OSMAN'IN HİLAFETİ
)
İkincisi BEKİR, ÖMER ve OSMAN adlarına tepki duymaları ve
bunları kullanmamalarıdır. ŞİİLER bu hususta daha ileri gider, bunları
hakaret anlamıyla kullanır. Tıpkı bizim YEZİD adını kötü anlamda
kullanmamız gibi...
Aslında ALEVİLER bu adları kullansa ne olur,
kullanmasa ne olur?... Hiç bir şey olmaz!.. Ne var ki, bilmedikleri bir
hususu ortaya koyduk. 17 KEMERBEST diye bilinen ALİ'nin 17 OĞLU'nun ve
onların oğulları ve torunları arasında bu adların kullanıldığını
gösterdik. Yani, ALEVİLER'in ALİ'ye uymadığını; BEKİR, ÖMER, OSMAN
adlarına tepki duyarken aslında ALİ OĞULLARI'na da tepki duymuş
olduklarını hatırlatıp ikaz ettik!
Üçüncü hata da her HALİFE'ye baş
kaldıranı ŞİA, her HALİFE'den yana olanı "YEZİD" saymaları idi. Bu
yanlışlığın en bariz örneğini EBA MÜSLİM ve EBU HANİFE'yi gösterek verdik.
ABBASİLER'i HALİFE yapan EBA MÜSLİM'i, bizzat İMAM CAFER ŞİA
saymamıştır. EBU HANİFE ise, yine onun tarifine göre, meclisine
katıldığı, kendisini tanıdığı için ŞİA'dır!
HALİFE'ye
ayaklananlar Şİİ'dir, doğru!... Ama ŞİA değildir, ve İMAMLAR onları değil,
HALİFE'yi tutmuştur. İMAM RIZA'nın HALİFE ME'MUN'a gelip ŞİİLER'e ve
MUHAMMED MEHDİ OĞLU İBRAHİM'e karşı uyarması, bunun en büyük
delilidir!
Öte yandan sonradan sözüm ona ALİ YANLISI sayılan
ABDULLAH İBNİ SEBE ve SEBAİLER, HARİCİLER, SÜLEYMAN BİN SARD, MUHTAR
SAKAFİ, HASAN-ÜL HERŞİ, EBU-S SERAYA, BUVEYHİLER'in hepsi Şİİ'dirler, ama
gerçek ALEVİ değildirler. Yani ne ALİ YOLU'ndadırlar, ne de
amaçları EHL-İ BEYT'i sevmek, savunmaktır!.. Bunlar hep kendi
menfaatleri için ortaya çıkmış, menfaatleri çelişince EBU-S SERAYA gibi
ALİ OĞLU İMAMLAR'ı öldürmekten bile çekinmemişlerdir!
12 İMAM
bunlardan hep uzak dururken, TÜRKLER'e yakınlık gösteren HALİFELER ile iyi
ilişkiler kurmuşlar ve 4 MEZHEP İMAMI'na ışık saçmışlardır.
Bütün bunları anlattık... Ama yine de fazla bir şey söyledik
sayılmaz... Eğer SÜRTÜŞME anlattığımız gibi 4 HALİFE'den, 12 İMAM'dan, 4
MEZHEP'ten kaynaklanmıyorsa, nereden geliyor?..
Üstelik böyle
yalan yanlış anlatılanlar bile, bu husumetin 1400 yıl sürdürülmesine sebep
teşkil etmiyor... Öyle ya!.. Ortada ne ALİ kalmış, ne de HİLAFET!...12 İMAM
dahi tarihe karışmış. HİLAFET kursanız oturtacak ALİ EVLÂDI yok
ortada!.. Olanların çoğu HIRİSTİYAN BATI devletlerine uşaklık eder
hale gelmişler, sonra da kenara itilmişler..
Öyleyse nedir bu olup bitenler?... Neydi
HUMEYNİ'deki hırs?.. Neden KÂBE'yi basmak istedi?.. Niye HAC sırasında
adamlarını, futbol fanatikleri gibi sokaklara saldı?...
Bunlar 12
İMAM'dan kaynaklanmıyorsa, nereden geliyor?
Kim sebep oldu bunlara?
Kim FİTNE soktu İSLAM'a?
Esas FİTNE ve FESAD'ın kaynağını
bundan sonra göreceksiniz. Ve hayretten küçük dilinizi yutacaksınız.
