehimizde çözüme bağlanacağı
hususunda verilen sözlere karşılık olduğunu gerekenlere ciddî olarak
söylemek ve eğer sonunda görüşmeler mutlaka kesilecekse, bunun onların
sebep olduğu ve saldırgan görünecekleri bir yolda kesilmesini sağlamak
gerekir.
7 - Bugünlerde en ince değişiklikleri ve özellikle göstereceğiniz
fedakârlıktan sonra İtilaf Dovletleri delegelerinde beliren zihniyeti
bildiriniz. Çünkü, bize gözdağı vererek başarıya ulaşmaktan doğacak
yeni ümitlerinden haklı olarak endişe ediliyor, efendim.
Gazi Mustafa Kemâl
İsmet Paşa,28 Mayıs 1923 tarihinde, Rauf Bey'e yazdığı telgrafta
diyor ki: "Usûlde, yani bir meseleyi önce veya sonra söz konusu etmek
gibi esas direktifte değil; uygulama şekli üzerinde aramızda ayrılık
belirmiştir. Yunan tazminatı meselesi daha kesin bir çözüme bağlandığı
gibi, öteki ana meseleler de bundan sonra görüşüleceğinden Cuma ve
Cumartesiye kadar bütün meselelerde konferansın kesin tutumunun
anlaşılacağı sanılmaktadır. Yunan tazminatı konusundaki fedakârlığı,
bizi ilgilendiren malî ve iktisadî konularda bu davranışımızın
dikkate alınacağı kaydıyla yaptığımızı söylemiştim. Bu bakımdan, eğer
öteki meselelerde anlaşmazsak, Yunan tazminatı da alacağımız genel
karara bağlı olur."
"Eğer esas talimatlara uymakla birlikte, beklenmedik talimatlara,
nihayet çeşitli meselelerin görüşülme ve çözümlenmesinde verilecek
kesin emirlere, önemli talimatlara bütünüyle ve harfi harfine
uyamadığımız kabul buyurulursa, bu durum, istemediğimizden değîl,
fakat gerçekten mümkün olmadığındandır."
"Bendeniz aramızdaki bu görüş ayrılığını zamanında görmüş ve açıkça
ortaya konmasını istirham etmiştim. Henüz hiçbir şey imza edilmemiş,
hiçbir taahhüde girilmemiştir. Eğer bu tutumumuz yanlış sayılıyorsa,
onun görüşünüze göre düzeltilmesi imkânı vardır."
"Kısacası, barış meselesinin yüzde doksan beşi çözümlenmiştir.
Üzerine benden sonra görev alacak kimse için güçlükler azalmış ve
basitleşmiştir."
"Öte yandan, eğer barış yapılmaz da görüşmeler kesilirse, bizim
tutumumuz bu kesilmeyi daha elverişsiz bir duruma sokmayacaktır.
Herhalde emir ve karar Hükûmet'in ve yüce Başkanlığınızındır."
İsmet Paşa, aynı gün bana da cevap verdi. Bu cevabı olduğu gibi
bilginize sunayım:
Çekilişi: 28.5.1923 ... Gelişi: 29.5.1923 .... 1/1016
Hükûmet Başkanlığı'na
Gazi Mustafa Kemâl Paşa Hazretleri'ne
"Durum, Hükûmet'e gönderdiğim raporda bildirilmiştir. Her gün birer
mesele ele alınmak üzere, bütün meseleleri önümüzdeki günlerde
görüşeceğiz. Elbette Yunan tazminatını askıda kalan bütün meselelerin
çözümünde sürekli bir silâh olarak kullanacağız. Bu imkânı elde tuttuk.
