Ülkemizde Kürt ayırımcılar sanki bugüne kadar yokmuş gibi "Kürt-Türk kardeşliği", "eşit haklar", "siyasi çözüm", "yeni bir cumhuriyet" diye ortalığı toza dumana boğuyorlar.
Kullandıkları bazı kelimelerin mânâsı da, bizim bildiğimiz gibi değildir!..
Mesela "AYDIN" kelimesi, bunların dilinde "DİNSİZ" demektir!... En "aydınlanmış"ları, Turan Dursun idi... Ona "Aydınlanma Savaşcısı" derlerdi!... (Yüzyıl Dergisi, sayı 6, 1990)
Hem dinsiz, hem sonuna kadar Batıcı oldunuz mu, Türklüğü, müslümanlığı kötülediniz mi, Ermeni ve Kürt soykırımını kabul ettiniz mi, Fener Patrikhanesi'ni ekümenik saydınız mı, Kıbrıs'ı ve ve Güneydoğu'yu vermeye hazır oldunuz mu; Çetin Altan, Mehmet Altan, Ahmet Altan, Oral Çalışlar, Mehmet Ali Birand, Orhan Pamuk gibi "aydın"sınızdır... O yüzden Kürt bölücüler her fırsatta "aydınlar"dan destek isterler, ve her zaman da bulurlar. TÜRKİYE'deki TÜRK olmayan en "aydın" kurumlar KESK, Tabibler Odası ve Eğitim-Sen'dir. Bunlar bölücü Kürtler'in kontrolundadır. Olur olmaz zamanlarda bildiri yayınlar, eylem yaparlar!
"İLERİCİ" ise, eskiden "SÖZDE SOSYALİST" demekti, şimdi pek kullanılmıyor.
"DEMOKRAT" kelimesi, "BÖLÜCÜLÜĞE SES ÇIKARTMIYAN" anlamına gelir.
Demirel'in kullandığı "kürt kimliği" ifadesi ile Kasımpaşalı Tayyip'in kullandığı "kürt sorunu" bölücülükten başka bir işe yaramayan, hiç bir tanımı olmayan kavramlardır.
Nedir "kürt kimliği?... Bilen varsa, beri gelsin!.. TÜRK kimliğinden farklı nesi var bu ülkede?..
Nedir "kürt sorunu"?... Bilen varsa, beri gelsin!.. Bölücülükten, "Kürdistan" dedikleri Güneydoğu Anadolu'yu Türkiye'den koparmaktan başka, ne gibi özelliği var? Kasımpaşalı Tayyip "kürt sorunu, benim sorunum" derken, Türkiye'yi bölmeyi mi vazife edinmiş oluyor?
Aslında bölücülerin bir kısmı bu ülkeden kopmak isterken, bir kısmı da Türkiye Cumhuriyeti'nin yapısını değiştirmek amacında!.. Bunlar Atatürk'ün "TÜRK Devleti'ni kuran herkese TÜRK denir" anlayışından uzaklaşıp bu devletin TÜRK-kürt ortak yapısına sahip olmasını istiyor.
Gerçek şu ki, şimdi bile Kürt asıllılar, nüfusun ancak %10'unu teşkil ederken, Devlet idaresinde, sendikalarda, odalarda, belediyelerde bu oranın çok üstünde temsil edilmekte, üstelik pek yatkın oldukları mafya ve suç dünyasındaki güçleri Türkler'e kan kusturmaktadırlar!.. Pazarlardan, otopark yerlerine; ihalelerden gecekondu semtlerine kadar!...
Bir de Devlet'in TÜRK-kürt "demokratik" Cumhuriyeti'ne dönüştüğünü düşünün!...
Ha, sahi!... Söylemedik, değil mi? Onların ağızlarındaki "demokratik cumhuriyet" bu anlama gelir!.
En çok yanıltan ifade ise, "YURTSEVER"dir!... Çünkü bu kelime tamamen ters anlamda kullanılır. "TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NE DÜŞMAN, BAŞKA BİR YURT PEŞİNDE OLAN" demektir!...
