Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

ALİ HAYDAR BAŞVEREN'İN ARAŞTIRMA YAZISI


ALEVİ-SÜNNİ SÜRTÜŞMESİNİN İÇYÜZÜ

SEKİZİNCİ KISIM : GÜNÜMÜZDE DURUM NE?

BEŞİNCİ BÖLÜM: DEDELER VE ÂYİN-İ CEM

Bir önce sayfada aşağıdaki sorular sormuş, Alevi canlardan cevap beklemiştik.

1 - Dede'siz Cem olur mu?
2 - Dem'siz Cem olur mu?
3 - Rıza Lokma'sız Cem olur mu?
4 - Bizim bildiğimiz, Dede nereye postunu sererse, orası Cem Evi'dir, doğru mu?
5 - Cem Âyini namaz gibi günde 5 vakit yapılır mı?
6 - Cem Âyini günde kaç defa yapılır?
7 - Cem Âyini haftada kaç defa yapılır?
8 - Cem Âyini ayda kaç defa yapılır?
9 - Cem Âyini yılda kaç defa yapılır?
10 - Yılın hangi muayyen günlerinde Cem Âyini yapılır?
11 - O muayyen günlerde Dede olmasa da Cem yapılır mı?
12 - Alevîler Cem olmadan, toplanıp Semah yapar mı?

Ama kimse davetimize icabet etmedi. Hoş, internette bu soruların bazılarının cevabı var, ama bize cevap veren yok... Öyleyse soruları biz cevapqlıyalım.

1- Aslında Dedesiz Cem olmaz! Ancak Aleviler'in toplu ibadeti olan Cem, bir DEDE´nin, ya da bazen bir ANA`nın katılmasıyla olur. Hernekadar veya “Üç can bir Cem” şeklinde söylenen akideye göre; sadece üç kişinin bir araya gelmesi ile de “Cem” olduğu iddia edilirse de, bu ancak o üç kişinin CAN olması, GÖNÜL olması ile mümkündür. Yoksa üç kişinin lâklâka etmesine "cem" diyemeyiz. Leyleklerinki bile daha makbûldür.

2- Aslında Dem'siz Cem olmaz. Eskiden hiç olmazdı. Şimdilerde çâresizlikten oluyor. Ama üç kişinin bir araya gelmesi, kafa çekmesi, sonra sarhoş nârâları atması da "cem" olmaz.

3- Aslında Rıza Lokma'sız Cem olmaz. Eiskiden hiç olmazdı. Şimdilerde çâresizlikten oluyor. Kesilen "kurban"lar da dernek yöneticilerine doyum oluyor.

4- Dede postunu nereye sererse, orada Cem yapılır. Dede Köy Evi'ne postunu sererse, orası o gece için Cem Evi olur. Çayıra sererse, çayır Cem Meydanı olur, bayıra sererse, Bayır Cem Meydanı olur. Cem Evi'ni, Cem Meydanı'nı Dede tesbit eder ve orası sâdece o günkü Cem Âyini içindir. Başka bir gün Cem başka bir yerde yapılabilir. Dede'den başka kimse Cem'in yapılacağı yeri saptayamaz!

Şimdilerde bir "Cem Evi" kargaşası vardır. Alevi dernekleri "cem evleri" açmakta.... Bu, Alevî Erkânı'na, Alevi Âdâbı'na aykırıdır. Cem'in ne zaman ve nerede yapılacağına hiçbir dernek veya dernek başkanı karar veremez. Cem üzerine tek söz sahibi zat Dede'dir.... Var mı itirâzı olan, canlar?

Bunca Alevi derneği, Bektaşi derneği, Alevi vakfı, Bektaşi vakfı, Pir Sultan Abdal derneği, Hacı Bektaş derneği, Alevi federasyonları, Alevi konfederasyonlarının "cem evi" talepleri ve iddiaları yanlıştır. Buna Prof. Dr. İzzettin Doğan da dâhildir! Dernek Cem Evi kuramaz!.... Derneğin kurduğu ev, Cem Evi olamaz!.. Dede derse ki, "Ben burada Cem yapmam" , ne'tceksin?...

Peki, çözüm nedir?.... Dernek veya vakıf veya federasyon bir Alevi Kültür Evi açar... Burasını tanzim eder. Kitaplık kurar. Sohbetlere, konferanslara açık tutar... Sonra Dede isterse, orada Cem âyini düzenler. Orası bir ibâdethâne değildir, bir kültür evidir. Aslında Pîr'in evi bile ibâdethâne değildir, evdir. Ancak Pir veya Dede orada Cem Âyini düzenlerlerse, o gece için ibâdethâne olur, Cem bitince bildiğimiz eve dönüşür.

İbâdet kelimesini açmak lâzım... Aslında insanın yaptığı her iyi iş ibâdettir. Çalışmak ibâdettir. “Bir saat tefekkür, bir sene ibadetten hayırlıdır” cümlesi gibi "Bir âlimin sohbetinde bulunmak bin rekat namazdan üstündür" ifadesi de vardır. İnsana hizmet ibadettir. İbâdeti yere, mekâna bağlamak son derece yanlıştır. Şekle değil, mânây önem veren Alevîliğe yakışmaz! O yüzden derneklerin açtığı "cem evleri"ni ibâdethâne diye kabul ettirme yanlışından vazgeçip birer kültür ve sohbet yuvası hâline dönüştürmeye çalışalım. Eminim ki, o zaman Devlet beklenen maddî yardımda bulunacaktır. O "cem evleri" Alevi erkânına bile uygun değil!

Devam edelim sorulara:

4-5-6-7-8-9. Cem Âyini günde 5 vakit yapılmaz. Eskiden yılda bir defa, bazen de birkaç defa Dede köye gelince yapılırdı. Şimdi Şehir Alevileri her Perşembe'yi Cuma'ya bağlayan gece yapıyorlar. Mikrofonla, hoparlörle, bazen de yayın aracı kameralarla yapıyorlar. Tabii artık Dem'siz, çoğu zaman da Rıza Lokma'sız oluyor. İkrar Almasız, Dara Çekmesiz oluyor.

Aslında Cem'e ikrarsız girilmez. Müsahipsiz girilmez. Alevilik felsefesine ihanet edenler, düşkünler Cem'e alınmaz. Dede sorar: "Eline, Beline, Diline, imanına, eşine, işine sâdık mısın? " Kişi olumlu cevap verirse, cemaate sorar. Cemaat, "Hak eyvallah, Dede. biz bir şeyini görmedik, Allah için" derse, girer. Herkesin birbirinden rızâsı alınır. Bu bir tür halk mahkemesidir. Eğer birbirinden şikâyetçi olan varsa, onların sorunları dinlenir ve Dede meseleyi çözer. daha sonra âşıklar saz çalar, deyişler söyler, semah dönülür, Dede Alevilik felsefesi üzerine konuşmalar yapar. Dualar edilir. Sofranın kurulması ve lokmanın yenmesiyle Cem yine dualarla sona eter... Bunu ilerde daha teferruatlı anlatırız.

Yaşlı Aleviler eskiden yalnızca gerçek inanç sahibi kimselerin Musahip tuttuklarını, Cemler'e yalnızca ikrar vermiş, Musahibi olanların girebildiklerini anlatırlar. Günümüzde bu kurala genellikle uyulmamaktadır. Önüne gelen, "aleviyim" diyen Cem'e girmektedir ki, aralanında "Kürt Alevi" kilmiği altında Ermeniler dahi vardır.

