ALEVİ-SÜNNİ SÜRTÜŞMESİNİN
İÇYÜZÜ
ÜÇÜNCÜ KISIM
NOTLAR -3
27- İRAN, Hz. ÖMER zamanında ve 632-642 arasındaki üç
büyük savaştan sonra tamamen fethedilmişti. Son SASANİ hükümdarı 3.
YEZDİCERD HORASAN'a kaçmış, orada 651 yılında TÜRKLER öldürülmüştür.
Ancak ACEMLER, İRAN DEVLETİ'nin bu ani yıkılışını ve yeni
bir dini kolay kabullenememişler, türlü girişimlerle etkilerini arttırmaya
çalışmışlardır.
Bunlardan en önemlisi YEZDİCERD'in kızını Hz. HÜSEYİN'e
vermeleridir. Muhtemeldir ki, Hz. HÜSEYİN de iki ırk arasındaki
yakınlaşmayı kolaylaştırmak amacı ile bu evliliği yapmış, bu muhterem
hatundan 4. İMAM ZEYNEL ABİDİN Hazretleri dünyaya gelmiştir.
Ancak ACEMLER'in amacı daha başka idi. Bu olayı daima
istismar etmişler, İMAMLAR'a sahip çıkmışlar, İSLAM DEVLETİ'nin en önemli
muhalif grubu saydıkları "ALİ SOYU'na, HÜSEYİN'e bağlılık" kisvesi altında
ACEM hakimiyetini amaçlıyan bir politika benimsemişlerdir. Bu politika
HUMEYNİ'ye kadar uzanır.
HUMEYNİ'nin, hikayesini daha sonra anlatacağımız HASAN
SABBAH gibi KUM kentinden çıkmış olması, acaba bir tesadüf müdür?..
28- MEZHEP ve TARİKAT kavramları sık sık karıştırılır.
ALEVİ-SÜNNİ meselesi bu kavramlar tam olarak anlaşılmadıkça çözülemez. Bu
araştırma da zaman zaman tereddüte düşülmesine rağmen, genelde aşağıdaki
anlamlarıyla kullanılmışlardır:
MEZHEP: Kökü HİZİP'tir... BÖLÜK, TARAFTAR anlamına gelir.
Ancak HİZİP aynı zamanda BÖLÜNME, FARKLILAŞMA, HASIMLAŞMA demektir. FIRKA,
PARTİ kelimeleri de aynı anlamlar taşır.
4 MEZHEP İMAMI'nın hiç biri kendi düşüncelerini bölünme,
farklılaşma amacıyla dile getirmemiş, hatta MEZHEP kurma gibi bir
faaliyette bulunmamışlardır. Onlar sadece İSLAM'ın KUR'AN ve HADİSLER'e
göre en üstün UYGULAMA'sını bulmaya çalışmışlardır. Hiç bir zaman kendi
görüşlerini diğerlerine baskın hale getirmek, DEĞİŞMEZ kılmak gibi bir
çaba içinde de olmamışlardır. Kaldı ki, İMAM ŞAFİ kendi görüşünü bile
değiştirmiş, BAĞDAT'ta kaleme aldığı. dile getirdiği fikirlerinden vazgeçmiş, "hiç kimse bunları
rivayet etmesin" diye vasiyette bulunmuştur.
Hal böyle iken, sonradan gelenler, bu farklılıkları
keskinleştirmek, dogmalaştırmak, hatta araya aşılmaz engeller koymak gibi
anlaşılmaz bir tavır takınmışlardır. Böylece ortaya MEZHEP dediğimiz,
KUR'AN âyetlerinin bazı tefsirlerini, PEYGAMBER'in HADİSLER'inden bazılarını diğerlerine
tercih ederek, ve kelime anlamı ile alıp toplumun uyması gereken kesin
kurallar koyan farklı sistemler çıkmıştır.
