Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

ALİ HAYDAR BAŞVEREN'İN ARAŞTIRMA YAZISI


ALEVİ-SÜNNİ SÜRTÜŞMESİNİN İÇYÜZÜ

ALTINCI KISIM

SEKİZİNCİ BÖLÜM: ALEVİ DEDELERİ NEREDEN GELDİ?

Şah İsmail Diyarbakır'dan kolay vazgeçmedi. Ancak İdris-i Bitlisi, Kürt boyundan beyler ve 10.000 gönüllü ile Diyarbakır'ı savunan beylere yardıma gitti. (Bakınız: NOTLAR - 6A, 16) Daha sonra da Kürt Beyleri ile Osmanlılar arasında anlaşma sağlayarak Urmiye, Itak, İmadiye, Cizre, Eğil, Bitlis, Hizran, Gurzan, Palu, Siirt, Hasankeyf gibi 25 mıntıkanın Osmanlı ülkesine katılmasını sağladı. Bu beylere bölgelerini eskisi gibi idare etme hakkı verildi. Dağlı olduğu için kontrole girmesi zor bu halkın yaşadığı yerlere de ilk defa Kürdistan diyen Yavuz oldu.

Ancak Yavuz Sultan Selim, bu bölgeyi henüz kendine bağlanmış bu beylere ve halkına tamamen bırakmak istemedi. Anadolu'dan pek çok Türkmen aşiretini Doğu Anadolu'ya naklettirdi. Aydın, Konya, Karaman, Ankara, Kayseri, Teke gibi bölgelerden Milan, Berazan, Cibran, Hasenan, Celali aşiretlerini Muş, Varto, Viranşehir, Patnos, Ağrı, Van dolaylarına yerleştirerek, Şii İran'a karşı bir cephe oluşturmak istedi. Ayrıca DAĞLI GÖÇEBE olan bu Kürt boyu aşiretler ile OVA GÖÇEBELERİ olan Türkmen aşiretlerini kaynaştırmak istemişti.

Nakledilenler arasında Bursa, Söğüt'ten göçürülen KARAKEÇİLİ aşireti de vardı ki, Anadolu'ya Kayı boyu ile birlikte gelmişti. Son zamanlara kadar da o günkü Türkmen niteliğini korumuş bir aşirettir.

Ancak bu gelen aşiretlerin arasında ŞEYH BEDREDDİN'in müridi DEDE SULTAN'a (Börklüce Mustafa) bağlanmış olanların torunları da vardı. Bunlar alevi mizaçlı ve son derece temiz, dürüst kişilerdi. Börklüce'den kalma bir âdetle, tarikat liderlerini DEDE diye anıyorlardı. İşte Anadolu Aleviliğindeki DEDELİK müessesesi bu suretle, BATIDAN DOĞUYA intikal etti. Batı Anadolu ve Rumeli'de "BABA" lâkabı devam ederken, doğu ve güneydoğuda "DEDE"ler ve Şah İsmail'in etkisiyle "soydan gelme Alevilik" hâkim oldu.

Bölge dağlık ve engebeli olduğu için ve Kanuni'den sonra başlıyan Celali isyanları ve ilgisizlik yüzünden, bir müddet sonra bu Türkmen aşiretlerinin Batı Anadolu ile irtibatları kesildi. Mahalli Kürt boyu aşiretleri kendilerine benzeteceklerine, kendileri onlar arasında kayboldular ve bugünün "Kürt" diye bilinen vatandaşlarımızın çoğunluğunu oluşturdular.

İkinci bir kötü gelişme olarak da, Türkmen aşiretleri oradaki dağlı aşiretler gibi eğitimsiz kaldılar... Başta tutarlı olan inanç sistemleri, bölgedeki çeşitli diğer inançlar ile dejenere oldu, hurafeler gerçeklerin yerini aldı. Böylece Doğu Anadolu Aleviliği, Orta Anadolu Aleviliği ve Rumeli Bektaşiliğinden önemli derecede ayrıldı. 2. Mahmud döneminde ise büsbütün bozuldu. Bölgede "Kürt" isyanları başladı.. Bunu da ilerde teferruatıyla anlatacağız.