Gel gör ki, bir Sünni, "cem evi"ne girse; bir kısım Aleviler kıyameti koparır!.. 18 Ekim 2018 günü Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Hacı Bektaş-ı Veli Kültürü'nü Yayma ve Yardımlaşma Derneği Cemevi'ni ziyaret etti. Erbaş'ı vatandaşlar ile Alevi dedeleri karşıladı. Dernek başkanı ve Tunceli Cemevi dedesi Ali Ekber Yurt ile görüşen Erbaş, burada yaptığı konuşmada, Kur'an'ı, peygamberi bir olan bir millet olduklarını söyledi. Hazreti Peygamber'in nesli olan bütün ehli beyti tarih boyunca bağırlarına basan bir millet olduklarını vurgulayan Erbaş, şöyle devam etti:

- "Elhamdülillah birlik ve beraberlik içerisinde millet olarak bugüne kadar geldik.
Bundan sonra da inşallah kıyamete kadar hep birlikte aynı değerlerimizi birlikte yaşayarak devam edeceğiz.
Neslimize de bu değerlerimizi aktara aktara gideceğiz inşallah. Alevi toplumu kardeşlerimiz,
biz hiç onları kendimizden ayırmıyoruz, öyle bir ayrıma yol açmak isteyenlere de hep birlikte fırsat vermemeye çalışıyoruz"

"Ben salı günü doğmuşum, adımı Salih vermek istemişler. Annem, 'Hazret-i Ali'ye benzesin' diye adımı Ali koymuş.
Bizim milletimizin her ailesinde efendimizin neslinden bir isim mutlaka vardır. Dolayısıyla aynı düşünceye, inanca sahibiz.
Kıblemiz, kitabımız, peygamberimiz bir, ehli beyt sevgisi noktasında hiçbir farkımız yok.
Dolayısıyla bu birlik ve beraberlik daha güçlenerek devam edecek."

"Biz hep birlikte el ele fitneye, fesada fırsat vermeden birliğimizi, beraberliğimizi devam ettireceğiz.
Daha huzurlu, mutlu ve barış içerisinde bir toplum olacağız. İslam barış demek, Müslüman ise barış insanı.
Barışın birliğin, beraberliğin devamı için hep birlikte elimizden geleni yapacağız."

Ali Ekber Yurt Dede ise Tunceli'ye ilk kez bir Diyanet İşleri Başkanı'nın geldiğine işaret ederek, ziyaretten büyük mutluluk duyduklarını dile getirdi.

26 Mayıs 2011'de de Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez ErikliBaba Cem Evi'ni ziyaret etmiş,

- ''Allah bir, Peygamber bir, Ehlibeyt sevgimiz bir. Birbirimize bağlayan ortak değerlerimiz bir.
Cemevleri içindeki erkânın özgürce yapılmasını savunuyoruz.
Ancak cemevinin caminin bir alternatifi olarak kabul edilmesi mümkün değil.
Bunu sizlerin de kabul etmesi mümkün değil''
demişti. Niye öyle olduğunu yukarıda uzun uzun anlattık.

Cevaplara devam:

10- Değişik zamanlarda yapılan değişik Cemler vardır.
a. Hızır Cemi.... Rumi takvime göre 31 Ocak- 2 Şubat tarihleri arasında tutulan Hızır Orucu, Miladi Takvim baz alındığında 13-15 Şubat günlerine denk gelmektedir. Hızır Orucu, Alevi inancında genellikle her yıl 13 Şubat'ta başlayan ve 3 gün süren oruçtur. Bu üç günden birinde Hızır Cemi yapılır.

Aşağıda Alevi-Bektaşi Kültür Enstitüsü'nde 15.02.2020 Cumartesi günü yapılan Hızır Cemi :

Yücel Top Halifebabaerenler'in, Haydar Soylu, Hüseyin Durak Babaerenler'in ve Bülent Aldede Dede`nin yürüttügü, Zakirliğini Cafer Dogan Dede, Cem Tikil ve Ufuk Elik`in yaptığı Hızır Cemi... Cem öncesi Hızır için bir kurban tığlandı ve lokmaları ile birlikte gelen mihmanlarla Hızır Cemi öncesi kurulan soframızda lokmalar, dualar ve dilekler paylaşıldı. Bu vesile ile, tutulan Hızır orucunun Hak yolunda kabul olmasını, bolluk ve bereket can sağlığı ve gönül birliği içinde daha nice Cemler'e erişmek dileği ile Aşk.-u Muhabbetlerimizi sunarız katılanlara. Sayı az, ama gönüller zengin.

b. Irşad Cemi... Genel anlamda yola girecek canlara; Yolun edep erkânı anlatılır, gösterilir ve öğretilir. Bu Cem'e her Alevi katılabilir. Ancak bir Ocağa tâlip olması gerekir. Tâliplere yolun erkânların nasıl yürütüleceği hakkında bilgiler verilir. Cem'i yürüten Pir, tâliplerini bilgilendirir, aydınlatır, yol gösterir. Her Cem'de olduğu gibi yine Rızâlık alır, her zaman olmasa da Lokma verilir, Semah dönülür, küsler varsa barıştırır. Dualar edilir.

c. Abdal Musa Cemi... Abdal Musa adına verilen Lokma ile toplum içindeki ikilik giderilip, gönülleri birlemek için yapılır. Lokma genelde kurbandır, diğer yiyecekler de olabilir. Maksat paylaşım anlayışına bağlı kalmaktır. Paylaşmayı bölüşmeyi hatırlamak, yaygınlaştırmaktır. Kurbanlar kesilerek kazanlarda etli pilav pişirilir. Halka lokma niyetine dağıtılır. "Tatlı yiyelim, tatlı konuşalım" denir ya, Cem'de de "Lokma yiyelim, kaynaşalım" anlayışı vardır.

Aleviler arasında, Abdal Musa Cemi yapıldığı zaman köyde her yönden bolluk bereket olacağına, dileklerin ve isteklerin kabul olacağına, bir doğal âfet ya da başka bir felâket olmayacağına inanılır. Abdal Musa Cemi’nin bir diğer adı olan, Birlik Cemi onun toplumda birlik ve beraberliği sağlama işlevini de açıkça göstermektedir. Diğer Alevi ibadetlerinde de olduğu gibi bu ibadetin de sosyal işlevi bulunmaktadır. Sadece ibadet yapılmış olmakla kalmayıp, toplum içinde var olan küçük-büyük sorunları da bu sırada çözümlenmektedir. Bu durum o toplumun sağlıklı iç yapısını koruma, barış içinde uyumlu yaşama ve sürdürebilmesinde önemli rol oynamaktadır. Bugün Alevilerin çoğunluğu kentlerde yaşadığı için Abdal Musa Cemleri, ya da Birilk Cemleri büyük kitlelerin katılımıyla gerçekleştirilmektedir. Eğer bu Cemler gereği gibi yapılsa Aleviler arasında yoksul kalmaz, muhtaç kalmaz, olay çıkmaz, huzur olur.