MEZHEP budur. Yani ŞERİAT'tır... Yani DİN'in dış
görünüşüdür... Gölge mızrak boyu ile ölçülür, zekat dirheme göredir,
vs.... Bunlar sonra metreye ve grama çevrilir. Aşırı MEZHEP taraftarı
olanlara göre insan HANEFİ ise herşeyi EBU HANİFE tarzı yapmak
durumundadır. ŞAFİ ise keza, sadece İMAM ŞAFİ'ye uyar...
TARİKAT: YOLLAR demektir... Doğruya ve HAK'ka oluşan
sonsuz yol olduğuna, hepsinin aslında ALLAH'a çıktığına inançtan
kaynaklanır. Buna göre KUR'AN ve HADİSLER'in bir ZAHİRİ (dış) bir de
BATINİ (iç) mânâsı vardır. BATINİ MÂNÂ daha önemlidir. Kişi eğer ŞERİAT'a
neden ulduğunu bilmeden uyuyorsa, bu o kadar makbul değildir, TAKLİT
sayılır. Yani maymun gibi, sadece belirli bir hareketi tekrarlamaktan
ibarettir. Halbuki TAHKİK'te olan kimse, o hareketi neden yaptığını
araştırmış, hakikatini kavramıştır.
TARİKAT ehli kimseyi bir YOL'a girmeye zorlamaz. DİN'de
ZOR olmadığı gibi MEZHEP'te de, TARİKAT'te de yoktur. BEKTAŞİ, MEVLEVİ,
RUFAİ tarikatlarının birbirinden farklı uygulamaları bu yüzdendir. Kimi
saz çalar, kime ney... kimi de vücuduna şiş batırır... Hiç biri diğerine kem
gözle bakmaz. Bakıyorsa, TARİKAT EHLİ değildir.
Şu halde TARİKAT, MEZHEP'le verilmeye çalışılan ŞERİAT'ın
içyüzü'nü, ÖZ'ünü, HAKİKAT'ini bulmaya yöneliktir.
Bizce başkaları tarafından kullanılan BATINİ MEZHEP,
BATINI TARİKAT ifadeleri doğru değildir, galattır. MEZHEB'in BATINİ'si
olmaz, TARİKAT'in de ZAHİRİ'si... MEZHEP, şekle ve kurala önem verdiği
için daima ZAHİRİ olmak durumundadır. TARİKAT de ÖZ'e, derin mânâya önem
vermiyorsa, yani ZAHİR'de kalıyorsa, zaten TARİKAT değildir!.. Gerçek
TARİKAT daima BATİNİ'dir. Onun için bazısına BATİNİ demek yanlış olur.
TARİKAT, MEZHEB'in, yani ŞERİAT'ın bir üst aşamasıdır.
Ancak şunu da açıkça belirtmek gerekir ki, bugün
toplumumuzda "tarikat" adı verilen MEZHEP'ten bile şekilci, kuralcı olan
pek çok uyduruk topluluk vardır. Bunlar ne idiğü belirsiz sahte şeyhlerin
etrafına toplanmış saf kişilerden oluşur. Hiç biri MANEVİ bir değer
taşımaz. Değil iç mânâya, dış kabuğa bile temas edemeden insanları oyalar
dururlar. Bir kısmı ACZİMENDİLER gibi terörist yetiştirirken, bir kısmı
ALİ KALKANCI insanları soğup soğana çevirir, kadınları kızları iğfal eder... bir kısmı da mevcut
şeyhlerini veya kurucularını putlaştırır. Bu tür "tarikat"ler İSLAM'a
yarar değil, zarar verir.
Bizim MEZHEP ve TARİKAT anlayışımıza gelince; biz
KUR'AN'ın insanı doğruya, iyiye, temize, helâle ve yüceliğe götürdüğüne
inanırız. Bu yüzden elbetteki her âyet, her ifade, hatta her kelime
birbirinden derin pek çok mânâ taşır. PEYGAMBERİMİZ bunları sözleri ve
hayat tarzı ile açıklamaya çalışmış, ancak her seviyedeki için ayrı bir
hitap tarzı kullanmıştır. Yani, ALİ'ye söylediği onun idrakine göre,
VELİ'ye söylediği onun anlayışına göre, CAHİL'e gösterdiği de onun
kavrayışına göredir.