Yunan tazminatı meselesini çözümledikten sonra diğerlerinde bize
gözdağı vererek bir sonuç alma ümidi besleyen olmadı. Aksine, tehdit
vasıtası ortadan kalktı. Durum sakinleşti. Eğer eninde sonunda
görüşmeler kesilirse, ya Yunan Ordusu kendisi için özel bir sebep
bulunmadığından harekete geçmeyecek veyahut da ötekilerle birlikte ve
onların dâvâsı için ilerlediğini ortaya koyup ispat edeceğiz. Her iki
durum da maddî ve manevi bakımlardan, tazminat bahanesiyle, Yunan
ordusu ile çarpışmaya başlamaktan daha önemli ve uygun görülmüştür.
Hükûmeti oldubittiler karşısında bırakma endişesine yer yoktur.
Tutumumuz genel duruma göre değerlendirlirse, anlaşmazlığın uygulama
yönteminde olduğu kabul edilebilir. Daha önce bu anlaşmazlığı da arz
etmiştim. Ana konuların hepsinin birkaç güne kadar görüşüleceği arz
olunur."
İsmet
İsmet Paşa'ya şu telgrafı çektim:
29.5.1923
İsmet Paşa Hazretleri'ne
"Zât-ı Devletleri'nin, barışla ilgili konuların büyük ölçüde çözümlenmiş
olduğu yolunda verdiği bilgi sevindirici olmuştur. Tasarladığımız
üzere, durumu birkaç gün içinde aydınlığa kavuşturabilirseniz, çok
rahatlayacağız. Başarılı olmanızı dilerim. Fevzi Paşa Hazretleri de
Ankara'dadır. Durum aydınlanıncaya kadar burada kalacaktır.
Gözlerinizden öperim."
Mustafa Kemâl
İsmet Paşa, bu telgrafımdan sonra çalışmalarına devam etti. Rauf
Bey'in ve Bakanlar Kurulu'nun da bu konu üzerinde daha fazla
direnmesini önledim.
Bir aya yakın bir zaman her iki taraf da yatışmış gibi göründü. Bu
süre içinde, İsmet Paşa, çeşitli konular üzerinde Bakanlar Kurulu
Başkanlığı'nın görüşlerini soruyordu.
KUPONLAR VE İMTİYAZLARLA İLGİLİ YAZIŞMALAR İKİ TARAFI
YENİDEN SİNİRLENDİRDİ
Kuponlar ve imtiyazlar konusunda aralarında geçen bir yazışma iki
tarafı yeniden sinirlendirmiş. İsmet Paşa'nın 26 Haziran 1923
tarihinde Rauf Bey'in bir yazısına verdiği cevapta şu cümleler
vardır:
Kuponlar meselesi çözümlenmeden imtiyazlar meselesinin
çözümlenmesine gitmeyeceğiz. Zaten sorduğumuz soru, kuponlar
meselesine bir çözüm yolu bulduktan sonra, takip edeceğimiz tutumla
ilgili talimat almak içindi. Hükûmet bu konuda suskunluk gösteriyor.
Konferans görüşmelerinde, Delegeler hey'etinin, ana talimattaki
kısıtlamalar dışında, bütün davranışlarının ayrıntılı olarak Ankara'dan
idare edilme istek ve eğilimi, görüşmelerin memleket için en yararlı
bir şekilde idaresini ve hayırlı bir barışa ulaşma gücünü, Delegeler
Hey'eti'nin elinden almaktadır. Hükûmetçe tercih buyurulan bu yolun,
93 Seferi'nin saraydan idaresinden farkı yoktur.
Bize karşı, güvensizlik duyulduğu ve yetersiz olduğumuz hususunda
durmadan ifade buyurulan kanaat süregeldikçe bizim aracılığımızla
barış yapılabileceği düşünülemez.
Hükûmetin görüşlerini, İtilâf Devletleri'ne olduğu gibi kabul
ettirebileceğine inanan bir hey'etin ve tabiatiyle yüksek
şahsiyetinizle olan ilgisi dolayısıyla Maliye Bakanı Beyefendi'nin
doğrudan doğruya sorumluluk yüklenerek konferansa hareket buyurmalarını
rica ediyoruz.