ÜÇÜNCÜ KISIM : İSLAM'A FESAT
KATANLAR
BİRİNCİ BÖLÜM: MEYMUN'UN HİLESİ
Elbette ki ilk FESAT kaynağı ABDULLAH İBNİ SEBE'dir. İSLAM'a duyduğu kini açıkça
ifade edemediği için, vazgeçemediği YAHUDİLİK'ten İSLAM'a BİD'AT sayılan
şeyleri sokan; zekâsı ve bilgisi sayesinde bunları henüz yeni MÜSLÜMAN
olmuş halka cazip gösteren, nihayet HAC farizesi sırasında taraftarlarını
Hz. OSMAN'ın üstüne salan odur!.. Hz. ALİ'yi AYŞE karşısında, MUAVİYE
karşısında müşgül durumda bırakan onun adamlarıdır. Ama bunlar sonradan
koyu ALİ taraftarı kesilmişler, hatta onu ALLAH mertebesine
çıkarmışlardır.
Rivayete göre İBNİ SEBE, Hz. ALİ'ye "Sen
ALLAH'sın!" demiş. Hz. ALİ de onu MEDAİN'e sürgün göndermiş.
Ama
en büyük FİTNECİ, şüphesiz ki MEYMUN'dur!.. Hakkında çok az şey bilinir.
Bir rivayete göre İRANLI, diğerine göre KUREYŞLİ'dir... KUREYŞLİ olan
MEYMUN-AL KADHAH diye bilinir. Diğeri MEYMUN BİN DEYSAN diye bilinir.
İMAM MUHAMMED BAKIR ve CAFER-ÜS SADIK'ın
resmi tavisidir. Yani 7. İMAM ve İMAM olmayan kardeşi İSMAİL zamanında
yaşamıştır. Haris, son derece zeki ve bilgili idi.
Doğrusunu
ALLAH bilir ama, bizce kendisini gözden düşürecek bir davranışta bulunmuş, bu
suretle İMAMLAR'ın yanından uzaklaşmak durumunda kalmış ve onlara cephe
almıştır. Neticede hapiste tanıştığı Muhammed bin el-Hüseyin
ile birlikte İSMAİL'in İMAM'lığını savunma, İMAMLIK postunun
onun soyuna geçtiğini iddia etme mücadelesine girmiştir.
Halbuki
İSMAİL, CAFER-ÜS SADIK hayatta iken vefat etmiş, ve İMAMLIK çok açık bir
şekilde MUSA-L KÂZIM Hazretleri'ne intikal etmişti!
Gözünü hırs
bürümüş olan MEYMUN'un esas amacı, her türlü DİN'in ortadan kalkması idi.
Özellikle hızla etkisini arttıran İSLAM DİNİ'nin ŞERİAT'ını yıkmak,
İTİKAD'ını sarsmak istiyordu. Bunun için de kendisi gibi düşünen bir kaç
kişi ile toplanıyor, görüşüyor, planlar yapıyordu.
Fakat çevresi
İSLAMİYET'e gönülden inananlarla doluydu. Onlara fikirlerini açıktan
söylemek her şeyi mahvedeceği gibi, canını bile tehlikeye sokardı. MEYMUN,
onun için İSLAMİYET'i paravan olarak kullandı. ŞİİLİK'ten yararlandı.
ŞİİLİK inancını önce ifrata, sonra inkâra götürmek için harekete geçti.
MEYMUN emeline ulaşamadan öldü.(797) Yerini oğlu ABDULLAH aldı.
Onun amacı biraz daha değişikti.
MEYMUNOĞLU ABDULLAH, ARAP
etkisinde olan İSLAM'ı kullanarak İRAN'ı ele geçirmeyi, sonra onu eski
şaşaalı haline döndürmeyi ve başına geçmeyi tasarlıyordu. Bunun için
de İRAN'ın milli MECUSİLİK dinini ihya etmek arzusundaydı. Bir kere
başarıya ulaştıktan sonra bütün dinleri ortadan kaldırmak zor olmıyacaktı.
Taktik akıl almaz derecede sinsice idi... Dinsizliği yayabilmek
için önce dindar görünerek, dindarlar arasında sivrilerek işe başladılar.
Yani gerçek MÜSLÜMANLAR'dan daha fazla ORUÇ tutuyor, NAMAZ kılıyor, KUR'AN
ve HADİS okuyorlardı. Böylece takdir kazanıyor, çevrelerine saf insanlar
toplanıyor, onlar da fikirlerini rahatça yayabiliyorlardı. Doğrusu
babasından daha iyi bir teşkilatçı olan ABDULLAH ve taraftarları bu
işi çok iyi yapıyorlardı.