İMAMLAR, MÜSLÜMANLAR'ı hata yapmaktan korumak için
genelde en geniş, en müsamahalı olanı değil de, en tedbirli olan ihtimali
seçmeye çalışmışlardır. Diğerini bırakmışlardır ama, dışlamamışlardır.
Mesela EBU HANİFE'ye göre bir damla kan abdesti bozar. İMAM ŞAFİ'ye göre
kan çizmeyi doldurmadıkça abdesti bozmaz... Çünkü PEYGAMBER, rahat
zamanında birincisini, savaş zamanında ikincisini uygulamıştır. Ne EBU
HANİFE, ne de ŞAFİ diğer ihtimali dışlamamışken; zamanızın işgüzarları
"olur mu öyle şey?" diyerek birinde çakılıp kalmışlardır. Ötekini günah
sayan bile vardır.
Biz MUHAMMED'in MEZHEBİ'ndeniz... İMAMLAR'a bir
itirazımız yok. Ama o günün icabı hangisiyse, onu uygularız. Kimseyi de
ötekini yaptı diye ayıplamayız. MEZHEB'i asla BÖLMEK için, AYIRMAK için
kullanmayız. Sadece MÜSLÜMANLAR'ın tereddüte düşmeden nerede nasıl
davranacaklarını bilmesi açısından yararlı olduğuna inanırız. MEZHEP'siz
İSLAM olmayacağını öne sürenlere de katılmayız. Buna dayanarak,
insanlara "Mezhepsiz!" diye hakaret edenlere acırız. Hz. MUHAMMED'in,
EBUBEKİR'in, ÖMER'in, OSMAN'ın, ALİ'nin mezhebi neydi?.. Onların MEZHEB'i
mi vardı?..
TARİKAT'a gelince; MEVLEVİ olup neyle kendinden geçmiş,
BEKTAŞİ olup meyden içmiş, sonunda MELÂMİLİK'te karar kılmışızdır. Yani
ŞEKLE önem vermeyiz. Cübbe giymez, sarık sarmazız. Gösteriş için oruç,
tutmaz, herkesin içinde kasılarak namaz kılmazız. İBADET'imiz de
KABAHAT'imiz de gizlidir. NAMERD zümrüt zebercet verse almayız, fakirin
kuru ekmeğini bölüşürüz. Makama, ünvana, paraya, şöhrete boyun eğmeyiz;
ama HAK ÂŞIĞI'nın önünde boynumuz kıldan incedir. Sahte şeyhler önümüzde
uçsa aldırmayız da, mazlumun iki damla gözyaşı gönlümüzü fetheder.
Dünyanın neresinde bir insan feryad etse, bizim ciğerimizi dağlar... Bizim
TARİKAT'ımız işte budur.
29- M.S.437 yılında ortaya çıkan MEZDEKİLİK dini İYİ-KÖTÜ gibi
zıtlıkların vurgulandığı, İKİLİK kavramının hakim olduğu bir inançtır.
Ayrıca insanların eşit bir şekilde yaşamalarını, kadınlar dahil her şeyin
ortak kullanılmasını öngörürdü. MEZDEKİLER bir süre sonra İRAN Hükümdarı
KUBAD'ı dahi kontrollerine alacak kadar güçlenmişler, fakat daha sonra
onun katliamına maruz kalmışlardır. MEZDEKİLİK yanında ZERDÜŞT inançları
da İRANLILAR'a sempatik gelirdi. KARMATİLİK bunların ikisinden de
etkilenmiştir.
30- Gizli biri tarikat olan KARMATİLİK ile İSMAİLİYE mezhebi
bir çok rumuz ve işarete sahipti. ABDULLAH ve KARMAT şeytani zekalarını
ile bu teşkilatı mükemmel bir HÜCRE sistemi üzerine kurmuşlardı. BATILILAR
bilhassa KARMATİLER'den çok etkilenmişlerdir. Hatta MASONLUK ve MAFYA (ki
ikisi birbirine çok benzer) HÜCRE teşkilatının onlardan alındığı söylenir.
