NÜKLEER ENERJİ SANTRALLARININ ÇEVREYE OLAN ETKİLERİ: |
||||||||||||||||||||||||||||||
NÜKLEER SANTRALLARIN ÇEVRESEL ETKİLERİ ATMOSFERİN TERMİK TABAKALARINA BAĞLI OLARAK GAZLARIN DAĞILIMI NÜKLEER ELEKTRİK SANTRALLERİ TEKNOLOJİLERİ HAKKINDA KISA BİLGİLER NÜKLEER ELEKTRİK SANTRALLARININ ÇEVRE İLİŞKİLERİNİN TANIMI ÇEVRE ETKİLERİNİN HESAPLANMASI |
||||||||||||||||||||||||||||||
Son 25 yıl içinde gelişen çevre bilinci teknolojik gelişmelerin kaçınılmaz bir sonucudur. Gelişen teknoloji sadece çevrenin kirliliği üzerinde potansiyel bir tehlike değildir aynı zamanda gelişen teknoloji, ölçme sistemlerinin de daha hassaslaşmasını ve etki-tesir arasındaki ilişkilerin detayları ile aydınlatılmasına da yardımcı olmaktadır. Diğer bir ifade ile yaşadığımız ortamda herhangi bir yabancı maddenin var olup olmamasının ölçülmesinden öte, çok daha hassas ölçümler gerektiren birim zamandaki değişim oranları da ancak gelişen teknoloji sayesinde gerçekleştirilebilmektedir. Temel prensip olarak doğada her aktivitenin çevreyi etkilediği kabul edilmekle birlikte bu etkilenmenin zararları bakış açısına göre değişmektedir. Doğayı canlıları ve yaşam koşullarını değiştirmeyen etkilerin en azından zararsız olduğu kabul edilmektedir. Buna karşı olarak geliştirilen bir başka görüş ise; etkilenme oranının zaten doğal ortamda mevcut olan değişim sınırları içerisinde kaldığı sürece doğal ortam tarafından kabul edilebilir veya izole edilebilir olacağıdır. Bu tartışmayı nükleer santral ile ilgili tartışma zeminine taşırsak ; Doğal ortamda mevcut olan radyoaktivite;değişmektedir. Ayrıca insanlar yaptıkları aktiviteler ve aldıkları bazı tıbbi tedaviler sonucunda da bir miktar radyoaktif ışınlamaya maruz kalmaktadır. Şayet nükleer santrallardan zaman ve mekana göre çıkan atıklar çevreyi ve çevrede bu atıkların doğal olarak mevcut değişim bandı içinde kalıyor ise, çevrenin ve bu çevrede yaşayan canlıların nükleer santraldan örneğin radyoaktivite nedeniyle etkilenmeleri doğal değişimlerin ötesinde olmayacaktır. Almanya’da yapılan bir çalışma; bir insanın yılda ortalama olarak maruz kaldığı doğal radyoaktif ışınlama etkisinin 2.4 mSv ( 4 saatlik bir uçak yolculuğu sırasında 0.02 mSv, göğüs röntgen filmi çektirmek suretiyle 0.5 mSv ve benzer faaliyetler sonucunda ortalama 1.58mSv), olduğunu ortaya koymaktadır. Yaşam sırasında bir insanın maruz kaldığı ışınlama etkisi şu tablo ile gösterilebilir; Son 25 yıl içinde gelişen çevre bilinci teknolojik gelişmelerin kaçınılmaz bir sonucudur. Gelişen teknoloji sadece çevrenin kirliliği üzerinde potansiyel bir tehlike değildir aynı zamanda gelişen teknoloji ölçme sistemlerinin de daha hassaslaşmasını ve etki-tesir arasındaki ilişkilerin detayları ile aydınlatılmasına da vesile olmaktadır.Diğer bir ifade ile yaşadığımız ortamda herhangi bir yabancı maddenin var olup olmamasının ölçülmesinden öte, çok daha hassas ölçümler gerektiren birim zamandaki değişim oranları da teknoloji sayesinde gerçekleştirilebilmektedir. Temel prensip olarak doğada her aktivitenin çevreyi etkilediği kabul edilmekle birlikte bu etkilenmenin zararları bakış açısına göre değişmektedir. Doğayı canlıları ve yaşam koşullarını değiştirmeyen etkilerin en azından zararsız olduğu kabul edilmektedir. Buna karşı olarak geliştirilen bir başka görüş ise; etkilenme oranının zaten doğal ortamda mevcut olan değişim sınırları içerisinde kaldığı sürece doğal ortam tarafından kabul edilebilir veya izole edilebilir olacağıdır. Bu tartışmayı nükleer santral ile ilgili tartışma zeminine taşırsak ; Doğal ortamda mevcut olan