Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

ALİ HAYDAR BAŞVEREN'İN ARAŞTIRMA YAZISI


ALEVİ-SÜNNİ SÜRTÜŞMESİNİN İÇYÜZÜ

ALTINCI KISIM

ONUNCU BÖLÜM: ANADOLU TÜRKMENİ NEDEN ŞAH İSMAİL'E MEYLETTİ??

Bu arada üzerinde durulması gereken bir husus Anadolu Türkmenlerinin neden Şah İsmail'e meylettikleridir.

Çoğu kişi sathi düşünerek bunu Yavuz'un Sünni, Şah İsmail'in Alevi olmasına bağlar.

Halbuki doğuda Şah İsmail henüz ortaya çıkmış iken, İstanbul'da BALIM SULTAN Bektaşiliğe yeni bir yön veriyor ve dönemin padişahı 2. Bayezid bu tarikata giriyordu!...

Padişah aynı zamanda Hacı Bektaş'ın piri olduğu Yeniçeri teşkilatının da "1" numaralı neferi sayılıyordu!..

Bu durum Yavuz için de geçerli idi.

Diğer yandan Şah İsmail:

Gece gündüz hayaline dönerim
Bir gece rüyama gir Hacı Bektaş
Günahkarım, günahımdan bezerim
Özüm dara çektim, sor Hacı Bektaş

diye şiirler yazıyordu. Yani hem BEKTAŞİ, hem de öz-be-öz TÜRK idi! HATAYİ mahlaslı şiirleri hâlâ Aleviler arasında okunur... Çünkü onun Türkçesi, Yavuz'unkinden daha sadedir.

Yani Çaldıran'da iki TÜRK ve BEKTAŞİ hükümdar karşı karşıya gelmiş ve savaşmıştı!..

Öyleyse bu iki BEKTAŞİ TÜRK hükümdar çarpışırken, aslında YAVUZ'a tâbi Anadolu Türkmenleri neden Şah İsmail'e meyletmişlerdi?..

Bu sorunun cevabını büyük düşünür ZİYA GÖKALP vermektedir:

- "Osmanlı Devleti, eski TÜRK FEDERASYONU'nun bazı esaslarını muhafaza etmiş bir ümmetten ibarettir." (Bakınız: NOTLAR 6A, 21)

- "Osmanlılar ümmet esasına dayanan bir devlet kurdukları için AŞİRET ve soylu sınıf teşkilatlarını bozarak BOY BEYLERİ yerine ENDERUN'dan çıkma sancak beylerini koydular."

-"SAFEVİ DEVLETİ ise, tam tersine TÜRKMENLER'e eski AŞİRET ve soylu sınıf teşkilatının muhafaza edileceğini vaad ederek (eski TÜRK) KONFEDERASYON teşkilatına döndü."

- "Her aşiretin ırsî bir hanı bulunan bu teşkilatta, ŞAH bir HANLAR HANI'ndan ibaret oldu."
(Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri sf. 59-60)

İşte bu son derece basit ama aynı zamanda son derece doğru açıklama, özellikle Asya'dan Timur'un önü sıra göç etmiş ve henüz eski âdetlerini sürdürmekte olan Doğu Anadolu Türkmenleri üzerindeki etkiyi anlamamızı sağlıyor....

Osmanlı Devleti sürekli Anadolu'ya göçeden Türkmen aşiretlerinin yapısını bozarak onları yerleşik halkla kaynaştırmaya çalışıyordu. Bu radikal değişiklik te Türkmenleri rahatsız etmiş, onların eski sistemlerini korumalarına izin veren Türk hükümdar Şah İsmail'e yakınlaştırmıştır.

Ziya Gökalp'in açıklaması ayrıca Yavuz'un davranışını da izah ediyor... Yavuz açısından, uzun süre önce fethedilmiş OSMANLI topraklarında yaşıyan Türkmenler için yapılacak fazla bir şey yoktur ama; Mısır Türk Kölemen Devleti'nden yeni alınan topraklardaki Kürt aşiretlerini kontrol altında tutmak için Şah İsmail'in politikası uygulanıyor. Onların Türkmenlerinkine çok benziyen aşiret sistemlerine dokunulmuyor...

