Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

ALİ HAYDAR BAŞVEREN'İN ARAŞTIRMA YAZISI


ALEVİ-SÜNNİ SÜRTÜŞMESİNİN İÇYÜZÜ


CANLAR!... Şimdiye kadar 12 İMAM , 4 HALİFE, ve MEZHEP konularını ele alarak bunların birbirlerine zıt ve düşman olmadığını; aynı noktadan hareket ettiklerini; ALEVİ-SÜNNİ sürtüşmesinin aslında bunlardan kaynaklanmadığını belirttik.

632-943 yılları arasında İMAMLAR ve HALİFELER etrafında cereyan eden olayların çoğunun eski ARAP AİLE KAVGALARI'na dayandığını, her yeni olayla yeni nesillere yeni bir düşmanlık ve hasımlık şeklinde intikal ettiğini ortaya koyduk.

12 İMAM'ın özellikle HÜSEYİN'den sonra HALİFELER'e asla baş kaldırmadığını, ve özellikle İMAM CAFER'den sonra HALİFELER ile birlikte yaşadığını, hatta kız alıp kız verdiğini anlattık... Bunların çoğu ALEVİLER ve BEKTAŞİLER için hiç duymadıkları, bilmedikleri hususlar idi.

Zaman zaman baş kaldıran diğer ALİ OĞULLARI'na 12 İMAM'ın hiç bir zaman katılmadığını, hatta desteklemediğini belirttik.

Ve yine ALEVİLER'in hiç bilmediği bir hususu, yani 12 İMAM ile iyi geçinmeye başlıyan HALİFELER'in aynı müsamahayı 4 MEZHEP İMAMI'na göstermediğini, onları hapse atıp kırbaçlattıklarını anlattık. Ve böylece "HALİFELER ile MEZHEP İMAMLARI'nın bir olup EHL-İ BEYT'i ezdiği" inancının YANLIŞ olduğunu gözler önüne serdik!

Bu arada SÜNNİLER'in bir eksiğine işaret ettik. 12 İMAM'ı mutlaka ve iyi bir şekilde tanımaları gerektiğini hatırlattık.

ALEVİLER'in de 3 büyük hatasını ortaya koyduk. Bunlardan birincisi "KUR'AN'ın eksik olduğu" iddiasıdır. Yazılı KUR'AN'ın bir tek harfinin bile EKSİK veya FAZLA olamıyacağını gösterdik! (Bakınız:
OSMAN'IN HİLAFETİ )

İkincisi BEKİR, ÖMER ve OSMAN adlarına tepki duymaları ve bunları kullanmamalarıdır. ŞİİLER bu hususta daha ileri gider, bunları hakaret anlamıyla kullanır. Tıpkı bizim YEZİD adını kötü anlamda kullanmamız gibi...

Aslında ALEVİLER bu adları kullansa ne olur, kullanmasa ne olur?... Hiç bir şey olmaz!.. Ne var ki, bilmedikleri bir hususu ortaya koyduk. 17 KEMERBEST diye bilinen ALİ'nin 17 OĞLU'nun ve onların oğulları ve torunları arasında bu adların kullanıldığını gösterdik. Yani, ALEVİLER'in ALİ'ye uymadığını; BEKİR, ÖMER, OSMAN adlarına tepki duyarken aslında ALİ OĞULLARI'na da tepki duymuş olduklarını hatırlatıp ikaz ettik!

Üçüncü hata da her HALİFE'ye baş kaldıranı ŞİA, her HALİFE'den yana olanı "YEZİD" saymaları idi. Bu yanlışlığın en bariz örneğini EBA MÜSLİM ve EBU HANİFE'yi gösterek verdik. ABBASİLER'i HALİFE yapan EBA MÜSLİM'i, bizzat İMAM CAFER ŞİA saymamıştır. EBU HANİFE ise, yine onun tarifine göre, meclisine katıldığı, kendisini tanıdığı için ŞİA'dır!