Abdal Musa Cemi eskiden Perşembe gününü Cuma’ya bağlayan akşam yapılırdı, bugünlerde bilhassa şehirlerde herkesin katılabileceği uygun bir zamanda yapılmaktadır.

d. Lokma Cemi... Kurban Cemi diye de bilinir... Ekseriyetle kurban kesilerek yapılır. Alevilik, Lokma bilincinin olgunlaşmasını gerekli görür, çünkü; haramı ve helali birbirinden ayırmak gerekir.Helal lokma bir ürünün üretim safhasından tüketim safhasına, aş olarak sofraya koyulmasına kadar geçen süreçte hilesiz olmasını gerektirmektedir. Yâni, Lokma helâl olacak, alın teriyle, canın emeği ile kazandığı yiyecek olacak. İkincisi Lokma'yı paylaşanların rızâlığını alacak ve üçüncüsü mürşit gülbank okuyacak ki, o Lokma Kudret Lokması olsun. Küskünler rızalık almadan lokmadan yiyemezler. Dert toplumsal huzursuzluğun yarattığı bir durumdur. Huzuru sağlayan Alevi Lokması dertlere deva, hastalara da şifadır.

Rızâlık meydanında Lokma sâhibinin ve paylaşanların birbirinden râzı olmaları şarttır. Kısacası, Lokma Cemi emek paylaşımı ve helalleşmedir. Yani kul hakkı adına; kulun kuldan râzı olması, hakkını helâl etmesidir. Bu Cem'de; "darda indirme erkânı" da yerine getirilir.

Eti, sütü, yünü, derisi, yumurtasından yararlanılan hayvanlara, Kurban'a eziyet edilmeyecek. Bir karınca bile ezilmeyecek. Bir dal bile kırılmayacak. Bir buğday tanesi dahi rızâlık tarlasına ekilecek, hasatında, un olmasında, ekmek olmasında hile ve hurda olmayacak. Paylaşan canlar bir lokma paylaşmayacak sadece; alın terini, emeği, huzuru paylaşacak. Helâl lokmayı savunmak talan kültürüne karşı durmayı gerektirir. En kutsal kazanç, alın teriyle kazanılandır, en kutsal paylaşım da gönül rızâsıyla yapılan paylaşılandır. Hile ve hurda yoluyla elde edilen her maddiyat haramdır. Alış-verişte, ticarette alan-satan birbirinden ve yaptıkları alış-verişten râzı olmalıdır. Pazarda râzı, eve gittiğinde kazık yediğini anlamak olmaz. Alevilik'te, Lokma bilinci işte böyle haramı ve helali birbirinden güzelce ayırmak demektir.

e. İkrar Cemi.... Görgü Cemi diye de bilinir... Bütün kötülüklerden arınmış, ikrarına bağlı ve Muhammed Ali birliğine inanan evli canlar katılır. Bu ikrar, Musahiplik İkrarı'dır, erkânıdır. Bir Ocağın Piri tarafından ve o Pir'e bağlı olan tâliplerin katılımı ile yapılır. Her yıl Ocak Pirleri, tâlipleri ile bir araya gelerek geçen bir yıl içinde olup bitenleri gözden geçirirler. Eksiği, hatası olan varsa, uyarılır. Görgüleri görülür, yeni Musahip adayları meydana gelirler, ikrarları yapılır.

Musahip olacak çiftler özel bir törenle Cem'de bulunanların huzurunda birbirlerine ikrar, yâni söz verirler. Bu törenler yörelere göre küçük ayrıntılarda farklılıklar gösterebilir. Alevi inancında belirli bir yaşa gelmiş olanların biriyle Musahip olması kuralı olmasına rağmen, günümüzde ülkelere ve şehirlere göç ve büyük şehirlere yerleşim gibi sebeplerle ferdiyetcilik ön plana çıkmış, bu kural kaybolmaya yüz tutmuştur. Yaşlı Aleviler eskiden yalnızca gerçek inanç sahibi kimselerin Musahip tuttuklarını, Cemler'e yalnızca Musahibi olanların girebildiklerini anlatırlar. Günümüzde bu kurala genellikle uyulmamaktadır. Önüne gelen, "aleviyim" diyen Cem'e girmektedir ki, aralanında "Kürt Alevi" kilmiği altında Ermeniler dahi vardır.

Musahiplik geri dönüşü olmayan bir akittir. İki evli çift arasında olur. Bu anlaşmaya göre, Musahip olan âileler "yol kardeşi" ilân edilirler. Bundan böyle ömürleri boyunca ekonomik ve sosyal açıdan, her türlü zorlukta birbirlerine destek olur ve dayanışma içinde bulunurlar. Eşlerinden başka her şeylerini paylaşırlar. Daha da önemlisi; Musahiplik bağı Tanrı ile mânevîi bir bağ olarak algılanır ve öyle görülür. Kan kardeşliğinden daha ileri derecede bir birliktelik sayılır. Musahiplik bir Cem töreninde Pir'in huzurunda gerçekleşir.

Yola girmiş olan ve yolu yürütmeyi isteyen Ocak tâliplerinin belli şartları yerine getirmesi gerekir. Bu şartların yerine getirilip getirilmediğinin denetimi Musahipler arasında yapılır. Bu nedenle Musahiplik gereklidir, zorunludur. Ama zamanımızda pek kalmamıştır.

Musahip Cemi, Görgü Cemi ham olan insanı kendi içinde olgunlaştırmayı hedefler, “İnsan-ı kâmil” olma yolunda yoğun çaba ve çalışma içine girmesi sağlar. Musahip olan âaileleri birbirleri ile kaynaştırıp birlik ve beraberlik ruhunu güçlendirir.

Yaşlı Aleviler eskiden yalnızca gerçek inanç sahibi kimselerin Musahip tuttuklarını, Cemler'e yalnızca ikrar vermiş, Musahibi olanların girebildiklerini anlatırlar. Şimdi önüne gelen dalıyor Cem'e....

İki soru daha var, cevap verilmemiş:

12 - Alevîler cem olmadan, toplanıp semah yapar mı?

18 - "Cem Evi Başkanı" , "Cem Evi Derneği" olur mu? Alevî Erkânı'nda böyle bir şey var mı?

12- Biz cevap verelim: Alevi Erkânı'nda elbette "cemsiz semah" yok. Cem olmadan Semah dönmek, gösteri yapmak demektir. Şimdilerde sözde Mevlevî dervişleri kliplerde "semâ" yapıyor ya, ona benzer. Zâten "cem evleri"ndeki çoğu "cemler", Konya'da 17 Aralık'ta yapılan Mevlâna törenleri gibi "gösteri" şeklinde oluyor. Alevi canlar isteseler de "Hak için semah" yapamıyorlar, "halk için semah, seyir için semah" dönüyorlar.

18 - Alevi Erkânı'nda böyle bir şey elbette yok."Cem Evi Başkanı" olmaz. Cem'den de, Cem yapılacak Ev'den de tek yetkili söz sahibi kişi Dede'dir. Dede'nin tepesine PKK'lılarda olduğu gibi bir "başkan" oturtulamaz!

"Cem Evi Derneği" de olmaz. Ocak mı bu?.... "Cem Evi Yaptırma Derneği" bile olmaz. Cem'in nerede yapılacağına bir "dernek" karar veremez. "Alevi Derneği" olur. O dernek ancak bir "kültür evi" açabilir. Dede isterse Cem'i orada yapar. Diyanet İşleri Başkanı da onu demek istemiş, yukarda.

Şimdi geldik zor sorulara.... Aslında bu sualler gerçek Aleviler için zor değil, ama "kürt alevi" görünüşü altında gizlenen artniyetli Ermeniler için imkânsız!...

13- Alevîler için Kur'an kutsal mıdır, değil midir?.. Kutsal ise, Kur'an dışında başka kutsal kitapları var mıdır?

14 - Alevîler hangi eserlerden edep-erkân öğrenirler?