Zaman zaman "yurtsever avukat, yurtsever öğretmen, yurtsever politikacılar" adına açıklamalar yapılır!... Bu kişilere bizim vereceğimiz ad, ancak "VATAN HAİNİ" olabilir.
"Halkların Kardeşliği" safsatası da böyledir. Kürt bölücüler sık sık yaptıkları gösterilerde bir yandan "Yaşasın Halkların Kardeşliği" diye bağırırlar, öte yandan "kardeş"lerinin üzerine, dükkânlarına, otomobillerine, otobüslerine molotof kokteyli atıp yakarlar, taşlarla camları tahrip ederler.
Eğer Türkiye'de "halkların kardeşliği" denen şey, ezelden varolmasaydı, biz yıllardır birbirimizi yer dururduk, bugünde ortalıkta bir tek "kürt" kalmazdı!
Ama öyle olmamıştır. Dış tahrikli isyanlara rağmen, Türkiye'nin her tarafında Kürt asıllılar 1. sınıf vatandaş muamelesi görmüş; hatta nüfus oranına ve vasıflarına göre hak ettiklerinden daha fazla mevki sahibi olmuşlardır.
Eğer bir ayırım ve bir düşmanlık başladıysa; bunun sebebi TÜRKLER'i, TÜRKİYE CUMHURİYETİ'ni kendine düşman gören, "halkların kardeşliği(!)" adına hepimize ait bu kurum ve yerlere saldıran teröristlerdir!..
"Kürt kimliği", "Kürt Sorunu", "Kadın Özgürlüğü", "Ana Dilde Eğitim", "Eyalet Sistemi", "Yerel Yönetimlerin Güçlendirilmesi", "Sivil Toplum Kuruluşları" da bu bölücülük faaliyetinin bir parçasıdır. "Globalleşme", "Yeni Dünya Düzeni", "Kopenhag Kriterleri", "İnsan Hakları", "AB Standartları", "28 Şubat Süreci", hatta "Özelleştirme", "Şeffaflaşma" hep DEVLET'in zayıflaması, bölücülerin güçlenmesine yaramıştır.
Şu halde sakin bir ortama dönmenin yolu, ayırımcıların bu çürümüş sakızı çiğnemek yerine, terör ve şiddet olaylarından vazgeçmeleridir!...
Aksi takdirde terörü önlemek bize düşer.. Neler yapılması gerektiğini de
TEDBİRLER yazımızda anlattık.
Ancak Kürt ayırımcılar böyle caydırıcı uygulamalardan korktukları için, sık
sık "kardeşlik"ten dem vururlar. Kastettikleri, kendileri ne yaparlarsa
yapsınlar; banka da soysalar, yol da kesseler, adam da öldürseler; TÜRKLER'in
ses çıkartmamasıdır!..
Yoksa, hâlâ bile yıkamadıkları gerçek kardeşliği kastetmiyorlar!... Bizler
Türk-Kürt ayırmadan Güneydoğu'daki bütün vatandaşları eşkiyadan korurken; onlar
bırakın Türk "kardeşleri"ni, kendi insanlarını yok ediyorlar!..
Ayırımcılar kendilerine engel olunmasını önlemek için 1990'lı yıllarda
"Askere gitmeyin!.. Akan kanı durdurun!..Çocuklarınızı askere gönderip onlara
kıymayın!.. Sokak infazlarını durdurun!.. Türkler'in kurtuluşu ancak Kürtler'in
kurtuluşuna bağlıdır!" gibi cümleleri sık sık tekrarlarlardı.
Üstelik bu ifadeleri "Biji Apo!.. Kürdistan Faşizme (yani Türkler'e) mezar
olacak!.. Vur gerilla vur, Kürdistan'ı kur!.." sloganları ile beraber
kullanılırdı!...