HALİFE'ye ayaklananlar Şİİ'dir, doğru!... Ama ŞİA değildir, ve İMAMLAR onları değil, HALİFE'yi tutmuştur. İMAM RIZA'nın HALİFE ME'MUN'a gelip ŞİİLER'e ve MUHAMMED MEHDİ OĞLU İBRAHİM'e karşı uyarması, bunun en büyük delilidir!

Öte yandan sonradan sözüm ona ALİ YANLISI sayılan ABDULLAH İBNİ SEBE ve SEBAİLER, HARİCİLER, SÜLEYMAN BİN SARD, MUHTAR SAKAFİ, HASAN-ÜL HERŞİ, EBU-S SERAYA, BUVEYHİLER'in hepsi Şİİ'dirler, ama gerçek ALEVİ değildirler. Yani ne ALİ YOLU'ndadırlar, ne de amaçları EHL-İ BEYT'i sevmek, savunmaktır!.. Bunlar hep kendi menfaatleri için ortaya çıkmış, menfaatleri çelişince EBU-S SERAYA gibi ALİ OĞLU İMAMLAR'ı öldürmekten bile çekinmemişlerdir!

12 İMAM bunlardan hep uzak dururken, TÜRKLER'e yakınlık gösteren HALİFELER ile iyi ilişkiler kurmuşlar ve 4 MEZHEP İMAMI'na ışık saçmışlardır.

Bütün bunları anlattık... Ama yine de fazla bir şey söyledik sayılmaz... Eğer SÜRTÜŞME anlattığımız gibi 4 HALİFE'den, 12 İMAM'dan, 4 MEZHEP'ten kaynaklanmıyorsa, nereden geliyor?..

Üstelik böyle yalan yanlış anlatılanlar bile, bu husumetin 1400 yıl sürdürülmesine sebep teşkil etmiyor... Öyle ya!.. Ortada ne ALİ kalmış, ne de HİLAFET!...12 İMAM dahi tarihe karışmış. HİLAFET kursanız oturtacak ALİ EVLÂDI yok ortada!.. Olanların çoğu HIRİSTİYAN BATI devletlerine uşaklık eder hale gelmişler, sonra da kenara itilmişler..

Öyleyse nedir bu olup bitenler?... Neydi HUMEYNİ'deki hırs?.. Neden KÂBE'yi basmak istedi?.. Niye HAC sırasında adamlarını, futbol fanatikleri gibi sokaklara saldı?...
Bunlar 12 İMAM'dan kaynaklanmıyorsa, nereden geliyor?
Kim sebep oldu bunlara? Kim FİTNE soktu İSLAM'a?

Esas FİTNE ve FESAD'ın kaynağını bundan sonra göreceksiniz. Ve hayretten küçük dilinizi yutacaksınız.


ÜÇÜNCÜ KISIM : İSLAM'A FESAT KATANLAR

BİRİNCİ BÖLÜM: MEYMUN'UN HİLESİ


Elbette ki ilk FESAT kaynağı ABDULLAH İBNİ SEBE'dir. İSLAM'a duyduğu kini açıkça ifade edemediği için, vazgeçemediği YAHUDİLİK'ten İSLAM'a BİD'AT sayılan şeyleri sokan; zekâsı ve bilgisi sayesinde bunları henüz yeni MÜSLÜMAN olmuş halka cazip gösteren, nihayet HAC farizesi sırasında taraftarlarını Hz. OSMAN'ın üstüne salan odur!.. Hz. ALİ'yi AYŞE karşısında, MUAVİYE karşısında müşgül durumda bırakan onun adamlarıdır. Ama bunlar sonradan koyu ALİ taraftarı kesilmişler, hatta onu ALLAH mertebesine çıkarmışlardır.

Rivayete göre İBNİ SEBE, Hz. ALİ'ye "Sen ALLAH'sın!" demiş. Hz. ALİ de onu MEDAİN'e sürgün göndermiş.