Maliye Bakanı Hasan Fehmi Bey'di. Bu telgrafı okudum ve Rauf Bey'e
cevap verdim.İsmet Paşa'ya da şunu yazdım:
Kişiye özel 26.6.1923
İsmet Paşa Hazretleri'ne
"26.6.1923 tarihli cevap telgrafınızı okudum. Çok sinirli olarak
yazılmıştır. Bunu gerektirecek hiçbir duygu, düşünce ve davranış
yoktur. Sizi haksız buldum. İçinde bulunduğunuz güçlükler ve çektiğiniz
sıkıntılar takdir edilmektedir. Bundan sonra belki, daha da artacaktır.
Bu kırgınlığın sebebi Ankara değil, orada her gün yeni bir hile
yaratanlardır. Çalışmalarınızı yılmadan ve soğukkanlılıkla olumlu bir
şekilde sonuçlandırmaya himmet ediniz. Arada yanlış anlaşılmayı
gerektirecek bir durum görmüyorum. Çalışma alanınız sınırlı değildir.
Fakat yapılacak işler sınırlı olduğu ve pek önemli meselelerle karşı
karşıya bulunduğunuz için, durum kendiliğinden sıkıntılı olmuştur.
Gözlerinizden öperim."
Gazi Mustafa Kemâl
RAUF BEY'İN ARADAKİ GÖRÜŞ AYRILIĞINI, KENDİSİ İLE İSMET PAŞA
ARASINDA BAŞLI BAŞINA Saygıdeğer Efendiler, görülüyor ki,İsmet Paşa ile olan
yazışmalarımda, onu incitebilecek sözler de vardır. Sonuna kadar da
buna benzer ciddî emirlerim olmuştur. İsmet Paşa'nın da bana aynı
şekilde ifadeler kullandığı olmuştur.
Bakanlar Kurulu kararlarında benim görüşlerimin de yer aldığını,
İsmet Paşa'ya gerektikçe bildiriyordum. Buna göre; İsmet Paşa'nın
Bakanlar Kurulu Başkanlığı'nı hedef alan bazı şikâyetleri, yalnız Rauf
Bey'in şahsıyla ilgili sayılmazdı. Bütün bakanlarla ilgiliydi. Hattâ
bana da dokunuyordu.
Rauf Bey'in bu görüş ayrılığını, kendisi ile İsmet Paşa arasında
başlıbaşına bir mesele sayması ve öyle saydırmaya kalkışması doğru
değildir. Her durumda ve her konuda talimat verenler o talimatı,
uzakta ve özellikle talimat verenin içinde bulunmadığı şartlar altında
uygulayan kimse arasında görüş ayrılığı olabilir. Esasta bir
değişiklik yapılmamak şartıyla, durum gereğine göre idare edilir.
İsmet Paşa'nın, durumun izlenmesi için benim dikkatimi çekmesi de
mazur görülmelidir. çünkü, konu gerçekten ciddî ve hayatî idi.
RAUF BEY, GÖRÜŞMELERİ BİTİRİP BARIŞI HAZIRLAYAN İSMET PAŞA'NIN
SONUÇLA İLGİLİ OLARAK Nihayet, Efendiler, Temmuz ortalarında konferans sona erdi. İsmet
Paşa, barış antlaşması imzalanmadan önce Bakanlar Kurulu Başkanı Rauf
Bey'e, konferansın son bulduğunu ve meselelerin ne şekilde çözüme
bağlandığını bildirmiş... Rauf Bey'e olumlu veya olumsuz hiçbir cevap
vermemiş... İsmet Paşa, bekleyiş içinde geçirdiği bu günlerde çok
üzülmüş. Hükûmetin hiçbir cevap vermeyişini, Ankara'da bir
kararsızlığın hüküm sürmekte olduğuna bağlamış... Rauf Bey'e
yazdıktan üç gün sonra 18 Temmuz 1923 tarihinde durumu bana da
bildirdi. Telgrafında, Hükûmet'i kararsızlığa düşürebileceğini tahmin
ettiği noktaları birer birer sayıp açıkladıktan sonra, düşüncelerine
şu sözlerle son veriyordu:
Eğer hükümet kabul ettiğimiz noktalardan geri dönmemiz hususunda
kesinlikle ısrar ediyorsa, bunu bizim yapmaklığımıza imkân yoktur.