radyoaktivite;değişmektedir. Ayrıca insanlar yaptıkları aktiviteler ve aldıkları bazı tıbbi tedaviler sonucunda da bir miktar radyoaktif ışınlamaya maruz kalmaktadır. Şayet nükleer santrallardan zaman ve mekana göre çıkan atıklar çevreyi ve çevrede bu atıkların doğal olarak mevcut değişim bandı içinde kalıyor ise, çevrenin ve bu çevrede yaşayan canlıların nükleer santraldan örneğin radyoaktivite nedeniyle etkilenmeleri doğal değişimlerin ötesinde olmayacaktır. Almanya’da yapılan bir çalışma; bir insanın yılda ortalama olarak maruz kaldığı doğal radyoaktif ışınlama etkisinin 2.4 mSv ( 4 saatlik bir uçak yolculuğu sırasında 0.02 mSv, göğüs röntgen filmi çektirmek suretiyle 0.5 mSv ve benzer faaliyetler sonucunda ortalama 1.58mSv), olduğunu ortaya koymaktadır. Yaşam sırasında bir insanın maruz kaldığı ışınlama etkisi şu tablo ile gösterilebilir; |
||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||
Hiç
şüphesiz bu değerler zaman, mekana ve kişiye göre farklılıklar gösterecektir. Bu
nedenle bu değerler tamamen ortalama değerler olarak kabul edilmelidir. -Tesisin yapımı sırasında, -Tesisin işletilmesi sırasında, -Tesis hizmet dışı kaldığında , Bu şıklara ilave olarak ekonomik,
sosyo-politik faktörler de göz önüne alınarak projede optimum şartlar sağlanır. Burada düşünülen üçlü karar yöntemini kısaca şöyle açıklamak mümkündür; Tesisin yapımı için işletici dolayısıyla yatırımcı kuruluş hazırladığı raporla önce inşaat, daha sonra işletme izni için gerekli resmi kuruluşlara başvurur. Bu raporlar bilirkişiler tarafından incelenir ve bu sayede bağımsız kontrol mekanizması tesis edilmiş olur. Bu arada tesisin yapımından etkilenecek olan kişilerin tesisin yapımı ile itiraz hakkı bulunmaktadır. Bu nedenle kimin haklı kimin haksız olduğuna karar verecek bir organa ihtiyaç duyulduğu ortaya çıkmıştır. Bu organ ülkelere göre farklılıklar gösterebilir. Örneğin Almanya’da bu organ mahkemelerdir. Bu mahkemelerde bilirkişiler, itiraz sahipleri ve proje sahipleri dinlenir. Hakim geçerli olan kanun, yönetmenlik ve yöntemlere uygun olarak karar verir. Farklı kişilerin farklı değerlendirmeleri olabileceği için karara bir üst mahkemede itiraz edilebilir. Sonuçta halk-mahkeme-işletici üçlü karar mekanizması kurulmuş olur. Yerel yönetimler alınan kararları uygulamakla yükümlüdür. Almanya'da Mülheim-Kahrlich nükleer santralı zemin problemlerinin ortaya çıkması üzerine soğutma kulesinin 20 metre kadar ötelenmesi gerekmiş ve inşaat ve yeni projeye göre tamamlamıştır. Ancak projenin değiştirildiği öne sürülerek mahkemeye yapılan itiraz ile santralın izni iptal edilmiştir. Söz konusu santral halen işletmeye geçememiştir. Görüldüğü gibi hukuki konular ön plana geçmekte ve karar süreci yıllarca uzayabilmektedir. Kararsız ortamlar daima yatırım maliyetini ve riskleri arttırır. Bu nedenle Almanya'da nükleer elektrik santrallarına olan yatırımlar cazibesini kaybetmiştir. Ülkemizde ise tahkim yasası ile bu riskin sıfırlanması beklenmektedir. |
||||||||||||||||||||||||||||||
NÜKLEER SANTRALLARIN ÇEVRESEL ETKİLERİ | ||||||||||||||||||||||||||||||
Şekil dikkatlice incelenirse nükleer santrallardan oluşabilecek radyoaktif etkiler iki farklı yolla çevreye ve insanlar dahil tüm canlılara ulaşmaktadır. Birinci yol ; Bacalardan çıkan emisyonların atmosferde taşınımı ile yer yüzeyine ve yeryüzeyindeki canlılara ulaşması, İkinci Yol ; Santraldan çıkan sıvı ve katı atıkların nehirler , göller veya denizlere ulaşması ile bu ortamlarda yaşayan canlıların ve yer altı sularının bu atıklardan etkilenmesidir. Yeryüzeyinde yaşayan insanların ve hayvanların doğal yaşamın sirkülasyonu nedeniyle her iki yol ile nükleer santraldan oluşabilecek radyoaktiviteden etkilenmesi mümkün olabilmektedir. |