Var mı cevap veren?..... Yok.... Kimse yazmamış bize....
13. Biz cevap verelim. Gerçek Aleviler için KUR'AN elbette kutsaldır. Çoğu okumaz, ama Cemler'de KUR'AN meâli ile, Türkçe ibadet ederler. Âyetler Türkçe okunur... Aleviler okumazlar ama, DÖRT KİTABI da kutsal sayarlar. Alevî şâir ve mutasavvıf Yunus Emre der ki:

Dört Kitab'ın mânâsın
Okudum hâsıl ettim
Aşka gelince gördüm
Bir uzun hece imiş!..

Dayanamadım, bu muhteşem şiirin tümünü vereceğim:

Cânım erenler yolu
inceden inceyimiş,
Süleymân’a yol kesen
şol bir karıncayımış.

Gönlüm der ki varayım,
sana geri geleyim,
Gönlüm uyduğu bana
dostu buluncayımış.

Götürmedi kimsene
kimsenenin gücünü,
Güç götürürüm diyen
eli erinceyimiş.

Âşıkın gözü yaşı
gece gündüz hep akar,
Âşık kan ağladığı
maşûk soruncayımış.

Demişler idi bana
âşık âvâre olur,
Geldi başına gördüm
o söz yerinceyimiş.

Dört kitabın mânâsın
okudum hâsıl ettim,
Aşka gelince gördüm
bir uzun heceyimiş.

Ben dervişim diyenler,
harâmı yemeyenler,
Harâmın yenmediği
ele girinceyimiş.

Derler ki filan öldü,
mülkiyle malı kaldı,
O malın irkildiği
ıssı ölünceyimiş.

İki kişi söyleşir
Yunus’u görsem diye,
Biri der ki; ben gördüm,
bir âşık kocayımış.

Aleviler için KUR'AN kutsal olunca, MUHAMMED de, ALİ de, 12 İMAM da kutsaldır elbette.

14. Bunları anlatan çok güzel kitapları vardır. Başta BUYRUK gelir. Çeşitli farklı metinler ve baskıları vardır. Aleviler edeb-erkânı bu kitaplardan öğrenirler. Ama dikkat edin, "ALİ'siz, İMAM'siz, İSLÂM'sız aleviler pek bunlardan bahsetmez.

1. Buyruk olarak bilinen Menâkıb-ı İmam Câfer-i Sâdık (Menâkıb-ı Sâfi, Menâkıb-ı Şeyh Sâfi, Menâkıb-ı Evliya, Hutbe-i Düvazdeh İmam, Menâkıb-Nâme, Menâkıb-ül Esrar, Behçet-ül Ahrar)
- İmam-ı Câfer Buyruğu, Sefer Aytekin, Ankara, 1958
- Buyruk, Fuat Bozkurt, İstanbul, 1982.
- Tam ve Hakiki İmam Câfer Buyruğu, İstanbul, 1989.
- İmam Câfer Buyruğu, Şahkulu Sultan Külliyesi Mehmet Ali Hilmi Dedebaba Araştırma Eğitim ve Kültür Vakfı Yayınları, İstanbul, 1995 (Sefer Aytekin).
- İmam Câfer-i Sâdık Buyruğu, Adil Ali Atalay, İstanbul, 1993.
- Erdebilli Şeyh Sâfi ve Buyruğu, Mehmet Yaman, İstanbul, 1994. (Bu çalışmada öncelikle Safevî soyuna ilişkin genel bilgiler verilmekte ve ardından Hicri 1241 tarihli bir Buyruk -Şeyh Sâfî Buyruğu- nüshasından seçmeler verilmektedir.)
- Şeyh Sâfi Buyruğu,Mustafa Erbay , Ankara, 1994.
2. Cabbar Kulu, Câvidan adlı el yazması
3. Makalât-ı Hacı Bektaş-ı Veli
4. Velâyetnâme-i Hacı Bektaş-ı Veli
5. Yeminî’nin Faziletnâme-i İmam Ali adlı eseri
6. Fuzuli’nin Saadete Ermişlerin Bahçesi (Hadikat-üs-Suada) adlı eseri (Kerbelâ Vak'ası)
7. Risâle-i Virânî Baba
8. Menâkıb-ı Hacım Sultan
9. Velâyetnâme-i Seyyid Ali Sultan
10.Baba İlyas-ı Horasani Menâkıbı
11. Şuca Baba Velâyetnâmesi
12. Otman Baba Velâyetnâmesi
13. Kastamonulu Şâzi’nin Maktel-i Hüseyin
14. Yahya bin Yahşi’nin Maktel adlı eseri
15. Edhem’in Vak'a-i Kerbelâ eseri
16. Hacı Nurettin’in Vâkıa-i Kerbela eseri
17. Câmi’nin Saadetnâme eseri
18. Lâmii’nin Maktel-i Âl-i Resûl eseri
19. Ali Ferruh’un Kerbelâ eseri
20. İbnülemin Ali Haydar İlmi’nin Haile-i Kerbelâ eseri
21. Kâzım Paşa’nın Riyâz-ı Asfiya-Makalid-i Aşk adlı eseri
22. Hüsniye
23. Kumru Kenz-il Mesaib
24. Gülzâr-ı Hasaneyn
25. Harâbî (şiirleri)
26. Kerbelâ Faciasından Evvel Şam’da Halifeliğini İlan Eden Muaviye’den Kayser-i Rum’un Kuran-ı Kerim’den Sorduğu ve Muaviye’nin Cevap Veremediği 100 Sual ve Âyetleri İle Cevapları, Hasan Ayyıldız , İstanbul, 1959

Bir de aşağıda Alevilik'le ilgili bir kitap listesinin bulunduğu sitenin adresini verdik. Ancak dikkat gerek, zirâ "ALİ'siz aleviller"in yazdığı İSLÂM-dışı alevilik kitapları da olabilir. Listeyi tam incelemedik.

Geldik yeni sorulara.
19 - Alevîler Müslüman mı, ayrı bir dinden mi?
21 - Allah-Muhammed-Ali-Kur'an- Ehl-i Beyt-12 İmam demeyen alevî var mı?
22 - Hâce Ahmed Yesevî'yi, Hacı Bektâş-ı Veli'yi, Balım Sultan'ı bilmeyen, kabul etmeyen alevî var mı?

Bunlara da kimse cevap vermemiş, biz verelim, itirazı olan yazsın, ona da cevap verelim.

19. Aleviler elbette müslüman!... Ama onları ayrı bir dinden göstermeye çalışanlar var. Aşağıda anlatacağız.

21- Aleviler elbette Allah-Muhammed-Ali-Kur'an-Ehl-i Beyt-12 İmam der.... Ama demeyen sözde "aleviler" de var. Aşağıda anlatacağız.

22- Gerçek, yetişkin ve bilgili Aleviler'in hepsi Hâce Ahmed Yesevî'yi, Hacı Bektâş-ı Veli'yi, Balım Sultan'ı bilir, tanır ve sever. Ama gerçek Alevi olmasına rağmen, bilgisizliğinden dolayı Ahmed Yesevî'yi ve Balım Sultan'ı tanımıyanlar vardır. Sâde o kadar değil, 12 İmam'ı, 17 Kemerbest'i ve 14 Mâsûm-u Pâk'i dilinden düşürmeyen ama adlarını bilmeyen o kadar çok Alevi tanıdım ki!.. Maalesef Alevi eğitimi Pirler'e, Mürşitler'e, Dedeler'e bağlı ama; ortalıkta pek fazla gerçek Pir, gerçek Mürşit, gerçek Dede yok.... Hele şehirlerde çok az. O yüzden Alevi gençleri eğitilemiyor. Gönüllerde, dillerde Alevilik yaşıyor ama; beyinlerde, bir de tatbikatta pek Aleviliğe rastlanmıyor. Hele ki EL'e, DİL'e, BEL'e sahip olma konusunda...