Benim düşüne düşüne bulduğum yol, İstanbul'daki İstilâ Devletleri
komiserlerine, imza yetkisinin bizden alındığını bildirmektir. Gerçi,
bu durum, bizim için yeryüzünde görülmemiş bir skandal olur. Fakat
vatanın yüksek çıkarları, şahsî düşüncelerin üstünde olduğundan, Millî
Hükûmet istediği gibi hareket eder. Hükûmetten teşekkür beklemiyoruz.
Yaptıklarımızın muhasebesi milletin ve tarihin yargısına bırakılmıştır.
Efendiler, İsmet Paşa'nın yürüttüğü ve sonuçlandırdığı işin ne kadar
önemli olduğunu açıklamaya gerek yoktur. Bu işin sonuçlandırıldığı,
son günün, imza gününün geldiğini bildiren telgrafa sevinçle ve can
atarak cevap verileceğini kabul etmek tabiîdir. Ankara ile Lozan
arasında, bir veya iki günde haberleşmek mümkündü. Üç gün geçtiği
halde, hiçbir cevap verilmemiş olması, en basit bir anlayışla, Hükûmet
Başkanı'nın işi önemsemediğini ve aldırmazlıkla karşıladığını gösterir.
Yapılan işin hükûmetçe noksan görülerek, kabul edilmemesi yoluna
gidildiği ve bundan dolayı da cevap verilmemekte olduğu zannına da
düşülebilir. Bu durum karşısında, işi bitirmek için büyük ve tarihî
sorumluluk yüklenerek imza kullanacak olan zatın ne kadar güç bir
durumda kalacağı düşünülürse, İsmet Paşa'nın üzüntü ve ıztırap
çekmesini haklı görmek gerekir.
İSMET PAŞA'YA BARIŞ ANTLAŞMASINI İMZALAMASINI BİLDİRDİM
İsmet Paşa'nın telgrafına hemen şu cevabı verdim:
Ankara, 19.T.1923
İsmet Paşa Hazretleri'ne
"18 Temmuz 1923 tarihli telgrafınızı aldım. Hiç kimsede kararsızlık
yoktur. Elde ettiğiniz başarıyı en sıcak ve içten duygularımızla tebrik
etmek için, antlaşmanın usulüne göre imza edildiğinin bildirilmesini
bekliyoruz, kardeşim."
Gazi Mustafa Kemâl, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, Başkomutan
İSMET PAŞANIN ÇEKTİĞİ IZDIRAP
İsmet Paşa, bu telgrafıma cevap verdi. İsmet Paşa'nın ızdırabının
derecesini gösteren bu cevabı, aynı zamanda temiz kalpliliğini,
içtenliğini ve özellikle alçak gönüllülüğünü de gösteren bir belge
olduğu için, aynen bilginize sunuyorum:
Lozan, 20.7.1923
Gazi Mustafa Kemâl Paşa HazretIeri'ne
"Her dar zamanımda Hızır gibi yetişirsin. Dört beş gündür çektiğim
azabı bir düşün. Büyük işler yapmış ve yaptırmış adamsın. Sana
bağlılığım bir kat daha artmıştır. Gözlerinden öperim, pek sevgili
kardeşim, aziz şefim."
İsmet
LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI'NI HAZIRLAYAN VE İMZALAYANLARA TEŞEKKÜR
VE KENDİLERİNİ KUTLAMA
Efendiler,İsmet Paşa, 24 Temmuz 1923 günü antlaşmayı imzaladı.