Öte yandan Ahmed'in oğlu Murad'ın zulmünden, Yavuz'un gazabından kaçan Sivas-Tokat-Çorum-Amasya Alevileri Tunceli (Dersim) dağlarına sığındılar. Onlar da orada ayrı bir grup halinde yayılıp çoğaldılar. Onlar da DEDELİK sistemini benimsediler. Son zamanlara kadar da Şafi mezhebine bağlı Kürt asıllılarla asla bağdaşamadılar... Ancak 1970'lerden sonraki siyasi sol cereyanlar, bu iki grubu yeni bir "Kürt isyanı" için bir araya getirmeye çalıştı... Bir ölçüde birbirine yakınlaştırdıysa da, Dersimliler hep kendilerini diğer Kürt bilinen gruplardan ayrı tutarlar.

Dersimliler aslen ve her bakımdan Türk'tür. Sadece geçmişte çektikleri sıkıntıların etkisinden kurtulamamışlar ve hep farklı davranmışlardır. Bu yüzden de 1938'de Hatay meselesi alevlendiğinde İngilizlere âlet olmuş, bir sıkıntı daha yaşamışlardır. Bir başka sıkıntı da, tehçire tâbi olmamak için müslüman görünen Ermeniler'in zamanla kendilerini bölgede "kürt-alevi" olarak tanıtmalarıdır. Bölgedeki bölücü faaliyetlere hep bunlar önderlik ederler. PKK terör örgütünün ileri gelenlir ve çoğu mensubu bu Ermeni kökenli, kürt maskeli cânilerden oluşur.

Böylece doğu ve güneydoğu Anadolu'da Güran, Zaza, Dersimli diye bilinen pek çok farklı grup oluştu ki, bunların aslını Harzemşah ile Türkmen boyları oluşturur. BU İNSANLARA "KÜRT" DEMEK YANLIŞTIR. Belki KÜRTÇE KONUŞANLAR denebilir, ama o da doğru olmaz. Bu kişiler karıştıkları çeşitli Kürt aşiretleri ile birlikte, birbirlerinin bile anlamadıkları, ama "Kürtçe" denilen pek çok "ağız" geliştirmişlerdir. Terörist Apo bile kamplarında anlaşabilmek için ortak dil olarak TÜRKÇE kullanır!.. (Bakınız: NOTLAR - 6A, 17)

DOKUZUNCU BÖLÜM HİLAFET TÜRKLERE GEÇİYOR!

Yavuz Sultan Selim'in diğer padişahlardan bir farkı vardı. 200 yıllık Osmanlı Devleti'nin büyük fetihlerinin Batı'da, Avrupa'da olmasından dolayı ülkenin gayrımüslim nüfusu çok artmıştı. Buna bir de vebadan, engizisyondan kaçanlar, ticaret ve sanat için gelenler eklenince, gelecek için endişe verici bir tablo ortaya çıkıyordu. Eğer ülkenin müslüman nüfusu kısa zamanda arttrılmazsa, Osmanlı ülkesi bir Hıristiyan diyarı olacaktı!..

İşte bunun için, Yavuz Sultan Selim kendinden önceki padişahlardan farklı olarak hep Doğu'ya, İslam ülkelerine yönelmiştir... Bunun sonucunda hem ülkedeki müslüman nüfus artmış, hem ülkenin arkası güvene alınmış, hem de birbirleriyle savaşan müslüman devletlerin sayısı asgariye indirilmiştir. Yavuz'un bu konudaki hizmeti gerçekten çok büyüktür.

Bu cümleden olmak üzere Çaldıran zaferinden sonra Mısır seferini aklına koyan Yavuz, Memlük Sultanı Kansu Gavri'yi kuşkulandırmamak için ona mektuplar yazdı. Bu mektuplarda "Sultan benim babamdır, benimle Şah İsmail arasına girmesin," diyordu. Ancak casusları vasıtasıyla İran üzerine yürüdüğü takdirde, Memlüklerin kendisine arkadan saldıracağı haberini almıştı. Bunun üzerine Memlük beylerine ve halifeye çeşitli hediyeler göndererek Safevilerle anlaşmalarını önledi.