Keza komünist ve terörist kuruluşlar da aynı HÜCRE sistemine sahiptir.
Zaten MAFYA da, MASONLUK da, KOMÜNİST örgütler de bu yüzden başa çıkılamaz
hale gelmişlerdir.
31- Bütün bu anlattığımız olaylara rağmen, çok açık olarak
ifade etmek isteriz ki; "Bütün ŞİİLER, bütün İSMAİLİLER, bütün FATIMİLER
yoldan çıkmıştır, kötüdür" demek istemiyoruz!..
Elbette ki, her toplulukta saflığını koruyan, HAK
yolundan ayrılmayan kişiler vardır. Bazen bunlar çoğunluğu teşkil eder.
Bizim kötü olarak nitelendirdiklerimiz baştakilerdir.
Onların hilelerini, artniyetlerini dile getirmeye çalışıyoruz.
Bu kişilerin ardından gidenlerin çoğu saf, körükörüne
inançlı, ALİ'ye bağlı kişilerdi. HAK'ka hizmet ettiklerini, ALİ'nin
hakkını savunduklarını düşünüyorlardı.
Ama baştakiler, yani İBNİ SEBE, MEYMUN, ABDULLAH,
ZİKRAVEH, KARMAT, BABEK ve benzerleri, onlar FİTNE'nin kaynağı idi.
Yine de niyetimiz İNANÇLAR'a küfretmek, bir grubu
diğerine şikayet etmek değil... Sadece bugünlere yansımış bazı yanlış
inanç ve davranışların köküne inmek, sebebini göstermektir amacımız...
32- AFRİKA'da, SAHRA ÇÖLÜ'nde yaşıyan ve TUAREKLER diye
bilinen bir kabile vardır. Bunların erkekleri siyah peçe ile dolaşır,
yemek yerken bile peçelerini açmazlar... Acaba bunlar ZİKRAVEH'ten
etkilenmiş olabilirler mi?
33- ÜBEYDULLAH sadece MEHDİ değil; aynı zamanda EMİR-ÜL
MÜMİNİN, yani HALİFE ilan edilmişti!.. Böylece ondan sonra gelen FATIMİ
hükümdarlar da kendilerini HALİFE saydılar...Yani BAĞDAT HALİFESİ'nin
yanısıra, ENDÜLÜS'e kaçıp orada hüküm süren ENDÜLÜS EMEVİLERİ
HALİFESİ'nden sonra şimdi bir de FATIMİ HALİFESİ ortaya çıkmıştı. ENDÜLÜS
EMEVİ hükümdarları 3. ABDULLAH'la birlikte HALİFE ünvanını kullanmaya
başlamışlardı.
Böylece 912 yılından 1031 yılına kadar İSLAM DÜNYASI'nda
ÜÇ ayrı HALİFE hüküm sürmüştür. Bu dönemden daha önce ve daha sonra ise
İKİ HALİFE vardı...
Yani HALİFELİK peşinde koşan ALEVİ ve ŞİİLER bilmeli ki,
FATIMİLER ile ALİ yanlısı olduğunu söyleyenlerin bir HALİFELİK makamı
olmuştur... Ama onlar da bu postu ALİ soyundan birine vermemişlerdir!..
34- Şimdi burada bir tuhaflık yok mu?.. ÜMEYYE
OĞULLARI'nın asırlardır güçlü olduğu, MUAVİYE'yi HALİFE yapacak kadar
kudret kazandığı, 12 İMAM'a, yani ŞİA'ya karşı HİLAFET'in savunulduğu
ŞAM'da; şimdi İSMAİLİLER, yani ŞİİLER, yani aslında EMEVİ zihniyetine
karşı olduğu bilinen kişiler hakim idi.