Kendisini tebrik etme zamanı gelmişti. Aynı gün şu telgrafı çektim:
Lozan'da Delegeler Hey'eti Başkanı
"Millet ve hükûmetin zâtıâlilerine vermiş olduğu yeni görevi
başarıyla sona erdirdiniz. Memlekete biribiri ardınca yaptığınız
yararlı hizmetlerle dolu ömrünüzü bu defa da tarihî bir başarıyla
taçlandırdınız. Uzun çarpışmalardan sonra vatanımızın barış ve
istiklâle kavuştuğu bu günde, parlak hizmetiniz dolayısıyla
zât-ı âlinizi, pek sayın arkadaşlarımız Rıza Nur ve Hasan Beyleri ve
çalışmalarınızda size yardım eden bütün Delegeler Hey'eti üyelerini
şükran duygularımla kutlarım."
Gazi Mustafa Kemâl, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı,
Başkomutan
RAUF BEY KUTLAMAK İSTEMİYOR
Efendiler, Bakanlar Kurulu Başkanı Rauf Bey'in İsmet Paşa'ya
kutlama telgrafı çekmediğini anladım. Kendisine bunun gerekli olduğunu
hatırlattım. Rauf Bey'e bu konuda diğer bazı arkadaşlar da uyarıda
bulunmuşlar.
Daha sonra öğrendim ki, Rauf Bey, İsmet Paşa'yı kutlamayı ve ona
yaptığı bu önemli ve tarihî görevden dolayı teşekkürü gerekli
görmüyormuş. Yapılan uyarı üzerine Kâzım Paşa'ya bir mektup yazarak,
ondan kendi adına, İsmet Paşa'ya bir kutlama telgrafı yazmasını rica
etmiş. Bunun anlamı nedir?
Kâzım Paşa, bu mektubu Bahriye Vekili İhsan Bey'in evinde bulunduğu
bir sırada almış. Maliye Bakanı Hasan Fehmi Bey de orada imiş...
RAUF BEY'İN YAZDIĞI VEYA YAZDIRDIĞI TELGRAF
Hep birlikte, Rauf Bey'in ağzından uygun bir telgraf müsveddesi
yaparak İsmet Paşa'yı kutlamışlar ve ona teşekkür etmişler. Bu
müsveddeyi bir zarfa koyup Rauf Bey'e göndermişler. Fakat Rauf Bey
müsveddeyi beğenmemiş. İsmet Paşa'ya başka bir telgraf yazmış veya
yazdırmış. Rauf Bey, Kâzım Paşa'yı gördüğü zaman demiş ki: "Sizin
yaptığınız müsveddede sanki her işi yapan İsmet Paşa imiş gibi
gösteriliyor. Biz burada bir şey yapmadık mı?"
Efendiler, Rauf Bey'in yazdığı veya yazdırdığı telgraf metni
kendisinin duygu ve düşüncelerini gizlememektedir. Arzu buyurursanız
o telgrafı da olduğu gibi bilginize sunayım:
Şifre 27.7.1923
Lozan'da Delegeler Hey'eti Başkanlığına
"Birinci Dünya Savaşı'nın sonsuz ıztıraplarından kurtulmak ve
milletimizin dünya barışını kurmakta ne büyük bir rolü olduğunu fiilen
ispat etmek üzere imzaladığımız Mondros Ateşkes Anlaşmasına rağmen, en
fecî ve insafsız saldırılara uğramış; bunun arkasından yaşama hakkımızı
ve istiklâlimizi ayaklar altına alan Sévres Antlaşması yapılmıştı."
