Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

ALİ HAYDAR BAŞVEREN'İN ARAŞTIRMA YAZISI


ALEVİ-SÜNNİ SÜRTÜŞMESİNİN İÇYÜZÜ


DÖRDÜNCÜ KISIM

YİRMİNCİ BÖLÜM: ÜÇ TEMEL TARİKAT



Bu arada adı çok duyulan fakat hakkında fazla bir şey bilinmeyen üç tarikattan da kısaca söz etmek istiyoruz. Üçü de Türkleri bir ölçüde etkilemişlerdir.

***

BATINİYYE

İlki "Batıniyye"dir ki, çok genel bir kavramdır. Kur'an ve hadislerin zahiri anlamlarının ötesinde, derin mânâları olduğu düşüncesinde olanlara Batıni adı verilir. Aslında bütün tarikatlar Batıni'dir. Batıni olunmazsa, tarikat ehli olunmaz, şeriat mertebesinde kalınır.

Ancak İsmaili, Fatımi, Ubeydi, Nizari, Haşhaşi, Fedai, Mustali gibi Şii tarikatlar hep bu Batıni ekolu içinde değerlendirilir. Ve Batıni denince akla ilk onlar gelir.

Bunlar bizim zahir, batın anlayışımızdan dört önemli hususta ayrılırlar. Birincisi, imamlık devri kapanmış olmasına rağmen bir imama bağlı olmaları (ki bu imam masumdur, her yaptığı makbuldür, Humeyni bu tip bir imamdır), ikincisi Kur'an'ın açık hükmüne, Peygamberin açık hadislerine rağmen emire (Devlet reisine) itaatten kaçınmaları, sık sık ayaklanmaları, halka ve devlete sıkıntı vermeleridir. Üçüncü fark; bu tarikatı kuranların çoğu zaman kendilerini ALLAH ilan etmeleri, peygamberlik taslamaları, böylece ayet ve hadislerin derin mânâlarına inmek yerine onları tahrif etmeleridir. Dördüncü fark ise; toplum düzenini bozacak, müsamaha kelimesiyle açıklanamayacak serbestlikler tanımaktır. Herkesin malının, hatta kadınların bile ortak ilan edilmesi İslam diyarındaki ahlakı bozduğu gibi, Müslümanın Müslümana saldırmasına, Kâbe'nin basılmasına, hacıların öldürülmesine kadar gitmiştir. Siyaset ve menfaat bu yolun saliklerini İslam devletlerini arkadan vuracak, devlet büyüklerini öldürtecek ve en sonunda Haçlılara yardım edecek noktalara getirmiştir.

İşte bu yüzden biz bütün tarikatları Batıni kabul etmek; ve İsmaili, Karmati, Dürzi gibi tarikatları sahte Batınilik olarak adlandırmak eğilimindeyiz.

VIII. asırdan itibaren Türkler Batınilikten etkilenmişler, zaman zaman da Babek, Hasan Sabbah gibi sahte Batınilerin tuzağına düşmüşlerdir. Anuştekin-ed Dürzi, Kaya Büzürk (Hasan Sabbah'ın yerine geçen Türk) bunların başında gelir.

***

KALENDERİYYE

İkinci önemli tarikat "Kalenderiyye Tarikatı"dır. Kökü "Rind", yani dünyaya kayıtsız, Allah'a yönelmiş kelimesinden gelir. Melamilikten doğduğu söylenir. Orta Asya ve İran'da ortaya çıkmış, 1233 yılında vefat eden Cemaluddin Savi tarafından teşkilatlandırılmıştır. Moğol istilası ile bir çok Kalenderi Anadolu'ya gelmiştir. Çeşitli isimlerle anılmalarına rağmen, bizce Horasan Erleri'nden pek de farklı değillerdir.

Kalenderiler, farz ibadetleri dışında ibadet yapmazlar. Gaye "gönülleri hoş etmek"tir. Bunun için görünüşe dikkat etmezler. Ne var ki nefsin ezilmesi için Çar-darb denilen dört yeri traş ederler. Bunlar saç, sakal, bıyık ve kaştır. "Cavlak", "Torlak" kelimeleri de bununla ilgilidir. Bektaşilik, Kalenderilikten çok etkilenmiştir.

***

MELAMİYYE

"Melamilik" bizce en önemli tarikatlardan biridir. Melamet, levm (kınamak, azarlamak) kökünden gelir. 884 yılında ölen Hamdun Kassar tarafından kurulmuştur. Eğer şekli ortadan kaldıran bir tarikat adı istenirse, bu ancak Melamilik olabilir.

Çünkü Melamilere göre; şekille, âdap-erkânla, zikir meclisleri, özel kıyafet ve ayinlerle HAKK'a ulaşmak mümkün değildir. Vuslat ancak HAKK'a gönülden bağlanmakla, cemiyet içinde sade bir vatandaş olarak yaşayıp halka hizmetle mümkün olur. İşte bu yüzdendir ki, 'Melamilerin tarikat erkanını anlatan kitap bulmak mümkün değildir' desek yalan olmaz. Bir tek Sülemi'nin "Melametiye Risalesi" kayda değer bir eserdir, 970'lerde yazılmıştır.