Ama en büyük FİTNECİ, şüphesiz ki MEYMUN'dur!.. Hakkında çok az şey bilinir. Bir rivayete göre İRANLI, diğerine göre KUREYŞLİ'dir... KUREYŞLİ olan MEYMUN-AL KADHAH diye bilinir. Diğeri MEYMUN BİN DEYSAN diye bilinir. İMAM MUHAMMED BAKIR ve CAFER-ÜS SADIK'ın resmi tavisidir. Yani 7. İMAM ve İMAM olmayan kardeşi İSMAİL zamanında yaşamıştır. Haris, son derece zeki ve bilgili idi.

Doğrusunu ALLAH bilir ama, bizce kendisini gözden düşürecek bir davranışta bulunmuş, bu suretle İMAMLAR'ın yanından uzaklaşmak durumunda kalmış ve onlara cephe almıştır. Neticede hapiste tanıştığı Muhammed bin el-Hüseyin ile birlikte İSMAİL'in İMAM'lığını savunma, İMAMLIK postunun onun soyuna geçtiğini iddia etme mücadelesine girmiştir.

Halbuki İSMAİL, CAFER-ÜS SADIK hayatta iken vefat etmiş, ve İMAMLIK çok açık bir şekilde MUSA-L KÂZIM Hazretleri'ne intikal etmişti!

Gözünü hırs bürümüş olan MEYMUN'un esas amacı, her türlü DİN'in ortadan kalkması idi. Özellikle hızla etkisini arttıran İSLAM DİNİ'nin ŞERİAT'ını yıkmak, İTİKAD'ını sarsmak istiyordu. Bunun için de kendisi gibi düşünen bir kaç kişi ile toplanıyor, görüşüyor, planlar yapıyordu.

Fakat çevresi İSLAMİYET'e gönülden inananlarla doluydu. Onlara fikirlerini açıktan söylemek her şeyi mahvedeceği gibi, canını bile tehlikeye sokardı. MEYMUN, onun için İSLAMİYET'i paravan olarak kullandı. ŞİİLİK'ten yararlandı. ŞİİLİK inancını önce ifrata, sonra inkâra götürmek için harekete geçti.

MEYMUN emeline ulaşamadan öldü.(797) Yerini oğlu ABDULLAH aldı. Onun amacı biraz daha değişikti.

MEYMUNOĞLU ABDULLAH, ARAP etkisinde olan İSLAM'ı kullanarak İRAN'ı ele geçirmeyi, sonra onu eski şaşaalı haline döndürmeyi ve başına geçmeyi tasarlıyordu. Bunun için de İRAN'ın milli MECUSİLİK dinini ihya etmek arzusundaydı. Bir kere başarıya ulaştıktan sonra bütün dinleri ortadan kaldırmak zor olmıyacaktı.

Taktik akıl almaz derecede sinsice idi... Dinsizliği yayabilmek için önce dindar görünerek, dindarlar arasında sivrilerek işe başladılar. Yani gerçek MÜSLÜMANLAR'dan daha fazla ORUÇ tutuyor, NAMAZ kılıyor, KUR'AN ve HADİS okuyorlardı. Böylece takdir kazanıyor, çevrelerine saf insanlar toplanıyor, onlar da fikirlerini rahatça yayabiliyorlardı. Doğrusu babasından daha iyi bir teşkilatçı olan ABDULLAH ve taraftarları bu işi çok iyi yapıyorlardı.

ABDULLAH bir de TARİKAT kurdu. İmamlığın İSMAİL'in soyuna geçtiği esasına dayanan İSMAİLİYE MEZHEBİ, bu tarikattan doğdu.

İMAM CAFER'in aslında hiç bir şeyden haberi olmayan muhterem oğlu İSMAİL, babasının sağlığında vefat etmiş, geriye oğlu MUHAMMED MEKTUM kalmıştı. İMAM torunu olan MUHAMMED MEKTUM da elbette dedesinden ve babasından ruhani sırlar edinmiş, bunlardan yanından ayrılmayan ABDULLAH da yararlanmıştı. MUHAMMED MEKTUM'un İMAM olma ihtimali yoktu. Ama ABDULLAH bundan yararlanmasını bildi ve İSMAİL SOYU'nun imamlığını kabul eden tarikatın ilk şeyhi oldu.