||||||||||||||||||||||||||||||
ATMOSFERİN TERMİK
TABAKALARINA BAĞLI OLARAK GAZLARIN DAĞILIMI |
||||||||||||||||||||||||||||||
Şekil de sunulan grafikler atmosferik yapıya bağlı olarak santraldan bırakılacak olan emisyonların nasıl bir hareket izleyeceğini göstermektedir. Garfiklerden de rahatlıkla görüleceği gibi; santral alanını etkileyen bir türbilans olması halinde emisyonların dağılımı son derece düzensiz olacaktır. Bu nedenle türbilans olması halinde dağılım ve konsantrasyon hesaplamaları için mutlaka lokal dağılım modelinin kullanılması gerekmektedir. |
||||||||||||||||||||||||||||||
NÜKLEER ELEKTRİK SANTRALLERİ TEKNOLOJİLERİ HAKKINDA KISA BİLGİLER | ||||||||||||||||||||||||||||||
Nükleer
elektrik santrallarının konvensiyonel elektrik santrallardan en önemli farkı, kazan
yerine ısı kaynağı olarak nükleer enerji reaktörü kullanmasıdır.
Batı dünyasında kullanılan belli başlı nükleer santral tipleri ; Tipleridir. Nükleer reaktörde üretilen basınçlı –su ( birinci çevrim) BWR sisteminde direkt türbünlere gönderilir iken PWR sisteminde reaktör çıkışındaki ek ısı değişim ünitesinden ( ikinci çevrim) elde edilen basınçlı su türbinlere elektrik enerjisi üretimi için gönderilir. Dolayısıyla BWR sisteminde PWR sistemine nazaran türbinler radyoaktif bölgedir ve verim daha yüksektir. Direkt radyoaktiviteye karşı reaktörlerde
çeşitli engeller bulunur. Mevcut bu engeller ile santralların dışarıya doğrudan
ışınlamaları engellenir. Bu nedenle ile santralda çalışanlar ve çevrenin herhangi
bir şekilde etkilenmesinin engellenmesi planlanmıştır. Ancak konu olan engeller ve
çevrim içerisinde kullanılan tüm malzemeler ( vanalar, borular ) teknik aksam olarak
sızdırmaz olmalıdırlar. |
||||||||||||||||||||||||||||||
NÜKLEER
ELEKTRİK SANTRALLARININ ÇEVRE İLİŞKİLERİNİN TANIMI
Tüm endüstri
tesislerinde olduğu gibi nükleer santral teknolojisinde de “ çevreye mümkün olan en az atığı bırakmak” temel prensiptir. Ancak bu
temel prensip içinde yer alan “ mümkün olan “ ve “ en ” tanımlamaları politik ve hukuki çevrelerde farklı anlamlar altında
değerlendirilmektedir. Çevrede ölçülen çok az miktarlar doğal kalıntılar
düzeyinde olunca etki-tesir bağlantısının kurulması güçleşmektedir. Ayrıca etki
– tesir araştırmalarında da kullanılan istatistiki yöntemlerin sağlıklı olması
gerekmektedir.
Nükleer Enerji santrallarında diğer konvensiyonel santrallarda olduğu gibi bir yanma olayı mevcut değildir. Santrallardan ve özellikle reaktör binasından birinci veya ikinci çevrimde herhangi bir şekilde olabilecek sızıntı veya kaçaklardan radyoaktif elementlerin proses buharı yoluyla kontrolsüz olarak çevreye dağılmaması için söz konusu binalar sürekli olarak alçak basınç altında tutulur. Diğer bir ifade ile bu binalardaki hava emilir, dışarıya göre basınçta düşük olacağından kaçaklardan dışarıya doğru değil içeriye doğru bir hava akımı oluşur. Emilen hava ise sürekli olarak ölçüme tabi tutularak filtre edilir ve daha sonra kontrollü bir şekilde baca yoluyla çevreye bırakılır. Aynı şekilde sıvı atıklarda benzer yöntemler ile toplanır ve kontrollü olarak çevreye bırakılır. |
||||||||||||||||||||||||||||||
ÇEVRE
ETKİLERİNİN HESAPLANMASI
Bir nükleer
santralın gerek yapımı için gerekse işletilmesi için mutlaka yetkili kuruluşlardan
lisans alınması gerekmektedir. Bu yetkili kuruluşlar her ülkenin kendisinin
tanımladığı kanunlara ve yönetmenliklere göre çalışmalarını sürdürür.
