BİRİNCİ KISIM
Demek ki, böyle bir olay cereyan etmemiştir... Kaldı ki, ÖMER
ALİ'nin kızı ÜMMÜ GÜLSÜM ile evliydi... Yani, HZ. ALİ, kızını büyüğü
ve dostu HZ. ÖMER'e vermişti!.. Kendisi nasıl PEYGAMBERİMİZ'in damadı
ise, HZ. ÖMER de HZ. ALİ'nin damadı idi ve ÜMMÜ GÜLSÜM'den olan
çocukları HZ. ALİ'nin muhterem torunlarıydı!... Bu gerçekleri
maalesef ALEVİ kardeşlerimiz bilmez!.
Konuya dönersek, DİVAN adı verilen
bu defterlere göre PEYGAMBERİMİZ'in AMCASI ABBAS'a 12.000, ALİ'ye 8.000,
BEDİR SAVAŞI'na katılanlara 5.000, HUDEYBİYE BARIŞI'na kadar
MÜSLÜMAN olanlara 4.000 dirhem yıllık verildi. ALİ'nin oğulları HASAN ve
HÜSEYİN BEDR EHLİ'nden sayıldı. PEYGAMBER'in zevcelerine 10.000,
AYŞE'ye 12.000 dinar yıllık bağlandı. Ancak AYŞE ayırım olmasın diye
10.000 dinar aldı. Sonra kadınlara da aynı esas üzerine yıllık hediye
tahsis edildi.
Görüldüğü gibi ÖMER'de de, EBUBEKİR gibi, bir
EHL-İ BEYT düşmanlığı, onların düşmanlarını kayırma gibi bir tavır
yoktur.
Ayrıca İSLAM'da kadınların adam yerine konmadığı
iddiasının koca bir yalan olduğu ortadadır.
ÜMEYYE ailesinden ve diğer KUREYŞ ileri gelenlerinden
bazıları kendilerine düşeni az buldular. ÖMER onlara rütbeye değil,
İSLAM'a giriş sırasına riayet ettiğini anlattı. Kölelere de ARAPLAR'la
aynı miktarı verdi. İSLAM'ın ırk, renk ve mevki
ayırımı yapmadığını da bu olay çok açık gösterir..
Sonra kendi durumunu sordu:
- "Ben HALİFE olmadan önce ticaret ile uğraşır idim, şimdi bu görevle meşgulüm. Ticareti bıraktım. Bana da bu maldan hisse düşer mi?"
dedi. ALİ önce sustu....Sonra,
- "Sana ve ailene yetecek kadarını al. Fazlası sana HELÂL
olmaz!" dedi.
ÖMER, dostu ALİ'nin kararlarına çok değer verirdi.
- "ALİ olmasaydı, ÖMER helâak olurdu,"
sözü pek meşhurdur... Bu konuda da ona uydu. Fakat şahsi ihtiyaç miktarını az tuttuğu için daima sıkıntı çekti.
Bu olay, şimdiki politikacıların, ülkeyi idare
edenlerin her türlü lüksü kendileri için mubah görmelerinin yanısıra, deveyi hamuduyla yutmaları
gözönünde tutulursa, ne kadar ibret vericidir!..
DOĞU ANADOLU, MISIR ve İRAN (642) da ÖMER zamanında
fethedildi. İRANLILAR çok çabuk, lâkin HARB ile DİN değiştirdiklerinden,
ilerde bu ülkede hep sorun çıktı. ŞİİLİK tartışmaları daima İRANLILAR
tarafından desteklendi, ki bu durum hâlâ sürmektedir.
ÖMER'in en
büyük hizmetlerinden biri de IKTA sistemini ihdas etmesidir. Yani bir
TOPRAK reformu yapmasıdır... Ondan sonraki İSLAM DEVLETİ'nde,
SELÇUKLULAR'da ve OSMANLILAR'da kullanılan bu sistem ile TOPRAK
ferdin değil, DEVLET'in MALI sayılıyordu. Tarıma elverişli boyutlarda
bölünüyor, ve şahıslara tahsis ediliyordu. Eğer o kişinin oğlu yine
çiftçilik ile uğraşırsa, toprak onda kalıyor, uğraşmaz ise alınıp
uğraşacak başka birine veriliyordu. HAS, TIMAR, ZEAMET de bu IKTA
sisteminin bir devamı idi.