İSMAİL OĞLU MUHAMMED MEKTUM'un, asıl
İMAM MUSA-L KÂZIM 'a ne sıkıntılar verdiğini daha önce anlatmıştık. Bunları herhalde ABDULLAH'ın kışkırtması ile yapıyordu.

ABDULLAH'ın PEYGAMBER SOYU ile yakından uzaktan bir ilgisi yoktu ama, bir süre sonra bu tarikatın şeyhlerinin İSMAİL'in SOYU'ndan, dolayısiyle Hz. ALİ'nin torunlarından sürdüğüne inanıldı.

İsim cazipti... ABDULLAH bilgili ve zekiydi. Haberleşme imkânları o dönemde son derece kıttı. İSMAİL'in babasının sağlığında öldüğünü, MUSA-L KÂZIM'ın İMAMLIK postunu hakkıyla elde ettiğini bilmeyenler çoktu. ABDULLAH'ın adamları da iyi propogandacı idiler. Böylece tarikat kısa zamanda gelişti. ABDULLAH da Şİİ aleminin önde gelen kişisi, hatta piri oldu.

Zamanımızda TARİKAT değil de MEZHEP olarak bilinen, liderleri AĞA HAN'ı her yıl altınla tartan, müritlerden ZEKÂT diye toplanan bu paralarla AĞA HAN SOYU'nu hovardaca yaşatan İSMAİLİYE inancı, işte böyle ortaya çıktı.

Hıristiyan tarihçiler bu olay üzerinde çok dururlar. ABDULLAH'ın niye ve hangi amaçla öne atıldığını açıklamaya çalışırlar... Onlara göre ABDULLAH, galip ARAPLAR ile mağlup ACEMLER'i birleştirmek, ve ARAPLAR'ı ACEMLER içinde eritmek istiyordu.
(Bakınız: NOTLAR - 3, 27)

Galip ARAPLAR'ın en büyük dayanağı DİN'di. ABDULLAH'a göre ise DİN, halkı istenilen yöne sevketmeye yarıyan bir vasıtadan ibaretti... Bu zihniyet aşağı yukarı 1000 yıl sonra MARKS tarafından aynen dile getirilecektir. O da "yenenin aslında yenildiğini, istila ettiği ülke halkı içinde eriyip gittiğini, DİN'in halkı uyutarak istenen yere götürmenin bir aracı olduğunu" söyliyecektir. Bu fikirleri benimseyen komünistler de bir çok ülkede, özellikle ORTA AMERİKA'da, dinden ve din adamlarından yararlanmasını bileceklerdir.

MEYMUN OĞLU ABDULLAH da dindar görünmesine rağmen; yakın çevresini etrafına toplanan inançlı SÜNNİLER'den, ŞİİLER'den değil; PUTPERESTLER'den, FELSEFECİLER'den seçiyor, tarikatının üst mertebelerine yalnız onları yerleştiriyordu. Yani DİN'i amacı için istismar ediyordu.

Dışından bakınca, İSMAİLİYE tarikatı herkese açıktı... ABDULLAH'ın "eşek sürüsü" dediği inanmış kitle de tarikata girebiliyor, ama bunlar asla 1. MERTEBE'den yukarı çıkamıyordu. Bunlar sadece kullanılıyor, ve tarikata maddi kaynak sağlıyordu.

İSMAİLİYE'nin de hemen her tarikat gibi 7 MERTEBE'si vardı.
(Bakınız: NOTLAR - 3, 28)

İKİNCİ BÖLÜM : İSMAİLİYE MERTEBELERİ

1. MERTEBE: MÜMİNLER.... Bunlar saf, tarikata ve şeyhe körü körüne bağlı, yukardakilerin ne düşündüğünü hiç bilmeyenler, aldığı emirlere harfiyyen uyan kimselerdi... Bunlardan kurnazlık ve ihtirası ile göze batanlar 2. MERTEBE'ye geçebilirdi.

2. MERTEBE: MÜKELLEFLER.... Bunların vazifeleri tarikat dışındakilerin aralarına onları tarikata çekmek, hazırlayıp üstleri ile görüştürmekti.. İçlerinde başarılı olanlar 3. MERTEBE'ye yükselebilirdi.