Bunların saçmalığı ortada olduğu için, kimse üzerinde durmazdı. Bu zavallı
ayırımcılar da karşılarındaki aptal zannettikleri için, amaçlarına ulaştıklarını
sanırlardı.
Ama biz üşenmeden soracağız: "TÜRKLER askere gitmesin," diyeceklerine, "Ey
ayırımcılar, oğullarınızı, kızlarınızı zorla dağlara göndermeyin. Nasıl olsa
ölüyorlar, veyahut kaçıp teslim oluyorlar. Üstelik bir de göklere çıkarttığımız
PKK'nın ne ilkel bir yapısı olduğunu itiraflarında açıklıyorlar, ırza
tecavüzleri anlatıyorlar, bizi rezil
ediyorlar" deseler, daha iyi olmaz mıydı?.. Kan dökülmesi daha kolay önlenmez
miydi?..
Şimdi de benzer bir politika uyguluyorlar. "Silahlar bırakılsın"mış!... Önce
PKK bıraksa ya!. Devlet'in askerinin, polisinin eşkiyaya karşı silah bıraktığı
hangi ülkede görülmüş?..
Bu saçma teklifi 15-20 aydın bozuntusu Kasımpaşalı Tayyip'in Başbakanlık
makamına götürüyor, hiç bir resmî hüviyeti olmadan!... Başbakan bozuntusu da onları
dinliyor ve "hemfikir" olduklarını açıklıyor, sonra da Diyarbakır'a gidip 800
kişilik küçük bir meraklı karşısında "tarihi" açıklamalarını yapıyor!.. Tıpkı
kendini bilmez Özal'ın 90'ların başında "Kürt sorununu mutlaka çözeceğim" demesi
gibi!... kendi icat ettiği sorunu kendi çözemedi tabii ki!..
TÜRK askeri silah bıraksın da, onlar daha kolay adam öldürsünler!.. Bunu mu
istiyorsunuz?..
MÜMKÜN DEĞİL!.. Eli silahlıya gül atılmaz!.. Kurşun bile az gelir!.. Bomba
gerek, roket gerek!... Bire bin katıyla cevap vermek gerektir.
Çok şükür ordumuz bu anlayışı benimsediği için terör dağlarda hızını kesti.
- "Sokak infazları dursun" dediklerini duyan da, asker-polis elinde silah
yolda masum çocukları, yaşlı insanları, eli fileli kadınları durdurup, ensesine
silah dayıyor, kurşunu basıyor sanacak!..
Sokakta, örgüt evinde öldürülenler arasında 10-15 kişinin kaatili olmayan var
mı?.. 15-20 yeri yakmış, yıkmış olmayan var mı?..
Elinde silah, belinde bomba, evinde dinamit çıkmayan var mı?..
Öyleyse bu kaatillerin öldürülmesi, onları kiralıyanlardan başka kimi
üzebilir ki?..
Böyle bir kişiyi canlı yakalamak için polisin "TESLİM OL!" çağrısından başka
yapacağı yoktur!.. Bundan sonraki her şey onunla ilgili değil, ÇEVRE HALKININ
GÜVENLİĞİ ile ilgili olmalıdır!..
YOKSA BU NİTELİKTEKİ BİRİNİ HER TÜRLÜ UYARIYA RAĞMEN, DİRENDİĞİNDE SAĞ
YAKALAMAYA ÇALIŞMAK, YENİ CANLARA MAL OLABİLİR!..
HİÇ BİR ZAMAN BU RİSK GÖZE ALINMAMALIDIR!..
PRENSİP "MASUMLAR ZARAR GÖRECEĞİNE, TERÖRİSTLER YOK EDİLSİN!" OLMALIDIR!..
Ama son çıkan Ceza Kanunu'na İnfaz Kanunu'na, bilmemne kanununa bakın!... Bu
dediklerimizin tam tersi yapılıyor!.. Teröristin üzerine kurşun sıkmak şöyle
dursun, neredeyse yakalandığında altına kırmızı halı serilerek karakola
götürülecek!.. TÜRKİYE'yi bölmeden rahat etmeyecek olan Avrupa Birliği'nin
sayesinde!