- Hadi, bahsi gelmişken biz sıralıyalım ONİKİ İMAM'ı: Yazdık ama bir kere daha yazalım doğumu, ölümü ile birlikte:

ALİ ..... 599-661
HASAN ..... 624-667
HÜSEYİN ..... 626-680
ZEYNEL ABİDİN ..... 658-713
MUHAMMED BAKIR ..... 676-733
CÂFER SÂDIK ...... 699-765
MÛSA KÂZIM ..... 745-799
ALİ RIZÂ .....765-818
MUHAMMED TAKİY ..... 810-835
ALİ NAKİY ..... 827-868
HASAN8-ÜL ASKERÎ ..... 846-874
MUHAMMED MEHDİ ..... 869- ..... (gaib imam)

- Hernekadar ONYEDİ KEMERBEST diye değişik isimler sıralanırsa da, bilgili ve eğitimli Aleviler, Bektâşîler tarafından 17 KEMERBESTEGÂN, ki "kemer"den (yâni belden, dölden ) demektir, Hz. ALİ'nin 17 OĞLU olarak bilinir. Bunu da daha önce yazdık.

HASAN
HÜSEYİN
HÂDİ
ABDÜLVÂHİD
EBU BEKİR
ÖMER
OSMAN
MUHAMMED
ABDURRAUF
ALİ EKBER
ABDÜLVEHAB
ABDÜLCELİS
ABDÜRRAHİM, ABDÜLMUİN
ABDULLAH
ABDÜLKERİM
ASDUSSAMED

Şimdi anlaşıldı mı, niye KEMERBEST diye başka adlar sıralanıyor?.... Ebubekir, Ömer, Osman denmesin diye... Hatta onların yerine "Ali Askar" gibi adlar uyduranlar da vardır. Yahu, Seyyit Nesimî'nin asıl adı da Ömer... Bir de Ömer Hayyam var... Onları nasıl kaldıracaksınız?

- ONDÖRT MÂSUM-U PÂK
MUHAMMED EKBER (Hz. Ali'nin oğlu)
ABDULLAH (Hasan'ın oğlu)
ABDULLAH (Hüseyin'in oğlu)
KASIM (Hüseyin'in oğlu)
HÜSEYİN (Zeynelabidin'in oğlu)
KASIM (Zeynelabidin'in oğlu)
ALİ EL-EFTAR ( Bakır'ın oğlu)
ABDULLAH (Cafer'in oğlu)
YAHYA EL- HADİ (Cafer'in oğlu)
SÂLİH ( Musa Kâzım'ın oğlu)
TAYYİB (Musa Kâzım'ın oğlu)
CAFER (Muhammed Takiy'in oğlu)
CAFER (Nasan Askerî'nin oğlu)
KASIM (Hasan Askerî'nin oğlu)

Bu muhterem zatlardan Ali el-Eftar ile Sâlih, Sivas'ta medfundur.

Ne demiştik yukarıda?... "ALİ demeyen, İSLÂM demeyen aleviler var" demiştik. Bunlar götürüp Aleviliği putperestliğe bağlarlar. Alın bir tanesini...

Araştırmacı yazar Erdoğan Çınar imiş adı... Yazar olduğu kesin, çünkü yazıp duruyor ama doğru-dürüst bir araştırmacı olmadığı da ortada... Bakın ne diyor bir ropörtajında:

Soru- "Siz Alevi camiasında oldukça ilgi gören kitabınızda Alevi kelimesinin Hz. Ali’den gelmediğini söylüyorsunuz.
Peki, nedir bu sözcüğün kökeni ve bugüne kadar yaygın kabul gören bu anlayış hatalı mıydı?"
E.Ç.- "Yaygın bir inanışın aksine, bana göre Alevi sözcüğü Ali sözünden türetilmiş bir söz değildir.
Çünkü Türkçe dilbilgisi kurallarına göre Ali sözcüğünden Ali’yi seven, Ali’nin yolundan giden anlamında
bir kelime türetmek gerekirse, Alici veya Alili olması gerekiyor. Hiçbir zaman Alevi olmazdı.
"i" eki Türkçe de sonuna geldiği kelimeye aidiyet kazandırır. İnsan-insani, tarih-tarihi, mimar-mimari gibi.
Alevi sözcüğü alev kelimesinin sonuna –i eki gelmesi ile oluşturulmuş, aleve ait, ışığa ait, alevden gelen,
ışıktan gelen anlamında bir kelimedir. Zaten 16. yüzyıla gelinceye kadar Alevilik içinde asıl zümreyi
oluşturanlara verilen isim ışıklar veya ışık taifesi idi. Ancak ışık ve ışık taifesi sözcükleri
küfre dönüştükten sonra ve bu insanlar üzerine sürek avları ve katliamlar düzenlendiği içindir ki
bu insanlar isimlerini değiştirmek zorunda kalmışlar. Alevilik tüm tarihi boyunca defalarca isim değiştirmiştir.
Alevilik kadar farklı isimlere bürünen bir başka topluluk, bir başka inanış daha yoktur yeryüzünde.
Bu onlara karşı sürdürülen saldırıların ve katliamların doğal sonucudur."

"Tut kelin perçeminden" derler ya, bu lâfların tutacak bir yanı yok ki, tutalım... Alevî kelimesinin "alev"le alâkası yok. Olsaydı, Aleviler ateşe tapanlar olurdu. Kelimenin aslı ALİVÎ'dir. Nasıl ki BEKTÂŞÎ "Hacı Bektaş'a bağlı" , KADIRÎ "Abdülkadir Geylânî'ye bağlı" , NAKŞIBENDÎ "Bahauddin Nakşıbendî'ye bağlı" demekse; ALİVÎ de "ALİ'ye bağlı" mânâsınadır. Söylemesi zor olduğundan dilde ALEVÎ'ye dönüşmüştür.

Araştırmasız yazar buradan nasıl geçmişse "saldırı ve katliam"lara geçmiş. Alevîlik ad değiştirmemiş, her biri farklı, bir kısmı sahte ALİ yanlıları çıkmış. Şimdi İsmailîler, Fâtımîler, Karmatîler, Şiîler, Caferîler, Zeydîler, Nusayrîler bizim Aleviler'le bir mi? Alevi ile Bektâşî dahi farklı değil mi? Biri belden sürer, diğeri yoldan gelir. Değişik adlar bu farklılıkları gösterir. Kaldı ki, Aleviler'in kendi aralarında dahi âdetleri köyden köye değişir.

Lâkin yazar kelimeyi "alev"e, yâni ışığa bağlıyor:

E.Ç- "Alevi sözcüğünün aleve tapanlarla,ışığa tapanlarla bir ilgisi yoktur.
Alevi inanışında var oluşun kaynağı ışıktır, enerjidir.
Var oluş güneşten yansıyan enerjinin vücut bulmasıyla ortaya çıkmıştır.
Alevilik, yeryüzündeki yaradılışın esasının ışık vasıtasıyla olduğunu kabul eden bir inanıştır.
Işık vasıtadır. Alevilik ışığı yaradan gibi değil, yaratanın görünen yüzü olarak görür.
Bu ikisi birbirine çok yakın gibi dursa da, birbirinden çok farklı şeylerdir."