3. MERTEBE: DAİLER, yani PROPOGANDACILAR... Bunlar yeni müracaat edenlerden İMAM adına BİAT alırlar ve alttakilere azar azar tarikatın esaslarını öğretirlerdi. MÜMİNLER'in 2. MERTEBE'ye geçmesi bunların izniyle olurdu.

4. MERTEBE: DAİ-Yİ EKBERLER,yani EN BÜYÜK PROPOGANDACILAR... Bunlar tarikatın gerçek bünyesine nüfuz edebilen imtiyazlı ve etkili kişilerdi.

5. ZU MASSALAR... Tarikatın sözde ilim ve irfanını yudumlamaya, tıpkı ana memesinden süt emer gibi almaya hak kazanmışlar... Zaten ZU MASSA da bu anlama gelirdi.

6. HÜCCETLER... Yani kendinden alttakilere ilmini damla damla emzirenler.. Onlar bu mertebede yer alırdı.

7. MERTEBE: İMAM.... ALLAH ile (haşa!) doğrudan doğruya her an irtibatta olan kişi... Tarikat mensupları İMAM'ın bu özelliğine gönülden inandıklarından, o ne yapsa mübahtı, makbuldü. Can, mal, ırz, her şey onun emrinde idi.

Bu 7 MERTEBE ile uygulanan metot son derece enteresandı. DAİLER, başlangıçta çengel attıkları kişinin ibadetini takdir, hatta teşvik ederlerdi. Kendileri de onunla birlikte ibadetten kaçınmazlardı. Fakat bir müddet sonra şöyle demeğe başlarlardı:

- "Bunca yıl ibadet ettim, bir kere bile duamın kabul olduğunu görmedim. Demek ki boşmuş!.. Zaten ALLAH'ın duamıza, namazımıza ihtiyacı yok ki!"

Sonra daha da ileriye giderek,

- "Bence mühim olan kalbi temiz tutmaktır. ALLAH'ın muhtaç olmadığı ibadete aslında gerek yoktur"

derlerdi. Sonra ahıret tasasından kurtulmak gerektiğini vurgularlar, "her şeyin dünyada" olduğunu söyliyerek karşılarındakini yavaş yavaş inkâra çekerlerdi.

Şimdi denilebilir ki, bu söylenenlerin hiç biri yanlış değil!.. ALLAH'ın gerçekten ibadetimize ihtiyacı yok. Kalp temizliği elbetteki her şeyin başı... Öyle olmasa, namaza niyetle başlamazdık...

Ama bu doğruların yanında istenenler... ve tarikate girenden beklenenler... işte onlar hep yanlış ve art niyetli idi!..

ABDULLAH önce MECUSİLER'i, sonra ACEMLER'i, sonra SÜNNİ sayılmayan ARAPLAR'ı, sonra da ARAPLAR'dan RABİA OĞULLARInı tutardı. Onların MUDAR OĞULLARI ile aralarında olan düşmanlıktan yararlanmak isterdi.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: ZİKRAVEH VE KARMAT

MEYMUN'un attığı, ABDULLAH'ın suladığı tohumlar 100 yıl kadar sonra gelişmeye başladı. Tarikatten OSMAN OĞLU FEREC, ki ZİKRAVEH olarak ta bilinir, 892 yılında IRAK'a gitti ve çevresine topladığı adamlarla ortalığı karıştırmaya başladı.

Devir ABBASİ dönemi idi ve BAĞDAT HİLAFET merkezi idi. Ancak HALİFELER'in dini gücü son derece zayıflamıştı. Köle olarak hizmete alınan ve MU'TASIM zamanında önemleri artan TÜRKLER, artık DEVLET'i idare eder vaziyete gelmişti. Ülkenin çeşitli yerlerinde huzursuzluk ve istikrarsızlık vardı, ve bu gittikçe artıyordu.