-"TÜRKLER'in kurtuluşu Kürtlerin kurtuluşuna bağlı"ymış!.. Bu anlayışa göre
TÜRKLER işi gücü bırakıp, Kürtler'in doğudaki 20 ili alıp gitmeleri için elinden
geleni yapmalıymış!.. Ancak ondan sonra refaha erebilirlermiş!..
Buna kim inanır ALLAH aşkına?.
BUNUN ancak, TERSİ DOĞRU olabilir!..
Şu anda dünyada TÜRKLER büyük bir atılım gösterdiğine göre; Kürtler'in de
kendilerini bu muazzam kütle ile bütünleştirmesi, onların kurtuluşunu
kolaylaştırabilir. Geminin burnu selamete gidiyorsa, elbette kıç kamaraları da o
istikamete yol alacaktır.
Tekrar tekrar söyleyip kendini Kürt sayan vatandaşlarımızı kırmak istemiyoruz
ama, şurası bir gerçek ki, Kürtlük bir millet vasfı değildir. Kendi toplumundan
kopmuşluk, dışlanmışlık, dağda veya çölde barınmak zorunda kalmış olmaktır!..
Bu duruma ilk düşen Ortaasyalı Kürt boyundan dolayı bu adı almışlardır ama,
aralarında Arap asıllı Kürtler, İran asıllı Kürtler, Ermeni asıllı Kürtler ve
Yahudi asıllı Kürtler vardır. Ermenistan'da, İsrail'de ve Irak'ta bunu
çok açık olarak görüyoruz.
Ülkemizdeki henüz dışlanmış göçebe zihniyetinden kurtulamamış, bu
yüzden de kendini "Kürt" sayan gayrımütecanis bu kitlenin "kurtuluşu",
TÜRKİYEe'den kopup kendi başını belaya sokmak mıdır?... Bunun için; biz
TÜRKLER niye gayret sarfedelim ki?..
Böyle bir şeyden ancak "masabaşı" yarı-aydınları yapar!.. Zaten "Verip
kurtulalım" diyen de o gafillerdir. Sanki bölgeyi kendileri almış, tapusu
kendilerine aitmiş gibi!..
Bu kişilerin İzmir bölgesini "Yunanlar'a verelim de başımız ağrımasın"
diyenlerden ne farkı vardır ki?..
TÜRKİYE CUMHURİYETİ'nden başka 500 yıldır hüküm sürdüğü toprakları terkeden
bir tek örnek var mıdır?..
Kaldı ki, GÜNEYDOĞU 500 değil, Selçuklular'dan beri 1000 yıldır, Sümerler'den
beri 5500 yıldır bizimdir!.. Hatta duvar resimlerine göre 10.000 yıldır!..
Şimdi tekrar soruyoruz: TÜRKLER'in kurtuluşu, neden Kürtlerin bizden
kopmasına bağlı olsun?..
Yoksa TÜRKİYE'yi zayıflatmak için Kürt ayırımcıları maşa gibi kullanan
Batılılar, "TÜRKİYE'yi ancak Kürdistan'ı sömürecek duruma geldiğimizde, rahat
bırakırız" dedikleri için mi sözde aydınlar böyle konuşuyorlar?..
Bırakırlar mı hiç!..
Bıraktılar mı hiç?..
Bizce tek kurtuluş, TÜRKİYE'deki Kürtler'in kendilerini TÜRK saymaları ve
samimi olarak "Ne Mutlu TÜRK'üm" diyebilmeleri, ve kendilerini Ermeniler'in, Yunanlar'ın,
Yahudiler'in, Amerikalılar'ın, Avrupalılar'ın piyonu, uşağı olmaktan kurtalmalarıdır!...
Ermeni Kürdü, Arap Kürdü, Yahudi Kürdü olmak daha mı gurur verici???