Bu görüş İSLÂMİYET'e değil; Yahudiliğe, Hıristiyanlığa yakın bir görüş... "Alevilik, yeryüzündeki yaradılışın esasının ışık vasıtasıyla olduğunu kabul eden bir inanıştır" cümlesi, sonradan yazılmış tahrifli Kitâb-ı Mukaddes'in Tekvin Kitabı'nın 1. Bölümü'nün ilk cümleleriyle benzer gibi:

1 Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı.
2 Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı.
Tanrı’nın Ruhu suların üzerinde hareket ediyordu.
3 Tanrı, “Işık olsun” diye buyurdu ve ışık oldu.
4 Tanrı ışığın iyi olduğunu gördü.ve onu karanlıktan ayırdı.
5 Işığa “Gündüz”, karanlığa “Gece” adını verdi.
Akşam oldu, sabah oldu ve ilk gün oluştu.

Halbuki KUR'AN şöyle der:

- "Allah göklerin ve yerin nûrudur. Onun nûrunun misâli, içinde kandil bulunan bir avizedir.
Kandil bir cam içindedir, cam inciyi andıran bir yıldızdır;
(bu kandil) doğuya da batıya da âit olmayan, yağı neredeyse ateş dokunmasa bile
ışık veren mübârek bir zeytin ağacından yakılır.
Nûr üstüne nûr. Allah nûruna dilediğini kavuşturur.
Allah insanlar için misâller veriyor, Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir."
(Nur Sûresi, 35. âyet)

Elbette ki "zeytin ağacı" bir misâl. Zâten ALLAH da öyle demiş. Ama önemli olan NUR ile ışık kelimesinin farkı.... ve "ateş dokunmasa bile yanan kandil"e dikkat!..

Devam edelim "Aleviliğin Gizli Tarihi" adlı kitabın yazarının yazılarına:

Soru - "Alevi sözcüğünün kökeni nerelere kadar gidiyor?"
E.Ç.- "Milattan önce 2000 yıllarında Anadolu’da Luviler yaşamış. Hititler'le beraber var olmuşlar,
ancak biraz Hititler'in gölgesinde kalmışlar, biraz da kendileri böyle olmasını istemişler.
Çok önemli bir uygarlık oldukları ve bu uygarlığın evrenin, yeryüzünün ve insanlığın var oluşuna ilişkin
çok önemli bilgilere sahip olduğu yeni yeni anlaşılmaya başlandı.
Luvi sözcüğü Hitit dilinde “ışık insanı” demektir. Zaten günümüzde de birçok dilde
“lu” kökü ışık anlamında kullanılır. İngilizce de light Almanca da licht, Latince de lüx gibi.
Alev sözcüğü de ışığın kaynağındaki yansımaya verilen isimdir. Anadolu da sadece Luviler yok;
Likyalılar da var. Likya ışık ülkesi demektir. Aleviler de Safavi savaşları sırasında kendilerine uygulanan
büyük katliamlar öncesine kadar kendilerine ışık taifesi olarak adlandırdılar, ancak ışık taifesi
katli vâcip hale gelince, mecbûren isim ve kisve değiştirdiler.
Ama isim ve kisve değiştirirken özlerine sadık kaldılar ve bir kelime oyununun arkasına sığınıp
varlıklarını bir müddet daha gizlemeyi denediler. Alevi sözcüğü o zamandan itibaren kullanılmaya başlandı."
"Bazı araştırmacılar bunu daha yakın zamanlara taşıyorlar ama ben alevi sözcüğünü
Kul Nimet’in nefeslerinde buldum, bana göre Alevi sözcüğü ilk kez 16. yüzyılın son çeyreğinde kullanıldı."
Soru - "Yâni daha önce kendilerine 'Işık insanları' diyorlardı."
E.Ç.- 'Işık taifesi' diyorlardı ve 16. yüzyıldan önceki Osmanlı arşivleri incelendiği zaman fermanlarda
Alevi sözcüğüne rastlanmaz, ağırlıklı kullanılan isim 'ışık taifesi'dir. Bu konuda yapılmış araştırmalar
ve ortaya çıkarılmış belgeler var."

Bu "Işık Taifesi" tanımı ve kullanımı hangi belgelerde geçiyor, vermemiş ama bu bölücü Kürtler'in savunduğu Luvi-Alevi nazariyesi bakın nerelere uzanıyor:

- Alevîler'in kökeni, Hititler'den önce Anadolu’da yaşamış olan Luviler'e dayanır.
- Bizans döneminde "Paulikienler" denen dinî grup Alevî'dir.
- Paulikienler altı dede ocağı kurmuştur.
- Pîr Sultan olarak bilinen kişi, aslında bir Paulikien önder olan Pir Silvanus’tur.
- Pîr Sultan Abdal’ın da başına gelen olaylar aslında Constantine Silvanus’un yaşadıklarından başka bir şey değildir.
- Paulikienler, aslında Hristiyan değil, ama Alevîler'dir.

İnandınız mı, Canlar?... Bu kişi de "alevîyim" diye geçiniyor!....

Bütün bu iddialara bir kaç soru:

- Anadolu'da Hıristiyan Bizans dönemi 325 yılındaki İznik Konsülü ile başlar. 600'lü yıllarda yaşamış Hz. Ali, Paulikienler'in felsefesine ne zaman girmiş?....
- Paulikienler'in kurduğu bu altı Deade Ocağı nerelerde?...
- A. Yaman isimli zat tam 201 ocak adı sıralamış. Bunlardan hangisi Paulikienler'den kalma? ...
- Sivas ili, Yıldızeli ilçesi, Çırçır Nahiyesi Banaz Köyü'nde doğmuş olan Pir Sultan Abdal aslında papaz, ha?.... 1500'lerde yaşamış ve asılmış.... Peki, Silvanus ne olmuş?

Erdoğan Çınar, kitaplarında Hıristiyanlığın bir mezhebi olan Paulikenizm'i Alevilik; kiliselerini Alevi ocağı, kilise kurucularını Alevi dedesi; ilk çağın köleci 'Ma' topluluklarını Alevi, Zeus Tapınağını Hacı Bektaş Dergâhı; Makedon kilisesi kurucusu Constantine'i, Pir Sultan Abdal olarak sunuyor.

Tüm bunları yaparken Bizans görevlisi Peter'in; coğrafyacı Strabon'un; Anna Komenena'nın; Urfalı Mateos'un; Evliya Çelebi'nin yazdıklarını tahrif ediyor.

"Aleviliğin Gizli Tarihi", "Aleviliğin Kökleri", "Kayıp Bir Alevi Efsanesi", "Aleviliğin Kayıp Bin Yılı" gibi kitaplarında Aleviliğin köklerinin, Hıristiyanlığın bir mezhebi olan Paulikenizm'e dayandığını iddia eden Erdoğan Çınar'a; Hamza Aksüt, Ünsal Öztürk ve Hasan Harmancı birlikte yazdıkları "Alevi Tarih Yazımında Skandal - Erdoğan Çınar Örneği" kitabıyla yanıt verdiler.

