Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

ALİ HAYDAR BAŞVEREN'İN ARAŞTIRMA YAZISI


ALEVİ-SÜNNİ SÜRTÜŞMESİNİN İÇYÜZÜ

BEŞİNCİ KISIM

BİRİNCİ BÖLÜM: SELÇUKLU'NUN MİRASI OSMAN'IN

Selçuklu Devleti zayıflayıp İlhanlı hakimiyeti artınca Anadolu'da başına buyruk beylikler ortaya çıkmaya başlamıştı. Ancak Kayıların reisi Ertuğrul Gazi ve onun yerine aşiret reisliğine geçen Osman Gazi (1281 yılı) bağımsızlığı pek düşünmemiş, Bizans tekfurları ile olan mücadelelerini sürdürmüşlerdi. Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin, 1287 yılındaki başarıları üzerine Osman Gazi'ye hilat, sancak ve kılıç göndererek beylik vermişti. İlhanlı Gazan Han'ın son Selçuklu Sultanı Alaaddin'i Hamedan'a götürmesi ve yerine kimseyi tayin etmemesi ile Osmanlı Beyliği de kendi haline bırakılmış oldu. Bu arada Türkmen göçleri devam ediyor, bir kısmı da Osman Gazi'nin etrafında toplanıyordu. Bu Türkmen reislerinin ve diğer bazı beylerin isteğiyle Bilecik'te Oğuz Han töresine göre bir kurultay toplandı ve Osman Bey'e biat edildi. Hutbe onun adına okunmaya başladı.

Herkesin bildiği gibi, Osman Gazi, Şeyh Edebali'nin evinde misafirken bir rüya gördü. Göbeğinden bir ağaç çıkıyor, dalları üç kıtaya gölge yapıyordu. Bunun üzerine Şeyh kızını Osman'a verdi ve onun neslinin büyük bir imparatorluğun idaresini üstleneceğini müjdeledi. Şeyh Edebali bir Ahi reisiydi. Orhan Gazi de, 1. Murat da Ahi idiler. Osmanlıların ilk vezirlerinden Orhan'ın kardeşi Alaaddin Paşa ve Çandarlı Kara Halil de Ahi idiler.

Osman Gazi zamanında Bilecik, Yarhisar, İnegöl, Akhisar, Akyazı, Hendek ve aradaki diğer kaleler fethedilmişti. Osman Gazi, 1324 yılında Bursa'nın fethi sırasında vefat etti. Zaten bir süredir oğlu Orhan'a idareyi devretmişti. Öldüğünde 69 yaşındaydı. Kara Osman diye bilinirdi. Mala tamahı yoktu. Öldüğünde kılıcı, atı, bir çift çizmesi ve bir de misafirleri için elinde tuttuğu bir sürü koyunundan başka bir şeyi yoktu. Pek halim ve tatlı sözlü olup, hayatında gazap ettiği görülmemiştir. Alaaddin Paşa ve Orhan Gazi diye bilinen iki oğlu vardı. Alaaddin Paşa yaşça büyük olmasına rağmen ilme ve fenne düşkünlüğünden dolayı beyliği kabul etmemiş, ordu komutanlığı ile yetinmiştir. İki Kardeş devletin büyütülmesinde büyük hizmetler vermiştir.

Bursa'nın fethinde bir menkıbe de Geyikli Baba'nın bir geyik üstünde gelip Osmanlı askerine yardım ettiğidir. Onun ve Abdal Musa'nın tavsiyeleri üzerine o tarihe kadar dağınık birliklerden oluşan ordu nizama sokulmuş, devşirme usulü getirilmiştir. Bu yeni ordu Yeniçeriler diye bilinir ve kendilerini Hacı Bektaş'a bağlarlar. Halbuki Hacı Bektaş fani dünyadan, bu olaydan 50 yıl önce ayrılmış, ancak desteğini halifesi Abdal Musa aracılığıyla sürdürmüştür.