"Yüzyıllar boyunca hür ve bağımsız olarak yaşamış olan aziz Türkıye'nin
asil halkı, uğradığı haksız ve feci saldırılar karşısında bütün şuuru
ve bütün varlığıyla yaşama hakkını ve istiklâlini kurtarmak için
ayaklanarak kurduğu yılmaz ve yenilmez millî ordusuyla Büyük Önderimiz
ve Başkomutanımızın ve kahraman komutanlarımızın sevk ve idaresiyle
zaferden zafere yürüdü."
"Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükûmeti'nin milletten aldığı
kudret ve kuvvetle ve ordularının pek yüksek savaş kabiliyetiyle elde
ettiği bu başarı ve zaferlerin, Lozan'da aylardan beri süregelen barış
görüşmeleri sonunda, milletlerarası bir belge ile belgelenmiş olması,
milletimize yeni bir çalışma ve huzur dönemi hazırlamıştır."
"Bakanlar
Kurulu, azimli ve fedakâr milletimizin yaşama hakkını ve istiklâlini
güven altına alan bir antlaşmanın yapılmasındaki çalışmalardan dolayı
başta Zât-ı Devletleri olmak üzere, delegelerimiz Rıza Nur ve Hasan
Beyefendilere ve müşavirlerimize tebriklerini sunar, efendim."
Hüseyin Rauf, Bakanlar Kurulu Başkanı
RAUF BEY, LOZAN ANTLAŞMASI'NI YAPAN İSMET PAŞA'YI KUTLAMA
VESİLESİYLE Efendiler, Rauf Bey, Lozan Antlaşması'nı yapan ve ona imzasını
koyan İsmet Paşa'yı tebrik vesilesiyle, kendisinin yaptığı ve imzasını
koyduğu Mondros Ateşkes Anlaşması'ndan bahsetmeyi ise onu ne kadar
önemli ve yüksek amaçlarla imza ettiğini söyleyerek kendisini savunmayı
gerekli görüyor.
Mondros Ateşkes Anlaşması, Osmanlı Devleti'nin müttefikleriyle
birlikte uğradığı acı yenilginin yüz kızartacak bir sonucudur. O
anlaşma hükümleridir ki, Türk topraklarını yabancıların işgâline sundu.
O anlaşmada kabul edilen maddelerdir ki, Sevres Antlaşması
hükümlerinin de kolaylıkla kabul ettirilebileceği düşüncesini
yabancılara mümkün ve akla yatkınmış gibi gösterdi.
Rauf Bey, o ateşkes anlaşmasını "milletimizin dünya barışını
sağlamakta ne büyük bir âmil olduğunu fiilî olarak ispat etmek amacıyla"
imzaladığını," söylüyorsa da, bu hayalî cümle ile kendinden başka
kimseyi avutmaz. Çünkü böyle bir amaç yoktu.
Rauf Bey'in, telgrafına Mondros Ateşkes Anlaşması ile başladığına
bakılırsa, bu anlaşmanın Lozan Konferansı için bir başlangıç olduğunu
ve Lozan Barışı'nın da Rauf Bey'in yaptığı Mondros Ateşkes
Anlaşması'nın sonucu olduğunu söylemek eğiliminde bulunduğuna
hükmedilebilir.
RAUF BEY ZAFERLER KAZANMIŞ ORDUNUN BAŞINDA LOZAN'A GİDEN ZATA
ZAFERDEN ZAFERE Rauf Bey, telgrafında Sevres Antlaşması yüzünden Türk milletinin
uğradığı saldırıları, buna karşı milletin nasıl ayaklandığını, nasıl
yılmaz ve yenilmez bir ordu kurduğunu ve kahraman komutanlarımızın
sevk ve idaresi ile nasıl zaferden zafere yürüdüğünü hikâye ediyor.