Melami'nin tekkesi, zaviyesi yoktur. Sarığı, külahı yoktur. İnsanı başkalarından farklı ve üstün gösterecek her şey riyadır. Bunun için Melamiler kendilerini ayıplanacak konumlara sokmaktan kaçınmazlar. Öğülmek yerine sövülmek onlarca daha makbuldür. Melami için ALLAH her an ve her yer de mevcuttur. O yüzden Melami beş vakit cami namazı ile yetinmez. O her an ibadettedir ama karşısındaki bunu fark etmez. Mesela bir dokumacı Melami, elindeki mekiği sağdan sola, soldan sağa atarken "ALLAH, ALLAH" diyerek yapar zikrini. Camiye gidip 33'lük tespihi çekerek değil.

Muhiddin-i Arabi'ye göre Melamilik tarikat makamlarının sonuncusudur yani tarikatların en üstünüdür. Ondan sonra bir tek makam vardır: "Peygamberlik Makamı"!

Bu kendine has ve herkesin kolaylıkla idrak edemeyeceği tarikat, 950'lerde Horasan'da Nişabur kentinde ortaya çıkmış, oradan yayılmıştır. Elbette ki Ömer Hayyam, Hafez ve Ahmed Yesevi'nin Melami mizaçlı olduklarını söylemek yanlış olmaz. Melamilik Horasan Erleri vasıtasıyla felsefesini Anadolu'ya taşımış ve Bektaşiliği etkilemiştir.

Melamilik iki kavramın, Fütüvvet ve Ahilik kavramlarının anlam kazanmasına ve yine Horasan Erleri vasıtasıyla Anadolu'ya taşınmasına aracılık etmiştir. Fütüvvet, "yiğitlik" demektir. Ama aslında bütün iyi huyların toplamıdır. En önemlileri ise, civanmertlik, cömertlik ve cesarettir. İnsanı insan yapan, başkalarından farklı görevler yürütmesini sağlayan bu özellikleridir. Fütüvvet, taa Hasan Basri'ye dayanır. Fütüvvet ehli, sözleri ile değil amelleri ile tanınır. Fütüvvet'in esası, kendini tek faziletli kişi diye bilmemektir. Kendini kul, yani daima başkasının, toplumun emrinde ve hizmetinde bilmektir. Fütüvvet, putu kırmaktır!.. Her insanın putu da kendi nefsidir. Her kim kendi heva ve hevesini yenerse gerçek Fütüvvet ehli olur.

Fütüvvet, Japonya'daki Samuraylar gibi toplum içindeki bir zümrenin bir başkasına üstünlüğü değil, tam tersine bir zümrenin bütün diğerlerinin hizmetinde olmasıdır. Cüneyd-i Bağdadi, "Fütüvvet Şam'dadır, din Irak'tadır, hakikat Horasan'dadır," demiştir ama bu Arap usulü Fütüvvet idi. Aslında hilafet ve şekilci dindarlık Irak'ta, gerçek insanlık ve hakikat Horasan'da idi.

Ahilik, kardeşlik (eski Türkçe'de akı) demektir. Fütüvvetin Anadolu'ya intikalinden sonra aldığı addır. XI. Asırdan itibaren göç etmekte olan Türkler, sıkıntılarını bu kardeşlik anlayışı ile atlatmışlar, ahlak ve ülkü birliğini yine bu Ahilik ile sağlamışlardır. Ahilik anlayışının yerleşmediği yerlerde Türkmen isyanları çıkmıştır. Aslında XIII. Asırda Anadolu'nun hemen her yerinde ahi zaviyeleri olduğunu, kendisinin de buralarda misafir edildiğini İbn-i Batuta detaylı şekilde anlatır. Ahi Evran ile Hacı Bektaş'ın birbirine çok yakın yerlerde konaklamış olmaları da ayrı bir tetkik konusudur.

Ahilik zamanla, özellikle devlet idaresinin zayıfladığı istilalar döneminde bir meslek teşkilatına dönüşmüş, varlığını bu kez esnaf arasında sürdürmüştür. Ahilik bundan 800 yıl önce şimdiki meslek odalarından, barolardan çok daha başarılı bir teşkilat idi. Ahlâksız kişi, hangi mesleğe mensup olursa olsun cezalandırılır, halkın dürüst esnafla iş yapması sağlanırdı .

İşte Melâmet-Fütüvvet-Ahilik esasları, Bektaşiliğin inanç manzumesini teşkil etmiştir. EDEB anlayışı, mertlik kavramı gibi o dönemin bütün Türklerinin meziyetleri Bektaşiliğin prensipleri olup çıkmıştır. Bu da, işin aslında, Sünnilik-Alevilik farkı olmadığının bir başka delilidir.

Ahi teşkilatı sadece "sonradan denetim" ile değil, daha öncesinden "eğitim" ile de ilgilenirdi... Yani Türkiye'nin bugün bile sorunu olan meslek eğitimi, Ahilik içinde çözülmüştü. Kişiler çıraklıktan başlar, ustalığa kadar ahilik ile pişerdi.

  • ÖNEMLİ SAYFALAR: DÜNYANIN YARISINA HÜKMEDEN TÜRK , TABLO - TÜRKLER'İN İSLAMİYET İÇİNDEKİ YERİ , NOTLAR - 4B , PEYGAMBER'DEN SONRA , 12 İMAM , SAYFALAR