|
Sevgili Hocam Profesör Seha Meray, Hacettepe'de, amansız denilen
hastalıkla pençeleşiyordu, son günleriydi, gittim, her zaman neşeliydi, fıkra anlatmayı çok seviyordu, bir gün bir tatil köyünde çok yakın arkadaşı Haldun Taner'le yaklaşık sekiz saat hiç kesmeden karşılıklı fıkra anlatmalarına
tanık olmuştum, sırayı birbirinin ağızlarından çalıyorlardı.
EN ETKİLİ TARİKAT Küçükken Çemberlitaş'ta tiyatroya giderlermiş, parasız içeri sızarlarmış, sahnenin dibinden seyrederlermiş, Hocam anlatıyordu, Naşit karşısındaki oyuncuya fısıldıyormuş,
"bana şunu söyle, sana bir tokat atacağım" diyormuş, seyirciler duymuyor, Hocam Seha duyuyormuş. Hocam, bunu bana, o zamanki CHP yöneticilerini kastederek tekrarlıyordu; fakat, Ş. Eygi'nin sabataycılar tarafından
yayınlanan kitabına daha çok uymaktadır. Öyle anlaşıldı, ülkemizin yahudi-sabatayist lobisi, sanki, bu çok zayıf, bilimsellikten uzak, tartışmaya hiç bir yenilik getirmeyen bu kitabı bekliyordu; birden "engizisyon,
ırkçılık, anti-semitizm, kıyım" türünden çığlıklar göklere çıkıverdi, her tarafı inletti. Her halde sabatayizm üzerine başlamış bu sağlıklı ve yol açıcı tartışmayı, arabist- islamcı yazar Eygi'nin zayıf vücudunu hedef
alarak durdurmayı hesapladılar; kolay olmadığını haber vermek zorundayım. Çünkü ister ayrı bir din ve isterse bir tarikat sayılsın, sabatayistlerce izlenen politikalar hem tüm estetik değerlerimizi ve hem de sağlıklı dış
politika yönelişlerimizi bozmaktadır. Ayrıca sabatayizmin Türkiye'de en güçlü ve etkili tarikat olduğu yollu değerlendirme büyük ölçüde doğrudur; doğru olan bir de bu alandaki bilimsel araştırmalarımızın henüz başında
olduğumuzdur.
YENİ ŞAFAK WASHINGTON-TELAVİV ÇİZGİSİNE OTURDU Beni izleyenlerin, televizyonu insanlığın başına gelebilecek büyük felaketlerden birisi saydığımı bildiklerini sanıyorum; dolayısıyla Ş. Eygi-N. İpekçi tartışmasını izlemediğimi
tahmin etmek zor olmamalıdır. Fakat, Y. Şafak'tan M. Barlas, D. Cundioğlu ve A. Taşgetiren ile Cumhuriyet'ten O. Çalışlar'ın yazılarından haberdar oldum; Y. Şafak ve Cumhuriyet yazarları, Eygi'yi ve yayını yapan
televizyonu lânetlemekte biribiriyle yarış ediyorlardı, doğrusu, Barlas, Cundioğlu, Taşgetiren ve Çalışlar'ın enternasyonalist çizgileri gözlerimi yaşarttı, söylemek gerekiyor. Y. şafak, artık gözle görülür dozajda,
Washington-Telaviv çizgisinde bir yayın politikasına sahip, dolayısıyla, yahudi, sabatayist lobisini sevindirici tutumuna şaşırmadım; Çalışlar'a "nefesine yazık" diyen Sabah'tan İlker Sarıer de şaşırtmıyor, ancak,
Oral Çalışlar'ın tutumunun bende sürpriz etkisi yaptığı açıktır. "Sürpriz" bende "araştırma" tahrik eden bir reflekstir; Sabah yazarında iki, Cumhuriyet'te bir -er veya -ar eki gözüküyor, araştırma
zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Türkiye'de sabatayistlerin, çoğu zaman, isim ve özellikle soyadlarına -men, -man veya -ar, -er ekleri koyduklarını ortaya çıkarmıştım; Türkçe'deki -ci ve -lı eklerinin yerini tutuyor.