Alaaddin Paşa ile Orhan Gazi kanunlar koymuşlar, hassa ve tımar sistemini oluşturmuşlardır. Bu suretle Osmanlı ülkesinde toprak devletin, işletmesi de onu hak edenin oluyordu. Bu sistem son zamanlara kadar devam etmiştir. Osmanlı'da toprak 'alınır-satılır' bir matah değildi. Tıpkı ormanlar, nehirler, denizler, göller gibi ancak bütün halkın hizmetinde kullanılabilirdi.

Alaadin Paşa ölünce yerini, oğlu Süleyman Paşa aldı. Bu sefer amca-yeğen ülkeyi idare ettiler. Süleyman Paşa 40 kişiyi sallarla Rumeli'ne geçirip Gelibolu'yu zaptetti. 1357 yılında Tekirdağ'ı (aslı Tekfur dağı'dır) aldı. Bu değerli insan bir 1359'da attan düşüp vefat etmiştir. Yerine oğlu Murad geçti. Murad önce Ahi Türkmenlerin elinde olan Ankara'yı aldı. Lala Şahin Paşa'nın ordusu da 1360 yılında Edirne'yi fethetti. Avrupa'daki Bulgar, Sırp ve Arnavut devletleri bu fetih nedeniyle telaşlandılar. 60.000 kişilik bir ordu hazırladılar. Lala Şahin Paşa bir gece 4.000 kişiyle bu orduya baskın yapıp dağıttı. 1364 gerçekleştirilen bu savaş "Sırp Sındığı savaşı" olarak bilinir. Bundan sonra da Balkanlardaki fetih hareketleri sürdü. Bosna içlerini girildi. Nihayet Sırp Kralı sulh istemek zorunda kaldı.

Murad kızını Karamanoğullarına vermiş, oğlu Bayezıd'e de Germiyan Beyi'nin kızını almıştı. Bu suretle Anadolu beylikleri ile dostluğu sürdürmek istiyordu. Ancak Karamanlar Osmanlı ordusunun Rumeli'nde olduğu sırada, topraklarına saldırdılar. Bunun üzerine Murad seferden dönüp Konya'da Karamanoğlu Ali Bey'i fena halde yendi. Ancak daha sonra affetti.

Bu arada Rumeli Beylerbeyi Timurtaş Paşa'nın Bosna'da yenilip 15.000 şehit vermesinden cesaret alan Sırplar diğer devletlerin yardımıyla bir Haçlı Ordusu kurdular. 100.000 kişiden oluşan bu ordu ile 40.000 kişilik Osmanlı ordusu Kosova'da karşılaştı. Müthiş bir savaştan sonra Türkler galip geldi. Ancak Miloş Kabileviç adlı bir Sırp, Hakan'ın elini öpeceğini söyleyerek yanına yanaştı ve onu bıçaklayarak 1389 yılında şehit etti. Tıpkı Alparslan gibi I. Murad da harp sahasında bir anlık gafletin sonucu şehit düştü. (Bakınız: NOTLAR-5A , 1) Yerine, bu savaştaki ataklığı ve çabuk hareket etmesi nedeniyle "Yıldırım" adıyla anılan Bayezid geçti.

1. Murad 37 muhabere yapmış ve galip gelmişti. Türklerde büyük oğula Başa (Paşa) denildiği ve ilk olarak Alaaddin Paşa vezirlik yaptığından, Murad zamanından itibaren vezirlere "Paşa" denmiştir. Vezirler çoğalınca da "Vezir-i Azamlık" tahsis edilmiştir.

İKİNCİ BÖLÜM: YILDIRIM BAYEZİD DÖNEMİ KISA BİR BAKIŞ

37 muharebe yapıp hepsini kazanmış olan Sultan 1. Murad-ı Hüdavendigar'ın Kosova meydanında şehit olmasından hemen sonra tahta Bayezid geçti. (1389) Bayezid'in ilk işi henüz düşman kovalamakta olan büyük kardeşi Yakub'u tutturup boğdurması olmuştur. (Bakınız: NOTLAR-5A, 2)

Bayezid ilk önce Anadolu'ya yönelip karışıklıkları çözdü. Aydın, Saruhan, Menteşe, Teke, Germiyan beyliklerini ortadan kaldırdı. Karamanoğlu'nun üzerine yürüyüp ülkesini zaptetti, Mehmet Bey'i esir aldı. Kadı Burhaneddin'den Kayseri, Sivas ve Tokat'ı aldı. Bizanslıların Anadolu'daki tek kalesi Alaşehir'i (Philadelfiya) ele geçirdi. Böylece İstanbul hariç, Tuna'dan Sinop'a kadar olan arazi tek bir ülke oldu, tek bir devlet haline geldi.