ABDULLAH bir de TARİKAT kurdu. İmamlığın
İSMAİL'in soyuna geçtiği esasına dayanan İSMAİLİYE MEZHEBİ, bu tarikattan
doğdu.
İMAM CAFER'in aslında hiç bir şeyden haberi olmayan muhterem
oğlu İSMAİL, babasının sağlığında vefat etmiş, geriye oğlu MUHAMMED MEKTUM
kalmıştı. İMAM torunu olan MUHAMMED MEKTUM da elbette dedesinden ve
babasından ruhani sırlar edinmiş, bunlardan yanından ayrılmayan ABDULLAH
da yararlanmıştı. MUHAMMED MEKTUM'un İMAM olma ihtimali yoktu. Ama
ABDULLAH bundan yararlanmasını bildi ve İSMAİL SOYU'nun imamlığını kabul
eden tarikatın ilk şeyhi oldu.
İSMAİL OĞLU MUHAMMED MEKTUM'un,
asıl İMAM MUSA-L KÂZIM 'a
ne sıkıntılar verdiğini daha önce anlatmıştık.
Bunları herhalde ABDULLAH'ın kışkırtması ile yapıyordu.
ABDULLAH'ın PEYGAMBER SOYU ile yakından uzaktan bir ilgisi yoktu
ama, bir süre sonra bu tarikatın şeyhlerinin İSMAİL'in SOYU'ndan,
dolayısiyle Hz. ALİ'nin torunlarından sürdüğüne inanıldı.
İsim
cazipti... ABDULLAH bilgili ve zekiydi. Haberleşme imkânları o dönemde son
derece kıttı. İSMAİL'in babasının sağlığında öldüğünü, MUSA-L KÂZIM'ın
İMAMLIK postunu hakkıyla elde ettiğini bilmeyenler çoktu. ABDULLAH'ın
adamları da iyi propogandacı idiler. Böylece tarikat kısa zamanda gelişti.
ABDULLAH da Şİİ aleminin önde gelen kişisi, hatta piri oldu.
Zamanımızda
TARİKAT değil de MEZHEP olarak bilinen, liderleri AĞA HAN'ı her yıl
altınla tartan, müritlerden ZEKÂT diye toplanan bu paralarla AĞA HAN
SOYU'nu hovardaca yaşatan İSMAİLİYE inancı, işte böyle ortaya çıktı.
Hıristiyan tarihçiler bu olay üzerinde çok dururlar. ABDULLAH'ın
niye ve hangi amaçla öne atıldığını açıklamaya çalışırlar... Onlara göre
ABDULLAH, galip ARAPLAR ile mağlup ACEMLER'i birleştirmek, ve ARAPLAR'ı
ACEMLER içinde eritmek istiyordu.
(Bakınız: NOTLAR - 3,
27)
Galip ARAPLAR'ın en büyük dayanağı DİN'di. ABDULLAH'a göre ise
DİN, halkı istenilen yöne sevketmeye yarıyan bir vasıtadan ibaretti... Bu
zihniyet aşağı yukarı 1000 yıl sonra MARKS tarafından aynen dile
getirilecektir. O da "yenenin aslında yenildiğini, istila ettiği ülke
halkı içinde eriyip gittiğini, DİN'in halkı uyutarak istenen yere
götürmenin bir aracı olduğunu" söyliyecektir. Bu fikirleri benimseyen
komünistler de bir çok ülkede, özellikle ORTA AMERİKA'da, dinden ve din
adamlarından yararlanmasını bileceklerdir.
MEYMUN OĞLU ABDULLAH da
dindar görünmesine rağmen; yakın çevresini etrafına toplanan inançlı
SÜNNİLER'den, ŞİİLER'den değil; PUTPERESTLER'den, FELSEFECİLER'den
seçiyor, tarikatının üst mertebelerine yalnız onları yerleştiriyordu. Yani
DİN'i amacı için istismar ediyordu.
Dışından bakınca, İSMAİLİYE
tarikatı herkese açıktı... ABDULLAH'ın "eşek sürüsü" dediği inanmış kitle
de tarikata girebiliyor, ama bunlar asla 1. MERTEBE'den yukarı
çıkamıyordu. Bunlar sadece kullanılıyor, ve tarikata maddi kaynak
sağlıyordu.