Bu kitabın yazarlarından Ünsal Öztürk, Erdoğan Çınar'ın bilerek, isteyerek, taammüden kaynakları çarpıttığını ve özellikle son 3 kitabını bu şekilde oluşturduğunu savunarak "7. yüzyılda Ermenistan'da ortaya çıkan bir hareket var. Bu hareketin adına Paulikenizm hareketi deniyor. Bu hareket Hıristiyan-düalistti. Bu Hıristiyan-düalistleri Erdoğan Çınar bugünkü Aleviler'in ataları olarak gösterdi. Oysa bugünkü Aleviler, Türkmenler'den, Araplar'dan, Kürtler'den, Zazalar'dan oluşuyor. Bunların bir önceki atalarının Ermeni olmalarının mümkünü yoktur. Ayrıca, 16. yüzyılda yaşamış olan Türkmen bir halk ozanı olan Pir Sultan Abdal'ı da bir Ermeni yaptı. Adını da Silvanus olarak gösterdi ve 7. yüzyılda yaşadığını söyledi. Oysa, bu Silvanus bir takma isimdi. Silvanus asıl olarak 1. yüzyılda yaşamış, Hıristiyanlığın gerçek kurucusu Saint Paul'un baş piskoposunun adıdır" diye konuştu.

Erdoğan Çınar'ın kitaplarında Silvanus'a deyişler, şiirler söylettiğini, ancak elinde bir tane şiir örneği olmadığını dile getiren Öztürk, "Kitaplarında diyor ki Pir Silvanus'un hangi dilde şiir, deyiş söylediğini bilmiyoruz diyor. Hangi dilde şiir, deyiş söylediğini bilmiyorsan demek ki elinde şiir yok. Ve onun konuştuğu dil şu anda yaşıyor mu, yaşamıyor mu, onu da bilmiyoruz diyor. Halbuki biz biliyoruz ki, bu adam Ermeni. Ermenice hâlâ yaşıyor. Bunları yanılgıdan dolayı söylemiyor. Bilerek ve taammüden söylüyor" dedi.

Erdoğan Çınar'ın "Bizanslı Heretikler'in Tarihi" adlı Janet Hamilton, Bernard Hamilton tarafından hazırlanmış İngilizce bir kitaptan yararlandığını, oradaki bilgileri alarak papaz gördüğü yere Pir, kilise gördüğü yere Alevi Ocağı, Constantine Silvanus önce Pir Silvanus yapıp sonra da Pir Sultan yaptığını kaydeden Öztürk, "Constantine Silvanus Şebinkarahisar'ın bir kasabası olan Cibesse'ye gitmişti, burayı da Sivas olarak gösterdi. Halbuki Sivas'la Şebinkarahisar arasında belki 300 kilometre var. Yâni bilerek, isteyerek, yalan bir tarih koydu ortaya" dedi.

Öztürk, Erdoğan Çınar'ın yazdıklarını "yalana dayalı bir tarih" olarak niteledi ve şöyle konuştu: "Alevilik İslam-dışıdır' diyen arkadaşlar var ve bazıları çok geniş, kafası çalışan, iyi duygular içinde olan arkadaşlardır bunlar. Bunların, bu duygularını istismar ediyor. Ve onların bilinçaltına İncil'i, Tevrat'ı yerleştirmeye çalışıyor. Öyle ustaca şeyler yapıyor ki, onların ruhlarını da okşuyor."

İşte böyle.... Bizim "sahte alevi" , "kürt alevi kimliği altında gizli Ermeni" dediğimiz kişiler işte bunlar... Koca Pir Sultan Abdal'ı papaz yapar çıkarlar!...

MUHAMMED-ALİ'NİN YOLU

Peki, bunlar makbûl değil de; makbûl olan ne?.... Biz deriz ki, Orta Asya'ya giden Ehl-i Beyt'in orada yetiştirdikleri Ahmed Yesevî gibi muhterem zatlardan Anadolu'ya yansıyan İslâm anlayışı.... TÜRK'ün İSLÂM anlayışı.... TÜRK'ün Hâce Ahmed Yesevî Hazretleri'nden Hacı Bektaş'a, ondan da bize gelen İSLÂM anlayışı en makbûlüdür. Arab'a benzemez, Acem'e benzemez, Türk-İslâm sentezi olmaz, çorba mı bu, karıştırasın?... TÜRK'ÜN İSLÂM ANLAYIŞI olur.

Bakın, onu da aklı başında kişiler, Ocakzadeler Meclisi, nasıl anlatmış:: :

1) Aleviliğin temel kurumu olan Ocaklar ve bu Ocaklar'daki Dedeler'in Alevîliğin asıl temsilcileri olduğu bilinen bir gerçektir.
Son yıllarda Alevîliği "yola inananlar" değil, âdeta yolu yıkmaya çalışanlar temsil ediyormuş gibi bir görüntü oluşmuştur.
Buna karşı çıkan Ocak mensubu Dedeler bir araya gelerek Ocakzadeler Meclisi’ni oluşturmuştur. Bu nedenlerle de, Ocakzadeler Meclisi, Alevî toplumunu temsil hakkına sahiptir.

2) Ocakzadeler Meclisi, Ocaklar'ı reddeden ve Alevî inancının temel işleyişi olan “El ele, el Hakk’a” anlayışını yozlaştıran, dejenere ederek özünden koparan, Alevî toplumunu ve inancını, kendi marjinal örgütlenmesine hedef kitle alan; Hakk-Muhammed-Ali, Kur’an, Ehlibeyt ve Oniki İmam inanç ve itikadından koparmaya çalışanlara karşı kurulmuştur.

3) Ocakzadeler Meclisi’nin Alevîlik konusundaki temel görüşleri de şöyledir:

- Hz. Ali’yi, Alevî inancının dışına itmek, bütün Ocaklar'ı yok saymaktır. Çünkü Ocaklarımız Oniki İmam yoluyla Hz. Ali’ye bağlıdır. Bütün Ocaklar'ın atası, Hz.Muhammed ve Hz. Ali olup, anaları da Hz. Hatice’tül Kübra ve Hz. Fatıma’tüz Zehra’dır.

- Yolumuz, Âdem atadan Muhammed Mustafa arasında gelmiş geçmiş cümle peygamberleri ve ilâhî kitapları hak bilir

- Allah-Muhammed-Ali Yolu’nda yürürüz. Ehlibeyt’i sever, Oniki İmam’ın imametini hak bilir, Horasan ve Anadolu Erenleri’nin irfani çizgisini benimseriz.

- Dört Kapı Kırk Makam ile “insan-ı kâmil” olma yolunda bacı-kardeş bakışı ve oniki hizmet ile cem oluruz.

- Yolumuzda dil, din, ırk, renk ve cins ayırmadan 72 millete aynı nazarla bakarız.

- Yolumuz sevgi, hoşgörü, muhabbet, şefkat ve erdem yoludur.

- Yolumuz insana ve insanlığa hizmet yoludur.

- Yolumuz ilim, irfan, kemâlat ve marifet yoludur.

- Yolumuz, ikrar ve iman üzeredir.

- Muharrem ayı ve Hızır ayı oruç ayımızdır.

4) Ocak yapılanması içinde talip, rehber, pir/dede, mürşit yani “El ele, el Hakk’a” düsturuyla hareket ederiz. Alevîliği özgün hâli ile yaşar, yaşatır ve gelecek kuşaklara aktarmayı hedefleriz.

5) Bütün Ocaklarımız haktır, hepsinin başımızın üstünde yeri vardır. Alevî inancının kırmızı çizgisi olan Hz. Ali’yi Alevîliğin dışına itmek Hz. Ali’siz, Ehlibeyt’siz, Oniki İmam’sız bir Alevîlik icat eden ve Alevîlik inancını kendilerine uyarlamak isteyenlere asla yol verilmeyecektir.