Sonra Vezir-i Azam Hadım Sinan Paşa'yı Diyarbakır'a doğru gönderdi, Paşa, Memlüklerden Fırat'ı geçme izni istedi, vermediler. (1516) (O tarihte Memlük Devleti ta Güneydoğu Anadolu'ya uzanıyordu.) Kansu Gavri de 50.000 kişilik bir ordu ile Haleb'e doğru yola çıktı. Yanında Şehzade Ahmed'in oğlu Kasım vardı. Gerekirse onu Osmanlı Sultanı ilan edecekti. Yavuz'un gönderdiği elçileri hapsetti. Yavuz da onun gönderdiği Moğolbay'ı önce hapsetti, sonra da "Merc-i Dabık'da karşıma çıksın," diyerek Kansu Gavri'ye geri yolladı.

Kansu Gavri de yanına Halifeyi de alarak Haleb'den Merc-i Dabık'a geçti. İki ordu 24 Ağustos 1516'da karşı karşıya geldiler. Kansu Gavri mağlup oldu, kendisine nüzul indi ve öldü. 84 yaşında idi. Aslında kötü huylu ve merhametsiz biri idi. 15 yıllık saltanatı, halka eziyetle geçmişti.

Osmanlı kuvvetleri bütün Mısır ordugâhını ele geçirdiler. Haleb'i, Şam'ı aldılar. Yavuz Suriye'ye kendi sancakbeylerini tayin etti. Dürzilerin memnun olması, ayaklanmaması için de Dürzü Maaroğlu'na sancakbeyliği verdi. (DÜRZÜLER için bakınız: İSLAM'A FESAT KATANLAR Bölümü)

Bu zaferle Suriye, Elcezire, Kilikya ve Filistin Osmanlıların eline geçti. Yavuz hemen Mısır üzerine yürümedi, önce bu bölgelerde kendi teşkilatını kurdu.

Mısır'a kaçan Memlükler kendilerine, istemediği halde Tomanbay'ı sultan seçmişlerdi. Yavuz Tomanbay'a bir mektup göndererek, "kendisinin alınır satılır bir köle olduğunu, saltanata lâyık olmadığını, ancak Osmanlı'ya tâbi olursa mevkiini koruyacağını" bildirdi.
(Bakınız: NOTLAR - 6A, 18)

Mısır beyleri Yavuz'un da Cengiz ve Timur gibi Filistin'den döneceğini, Sina çölüne girmeye cesaret edemiyeceğini sanıyorlardı. Ancak ilahi bir lutuf sonucu, yağmur yağdı ve Yavuz susuzluk çekmeden ordusunu çölden geçirdi, Ridaniye'ye geldi.

Tomanbay Avrupalılardan top temin etmiş, 50.000 kadar askerle de Ridaniye cephesini tahkim etmişti. Sağında El Mukattan dağı, solunda Nil nehri vardı. Osmanlı ordusu cepheyi yarsa bile, büyük zayiat verecekti.

Yavuz tanımadığı bir arazide olduğu için etrafı tetkik etttirdi, Tomanbay'ın tertibini farketti. Gece dağın ardına dolaştı ve sabah Tomanbay'ın ordusuna güneydoğudan hucüm etti.
(Bakınız: NOTLAR - 6A, 19)

Harp iki gün sürdü. Memlükler gaafil avlanmışlar, toplarını kullanamamışlardı. Bir ara Tomanbay Osmanlı ordusunun merkezine saldırıp, Yavuz'u yakalamaya teşebbüs ettiyse de, merkezde Sinan Paşa vardı, Yavuz dağın ardında idi. Sinan Paşa bu saldırıda şehit düştü. Tomanbay da toplarını bırakıp kaçtı... Yavuz "Mısır'ı aldık ama, Sinan'ı kaybettik," diyerek sevgili vezirine verdiği değeri göstermiştir.