ZİKRAVEH hem zamanı, hem de yeri çok iyi seçmişti. Ayrıca kendine NEHRUVAN mevkiinde yaşıyan çok işe yarar bir de taraftar bumuştu. Bu adam gece gündüz ibadet eden, devamlı oruç tutan, sokakta yatıp kalkan ve ahıretten başka bir şey düşünmeyen biri idi. Herkes onu uğurlu sayıyor, ve duasının kabul olduğuna inanıyordu. O da "5 vakit namazın yetmiyeceğini, 50 vakit kılmak gerektiğini" söyleyip duruyordu.

Bir süre sonra, halkın veli saydığı bizim de ZAHİD diyeceğimiz bu adam, işi ilerletti. "Bir İMAM etrafında toplanmak gerektiğini" söylemeye başladı.

- "Her tarafı fesat kapladı, hükümet zalimdir, halk huzurdan mahrumdur,"

diyerek, dünyayı MEHDİ'nin kurtaracağını ilan etmeye başladı. Ama bu "mehdi", son İMAM MUHAMMED MEHDİ değildi elbette!

Halk ona inanmakta gecikmedi. ZAHİD kendine 12 NAKİP seçti. Sonra da kendisini görmeye gelenlerin birer altın getirmelerini istedi. Bu altınlar "zuhur edecek MEHDİ için" alınıyordu!...Toplanan altınlar MEHDİ ortaya çıkınca kullanılacak, herkes verdiğini kat kat geri alacaktı!.. Bu ZAHİD'in en güvendiği adamlardan biri de HAMDAN KARMAT idi... İlerde İSLAM'ın başına büyük dertler açacaktı!..

Zamanla altınları sadece getirenlerden değil, halktan toplamaya başladılar. ZAHİD'in müritleri artınca, istenen altın miktarı da arttı. İşin içine zorbalık girdi. Sonunda şikâyetler başladı. Hükümet adamı yakalattı, tahkikat açtırdı. Dava ile ilgilenen kadı ciddi biriydi. İşini sıkı tuttu. Müritler ZAHİD'i kaçırmasın diye adamı bizzat kendi evine götürdü, bir odaya hapsetti. Ertesi gün mahkemede adamın idamına karar verdi. ZAHİD'i hapsettiği odanın anahtarını yastığının altına koyup, yattı.

Ne var ki, Kadı'nın cariyelerinden bazıları ZAHİD'e ve KARMAT'a çok bağlıydılar. Kcdı'nın yastığının altından anahtarı alıp ZAHİD'i serbest bıraktılar, sonrada anahtarı yine yerine koydular!..

Ertesi gün idam hazırlıkları yapılırken, ZAHİD'in hapsedildiği odadan uçarak kurtulduğu dilden dile kulaktan kulağa yayıldı. Halkın ZAHİD'e olan inancı bir kat daha arttı. Ama ZAHİD akıllı biri idi. Bundan böyle başının dertten kurtulmıyacağını bildiği için, oradan ayrıldı, KÛFE'ye gitti. Orada da müritlerine KARMAT'a itaat etmelerini söyleyip , büyük bir ihtimalle toplanan altınlarla birlikte, ortadan kayboldu!..

ZAHİD dediğimiz bu keramet sahibi kişinin(!) ZİKRAVEH'in kendisi olduğu söylenir... Kim olursa olsun, yaman bir teşkilatçı idi. Son derece güçlü bir cemiyetin temellerini atmıştı. KARMAT bu imkânı iyi değerlendirdi. Müritlerini mertebelere ayırdı, her birine ayrı bir görev verdi. Bu insanlar mertebe yükseldikçe ibadeti terkediyor, her şeyin mubah olduğu bir noktaya geldiklerini düşünüyorlardı. Cemiyetin nesi varsa, bunlara ait oluyordu. Hatta KARMAT, mallarla birlikte kadınları da ortak sayarak, müfrit bir komünizme yöneldi.

SACY adlı BATILI bir yazarın ifadesine göre, KARMAT bir gece müritlerini topladı, kadın-erkek hepsini bir araya getirdi. Sonra erkeklere istedikleri kadınla yatmalarını söyledi. Ona göre toplum içinde "kardeşler"in varacağı en üst nokta bu idi!.. Bu olaydan sonra KARMATİLER karılarını ikram etmeyi "misafirperverliğin gereği" olarak görmeye başladılar.