Sonra batıya yöneldi. Selanik'i alıp İstanbul'u muhasara etti. Telaşlanan hıristiyanlar l00.000 kişilik bir Haçlı ordusu meydana getirdiler ve Niğbolu'ya kadar olan yerleri zaptettiler. Niğbolu kalesi kumandanı Doğan Bey çok sıkışmışken, Bayezid yıldırım gibi yetişti ve Haçlı ordusu hatlarından geçip kale önlerinde "Bre Doğan!.. Bre Doğan!" diye seslenerek dayanmasını emretti.

Haçlılar savaştan önce ellerindeki bütün müslüman esirleri Türklerin gözü önünde kestiler. Çetin bir muharebe oldu. Ancak galibiyet Türklerde kaldı. Macar kralı zor kaçtı. Fransa Kralının yeğeni Never Kontu Korkusuz Jan esir düştü. Yıldırım l0.000 esiri idama hazırlanırken vezirleri şefaat ettiler, vazgeçti. (1396)

Bu zafer üzerine Mısır'daki Abbasi halifesi Yıldırım Bayezid'e bir tebrik mektubu yazdı ve kendisine SULTAN-I İKLİM-İ RUM ünvanını verdi. "Rum Diyarının Sultanı" anlamına gelen bu deyim, aslında çok daha büyük şeyler ifade etmekteydi. Eski Roma İmparatorluğu'nun gerçek sahibinin artık Türkler olduğu anlamına geliyordu. Bu ünvanı bundan sonraki padişahlar da kullanmış, Osmanlı sultanları dışarda bu adla tanınmıştı.

Zaferden sonra Yıldırım Bayezid tekrar İstanbul üzerine yürüdü. Şehri kontrol altına almak için Anadolu Hisarı'nı yaptırdı. Bu sırada Timur Gürcistan'da bulunuyordu. (1401) Timur'dan kaçan beyler Yıldırım'a, Yıldırım'ın yendiği beyler de Timur'a sığınmıştı. Timur ayrıca Batılı hıristiyan devletlerle de ittifak kurmuştu. (Bakınız: NOTLAR-5A, 3)

Neticede Yıldırım İstanbul muhasarasını kaldırıp Timur'la savaşmak zorunda kaldı ve yenildi. Esir düştü, zelil oldu. (Bakınız: NOTLAR-5A, 4)

Halbuki Yıldırım'ın amacı İstanbul'dan sonra Roma üzerine yürümekti. Bunu da Sen Piyer kilisesinin vaftiz kurnalarında atını sulamak için istemiyordu tabii. Amacı Avrupa'yı Papa'nın etkisinden ve İslam dünyasını Haçlı saldırısından kurtarmaktı.

Eğer Roma'nın fethi gerçekleşseydi, Avrupa'da din savaşları olmayacağı gibi, Endülüs de elden çıkmıyacaktı. Müslümanlar ve hıristiyanlar Osmanlı Devleti'nin himayesinde barış içinde yaşıyacaklardı. Bu hedef daha sonra Türkler arasında KIZILELMA efsanesine dönüştü ve asırlarca canlılığını kaybetmeden yaşadı. (Bakınız: NOTLAR-5A, 5)

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: TARİH ANLAYIŞIMIZ NASIL OLMALIDIR?

Nedense tarihçilerimiz olaylara bir tuhaf bakarlar. Pek çoğu değerlendirmelerini, kendilerini Selçuklulardan önceki Türklere yabancı sayarak yaparlar.