Ülkemizde de bu konu ile ilgili kuruluş Türkiye Atom Enerjisi Kurumu ( TAEK) dur.
Tesis ile ilgili çevresel etki
değerlendirmesi yapılırken ; işletmeden dolayı insan ve diğer canlıların
sağlığına olan veya olabilecek muhtemel etkilerin irdelenmesinde takip edilecek
yöntemler başlıklar altında gösterilir.
Ülkeler arasında kullanılan kıstaslar nedeniyle farklı sonuçlar çıkabilir. Örneğin; |
||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||
ÇEVRE ETKİSİNİN HESAPLANMASINA ÖRNEK: Nükleer enerji santralının projelendirilmesinde (design objectives) ve izin verilmesinde her ülkede farklı kriterler uygulanmaktadır. Örneğin ABD de aranan şartlardan birisi santral kontrol bölgesi dışındaki bir kişinin alacağı maksimum etken eşdeğer vücut dozunun 0.05 mSv altında olması istenmektedir. Almanya yönetmenliklerine göre civardaki tüm mevcut tesisler de hesaba katılarak santral sahası dışındaki bir insanın her türlü kaynaktan alabileceği eşdeğer vücut dozunun 0.3 mSv geçmemesi aranmaktadır. Bir örnek olarak bebeklerde yod-131 emisyonu neticesinde yod dozunu hesaplayalım: Havada gazların dağılımı ve kuru çökelmesi (fallout) sonucunda yere yakın havadaki etken yod dozu:D(mSv) = Q ( Bq)* (s/m3)*vg(m/s)*g(Svm2/Bq*1000(mSv/Sv) Denklemi ile hesaplanır. Burada; Q= Yod-131 emisyon miktarı Vg = çökelme hızı G= besin doz faktörü( nützung) Yıllık yod 131 emisyon miktarı Q ve difuzyon faktörü denklemde çarpan olup örnek olarak Q=10 Bq ve X= 1.8 *10 s/m3 alınabilir |
||||||||||||||||||||||||||||||
SONUÇ: Nükleer santrallarda elektrik santrallarında veya başka bir tesiste yapılmayan güvenlik çalışmaları ve çevrenin detaylı olarak incelenmesi esastır. Bununla birlikte nükleer santralların diğer sanayi veya enerji tesislerinden daha tehlikeli ve zararlı olduğunu söylemek hatalıdır. Nükleer endüstri her yönü ile hi-tech bir teknolojidir. Her kademede kalite ve güvenlik en ön planda tutulur. Bu bilincin olmadığı toplumlarda ise hiç bir zaman ve hiç bir konuda Hi-tech teknoloji ile tanışmaları söz konusu olamaz. Bu tür faaliyetler ise daima bir çıkmaz yol olarak kalmaya mahkum olur. Çeşitli sivil toplum örgütleride yüksek teknoloji için toplumyapımızın uygun olmadığını halen bir çok ülkede meydana gelemeyecek bazı olayların ise ülkemizde sıradan olaylar olarak kabul edildiğini belirtmektedirler. Bu konuda yapılması gereken ise gelişmiş ülkelerdeki toplumların kalite anlayışlarını ve titizlik disiplinlerini kendi toplumumuzda da hayata geçirmenin yollarını aramaktır. Bunu sağlayabilirsek sadece nükleer santral değil her türlü Hi - tech üretimi yapabilmemiz mümkün olabilecektir. Tüm dünyada sadece insanların
sadece kendi ihtiyacı olan enerji ihtiyacını karşılayabilmek için bile yeni enerji
kaynaklarına ihtiyacımız vardır. Bu ihtiyacı sadece klasik enerji kaynaklarından
karşılamamız hem yeterli olmayabilir hemde bu tercih çok akılcı olmaz.
Bu nedenle Nükleer enerji bu mantık çerçevesinde enerji kaynakları içerisinde yeni
bir enerji kaynağı olarak değerlendirilmelidir. Hiç şüphesiz tercih edilip
edilmemesi yine bizlere bağlıdır. |
||||||||||||||||||||||||||||||