"Bezmen", "bezci demektir ve Halil Bezmen'in Amerika'da sabatayizmini açıkladığını biliyoruz ve öte yandan "İpeker" veya "İpekçi" soyadları da çok taşınmaktadır, birincisi ikincisi ile aynı
anlamdadır. Bu arada devam etmeden, buraya hemen not etme gereği duyuyorum, "Özer" veya "Özar' ya da "Ezer", Türkiye'de sabatayist yurttaşlarımız tarafından sıklıkla taşınan isimler arasında yer alıyor;
ancak bunlar ekleme yoluyla bulunmuyorlar, tam tersine net İbrani isimlerdir ve zaman zaman Türk isimleriyle özdeşiyorlar, özellikle seçilmelerini bu özdeşliğe bağlıyoruz.
VİTALİ MANSUR VB Ne yazık ki ülkemizde "isim-bilim" olarak türkçeleştirdiğimiz
onomastique disiplini el değmemiş durumdadır; halbuki büyüleyici olduğunu söyleyebiliyorum. Her halde yahudi onomastique'i en zor olanıdır; çünkü Babylon sürgününden sonra İbrani'yi unuttular, İbrani isimleri Arami telaffuz
etmeye başladılar, daha sonra da, MÖ. 3. Yüzyıldan itibaren elenizasyon ile birlikte isimlere Yunani ekler koydular, Ezra'nın Esdras olması ve bize 'Esra' olarak gelmesi örnektir, çoğu zaman isimleri bizim gecekondu evleri
türünden eklemli durumdadır. Diasporada ise birisi İbrani ve diğeri yaşadıkları yere uygun iki isim almayı adet edindiler; bu nedenle bütün sabatayistler de iki isimlidir. Ancak bazen diasporada, ibrani ismi, çevirerek bulma
yoluna da gittiklerini de görüyoruz; "Hayyim", İbrani'de "hayat" anlamındadır ve İtalya'da Hayyim yerine "Vital" kullanıldığını görüyoruz ve buradan "Vitali" ismine ulaşıyoruz,
"hayatım" anlamındadır ve Hakko'nun adıdır. "Eliezer" çok kullanılan bir İbrani adıdır; fakat, Arap ikliminde bunun tam karşılığı "Mansur" olmaktadır ve aynı anlama geliyor ve artık yahudi
dünyasında aynı ölçüde taşınıyor, böylece Cem Mansur'un soyadına gelmiş oluyoruz.
SUZAN, RUTKAY Peki yakın zamanların ünlü sanatçısı Suzan Yakar sabatayist miydi; benim böyle bir iddiam yok, fakat, eğer öyleyse, isim-bilim alanındaki yaratıcılığına hayranlık
duymamız gerekiyor. Bir kez "Suzan" adının Türkçe olmadığını ve Türk isimler sözlüğünde yer almadığını biliyoruz. Böyle bir durumda, büyük saflıkla benim ilk başvurduğum dil Farsça olmaktadır; gerçekten de Farsça'da
"suzandan" fiili ve geçmiş zaman partisipi, "suhte", "yanmış" ve Osmanlı'da medrese öğrencisi anlamına geliyordu Bu fiilin şimdiki zaman partisipi ise "suzan" olmaktadır "yakan"
veya "yakar" demektir; güzel, ancak, bu sanatçımızın yakıcı olduğunu hatırlamakla birlikte, kendisine isim olarak "yakar yakar" almasını kabul edemiyoruz. Bu nedenle araştırmayı sürdürmek gereğini duyuyoruz;
İbrani isimler sözlüğüne baktığımızda ise aradığımızı bulmakta gecikmiyoruz, has İbrani "Susan" ismi var ve bu "Suzanne" olarakta yazılıyor ki, tam söylenişi suzan'dır. "Suzan" İbrani'de
"zambak" anlamına geliyor, bu sanatçımıza pek uygun düşüyordu; buna, "yakar" sözcüğünün, yine İbrani'de ve en küçük bir telafuz farkı olmadan "sevimli" ve "sevilen" anlamına geldiğini
ekleyebiliyoruz. Devam edecek olursak, bilenler, bu sahne sanatçısının "Rutkay" soyadını hatırlıyorlar ve Amerikan filmlerinden de "Ruth" adını bildiklerini sanıyorum. Bu son ismin İbrani aslı tam olarak
"Rut" idi ve son derece önemlidir; şöyleki, müslümanlar müslümanlığa geçenlere baba adı olarak 'Abdullah" adını verirken Yahudiler 'Avran' diyorlar ve kız ise "Rut Bat Avram" adını veriyorlar,
"Avram kızı Rut" anlamındadır. Böylece sarı zambaklar kadar güzel, mücessem ve sevimli sanatçımızın üç ismini de, Türkçe izlenimi vermekle birlikte, İbrani isimler sözlüğüne uygun düştüğünü saptamış oluyoruz.