İşte biz bunu ŞEHİRLER arası mücadeleye bağlıyoruz. Tıpkı
MEDİNE'nin Hz. MUHAMMED'e ve MÜSLÜMANLAR'a kolay destek vermesinin
MEKKE'nin güçlü olmasına duyulan TEPKİ'den kaynaklanması gibi... Pek çok
DİN ALİMİ ve TARİHÇİ bu nokta üzerinde durmaz... Ama şurası bir gerçektir
ki, MEDİNELİLER'in, yani ENSAR kabilelerinin kolay MÜSLÜMAN olmasında,
İNANÇ'ın yanısıra MEKKE gibi güçlü olma arzusu da vardı... MEKKE
kabilelerinin ise son ana kadar direnmelerinin sebebi ellerindeki gücün
İSLAMİYET'le birlikte MEDİNE'ye kayma endişesi idi... Nitekim MEKKE'nin
fethinden sonra, en çok direnen EBU SÜFYAN ailesi bile MÜSLÜMAN olmuştur.
Başa dönersek, ABBASİLER'le birlikte HİLAFET merkezinin
BAĞDAT'a nakledilmesi ve bu suretle önemini kaybetmesi, ŞAM'ı MUHALEFET
saflarına itmişti... SÜNNİ sayılan BAĞDAT HALİFESİ'nin karşısına yine
SÜNNİ-EMEVİ yanlıları bu sefer Şİİ İSMAİLİLER'i destekliyerek çıkmışlardı.
Yani mesele ALEVİ-SÜNNİ meselesi değil; AİLE ve
HEMŞEHRİLİK davasıdır!
35- BATILILAR, HASAN SABBAH'tan çok etkilenmişlerdir.
Onun fedailerinin AFYON kullandıkları için HAŞHAŞİN denmesi, SUİKASTÇİ
kelimesinin BATI dillerine ASSASSIN olarak geçmesine sebep olmuştur!..
SUİKAST ise ASSASSINATION'dır.
Öte yandan bugün dahi pek çok TERÖR ÖRGÜTÜ'nün SUİKAST,
TERÖR ve UYUŞTURUCU ticaretini biri arada yürütmesi, PKK militanlarına
"eylem" öncesi uyuşturucu verilmesi hep HASAN SABBAH'tan mirastır.
Hemen belirtelim ki, MAFYA, ÇETE, UYUŞTURUCU, KADIN
TİCARETİ gibi toplumu derinden yaralıyan suçlar, bunları esas
tezgahlıyanların SERVETLER'ine EL KOYMA'dan önlenemez!.. Çünkü polis
zavallı piyonları yakalar, hapse atar, ama esas patronlar onları hapiste
besleyerek yeni piyonlar bulmakta zorlanmazlar.
Asıl patron yakalansa da, bir işe yaramaz... Hapishaneyi
küçük bir saraya çevirerek, müdüre savcıya kadar rüşvet dağıtarak beyler
gibi yaşar... hatta geceleri çıkıp alemlere katılır!.. Geçenlerde bir
MAFYA patronunun hapishanedeki bütün koğuşlara televizyon aldığı, 100
koyun kestirip mahkumlara ziyafet çektiği gazetelerde yazıldı,
televizyonda gösterildi. (1998)
Bunları yeryüzünden silmek lâzımdır. Adlarını,
vücutlarını, ve servetlerini ortadan kaldırmadan sorun bitmez!
İşte SELÇUKLULAR, HÜLAGU, AFŞİN, SELAHADDİN, HALDUN ve
OSMANLILAR., hatta ATATÜRK eşkiya ile böyle mücadele ederek masum halkın
huzurunu sağlamışlardır!
36- Aslında bu konuda en büyük vebal, SELÇUKLU BEYİ
RIDVAN'ındır... HAŞHAŞÎLER'in SURİYE'ye yerleşmesine izin vermiştir!..
Onlar da son derece muhkem ve stratejik olan MASYAF kalesini ele
geçirmişler, DEVLET'in ve MİLLET'in başına belâ olmuşlardır.
RIDVAN'ın böyle davranmasının bizce iki sebebi olabilir:
Ya kendisi de gizli HAŞHAŞÎ idi... Yahut ta onlardan biri menfaat
beklentisi içinde idi.