Rauf Bey, bu hikâyeyi İsmet Paşa'ya, o zaferler kazanmış ordunun
başından Lozan'a gitmiş olan zata anlatıyor. Rauf Bey, bu başarı ve
zaferleri hükûmetin kazandığını anlatabilmek için de parlak bir cümle
bulmuştur: Lozan barış görüşmelerinin aylardan beri devam ettiğine de
işaret ederek üstü kapalı bir şekilde işin uzatıldığını belirtmekten
kendini alamamıştır. Rauf Bey, "Antlaşmanın yapılmasındaki
çalışmalarından dolayı Delegeler hey'etini tebrik ederken, Mondros
Ateşkes Antlaşması'ndan başlayarak, bütün inkılâbımızın bir özetini
yapmak suretiyle, Delegeler hey'etine yaptıkları antlaşmanın nasıl ve
ne olduğunu da anlatmak gayretine düşmüştür. Bir tek teşekkür
kelimesini bile içine almayan bu yazıların ne anlama geldiğini kavramak,
dikkatli ve incelikleri görebilen kimselerce elbette güç değildir
RAUF BEY, "İSMET PAŞA İLE KARŞI KARŞIYA GELEMEM ONUN KARŞILANMASINDA
BULUNAMAM," DİYOR
Efendiler, Delegeler hey'etimiz görevini tamamladıktan sonra,
Ankara'ya dönmek üzere yolda bulunuyordu. Herkes Delegeler hey'etini
yakından alkışlamak için can atıyordu. O günlerdeydi. Hükûmet Başkanı
Rauf Bey, Meclis ikinci Başkanı bulunan Ali Fuat Paşa ile birlikte,
Çankaya'da bana geldiler.
Rauf Bey; "Ben," dedi "İsmet Paşa ile karşı karşıya gelemem. Onun
karşılanmasında bulunamam. Müsaade ederseniz, o geldiği zaman
Ankara'da bulunmamak için, seçim bölgemde dolaşmak üzere Sivas'a doğru
bir geziye çıkayım."
Rauf Bey'e bu şekilde davranmasına bir sebep olmadığını, burada
bulunan İsmet Paşa'yı bir Hükûmet Başkanı'na yaraşırcasına
karşılamasının ve görevini başarı ile sona erdirdiği için onu sözle de
takdir ve tebrik etmesinin uygun olacağını söyledim.
Rauf Bey, "Kendime hâkim değilim; yapamayacağım," dedi ve geziye
çıkma hususunda ısrar etti. Hükûmet Başkanlığı'ndan ayrılması şartıyla
çıkmasını kabul ettim.
RAUF BEY, DEVLET BAŞKANLIĞI MAKAMININ GÜÇLENDİRİLMESİNİ TEKLİF
EDERKEN NE DÜŞÜNÜYORDU?
Ondan sonra, Rauf Bey'le aramızda şu konuşma geçti:
Rauf Bey, "Hükûmet Başkanlığı'ndan çekilirken, sizden çok rica
ederim," dedi, "Devlet Başkanlığı makamını güçlendiriniz."
Rauf Bey'e: "Dediğinizi yapacağıma kesin olarak güveniniz!" cevabını
verdim.
Rauf Bey'in ne demek istediğini ben pek güzel anlamıştım.
Rauf Bey, Devlet Başkanlığı makamı olarak, Hilâfet makamını
düşünüyor, o makama kuvvet ve yetki sağlamamı benden rica ediyordu.
Rauf Bey'in, benim olumlu cevabımla ne demek istediğimi anlayıp
anlamadığı belli değildir. Daha ileriki bir tarihte, Cumhuriyet'in
ilânından sonra, kendisiyle Ankara'da yaptığım bir görüşmede,
Cumhuriyet'e niçin karşı olduğunu sorduğum ve yapılmış olan şeyin,
Ankara'dan ayrılırken, benden yapılmasını rica ettiği ve benim söz
verdiğim işten başka bir şey olmadığını söylediğim zaman: "Ben,"
demişti, "Devlet Başkanlığı makamını güçlendiriniz, derken, asla
Cumhuriyet ilânını düşünmüş ve kastetmiş değildim."
Oysa, Efendiler, benim verdiğim cevabın anlamı tamamen o idi.