CARASO'DAN KARASU'YA Bu sahne sanatçımız hakkında böyle bir iddiada
bulunmuyorum, sadece sabatayistlerin ve hatta yahudilerimizin isim koyma yollarına işaret ediyorum. İsrail'de Adin/Edin adı çok modadır ve bunu Türkiye'de Edin biçimiyle ve yaygın bir soyadı olarak görüyoruz. İsrail'de isimler
transseksüel olmakla birlikte kızlar için "Defne" adının çok taşındığını biliyoruz; Türkiye'de de yayılmaktadır. Bizde sabatayistler "Nilifer" adına da düşkünler, "Nili" olarak kısalıyor ve böyle
söyleniyor; bu ad da İsrail' de çok seviliyor. "Eren" kuşkusuz, bizde Türk mistiğinde önemli bir yere sahiptir; Eran/Eren olarak şimdi Yahudi dünyasında da çok tutuluyor. Ve ülkemizde de ithal edildiğini saptıyoruz.
Diğer yandan İttihat ve Terakki'nin önemli bir isim olan E. Caraso, soyadını "Karasu" yapmıştı, oğlunun adı Bilge Karasu idi, ve yahudi olarak tanınmayacak ancak "Bilge" aynı zamanda Tevrat'ta geçen ve
"sevinç" anlamında bir isimdir. Bilge Karasu, hem düz yazıda ve hem tiyatro yazarlığında, iyi niyetli; fakat son derece kabiliyetsiz bir yazarımızdı; yine de her zaman övülmüştür, ölümünden sonra da övülüyor, boş
koltuklara olsa da oyunları sahneleniyor. Bunu yahudiliğine bağlıyorum ve yahudi- sabatayist lobisinin estetiğimizi kemirmesiyle bunu kastediyorum; şimdi buradayız.
RANTİYENİN ARKASINDAKİ SEBATAYİST BAĞLANTILAR Eğer rantiye'yi, bir biçimde tanımlanmış hak
ilkesinin üstünde getiri elde edenler olarak tanımlayacak olursak, beni isim bilime yönlendiren dinamiğin pek çok rantiye gözlemem olduğunu söyleyebiliyoruz, araştırmalarımın sonucunda pek çok rantiye'nin arkasında Yahudi ve
Sabatayist bağlantıları bulabildim. Demek Sabatayist araştırmalarından rantiye değil, rantiyeden sabatayist bir yol çiziyorum. Ve burada ne yazık, tekrarlamam gerekiyor, Yahudilik ile sabatayizmi ayırmak durumundayız;
Sabatayistler Yahudi kavmindendirler, çok büyük bir disiplinle izledikleri, müslümanlarla evlenmeme yasası nedeniyle kavmin antropolojik çizgilerini koruyorlar, fakat, Musevilik, sabatayizmi kesinlikle museviliğin dışında
saymaktadır. Bununla birlikte sabatayistleri dünya yahudiliği desteklemekte ve sabatayistler de dünya yahudiliğinin politikalarını izlemektedirler; bu nedenle Sabatayistleri, musevi dininden olmayan ancak yahudi partisi içinde
ayrı bir din saymak durumundayız. Dünya Yahudiliğinin sağlam desteği Türkiye Sabatayistlerinin çoğunu bir rantiye haline getirmektedir, buradan devam ediyoruz.