Hz. ÖMER'in ADALET'inden bahsedenlerin, İSLAM'ın ilk günlerini örnek aldıklarını iddia edenlerin; HAVA'nın, SU'yun, DENİZLER, GÖLLER, ORMANLAR,MADENLER ve bütün TOPRAKLAR'ın aslında bütün MİLLETİN MALI olduğunu hiç dile getirmemelerini anlamak mümkün mü?..
İslamcı, dinci, tarikatçı, muhafazakâr geçinen partilerin bu konuda en ufak bir şey söylememeleri,
dinî sadece istismar ettiklerinin bir delili değil
midir?..
Her neyse.. 10 yıl HALİFELİK yapan ÖMER, son
yıllarında daima kendisinden sonra kimin HALİFE olması gerektiğini
düşünüyordu. En çok üzerinde durduğu isim de ALİ idi.
EBUBEKİR
zamanında 30 yaşlarında olan ALİ, ÖMER'in son zamanlarında 40-45 arasında
idi. Çok cana yakın, mizaha, lâtifeye düşkün bir kişiliği vardı. ÖMER İSE
HALİFE'nin çok ciddi olması gerektiğini düşünüyordu. ALİ hakkındaki tek
tereddütü bu idi...
ÖMER, bu konuda bir girişimde bulunamadan EBU
LÜLÜ adındaki bir KÖLE tarafından namaz kılarken ŞEHİT edildi. Vefatında bir hayli borcu olduğu, hiç malının olmadığı
görüldü.
(644)
ÖMER'in FEDEK HURMALIĞI'nı PEYGAMBER SOYU'na iade ettiği
rivayet edilir.
ÖMER, ölmeden önce ALİ ile OSMAN'ın dahil olacağı 6
kişilik bir heyetin kendi içinden birini HALİFE seçmesini tavsiye
edecek fırsatı bulabildi. Bu 6 kişiyi tek tek çağırıp, HALİFE oldukları
takdirde ailelerini halkın başına yük etmemelerini istedi. Halifeliği
kendi sülâlesine bırakmak aklının köşesinden bile geçmediği gibi, yerine
gelecek HALİFE'nin ailesini kayırmasından da çok korkuyordu.
ÖMER'in ŞEHADET'inden sonra bu 6 kişi toplandı. Ancak MISIR
Valisi AMR ile KUFE Valisi MUGİRE kapıya dayandılar. Ağırlıklarını koymak
istediler... Böylece HALİFE seçiminde ilk defa İSTİŞARE'nin yanısıra
MÜCADELE ve MÜDAHALE söz konusu oluyordu.
Bu kişiler kapıdan
uzaklaştırıldıktan sonra toplantı devam etti. HAŞİM OĞULLARI ALİ'yi,
ÜMEYYE OĞULLARI da OSMAN'ı HALİFE olarak görmek istiyordu.
ALİ,
PEYGAMBERİMİZ'in vefatından sonra geçen 12 yıl içinde İLK DEFA HALİFELİK
görevine talip oldu!.. Ve dedi ki:
- "Bu bizim hakkımız!.. Verilirse alırız, verilmezse, biner devemize gideriz!"
Arkasından da şu önemli görüşünü ekledi:
- "Korkarım ki, bu meclisten sonra kılıçlar konuşmaya, ahidlere
ihanet edilmeye başlanır!"
ALİ bu sözleri ile bu mecliste alınacak
kararın bölünmeye, İKTİDAR MÜCADELESİ'ne yol açabileceğini, onun için
de çok dikkatli davranılmasını istemişti!