Gerçekten de, millî hükûmetimizin niteliği Cumhuriyet Hükûmeti olduğu
halde, bence onu kesin olarak ifade ve ilân etmemek ve Devlet
Başkanlığı makamı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi makamını bir tek
makam halinde bulundurmak bir zayıflık teşkil ediyordu. İlk fırsatta
Cumhuriyeti resmen ilân etmek ve Devlet Başkanlığı'nı Cumhurbaşkanlığı
makamında temsil ederek kuvvetli bir durum yaratmak şarttı. Rauf Bey'e
bunu yapacağıma kesin olarak söz vermiştim. Eğer ne demek istediğimi
kavrayamamışsa, sanırım ki eksiklik bende değildir.
MEMLEKETE VE MİLLETE KİMLER HİZMET EDERSE HAVARİ ONLARDIR
Ali Fuat Paşa ile de kısa bir görüşme yapıldı. Fuat Paşa, bana şöyle
bir soru sordu: "Senin şimdi havarilerin kimlerdir? Bunu anlayabilir
miyiz?"
Ben bu sorudan bir şey anlayamadığımı söyledim. Paşa, ne demek
istediğini açıkladı. O zaman ben de şunları söyledim:
- "Benim havarilerim yoktur. Memleket ve millete kimler hizmet eder,
bu hizmete lâyık ve muktedir olduğunu gösterirse, 'havari' onlardır."
RAUF BEY'İN HÜKÜMET BAŞKANLIĞI'NDAN, ALİ FUAT PAŞA'NIN BÜYÜK
MİLLET MECLİSİ Rauf Bey, Hükûmet Başkanlığı'ndan çekildi. İçişleri Bakanı olan Ali
Fethi Bey, aynı zamanda Hükumet Başkanlığı'na seçildi (13 Ağustos 1923)
Bir süre sonra, 24 Ekim 1923 tarihinde, Ali Fuat Paşa da Meclis
İkinci Başkanlığı'ndan çekilerek, ordu müfettişliğine, tayinini rica
etti. Fuat paşa'ya ünvanı İkinci Başkan olmakla birlikte, mevkinin ve
görevinin pek önemli olan Meclis Başkanlığı olduğunu söyleyerek,
görevine devam etmesini tavsiye ettim. Fuat Paşa, politikadan
hoşlanmadığını, hayatının bundan sonrasını askerlik mesleğine vermek
istediğini ileri sürerek, isteğinin yerine getirilmesi ricasında ısrar
etti. Fuat Paşa'nın rütbesi tümgeneral idi. Komuta edeceği orduda
korgeneral rütbesinde kolordu komutanları vardı. Geçmiş hizmetlerini
göz önünde bulundurarak kendisini korgeneralliğe yükselttik ve
karargâhı Konya'da bulunan İkinci Ordu Müfettişliği'ne tayin ettik.
Kâzım Karabekir Paşa da, daha önce aynı düşüncelerle Meclis'ten
ayrılmış ve ordu müfettişi olarak Birinci Ordu'nun başına geçmiş
bulunuyordu.
> NUTUK'TAN: LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI - 3 <> ATATÜRK DÖNEMİ < > İÇİNDEKİLER <
BİR MESELE SAYMASI DOGRU DEĞİLDİR
HÜKÜMETİN GÖRÜŞÜNÜ SORAN TELGRAFA
CEVAP VERMEMİŞTİ
Dışişleri Bakanı İsmet Paşa Hazretleri'ne
>İlgi: 20 ve 24 Temmuz, 347 ve 348 sayılı telgraflar
MONDROS ATEŞKES ANLAŞMASI'NI YAPAN KENDİSİNİ SAVUMAYA
ÇALIŞIYOR
YÜRÜYEN ORDUNUN HİKÂYESİNİ ANLATIYOR
İKİNCİ BAŞKANLIĞI'NDAN ÇEKİLMELERİ