Pek çok kez ortaya çıkardım, ne yazık özetleme zorunluluğu var;
1)
Leyla Gencer, sıradan bir korist idi, annesi katolik, babasının bektaşi olduğu kayıtlıdır, sabatayistler en çok Bektaşi ve mevlevi çevrelerde rahat edebiliyor ve saklanabiliyorlar, araştırmaların sonucunda,Sabatayizmin "Kapani" koluna mensup olduğunu sandığım İbrahim Gencer adında birisiyle bir tür marriage de raison yaptıktan sonra yıldızının parladığını görüyoruz. Ben öğrenciliğimden beri opera severim, Ankara da dinledim sesi yok ve Avrupa'da ve Amerika'da hep plakçıları gezerim, doldurulmuş bir plağı yok, sesi olan bütün sopranoların plak doldurduklarını biliyoruz; yahudi lobisi geldiği yere getirmiştir. "Leyla", Laila olarak da tanınmakla birlikte bir İbrani adı olarakta kabul ediliyor ve "İbrahim", Abraham'ın Arap söylenişidir, fakat, İbraniler de bu söyleyişi kabul ediyorlar, soyadı, Türkçe olsa "çe" olurdu ve -er ekini görüyoruz.
2)
"Cem", Cem Boyner, Cem İpekçi, Cem Özer örnekleriyle bildiğimiz bir isimdir; "Mansur" soyadı, dünya yahudiliğinde çok saygındır ve Cem'in babası Ali Mansur, yakın zamanlarda, Kraliçe tarafından asalet ünvanına lâyık görüldü, nedenini bilemiyorum. Londra'ya elektronik tahsiline gitmiş, yahudiler sanatta güçlüdürler, orkestra şefi olarak Türkiye'ye ihraç ettiler; rastlantı Ankara'daki ilk konserini izledim, baguette tutmasını bilmiyor ve orkestranın önünde sallanıyordu; sanatta diğer bir rantiyedir.
3)
Orhan Pamuk'u yazdım, Attila İlhan, "ihraç fazlasını Türkiye'de pazarlıyor" diyerek çok güzel anlatıyordu; Tel-Aviv ve Londra'da çok beğeniliyor ve Türkiye'de beğenen tek bir insan çıkmıyor, bunu, değerler sistemimize bir suikast saymak zorundayız. Adını, Abdi İpekçi'nin Milliyet'inden aldığı bir ödülle duyurdu, bunun perde arkası çok dedikoduludur; Mehmet Eroğlu kazanmıştı, sonradan ortak yaptılar, belleğim beni yanıltmıyorsa, jüride A. İlhan vardı, biliyordur.
4)
Yaşar Kemal, Yüce Gök ömrünü uzun etsin, tek romanlı yazardır; tüm yazdıklarının içinde roman sayılabileceğimiz sadece İnce Memet var. Karısı Tilda'nın çevresi ve Paris'te Abidin Dino'nun yahudilerin çok etkili olduğu Fransız Komünist Partisi'yle kurduğu ilişkiler sayesinde parlamıştır; hâlâ "Nobel Adayı" rantının üzerinde oturmaktadır. Demek, Türkiye'nin bütün değerleri ülke dışında yaratılıyor ve yahudi eli değmedikçe, değer değer olamıyor; buna isyan etmek durumundayız.