İSMAİLİYE'nin de hemen her tarikat gibi 7
MERTEBE'si vardı.
(Bakınız: NOTLAR - 3, 28)
İKİNCİ BÖLÜM : İSMAİLİYE
MERTEBELERİ
1. MERTEBE: MÜMİNLER.... Bunlar saf, tarikata ve şeyhe
körü körüne bağlı, yukardakilerin ne düşündüğünü hiç bilmeyenler, aldığı
emirlere harfiyyen uyan kimselerdi... Bunlardan kurnazlık ve ihtirası
ile göze batanlar 2. MERTEBE'ye geçebilirdi.
2. MERTEBE:
MÜKELLEFLER.... Bunların vazifeleri tarikat dışındakilerin aralarına
onları tarikata çekmek, hazırlayıp üstleri ile görüştürmekti.. İçlerinde
başarılı olanlar 3. MERTEBE'ye yükselebilirdi.
3. MERTEBE: DAİLER,
yani PROPOGANDACILAR... Bunlar yeni müracaat edenlerden İMAM adına BİAT
alırlar ve alttakilere azar azar tarikatın esaslarını öğretirlerdi.
MÜMİNLER'in 2. MERTEBE'ye geçmesi bunların izniyle olurdu.
4.
MERTEBE: DAİ-Yİ EKBERLER,yani EN BÜYÜK PROPOGANDACILAR... Bunlar tarikatın
gerçek bünyesine nüfuz edebilen imtiyazlı ve etkili kişilerdi.
5. ZU MASSALAR... Tarikatın sözde ilim ve irfanını yudumlamaya,
tıpkı ana memesinden süt emer gibi almaya hak kazanmışlar... Zaten ZU
MASSA da bu anlama gelirdi.
6. HÜCCETLER... Yani kendinden
alttakilere ilmini damla damla emzirenler.. Onlar bu mertebede yer alırdı.
7. MERTEBE: İMAM.... ALLAH ile (haşa!) doğrudan doğruya her an
irtibatta olan kişi... Tarikat mensupları İMAM'ın bu özelliğine gönülden
inandıklarından, o ne yapsa mübahtı, makbuldü. Can, mal, ırz, her şey
onun emrinde idi.
Bu 7 MERTEBE ile uygulanan metot son
derece enteresandı. DAİLER, başlangıçta çengel attıkları kişinin ibadetini
takdir, hatta teşvik ederlerdi. Kendileri de onunla birlikte ibadetten
kaçınmazlardı. Fakat bir müddet sonra şöyle demeğe
başlarlardı:
- "Bunca yıl ibadet ettim, bir kere bile duamın kabul
olduğunu görmedim. Demek ki boşmuş!.. Zaten ALLAH'ın duamıza, namazımıza
ihtiyacı yok ki!"
Sonra daha da ileriye giderek,
- "Bence mühim olan
kalbi temiz tutmaktır. ALLAH'ın muhtaç olmadığı ibadete aslında gerek
yoktur"
derlerdi. Sonra ahıret tasasından kurtulmak gerektiğini
vurgularlar, "her şeyin dünyada" olduğunu söyliyerek karşılarındakini
yavaş yavaş inkâra çekerlerdi.
Şimdi denilebilir ki, bu
söylenenlerin hiç biri yanlış değil!.. ALLAH'ın gerçekten ibadetimize
ihtiyacı yok. Kalp temizliği elbetteki her şeyin başı... Öyle olmasa,
namaza niyetle başlamazdık...
Ama bu doğruların yanında
istenenler... ve tarikate girenden beklenenler... işte onlar hep yanlış ve
art niyetli idi!..
ABDULLAH önce MECUSİLER'i, sonra ACEMLER'i,
sonra SÜNNİ sayılmayan ARAPLAR'ı, sonra da ARAPLAR'dan RABİA OĞULLARInı
tutardı. Onların MUDAR OĞULLARI ile aralarında olan düşmanlıktan
yararlanmak isterdi.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: ZİKRAVEH VE
KARMAT
MEYMUN'un attığı, ABDULLAH'ın suladığı tohumlar 100 yıl
kadar sonra gelişmeye başladı. Tarikatten OSMAN OĞLU FEREC, ki ZİKRAVEH
olarak ta bilinir, 892 yılında IRAK'a gitti ve çevresine topladığı
adamlarla ortalığı karıştırmaya başladı.