Bunların arasında Doğan Avcıoğlu gibi Türkiye Cumhuriyeti'den başkasını Türk Devleti saymıyanlar da vardır. Sayanlar da, Anadolu Türklerinin geçmişini Selçuklulara kadar götürür, ondan öncekileri "bir göç olayı etrafında cereyan eden ve bizimle pek alakası olmayan gelişmeler" olarak görürler. Hele Anadolu'ya bir kere Türkleri yerleştirdiler mi; Asya'da ve Avrupa'da kalan Türklerin başından geçenleri, kurdukları devletleri, çektikleri mezalimi, Amerika-Avrupa tarihi kadar bile dile getirmezler.(Bakınız: NOTLAR-5A, 6)

Yine bu kişiler Selçuklular gerilemeye başlayınca Osmanlı'nın devralmasını adeta sevinçle karşılar ve Osmanlı adına Selçuklu'yu kötülemeye başlarlar. Bir müddet sonra Osmanlı Devleti çokmeye yüz tutunca, bu sefer Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak, neredeyse Osmanlı düşmanı kesilirler.

Yani, pek çok tarihçinin geçmişimizi ele alışı duygusaldır. Kendini en son devletle bütünleştirip ötekinden uzaklaşan, tuhaf bir tavır içindedirler. Bu tutumun hiç fayda sağlamadığı, geçmişe hiç ışık tutamadığı ise ortadadır.

Tarihte hangi Türkleri benimsediğimiz, hangilerini önemsemediğimiz tartışması, yarattığı problem bir yana; Cumhurbaşkanlığı Forsu da 16 yıldızla 16 Türk devletini kabullendiğini, diğerlerini pek mühim saymadığını gösteren bir tavırla ortaya çıkar. Hem de en üst makamın sembolü olarak!...

Üstelik bütün bunlar Atatürkçülük adı altında yapılır!.. Halbuki Atatürk okullar için bizzat ilgilenerek hazırlattığı 3 ciltlik Tarih kitabında Türkleri ihmal şöyle dursun, Türklerin dünya tarihindeki yerini dosta düşmana duyuracak şekilde vurgulamıştı. Atatürk'ün vefatı ile bu yaklaşım terkedilmiş, ancak zaman onun haklı olduğunu ortaya koymuştur.

Gerçek şu ki, Türkleri sadece Selçuklu-Osmanlı-Türkiye Cumhuriyeti zinciri içinde ele almak; mevcut devletimizi yüceltmek için geçmişe küfretmek; Misak-ı Milli derken, çok yakın bir tarihte sınırlarımız dışında bırakmak zorunda kaldığımız Türkleri tamamen unutmak; ve neye yaradığı belli olmayan İnkilab Tarihi adında tarihler icat etmek; Devlet'in yerleşmiş bir tarih anlayışı olmadığının en bariz delilidir.

Bu tutumun, son yıllarda Sovyetler Birliği'nin parçalanması ve Avrupa'nın karışması sonucu ortaya çıkan durum karşısında, bizi nasıl hazırlıksız ve ne yapacağını bilmez bir halde yakaladığı ise, hepimizin malumudur.

Öyleyse, bizim tarih anlayışımız ne olmalıdır?...

Bu sorunun cevabını vermeden önce, bazı millet ve devletlere bir göz atmakta fayda var.

Çin, dünyanın en kalabalık ülkesi olmasına rağmen, tabii sınırlarının dışına pek taşmamış bir milleti barındırır. Çinliler etrafa pek yayılmamışlardır ama, kendileri pek çok istilaya uğramıştır. İşte bu yözdendir ki, ÇİN TARİHİ, Çinde hüküm sürmüş SÜLALELER TARİHİ'dir.

Yine, kısa süreli sömürgeciliğini bir kenara koyarsak, tabii sınırlarını pek aşmamış olan FRANSIZLARIN TARİHİ de, Fransa'daki REJİMLER TARİHİ olarak karşımıza çıkar.

Görüldüğü gibi, her milletin tarihi kendine has bir özellik taşır.