GAZİ, YAŞAR VE GAZİ YAŞARGİL Peki
biz hâlâ, Karlofça'dan beri kimlik yaptığımız aşağılık kompleksinden hiç kurtulamayacak mıyız, peki biz bu toprakların çocuğu olmaktan hiç kıvanç duymayacak mıyız, peki bu M. Gazi Yaşargil kimdir? Ne yaptı da bir çırpıda fahri
doktora veriyoruz? Çankaya'da "üstün hizmet madalyası" takıyoruz, bizde hiç benlik bilinci yok mu? Belki İsviçre'de ameliyata gidebilecek üç-dört zenginin dışında Prof. Yaşargil, hangimize hangi hizmeti yaptı? Bu
sorulardan sonra herkesi birlikte utanma seansına çağırıyorum. "Ey Türk Halkı, kimleri yükselterek seni alçaltıyorlar". Bunu haykırmak zorunludur. Peki cerrah Yaşargil çok yüce de, cerrah Göksel'in ne eksikliği var;
Prof. Hüsnü Göksel; cenazesi Missuri ile getirilen Washington Sefiri Baydur'un damadı, tanınmış lobyist Ahmet Ertegün'ün eniştesidir, New York'ta doktorluk yapmıştır, istese kalabilirdi, eksikliği ülkesine dönmesi mi, demek,
biz, Türkiye'de değer olmaz demek istiyoruz. Hüsnü Bey'den randevu alabilmek için hastalarının altı ay beklediklerini biliyorum ve bir de, cerrahlığın, hâlâ bir bilim olmadığını, bir zanaat, bir sanat ve bir sezgi işi olduğunu
biliyorum; anlaşılan Prof. Yaşargil de dünyadaki onbinlerce mahir cerrahlardan birisidir ve bin dolarlık bir reklamla Amerika'da bir dergiye kapak yaptırıp sonradan bayram kutluyoruz.
Bu durum isim-bilim açısından incelenmeye alınmasını gerektirmektedir; bulgularımı sıralıyorum. 1) Püsküllüoğlu'nun Türkçe isimler sözlüğünde "Gazi" adı yer almıyor; 2) Buna karşılık, Türk-İslâm Sentezi çizgisinde A. Erol'un "Adlarımız" kitabında var, yalnız örnek olarak "Gazi Yaşargil" verilmemektedir.
3) Profesör Sümer'in emek ürünü Türk devletlerinde isimleri kapsayan çalışmasında da "Gazi" ismine rastlayamıyoruz.
4) E. Yurtsever'in Türkçe adlar derlemesi çok yararlıdır ve burada da, Türkler arasında bu ismin tanınmadığını görüyoruz.
5) Fakat, Le Livre des Prenoms Arabes, "Gazi" ve "Razi" olarak bu isme yer veriyor; yine de az taşınan isimlerden olduğunu çıkarıyoruz. Demek Türkler'de ve hatta Kürtler'de bu isim, ünvanın dışında, bilinmiyor; gerçi Kürtlerde bir "Gazi Muhammed" var, yalnız, bu "Kadı" veya "Kazı" sözcüğünün bozulmuş biçimidir ve demek, ilk sonucumuz, bu büyük Türk'ün adının Türk olmadığıdır.
6) Buna karşın Anadolu yahudiliğinin yazarı Avram Galanti, İzmir'li S. el-Gazi ve İ. el-Gazi'den söz etmektedir, Türkler ve Yahudiler, s.142 Bunlar Türk müziğine büyük katkılar yapmış iki yahudi yurttaşımızdı; "Gazi" yahudilerde isim ve soyadı olarak taşınıyordu. "Gazi", Gazza'lı demektir, gerçi İbrani'de "Gaza", İbrani "ayın" karakterleriyle yazılıyorsa da "Gaza" ve "Gazi" de geçerli oluyordu. Buna ek olarak da,
7) Kolatch'ın kapsamlı İbrani isimler sözlüğü, "Gehazi" girişini veriyor; bu yazımı"Giazi" olarak telaffuz etmek yerindedir ve bizdeki "Gazi" ismine denk düşüyor.
8) "Yaşar" adına gelince, eski tarihli İbrani isimler sözlüğünde kayda rastlamıyoruz, fakat Oxford Hebrew Dictionary, sözcüğün İbrani olduğu konusunda hiç kuşku bırakmamaktadır; İngilizce "upright" ve Türkçe "dosdoğru" "tam" anlamındadır. Türk yahudi ve sabatayistlerin sevdikleri bir isimdir, çokça taşıdıklarını saptamış bulunuyorum, belki bu yolladır, yeni çıkan İbrani isimler sözlükleri, Gross'un, 1999 baskılı, Jewish First Names örnektir, yod, şin, reş, karakterleriyle yazılan ve tamıtamına "yaşar" olarak söylenen bu sözcüğü isim olarak kaydediyor.