Meclisteki 3. önemli kişi
ABDURRAHMAN BİN AVF idi. Rivayete göre, ÖMER yukardaki vasiyetinden biraz
önce ABDURRAHMAN'a halifeliği teklif etmiş, o da "Sen tavsiye eder
misin?" diye sormuştu. ÖMER, "Etmem," deyince ABDURRAHMAN da görevi
kabul etmemişti. İşte bu zat HALİFELİK'ten feragat edince adaylar ikiye
indi. ABDURRAHMAN, tarafların rızası ile HAKEM oldu.
ABDURRAHMAN
önce ALİ'ye sordu:
"Sen kendin aday olmasaydın, kimi seçerdin?" Ali,
- "OSMAN'ı," diye cevap verdi... OSMAN'a sordu:
"Sen kimi seçerdin?" O da,
"ALİ'yi" dedi... Bunun üzerine başlayan görüşmeler üç gün uzadı gitti.
HAŞİM OĞULLARI da, ÜMEYYE OĞULLARI da ABDURRAHMAN'a kendi
adaylarını seçmesi için baskı yapıyorlardı.
Meclisteki 6 kişiden biri olan SAD'ın,
- "ABDURRAHMAN, artık bir karar ver!"
demesi ve diğerlerinin sesini
çıkarmaması üzerine durum birden değişti. 6 kişiye verilmiş olan HALİFE'yi
seçme görevi sadece ABDURRAHMAN'a bırakılmış oldu!
ABDURRAHMAN, ALİ'yi çağırdı,
- "ALLAH'ın KİTAB'ını, RESULULLAH'ın SÜNNET'ini ve İKİ HALİFE'nin yolunu takip edeceğine söz ver,"
dedi. ALİ de o muhteşem tevazuu ile,
-"İLMİM ve TAKATIM yettiği kadar," diye cevap verdi.
Sonra aynı soru OSMAN'a tevcih edildi. OSMAN,
- "Veririm!" dedi. ABDURRAHMAN da,
- "YARABBİ, şahit ol!..Boynumdaki emaneti OSMAN'ın boynuna koydum,"
dedi ve OSMAN böylece HALİFE seçilmiş
oldu!
Tartışması çok yapılan bu olaydan sonra, ABDURRAHMAN'a niye
ALİ'yi seçmediği sorulunca,
- "Benim suçum yok. Ben ALİ'ye BİAT'i düşünerek ona yöneldim. Ama o TAKATIM KADAR diye tereddütlü bir cevap verdi. Halbuki OSMAN kayıtsız kabul etti,"
demiştir...
Bizce ABDURRAHMAN'ın
davranışında bir artniyet yoktur. Ama ALİ'nin sözündeki tevazu ifadesini
"tereddüt" olarak yorumlamış, beşeri bir hataya düşmüştür! Elbette ki,
ALİ de görevi OSMAN kadar yapabilirdi, ama o, OSMAN kadar büyük
konuşmamıştır!
ABDURRAHMAN bu SEZGİ NOKSANLIĞI'nın sıkıntısı çok
çekmiştir. OSMAN'ın kızkardeşi ile evli olduğu için onu kayırmakla
suçlanmıştır... Ayrıca MISIR Valisi AMR'ın ona bu soruyu kasıtlı
sordurduğu, böylece ALİ'yi tuzağa düşürdüğü de rivayet
edilir.
Bizce, ne olursa olsun, ABDURRAHMAN iyiniyetli bir kişi
idi. Hırslı değildi. 2 defa HALİFE adaylığından feragat etmiştir. Eğer
birazcık kastı olsaydı, kendi halifeliği için uğraşırdı. Ama ne yazık ki,
ALİ'nin sözünü GÖNLÜ ile değil, AKLI ile değerlendirmiştir. Onun bu
hatası TAKDİR-İ İLAHİ'nin OSMAN'ı HİLAFET görevine getirmesine vesile
olmuştur!
Tekrar belirtelim ki, ALLAH'IN DEDİĞİ OLUR!..
Eğer
ALLAH isteseydi, ALİ, ilk seferde; olmadı, ikinci seferde; yine olmadı,
bu üçüncü seferde HALİFE olurdu!
Demek ki, HAYIRLISI böyle
imiş!
ALİ'nin hatırı için artık buna bir son vermek, EYVALLAH demek
gerekmez mi?