6) Çalışmalarımızda hedefimiz, Alevîliğin İslâm ile bağını koparıp farklı bir din olarak göstermek isteyen hâricilerle, yol yezitleriyle mücadele etmek olacaktır.

7) Ocakzadeler Meclisi, toplumsal barışı savunur ve buna katkı sunar.

8) Ocakzadeler Meclisi, hiçbir inancı yargılamaz, ön yargıyla da bakmaz.

9) Ocakzadeler Meclisi, çağdaş dünyanın hukuk normlarını benimser; lâik, demokratik, sosyal, hukuk devleti anlayışını destekler ve gelişmesini sağlamak için katkıda bulunur.

10) Ocakzadeler Meclisi, millî birlik ve beraberlik içinde hareket etmeyi esas alır.

11) Ocakzadeler Meclisi, Alevîliği siyasete âlet eden akım ve kurumlara mesafelidir. Her türlü bölücü ve yıkıcı unsurların da karşısında yer alır.

12)Ocakzadeler Meclisi, Rıza Şehri’nin temel değerlerinin yerleşmesini hedef alır.

13) Ocakzadeler Meclisi’nin önceliği, Alevî toplumunun temel hak ve özgürlüklere ilişkin sorunlarını, Anayasal ve yasal güvenceye kavuşturmak için, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yetkili kişi ve kurumlarıyla görüşmeler yapmak olacaktır.

14) Ocakzadeler Meclisi, “Yol bir, sürek bin bir” ilkesiyle hareket eder ve bütün ocakları özgün yapılarını koruyarak birliğe davet etmektedir.

15)Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının büyük özveri ve mücadelelerle kurduğu lâik demokratik Türkiye Cumhuriyeti ve kurucu değerleri de kırmızı çizgimizdir.

İmza: OCAKZADELER MECLİSİ


Bu açıklamaya destek veren Ocakzâdeler şunlardır:

Hüseyin Hürrem Ulusoy - Hünkâr Hacı Bektaş Veli Dergâhı
Serap Ulusoy - Hünkar Hacı Bektaş Veli Dergâhı
Hüseyin Dedegarkınoğlu - Dede Garkın Ocağı
Mustafa Dedegarkınoğlu - Dede Garkın Ocağı
Veli Kargın - Dede Garkın Ocağı
Ali Timurtaş Özmen - Koluaçık Hacım Sultan Ocağı
Muhtar Duran - Koluaçık Hacım Sultan Ocağı
Mansur Kılıç - Baba Mansur Ocağı
Süleyman Kılıç - Baba Mansur Ocağı – Mazgirt/TUNCELİ Şöbek (Yeldeğen) Köyü)
Bâki Güngör - Seyit Harun Nurdede Ocağı
Cevahir Düzgün - Seyit Harun Nurdede Ocağı
Süleyman Güngör - Seyit Harun Nurdede Ocağı
Seyit Ali Güngör - Seyyid Harun Nurdede Ocağı
Turan Aydın - Hubyar Sultan Ocağı
Ahmet Yavuz - Hubyar Sultan Ocağı
Hüseyin Bektaş - Hubyar Sultan Ocağı
Selahattin Telci - Hubyar Sultan Ocağı
Ahmet Aslandoğan - Hıdır Abdal Ocağı
Nurettin Gedikoğlu - Hıdır Abdal Ocağı
Ali Demirtaş - Çoban Baba Ocağı
Ali Küçük - Seyyid Seyfi Ocağı
Kasım Güvercin - Seyyid Seyfi Ocağı
Musa Kücük - Seyit Seyfi Ocağı
Ali Yenialtun - Sultan Sinemil Ocağı
Ârif Bektaş - Seyyid Sultan Cibali Ocağı
Aslan İlhan - Ağuiçen Ocağı
Aydın Acaray - Seyyid Kerim Ocağı
Haydar Aceray - Seyyid Kerim Ocağı
Hasan Canbolat - Seyyid Kerim Ocağı
Aydoğdu Dönmez - Cibali Sultan Ocağı
Bâki Özdemiroğlu - Hacı Ali Turâb-ı Veli Ocağı
Behzat Varlı - Güvenç Abdal Ocağı
Levent Varlı - Güvenç Abdal Ocağı
Metin Özer - Güvenç Abdal Ocağı
Cafer Kaygusuz - İmam Zeynel Abidin Ocağı
Cem Akbaba - Üryan Hızır Ocağı
Cemâl Akbaba - Ali Baba Ocağı
Cemâl Tekkeşinoğlu - Ali Baba Ocağı
Eray Karayiğit - Yalıncak Sultan Ocağı
Erdal Özdemir - Kureyşan Ocağı
İsmail Soyupak - Kureyşan Ocağı
Mehmet Ali Tutal - Kureyşan Ocağı
Serdar Altun - Kureyşan Ocağı
Erol Ulusoy - Koçubaba Ocağı
Ejder Keskin - Seyyid Köse Süleyman Ocağı
Ferdi Kılınç - Seyyid Köse Süleyman Ocağı
Feyzullah Güvenç - Seyyid Mehmet Abdal Ocağı
Hacı Şahin - Şah İbrahim Veli Ocağı
Hasan Bilâl - Şah İbrahim Veli Ocağı
Hakan Samut - Sultan Samut Ocağı
Halil Gültekin - Sarı İsmail Sultan Ocağı
Hamdullah Bektaşoğlu - Hacı Murâd-ı Veli Ocağı
Hüseyin Doğan - Hasan Dede Ocağı
Kudret Ulusoy - Koçubaba Ocağı
Mehmet Demirtaş - Sücaaddin Veli Ocağı
Metin Çıtak - Erarslan Ocağı
Şeref Kuzel - Erarslan Ocağı
Mustafa Bor - Şeyh Ahmed Dede Ocağı
Mustafa Tuncer - Hızır Samıt Sultan Ocağı
Mülâzım Polat - Haydar Sultan Ocağı
Nâzmi Aydedeoğlu - Işık Çakır Sultan Ocağı
Nevzat Canbolat - Seyyid Kerim Ocağı
Soner Canbolat - Seyyid Kerim Ocağı
Remzi Özbalı - Hacı Bektaş-ı Veli Ocağı
Rıza Akbaş - İmam Rıza Ocağı
Rıza Kalender - Şah Kalender Veli Ocağı
Sahin Yıldız - Sultan Gözükızıl Ocağı
Seyfi Oğuz - Seyyid Köse Süleyman Ocağı
Süleyman Üstüner - Cemâl Abdal Ocağı
Şahin Petek - İmam Rıza Ocağı
Şükrü Polat - Şeyh Hasan Ocağı
Tâhir Aslandaş - Ali Baba Ocağı
Taner Erdoğan - Seyyid Garip Musa Sultan
Tarık Etçioğlu - Kara Yağmurlu Ocağı
Ulaş Ocak - Teslim Abdal Ocağı Ocağı
Ünal Şahin - Kul Himmet Ocağı
Yılmaz Deniz - Budalalar Ocağı

  • ÖNEMLİ SAYFALAR: BUYRUK , GÜNÜMÜZDE ŞİİLİK / DÜNYADA ŞİİLİK / TÜRKİYE'DE CAFERİLİK , 12 İMAM DÖNEMİ , İSLAM'A FESAT KATANLAR , SİTEMİZDEKİ SAYFALAR