Değilse, aslına rücu etmeli ve TÜRK KÜRDÜ olmalıdırlar!.. Çünkü ancak
o zaman kendilerine uzun ve şerefli bir geçmiş edinirler, ta Orhun
Kitâbelerine, Elegeş Yazıtlarına uzanan muazzam bir geçmiş!...
Ayırımcıların "Eşit hak"tan kasıtları ise, "ülke yönetiminin her katında %50
oranında temsil edilmek"tir.
Halbuki nüfusumuzun ancak %10'u "Kürt" diye bizden koparılmak istenen
kişilerden oluşuyor... Güneydoğu'da bile çoğunluk Kürtler'de değil
Politikacılar, yazarlar farkında olmasalar da, oradaki nüfusun en az yarısı
Kürtlükle alâkası olmayan insanlar, yani TÜRKLER'den müteşekkildir!.
Bunun en bariz delili 1881 ve 2003 seçim sonuçlarıdır. Kürtleri temsil
ettiğini söyliyen HEP ile ortak SHP'nin, DEHAP'ın, Kürtçü SP'nin ve de
sürü-sepet kürtçü partı ile bağımsızların aldığı oy sayıları bellidir.!..
1991'de SHP+SP+Bağımsızların %50'nin üzerinde oy aldıkları il sayısı sadece
dörttür: Mardin, Tunceli, Batman ve Şırnak... (Bakınız: SEÇİM
SONUÇLARI)
Bunlardan Tunceli'nin kendini Kürt saymadığını daha önce belirtmiştik.
Bu şekilde oy verişleri, sadece Dersim İsyanı'ndan bu yana hep muhalefeti
desteklemelerinin bir sonucudur.
Diğer üç ilde de SHP'ye oy veren Sosyal Demokrat görüşlü TÜRKLER'in oyu
düşülürse, bu oran en az 20 puan düşer.
Zaten 4 ilin toplam nüfusu 1.2 milyondan fazla değildir!.. Çoğu da 1990
sonrası terör dolayısiyle göçenlerden oluşur.
Ne var ki, terör olaylarının büyük kısmı bu illerde ortaya çıkmıştır. Çünkü
son göçenler, yaşadıkları gecekondularda teröristlerin yoğun baskısı
altındadır... Yani dış merkezler ve ayırımcılar istatistiklerden, bizim
politikacılarımızın yararlandığından daha çok yararlanıyorlar. İtalyan gazeteci
boşuna Diyarbakır'a Nevruz kutlamaları için gelmedi. (1998)... APO boşuna
İtalya'ya kaçmadı!..
1995, 1999, 2003 ve 2008 seçimlerinde HADEP'in, DTH'nin doğuda
aldığı oylar da farklı
değil!.. 2003'de ülke bazında %5'i bile tutturamadı!.. Hem de bütün kürtçü
ortaklarına rağmen Hakkâri, Şırnak, Dıyarbakır gibi illerde belediye
başkanlığını kazanmasına rağmen, aldığı oy %50'nin altında!.. Bu ne demektir?.. O
illerde dahi kendini TÜRK sayanlar çoğunlukta!..
Bu gerçeğe rağmen, eğer bu "Eşitlik" talebinde ısrar edilirse, Kürtler'in
temsil oranı artmak yerine, azalacaktır!..
Çünkü "Kürt" vatandaşlarımız ülkenin en az eğitimli, hatta henüz
şehirleşememiş kesimini teşkil etmektedir.
Kimse kalkıp ta yerini bunlara bırakmıyacağı gibi, Kürtler dahi daha seviyeli
kişiler tarafından yönetilmek istiyeceklerdir.
Burada talep, "daha fazla eğitim" ve "daha fazla hizmet" olmalıdır.
Yoksa kimse eğitim düzeyi düşük %10'un, ülkede %50 söz sahibi olmasının
kabullenileceğini bekliyemez!