KARMAT müritlerine sağladığı cazip imkânlarla tarikatının hızla yayılmasını gerçekleştirdi. Özellikle İRAN, eski MEZDEKİ inançlarına yakınlığından dolayı KARMATİLİK'ten çok etkilendi. Çünkü İSLAMİYET'in yayıldığı yıllarda bile KİRMAN'da hâlâ bir miktar MEZDEKİ vardı. (Bakınız: NOTLAR - 3, 29)

ZİKRAVEH'in 3 oğlu vardı: YAHYA, HÜSEYİN ve ALİ...
Bunlar KARMAT'ın koyduğu esasları yaymakla görevliydiler. Bunlar ayrıca kendilerinin "İSMAİL'in torunu" olduklarını iddia ediyorlar, ve böylece kendilerini Hz. ALİ yoluyla PEYGAMBER SOYU'na bağlamayı unutmuyorlardı. Biri yandan da kurdukları çetelerle BASRA ve KÛFE çevresine kan kusturuyorlardı. Halktan sorla HAMSE, yani gelirlerinin beşte birini, sözüm ona EHL-İ BEYT adına topluyorlardı.

Bu tavır, 12 Eylül 1980 ihtilalinden önce bölücü örgüt mensuplarının "halk adına" diyerek dükkanlardan her ay muntazam haraç toplamalarına benziyordu. 1984'den sonra PKK ve TİKKO örgütleri de "vergi" adı altında sözüm ona haklarını savundukları Kürt kökenli vatandaşlarımızdan para toplarlardı... Her iki grup ta sonra bu paraları istedikleri gibi harcarlardı.
KARMATİLER bir ara ŞAM'ı dahi muhasara etmişler, zor def edilebilmişlerdi. YAHYA bu vak'a esnasında öldü. Yerine HÜSEYİN geçti. ZİKRAVEH ise her zaman olduğu gibi yine arka planda idi.

ŞAM mağlubiyetinden yılmadılar. Sürekli baskı altında tuttukları için ŞAM halkı yılda 300.000 altın haraç vermeyi kabul etti. Böylece güçlenen KARMATİLER bu sefer HUMUS üzerine yürüdüler ve şehri zaptettiler. Hütbeyi HALİFE adına değil; eşkiyabaşı HÜSEYİN adına okutmaya başladılar. Kendisini MEHDİ ilan ettiler. Daha sonra HAMA, MUARRA, SELEMYE'yi de ele geçirdiler. Halkı, hatta hayvanları bile katlettiler.

BAĞDAT'taki HALİFE'nin bütün gayretleri boşa gidiyordu. KARMATİLER'in üzerine gönderdiği kuvvetler hep yeniliyordu. Nihayet MISIR'dan sağlanan büyük bir ordu ile HÜSEYİN ve adamları yakalandı, hepsi idam edildi.

KARMATİLER büyük sarsıntı geçirdiler, ama yıkılmadılar. HÜSEYİN'in yerini ALİ aldı. ZİKRAVEH ise yine arka planda kaldı.

ZİKRAVEH'in mel'un oğlu ALİ, bu sefer YEMEN'e yöneldi. Orayı zaptetti. YEMEN uzakta kaldığı için kurtarıcı bulamadı. ZİKRAVEH 20 yıldır sürdürdüğü çabalarını sonuca ulaştırmak, BAĞDAT'taki HALİFE'yi devirerek yerine geçmek istiyordu. Bunun için dört bir yana haber salındı, adamlarına "HÜSEYİN'in intikamının alınacağı" iletildi... Artık BAĞDAT'a kafa tutabileceğine inanan ZİKRAVEH ortaya çıkmaya karar verdi... Ama ne törenle!!!

  • Önemli Sayfalar: FATİMİLER ALİ SOYU'NDAN DEĞİLDİR! , NOTLAR - 3 , ORTA ASYA TÜRKLERİ'NİN MÜSLÜMAN OLUŞU , KAYNAKLAR , SAYFALAR