Bu uygulama Kürtler'i rahat ettirmiştir ama, Türkmenler açısından istenmiyen bir durum yaratmıştır.

Doğuki Kürt aşiretleri Türkleştirmesi beklenirken; oraya göçürülen Türkmen aşiretleri Kürtleşmişlerdir.

Neden?...

Ziya Gökalp'ın açıklamaları bu konuya da ışık tutuyor...

Türkmen aşiretleri her ne kadar eski TÜRK FEDERASYON sistemini uzun süre önce terketmişlerse de, tam olarak unutmamışlardır... (Bakınız: NOTLAR 6A, 22) Doğuya göçünce serbest aşiret düzeninin Kürtlere tanındığını görmüşler, bu haktan kendileri de yararlanmak istemişlerdir. Bu yüzden onlara benzemeye çalışmışlardır.

Ama Devlet Türkmenler'e, Kürtler'e olduğu kadar müsamahakâr davranmamıştır... Onlar da her fırsatta direnmişlerdir.

Böylece doğudaki sürtüşme, iddia edildiği gibi Kürtlerle Osmanlılar arasında değil; Kürtler gibi el üstünde tutulmayan Türkmenler ile Osmanlı arasında sürüp gitmiştir.

İşte Dersim'in TÜRK kökenli halkının isyanının ve dik başlılığının altında bu gerçekleşmemiş 500 yıllık beklenti yatar!.. Dersimliler (Tunceli) kendilerini hakkı yenmiş, ihmal edilmiş görür. "Niye Kürtler'e tanınan haklar bize de tanınmadı?" zihniyeti etkisini hâlâ sürdürür.

Ve yine bu sebeptendir ki, çok daha önceden yerleşik düzene geçmiş Türkmen aşiretleri de Kürtler'e tanınmış imtiyazlardan yararlanmak için onlar gibi davranmaya başladılar. Kanuni ile başlıyan Devlet'in ihmali ile de Türkmenler gün geçtikçe Kürtleştiler.

Daha doğrusu Karakeçili aşireti gibi, Türk olduklarını bile bile Kürtçe konuşmayı benimsediler... Böylece Kürt ayırımcıların istismarına âlet oldular.

Bu durum hâlâ sürmektedir... İstisnasız bütün partiler sırf oy için Kürtler'e taviz vermekte, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun insanı da TÜRK değil, "Kürt" sayılmanın daha avantajlı olduğunu düşünmekte ve kendini öyle lânse etmektedir.

İşin kötüsü, AB ve ABD'nin de kışkırtmaları sonucu ülkemizdeki Laz, Çerkes, Çeçen kökenliler de neredeyse "TÜRKİYE'de TÜRK olmamak daha makbul" düşüncesine gelmiş durumdadırlar. Hele gayrımüslim azınlıklar!.. Onlar büsbütün azmış ve sapıtmışlar, misyonerlerin desteği ile iyice şımarmışlardır.

Bu gidişe artık bir "DUR!" demenin zamanı gelmiştir de geçmektedir bile!..

TÜRKİYE, ancak ve her şeyden önce kendini TÜRK SAYANLARIN ÜLKESİDİR... TÜRKİYE'de TÜRKLÜK'ten ve MÜSLÜMANLIK'tan başka hiç bir kimliğe ve özelliğe prim verilemez!..

ONBİRİNCİ BÖLÜM: TAKDİR-İ İLAHİ'NİN TERCİHİ YAVUZ'DAN YANA İDİ!

Bazı Aleviler, Yavuz Sultan Selim'in "Bektaşi görünüp Alevileri aldattığını, sonra da onları kestiğini; eğer tahta Şehzade Ahmed geçse idi, Alevi ve Bektaşilerin durumunun daha iyi olacağını" savunurlar.