Devir ABBASİ dönemi idi
ve BAĞDAT HİLAFET merkezi idi. Ancak HALİFELER'in dini gücü son derece
zayıflamıştı. Köle olarak hizmete alınan ve MU'TASIM zamanında önemleri
artan TÜRKLER, artık DEVLET'i idare eder vaziyete gelmişti. Ülkenin
çeşitli yerlerinde huzursuzluk ve istikrarsızlık vardı, ve bu gittikçe
artıyordu.
ZİKRAVEH hem zamanı, hem de yeri çok iyi seçmişti.
Ayrıca kendine NEHRUVAN mevkiinde yaşıyan çok işe yarar bir de
taraftar bumuştu. Bu adam gece gündüz ibadet eden, devamlı oruç tutan,
sokakta yatıp kalkan ve ahıretten başka bir şey düşünmeyen biri idi.
Herkes onu uğurlu sayıyor, ve duasının kabul olduğuna inanıyordu. O da
"5 vakit namazın yetmiyeceğini, 50 vakit kılmak gerektiğini" söyleyip
duruyordu.
Bir süre sonra, halkın veli saydığı bizim de ZAHİD
diyeceğimiz bu adam, işi ilerletti. "Bir İMAM etrafında toplanmak
gerektiğini" söylemeye başladı.
- "Her tarafı fesat kapladı, hükümet
zalimdir, halk huzurdan mahrumdur,"
diyerek, dünyayı MEHDİ'nin
kurtaracağını ilan etmeye başladı. Ama bu "mehdi", son İMAM MUHAMMED
MEHDİ değildi elbette!
Halk ona inanmakta gecikmedi. ZAHİD kendine
12 NAKİP seçti. Sonra da kendisini görmeye gelenlerin birer altın
getirmelerini istedi. Bu altınlar "zuhur edecek MEHDİ için"
alınıyordu!...Toplanan altınlar MEHDİ ortaya çıkınca kullanılacak,
herkes verdiğini kat kat geri alacaktı!.. Bu ZAHİD'in en güvendiği
adamlardan biri de HAMDAN KARMAT idi... İlerde İSLAM'ın başına büyük dertler
açacaktı!..
Zamanla altınları sadece getirenlerden değil,
halktan toplamaya başladılar. ZAHİD'in müritleri artınca, istenen altın
miktarı da arttı. İşin içine zorbalık girdi. Sonunda şikâyetler başladı. Hükümet adamı yakalattı,
tahkikat açtırdı. Dava ile ilgilenen kadı ciddi biriydi. İşini sıkı tuttu.
Müritler ZAHİD'i kaçırmasın diye adamı bizzat kendi evine götürdü, bir
odaya hapsetti. Ertesi gün mahkemede adamın idamına karar verdi. ZAHİD'i
hapsettiği odanın anahtarını yastığının altına koyup, yattı.
Ne var
ki, Kadı'nın cariyelerinden bazıları ZAHİD'e ve KARMAT'a çok bağlıydılar.
Kcdı'nın yastığının altından anahtarı alıp ZAHİD'i serbest bıraktılar,
sonrada anahtarı yine yerine koydular!..
Ertesi gün idam
hazırlıkları yapılırken, ZAHİD'in hapsedildiği odadan uçarak kurtulduğu
dilden dile kulaktan kulağa yayıldı. Halkın ZAHİD'e olan inancı bir kat
daha arttı. Ama ZAHİD akıllı biri idi. Bundan böyle başının dertten
kurtulmıyacağını bildiği için, oradan ayrıldı, KÛFE'ye gitti. Orada da
müritlerine KARMAT'a itaat etmelerini söyleyip , büyük bir ihtimalle
toplanan altınlarla birlikte, ortadan kayboldu!..
ZAHİD dediğimiz bu
keramet sahibi kişinin(!) ZİKRAVEH'in kendisi olduğu söylenir... Kim
olursa olsun, yaman bir teşkilatçı idi. Son derece güçlü bir cemiyetin
temellerini atmıştı. KARMAT bu imkânı iyi değerlendirdi. Müritlerini
mertebelere ayırdı, her birine ayrı bir görev verdi. Bu insanlar mertebe
yükseldikçe ibadeti terkediyor, her şeyin mubah olduğu bir noktaya
geldiklerini düşünüyorlardı. Cemiyetin nesi varsa, bunlara ait oluyordu.
Hatta KARMAT, mallarla birlikte kadınları da ortak sayarak, müfrit bir
komünizme yöneldi.