Şöhretini Kürt ayırımcılığına borçlu olan yazar İsmail Beşikçi 28.8.1992
tarihli Özgür Gündem gazetesinde "Eşitlik Var mı?" yazısında şöyle diyor:
- "TÜRKİYE'de yaşıyan herkesin TÜRK vatandaşı olduğu, TÜRKİYE'de herkesin
devlet bürokrasisinde yükselebildiği, milletvekili, bakan olabildiği
vurgulanıyor. "
- "Burada TÜRK VATANDAŞLIĞI kavramı, TÜRK ULUSU ile karıştırılmaktadır.
Türkiye'de doğan herkese TÜRK deniyor... Ancak kendi Kürt kimliğini inkâr
edenler her kademede görev alabiliyor!.."
Beşikçi aslında dünyadaki en medeni, en hümanist vatandaşlık görüşünü dile
getirdiğinin farkında değil!..
Bir defa dünyanın hangi ülkesine giderseniz gidin, o ülkenin vatandaşı
olduğunuzu kabullenmeden, hatta "ihanette bulunmıyacağınıza" yemin etmeden
devlet kadrolarında görev alamazsınız!..
Var mı bu kuralın istisnası?.. Bir tek örnek bile gösteremezler!..
En belirgin örnek de Amerika'dır. Aslında Amerikan diye bir millet olmamasına
rağmen, dünyanın dört bir yanından gelenler KENDİLERİNİ AMERİKALI SAYDIKLARI
TAKDİRDE bu ülkenin vatandaşı olabilirler.
Aslında yine beyaz-protestan-anglo-sakson olmadan kolay kolay devlet
kademelerinde yükselemezler ya, neyse!..
Yükselmiş olanlardan bir teki bile çıkıp, "Ben Amerikalı değilim, İtalyan'ım;
ben Rus'um, ben Portorikolu'yum" diyemez!... Derhal tepetaklak yuvarlanır, hatta
içeri atılır!.. Hele 11 Eylül'den sonra!..
Amerikalı, bir Amerikan milleti olmadığı halde Amerikan vatandaşlığına
sarılıyor!.. Ama bu ülkedeki TÜRKLER milli kimliklerinden, "TÜRK IRKI'ndan olma"
özelliğinden vazgeçerek; sadece TÜRK VATANDAŞLIĞI ile yetiniyor ve bu imtiyazı
"Ben de TÜRK vatandaşıyım" diyen herkes ile paylaşmayı kabulleniyor!..
Başka hiç bir millette görülmeyen bu davranış, ne büyük bir insanlık, ne
büyük bir fedakârlıktır!..
Bunu ancak başka bir ülkenin vatandaşlığına geçip te, 2. sınıf insan
muamelesi görenler idrak edebilir!.. Hem de bin pişman olarak!..
Türklüğünü unutmuş olan İsmail Beşikçi, eğer "Ben TÜRK vatandaşı değilim,
TÜRKLER'e de hizmet etmem" diyenlere, TÜRKİYE CUMHURİYETİ kadrolarında
eşit hak, yani %50-%50 bölüşme tanınmasını istiyorsa; ya sayı saymasını
bilmiyor, ya da bizi çok saf sanıyor!..
Herkes bilmeli ve kabullenmeli ki, bu ülke sadece TÜRKLER'in değil; ancak
TÜRK VATANDAŞI olanlarındır!..
Başka kimse hak iddia edemez!..
Başka kimseye de hak verilmez!...
Gerekirse, kendini TÜRK VATANDAŞI saymıyan bu haddini bilmezlerin elinden,
onu TÜRK VATANDAŞI sayan nüfus kâğıdı da alınır, kendini VATANSIZ bulur!...
Silaha sarılana, bizim ellerimiz armut toplamıyor ya, silahla cevap
verilir!...
TOPRAK talebinde ısrar edene toprak verilir... ama yerin İKİ METRE ALTINDA!..
BU GERÇEK ASLA UNUTULMAYA!..