Türklere gelince, dünyada son 10.000 yıl içinde gitmediği kıta, devlet kurmadığı yer kalmamış olan bu ırkın tarihi, acaba ne olmalıdır?...

Selçuklu-Osmanlı sülale tarihidir... İnkılab Tarihi, 70 yıllık bir rejim tarihidir. Bunlar Türk'ü de, Türk yurdunu da, Türk'ün tarihini de incelemeye yetmez!..

Türkler doğuda Pasifik Okyanusu'ndan batıda Baltık Denizi'ne, kuzeyde Arktik Okyanusu'ndan güneyde Hint Okyanusu'na kadar yayılmışlar; bazı araştırmalara göre de Bering Boğazı'ndan Amerika kıtalarına geçmişlerdir!.. Sümerce'den Kızılderili lehçelerine kadar pek çok dilin Türkçe ile akraba olması bir yana; halen 20'si yazı dili olmak üzere 24 Türk lehçesi Asya ve Avrupa'da kullanımaktadır!.. Sümer çivi yazısından Latin alfabesine kadar 10'dan fazla yazı çeşidi kullanmışlardır!.. Şamanizm'den İslamiyet'e kadar 6 büyük dine bağlanmışlardır!.. Çekik gözlü-sarı benizli Türklerden, sarışın-mavi gözlüye kadar, zenci hariç, her ten ve her tonda Türk vardır!..

Prof. Jean Paul Reux, işin içinden çıkamadığını şu sözleri ile ifade etmek zorunda kalmıştır:

"_Türkler anlaşılan manada bir IRK değil, çünkü pek çok tipleme var. Anlaşılan manada bir ULUS değil, çünkü aynı mekanı paylaşmıyor, çok geniş bir coğrafyaya yayılıyor. Özellikte geçmişte DİN birliği de yok. Müslüman, Budist, Yahudi, Hıristiyan ve elbette Şamanist Türkler var. Türklerin bütünlüğünü belirleyici iki öğe var: DİL ve MANTIK YAPISI!.."

Aslında Türkçe bilmediği halde kendini Türk sayan Bosna-Hersekli, Makedonyalı, Kafkasyalılar da var. Yani aslında dil dahi önemli değildir. Dünyanın dört yanındaki Türkleri birbirine bağlıyan en önemli bağ HİS ve MANTIK YAPILARI'dır.(Bakınız: NOTLAR-5A, 7)

Kısacası Türkler, eşi benzeri olmayan, dünyanın en yaygın, en cok devlet kurmuş milletidir!..

Şu halde, TÜRK TARİHİ, bu anlamdaki TÜRK MİLLETİ'NİN TARİHİ OLMALIDIR!..Türk nereye gitmişse, o yerin tarihi; hangi devleti kurmuşsa, onun tarihi olmalıdır!..

İster kronolojik sırayla incelensin, ister coğrafi bölgelere göre ele alınsın, değişmez. Yeter ki, bölünmesin!.. Yeter ki, bazıları unutulmasın, çıkartılmasın, küçümsenmesin!..

Türk öyle bir millettir ki, şöyle bir göz gezdirdiğimiz bazı beyliklerin tarihi dahi, bugünkü Amerika Birleşik Devletleri'nin tarihinden daha kapsamlıdır. Daha uzun ömürlüdür. (Bakınız: BEYLİKLER TARİHİ )

Gerçek Türk Tarihi ancak bu suretle meydana çıkarılabilir. Ancak bu şekilde Türk'ün geçmişi öğrenilebilir. Ancak böyle şimdiki gelişmeler anlaşılabilir ve gelecekte Türk'ün oynıyabileceği rol üzerinde fikir sahibi olunabilir. Tarih ilminin sebeb-i mevcudiyeti de zaten budur!..

  • ÖNEMLİ SAYFALAR: TİMUR DEVLETİ , NOTLAR - 5A , İSLAM'A FESAT KATANLAR , ORTAASYA TÜRKLERİ'NİN MÜSLÜMAN OLUŞU , SİTEMİZDEKİ SAYFALAR