SACY adlı BATILI bir yazarın ifadesine göre,
KARMAT bir gece müritlerini topladı, kadın-erkek hepsini bir araya
getirdi. Sonra erkeklere istedikleri kadınla yatmalarını söyledi. Ona göre
toplum içinde "kardeşler"in varacağı en üst nokta bu idi!.. Bu olaydan
sonra KARMATİLER karılarını ikram etmeyi "misafirperverliğin gereği"
olarak görmeye başladılar.
KARMAT müritlerine sağladığı cazip
imkânlarla tarikatının hızla yayılmasını gerçekleştirdi. Özellikle İRAN,
eski MEZDEKİ inançlarına yakınlığından dolayı KARMATİLİK'ten çok
etkilendi. Çünkü İSLAMİYET'in yayıldığı yıllarda bile KİRMAN'da hâlâ bir
miktar MEZDEKİ vardı. (Bakınız: NOTLAR - 3, 29)
ZİKRAVEH'in 3 oğlu vardı: YAHYA, HÜSEYİN ve ALİ...
Bunlar
KARMAT'ın koyduğu esasları yaymakla görevliydiler. Bunlar ayrıca
kendilerinin "İSMAİL'in torunu" olduklarını iddia ediyorlar, ve böylece
kendilerini Hz. ALİ yoluyla PEYGAMBER SOYU'na bağlamayı unutmuyorlardı.
Biri yandan da kurdukları çetelerle BASRA ve KÛFE çevresine kan
kusturuyorlardı. Halktan sorla HAMSE, yani gelirlerinin beşte birini, sözüm
ona EHL-İ BEYT adına topluyorlardı.
Bu tavır, 12 Eylül 1980
ihtilalinden önce bölücü örgüt mensuplarının "halk adına" diyerek
dükkanlardan her ay muntazam haraç toplamalarına benziyordu. 1984'den
sonra PKK ve TİKKO örgütleri de "vergi" adı altında sözüm ona haklarını
savundukları Kürt kökenli vatandaşlarımızdan para toplarlardı... Her iki
grup ta sonra bu paraları istedikleri gibi harcarlardı.
KARMATİLER
bir ara ŞAM'ı dahi muhasara etmişler, zor def edilebilmişlerdi. YAHYA bu
vak'a esnasında öldü. Yerine HÜSEYİN geçti. ZİKRAVEH ise her zaman olduğu
gibi yine arka planda idi.
ŞAM mağlubiyetinden yılmadılar. Sürekli
baskı altında tuttukları için ŞAM halkı yılda 300.000 altın haraç vermeyi
kabul etti. Böylece güçlenen KARMATİLER bu sefer HUMUS üzerine yürüdüler
ve şehri zaptettiler. Hütbeyi HALİFE adına değil; eşkiyabaşı HÜSEYİN adına
okutmaya başladılar. Kendisini MEHDİ ilan ettiler. Daha sonra HAMA,
MUARRA, SELEMYE'yi de ele geçirdiler. Halkı, hatta hayvanları bile
katlettiler.
BAĞDAT'taki HALİFE'nin bütün gayretleri boşa
gidiyordu. KARMATİLER'in üzerine gönderdiği kuvvetler hep yeniliyordu.
Nihayet MISIR'dan sağlanan büyük bir ordu ile HÜSEYİN ve adamları
yakalandı, hepsi idam edildi.
KARMATİLER büyük sarsıntı geçirdiler,
ama yıkılmadılar. HÜSEYİN'in yerini ALİ aldı. ZİKRAVEH ise yine arka
planda kaldı.
ZİKRAVEH'in mel'un oğlu ALİ, bu sefer YEMEN'e yöneldi. Orayı zaptetti. YEMEN
uzakta kaldığı için kurtarıcı bulamadı. ZİKRAVEH 20 yıldır sürdürdüğü
çabalarını sonuca ulaştırmak, BAĞDAT'taki HALİFE'yi devirerek yerine
geçmek istiyordu. Bunun için dört bir yana haber salındı, adamlarına
"HÜSEYİN'in intikamının alınacağı" iletildi... Artık BAĞDAT'a kafa
tutabileceğine inanan ZİKRAVEH ortaya çıkmaya karar verdi... Ama ne
törenle!!!
Önemli Sayfalar: FATİMİLER
ALİ SOYU'NDAN DEĞİLDİR! , NOTLAR - 3
, ORTA
ASYA TÜRKLERİ'NİN MÜSLÜMAN OLUŞU , KAYNAKLAR
, SAYFALAR