Biz bu konudaki değerlendirmemizi de, manevi açıdan ve "Her şeyin ALLAH'tan olduğu, hayrın olanda bulunduğu" düşüncesiyle yapacağız.

Bir defa Yavuz'un "Alevileri kandırmak için" Bektaşi tarikatına girdiği doğru değildir. Çünkü o tarihte 200 yıllık olan yeniçeri teşkilatı, Hacı Bektaş'a bağlı idi, Balım Sultan Bektaşi tarikatını yeni kurmuştu. Osmanlı padişahları da yeniçeri ocağının "1" numaralı neferi sayılırdı. Yavuz da babası 2. Bayezid gibi aynı uygulamayı yapmıştır.

Yavuz'un kulağını deldirip küpe taktırması ise, gerçekten mücerretlik alâmetidir... Bazı cahil Bektaşiler bu kelimeden hıristiyan papazlar gibi evlenmemeyi anlarlar ama, konunun ehli için asıl mücerretlik "dünya mal ve hevesinden sıyrılmak"tır.

Yavuz gerçekten bu nitelikte bir zattı. Sekiz senelik padişahlığı sırasında İran'ı, Arabistan'ı ve Mısır'ı fethetmiş, buna rağmen son derece mütevazi bir hayat sürmüştür. Öyle ki, oğlu Süleyman, daha şehzadeliğinde mücevherli yüzükler, sorguçlar takmaktan çok hoşlandığı için, bir gün gene onu böyle takıp takıştırmış görünce, "Ne bu hal, oğlum? Anana takacak bir şey bırakmamışsın," diye çıkışmıştı.

Kaldı ki Yavuz Sultan Selim, Devlet hazinesini öyle doldurmuştur ki, "Bundan böyle hazinede benim mührüm kullanılsın. Benden fazla hazineyi kim doldurursa, onun mührü benimkinin yerini alsın" diye ferman buyurmuş, Osmanlı İmparatorluğu yıkılana kadar Yavuz'un yerini kimse alamadığı için de, hep onun mührü kullanılmıştır. Yavuz'un Devlet'e sağladığı bu maddi imkân Sultan Süleyman'a da yol açmış, Devlet'in gerileme ve çökme dönemlerini geciktirmiştir. Bunların hiçbiri, halim selim bir şahsiyet olan Ahmed zamanında gerçekleşemezdi.

Bektaşilerin tuttuğu Şehzade Ahmed, muhterem bir zat olabilir... Ancak kendisinin ve iki oğlunun Şah İsmail'e ve Alevi Türkmenlere yakınlığını, "siyasi" olarak değerlendirmek gerekir. Ahmed'in biraderi Yavuz'a galebe çalabilmesi için etrafına adam toplaması gerekiyordu. O da elbette ki bunları muhalif olmaya müsait gruplar arasında arıyacaktı. Bu muhaliflerin başında da Şah İsmail'in Kızılbaşları geliyordu. Ne var ki, daha önce o da Kızılbaş Türkmenlerin üzerine yürümüştü. Kaldı ki, diğer üç oğlu sünni Memlüklerin yanına gitmişti.

ONİKİNCİ BÖLÜM: YAVUZ OLMASA, NE OLURDU?

Eğer Ahmed padişah olsaydı, Şah İsmail'le başa çıkabilir miydi?.. Asla!.. Şah İsmail onu bir lokmada yutardı!..

Yutsaydı, ne olurdu?.. Anadolu ve İran koca bir Türk imparatorluğu olurdu, ama zamanla Farslaşır, Şiileşir ve şimdiki Hümeynici İran'ın bir parçası haline gelirdi!.. Ayrıca Mısır ve halifelik Osmanlılara geçemezdi. Böylece 1045 yılından itibaren fiilen Türklerin liderliğinde ve himayesinde olan İslamiyet'in, resmen de Türklerin liderliğini kabul etmesi, gerçekleşemezdi.