9) "Gil" ise İbrani "sevinç" demektir ve başlıbaşına isimdir; "Gila" bunun dişili olmaktadır. Böylece yeni keşfimiz ve sevincimiz bu gaipten gelen Türk büyüğünün üç isminin de İbrani olduğunu ortaya çıkarmış bulunuyorum; öyle ki, böyle bir iddiada bulunmam mümkün değil, çünkü, isim-bilim tek başına bir ispat değil bir hipotez demektir. Ancak bütün dünya yahudiliğinin "Gazi Yaşargil" ismine bakarak, aksi söylenmedikçe yahudi olduğunu düşünecekleri kesindir; bunu ileri sürebiliyoruz.
BİR GAZİ'DEN DİĞER GAZİ'YE Ne eklenebilir;
Alamancı işçilerimiz evlenecek çağa gelince Türkeli'nden gelin ithal ediyorlar, Prof. Yaşargil'in "Dianne ile evlenmeyi tercih ettiğini" magazin basınından öğrenmiş bulunuyoruz. Modele uygundur ve kızının adı
"Leyla" imiş; burada da tam isabet ediyoruz, ayrıca oğlunun adı da da "Can" olarak magazine geçiyor; bu isim, Fransızca "Jean" ve İngilizce "John" isimlerinin Türkçe simetriği sayılıyor
ve İbrani'de Yohanan olduğunu biliyoruz. Demek isim-bilim de bir bilimdir, bu sonuca ulaşıyoruz.
Öyleyse bir Gazi'den diğer Gazi'ye geçebiliriz; bu ada, bir dergi ödülünün sahibidir ve bununla da kıvanç duyuyoruz.
Şunları sıralayabilyoruz;
a) Gazi Erçel Yaşar Bank'ı batırmakla suçlanmaktadır. Batık banka İzmirlidir ve onomastique açıdan "yaşar" sözcüğü üzerinde yeterli ölçüde durmuş buluyorum. İzmir de sabatayizmin vatanıdır, burada da sabatayistler, bir belediye başkanı, Osman Kibar, milletvekili Osman Kapani, bir gazete, Yeni Asır çıkardılar ve ben yıllardır, ilk kurşunun Hasan Tahsin tarafından atılmadığını yazıp duruyorum. Hasan Tahsin de, asıl adı "Osman Nevres' olan bir sabatayistti.
b) Merkez Bankası başkanı G. Erçel, Türkbank ihalesi sırasında gizli servislerden kendisine gelen ihaleye mafya karıştığı yollu yazıyı da işleme koymamakla suçlanıyordu, ama yerinde durabiliyor.
c) Yakın zamanda annesi ve teyzesini kaybetti, gazeteler adlarının, Hazime Erçel ve Akiye Argıcı olarak haber verdilerse de, Sabah 1 Ekim 2000, daha sonra bazı küçük değişiklikler yapıldı. Ancak her iki soyadda da -er ve -ar ekleri dikkat çekiyor, bunlar değiştirilmedi.
d) Bir ara yahudi kökenli speklatör Soros'un, yine Yaşar
Holding'i içine katan bir nedenle, Erçel'i ağır bir biçimde suçladığı haberleri geldi, Erçel yerindedir ve daha doğrusu sürekli geziyordu. e) En sonunda Soros ile Erçel'in barıştıklarını öğrendik, Erçel 'benden özür diledi' diyordu ve belki de Soros, bir finans dergisinden yılın bankacısı seçilmesini sağlayarak özür dilemiştir, bilemiyoruz. Bildiğimiz, Türk hükümetinin bile Cottarelli'nin direktifleri dışına çıkamadığı bir zamanda, Erçel'in adının okunmayacağıdır. Öyleyse, ülkenin en yüksek maaşlı memurunun, daha doğrusu seyyahının bir rantiye olduğu hükmüne varabiliyoruz. Bunu da isim-bilime borçluyuz.
YALÇIN KÜÇÜK ~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
|