Yavuz Kahire'ye girdi gezdi ama, güvenli bulmadığı için orada kalmadı. Yine de Tomanbay bir gece 10.000 kişi ile Osmanlı ordugahına saldırdı, ancak başarılı olamadı. Ardından Kahire önüne hendekler kazdırdı ama Yunus Paşa yeniçerilerle şehre girdi. Sokak savaşları üç gün sürdü, kadınlar bile Mısır askerlerine yardım etti. Osmanlıların galib geleceği belli olunca, Tomanbay kadın kılığında şehirden kaçtı. Etrafına topladığı 3.000 kişi ile son bir teşebbüste bulunduysa da yakalandı.

Yavuz Sultan Selim Tomanbay'ın cesaret ve kahramanlığını takdir ediyordu. Kahire halkı da kendisini çok seviyordu. Ne var ki, böyle bir düşmanı arkada bırakmak tehlikeli olacağı için, 17 gün sonra Tomanbay'ı idam ettirdi. Cesedi üç gün asılı kaldı, halk öldüğüne ancak inandı.

Yavuz bundan sonra 8 ay Mısır'da kaldı, gerekli ıslahatı yaptı. Bu arada Mekke ve Medine emirleri gelip tabiyetlerini bildirdiler. Sonra Yavuz Abbasi Halifesi 3. Mütevekkil ile Mısır ileri gelenlerin oğullarını, sanatkârları, âlimleri ve bazı eserleri deniz yoluyla İstanbul'a gönderdi. Yavuz İstanbul'a dönünce de, Mütevekkil halifeliği Yavuz'a devretti. Kendine emanet edilen mallar ile sefahata daldığından bir müddet sonra Yedikule'ye hapsedildi, ancak Sultan Süleyman zamanında çıkarılıp Mısır'a gönderildi.

Böylece İran Azerbeycan'ı, Güneydoğu Anadolu, Suriye, Irak, Filistin, Arabistan ve Mısır, ta Sudan'a kadar Osmanlı Devleti'ne katıldı. Şah İsmail ve Tomanbay'ın hazinesiyle devlet zenginleşti. Müslümanların fiili liderliği Türklere geçti. İslam dünyasındaki bölük pörçüklük ortadan kalktı. Osmanlı Devleti'ndeki müslüman nüfus arttı... Yavuz bu konuya o kadar önem veriyordu ki, bir ara gayrımüslimlerin "ya müslüman olmalarını, ya da ülkeyi terketmelerini" ferman edecek kadar ileri gitmiş, ancak devlet ricalinin ve ülemanın ısrarı ile vazgeçmişti.

Yavuz Sultan Selim âlim ve mutasavvıftı. Şam'da iken vahdet-i vücut felsefesinin Anadolu'da yayılmasını sağlıyanlardan Muhittin-i Arabi'nin kabrini buldurmuş, türbe ve imaret yaptırmıştır. (Bakınız: NOTLAR - 6A, 20)

Kızılbaş isyanları bundan sonra da devam etti... 1518 senesinde Amasya'nın Turhal kasabasında Bozok Türkmenlerinden Celal adında tımar sahibi biri Mendilik davası ile ayaklandı ve etrafına 20.000 kişi topladı. Tokad'ı aldı. Şah İsmail'e güvenerek İran'a doğru ilerlerken, Elbistan valisi Şehsuvarzade tarafında Erzincan yakınlarında yakalanıp öldürüldü, adamları da tarumar edildi.

Yavuz Sultan Selim 1520 yılında yeni bir sefere ve muhtemelen denizden Batı'ya, belki de Rodos ve daha sonra Roma'yı fethe hazırlanırken, sırtında çıkan bir çıban yüzünden 51 yaşında vefat etti.

  • ÖNEMLİ SAYFALAR: TAKDİR-İ İLAHİ'NİN TERCİHİ YAVUZ'DAN YANA İDİ! , NOTLAR - 6A , HİLAFET VE İMAMET , 12 İMAM DÖNEMİ , İSLAM'A FESAT KATANLAR , SAYFALAR