Şah İsmail Mısır'ı fethedip halifeliği alsaydı bile bu, hilafetin Humeyni'nin eline geçmesinden başka bir işe yaramazdı. Hatırlanacağı gibi Şii Fatımiler Mısır'da kendi halifeliklerini ilan etmişler, ancak bu İslam dünyasına hayır getirmemişti. Şah İsmail'in hilafeti de aynı akıbete uğrardı... Kısacası, mukadderat Türk milleti ve İslamiyet için en uygun çözümü hazırlamıştı.

Herkes görmeli ve bilmeli ki, Şii İran şu anda Sünni Suudi Arabistan kadar şeriatçı, daha katı, daha bize terstir. Hatta Türkiye'deki bazı tutucu Sünniler İran'ın Şii olduğunu bilmediklerinden, kendilerini İran'a daha yakın görmektedirler. Humeyni'yi İslam'ın kurtarıcısı saymaktadırlar. Bilmiyorlar ki, İran'ın sergilediği İslam görüntüsü, 100 yıldır İslam'a hasret çeken Orta Asya'da bile revaç bulmuyor. Ama Türk'ün İslam anlayışı hem doğuda, hem de batıda, Makedonya'da, Bosna-Hersek'te, Macaristan'da, Romanya'da, hatta Roma'da ilgi uyandırıyor.
(Bakınız: NOTLAR - 6A -23)

Bizim Alevi kardeşlerimiz de İran'ı pek tanımazlar. Sadece "Şah" ve "Şii" kelimeleri aşinadır. Humeyni döneminde başını açan kadının ne ağır cezalara çarptırıldığını bilmezler. Eğer bilselerdi, İlahi Takdir'in durumu ne kadar Türkler lehine yarattığını şükürle yadederlerdi. Türkiye'nin İran'a değil, İrandakilerin Türkiye'ye özendiğini görerek "İyi ki savaşı Yavuz kazanmış!" derlerdi... Kısacası, "Şah'a varalım" diyenler Şah İsmail'e, "Şah" da İstanbul'a varsaydı, halimiz yaman olurdu!..

Öte yandan Yavuz'un fetihleri, Şah İsmail'in kontrol altında tuttuğu Irak ve ilerde muhtemelen yayılacağı Suriye'yi de tamamen şiileşmekten kurtarmıştır. Gerçi bugün Irak'ın çoğunluğu şiidir ama, İran gibi tümü Şii değildir. Yine Azerbeycan'ın tümü şiidir ama, Kuzey (Sovyet) Azerbeycanı şiiliği İran'ınkinden Sabir Mirza sayesinde ayrılmış, Türkiye aleviliğine yakın bir özellik kazanmıştır.

İran'daki Şiilik bizdeki Alevilikten farklıdır. Şiilik orada kendi içinde de farklılıklar gösterir. Büyük çoğunluğu 19. asırda ortaya çıkan Şeyhiye mezhebine tâbidir... ki, bu bizim 12 İmamlı aleviliklen çok ayrıdır... Yani TÜRK alevilerin İranlı şiilere özenmeleri için bir sebep yoktur. Olsa olsa HZ. ALİ, EHL-İ BEYT, 12 İMAM, ve İMAM CAFER yolu üzerine yararlanabilecekleri eserler vardır. Ama her nedense alevilere liderlik taslıyan profesörler dahi bu eserler üzerinde durmaz.

İran şiiliğinin makbul olmayan taraflarını ilerde ele alacağız.

  • ÖNEMLİ SAYFALAR: OSMANLI DEVLETİ'NİN GENEL BİR DEĞERLENDİRMESİ , NOTLAR - 6A , ALEVİ-SÜNNİ AYIRIMI 2. MAHMUD ZAMANINDA BAŞLAMIŞTIR! , İSLAM'A FESAT KATANLAR , BAŞ TARAF , SİTEMİZDEKİ SAYFALAR