Türk halkları ve özellikle Aleviler arasındaki 5 Mayıs HIDRELLEZ kutlamaları Kur'an-ı Kerim'de KEHF Sûresi (18/60-82) âyetlerinde anlatılan olaya dayanır.
Ancak benzer olaylar Gılgamış Destânı, Büyük İskender ve Yahudiler'in İlyas efsânesinde de yer alır. Bunları yazının sonunda anlatacağız. Ayrıca başka bir sayfada
TEVRAT VE İNCİL'DE İLYAS ALEYHİSSELÂM bilgilerini vereceğiz. Kur'an-ı Kerim'den alınan âyetler büyük harfle ve numarası ile yazıda belirtilecek.
Rivayete göre, Musa Aleyhisselam Yahudiler'i Firavun'dan kurtardıktan sonra bir gün onlara vaaz ederken bir Yahudi, "Ya Kelimallah (Allah'ın kelâmını dile getiren), yeryüzünde senden daha hakîm, hikmet sahibi, bilgili bir insan var mıdır?" diye sormuş. Musa da peygamber olmasından güç alarak "Hayır" demiş... Bunun üzerine kendisine "Mecma-il Bahreyn'de (iki denizin birbirine kavuştuğu yer) ledün ilmine (gizli ilimler) mazhar olmuş bir kulum var. Şakirdinle (müridin, taleben) birlikte oraya git. Rehber olarak ta yanına kurutulmuş, tuzlanmış balık al," diye vahiy gelmiş... Musa yanına Yuşa bin Nun adlı kişiyi de alarak yola çıkmış. Yuşa'ya "Balığı nerede kaybedersen, bana haber ver," diye tembih etmiş... HANİ MUSA ŞAKİRDİNE, "BEN MECMA-İL BAHREYN'E VARINCAYA KADAR DURMAYACAĞIM. BELKİ varıncaya kadar UZUN YILLAR GEÇİRECEĞİM," DEMİŞTİ. (Kehf Sûresi - 60. âyet)
Bir hayli gittikten sonra su kenarı bir yerde konaklamışlar. Orası aslında Mecma-il Bahreyn imiş ama farkında değillermiş. Yuşa azıklarını ve tuzlu balığı suyun kenarında bir kayanın üzerine bırakmış... Ve Musa uyuyup dinlenirken elini yüzünü yıkamak istemiş. Yıkanırken bir kaç damla su kuru, tuzlu balığın üzerine sıçramış. Suyun değmesi ile balık canlanıp suya atlamış!.. VAKTA Kİ, İKİ DENİZİN BİRLEŞTİĞİ YERE ULAŞTILAR, BALIKLARI UNUTTULAR. BALIK DENİZE ATLAMIŞ, BİR DELİĞE DOĞRU YOL ALMIŞTI. (Kehf Sûresi - 61. âyet) Ama Yuşa bunu uyanınca Musa'ya söylemeyi unutmuş!..
VAKTA Kİ mecma-il Bayreyn'i GEÇTİLER, MUSA ŞAKİRDİNE "KUŞLUK YEMEĞİMİZİ GETİR DE YİYELİM, BU YOLCULUKTAN HAKİKATEN YORGUN DÜŞTÜK, " DEDİ. Şakirt, "GÖRDÜN MÜ?" DEDİ, "BİZ O KAYANIN YANINDA BARINDIĞIMIZ ZAMAN BALIĞIN HALİNİ SİZE SÖYLEMEYİ UNUTTUM. ONU SİZE HATIRLATMAYI BANA HERHALDE ŞEYTAN UNUTTURDU. BALIK DENİZDE ACİP (acaip) BİR YOL AÇARAK GİTTİ." (Kehf Sûresi - 62-63. âyetler)
MUSA, "İŞTE BİZİM ARAYACAĞIMIZ BU İDİ. Balık bize yol gösterecekti," dedi... HEMEN İZLERİNİ TAKİP EDEREK GELDİKLERİ YOLDAN GERİ DÖNDÜLER. ((Kehf Sûresi - 64. âyet)
ORADA KULLARIMIZDAN ÖYLE BİR KUL BULDULAR Kİ, ONA TARAFIMIZDAN BİR RAHMET VERMİŞTİK. VE NEZDİMİZDEN KENDİSİNE BİR İLİM ÖĞRETMİŞTİK.(Kehf Sûresi - 65. âyet)
Kur'an-ı Kerim'de bu kişinin adı geçmez... Rivayete göre bu kişi Hızır Aleyhisselam'dır. Başta Bayzavî olmak üzere "İlyas Aleyhisselâm" diyenler de vardır. Dikkate değer.
Musa bu kişiyle karşılaşınca selam vermiş. O da, "Selam, ey İsrailoğulları'nın Peygamberi," diye cevap vermiş. Musa, "Benim peygamber olduğumu sana kim haber verdi?" diye sormuş. O zat, "Yerimi sana bildiren," demiş.
Bunun üzerine bu kişiye hayranlık duyan MUSA, "SANA ÖĞRETİLEN HAYIR VE RÜŞT İLMİNİ BANA ÖĞRETMEN ŞARTIYLA, SANA TÂBİ OLABİLİR MİYİM?" DEDİ. O zat, "SEN BENİMLE BULUNMAYA SABREDEMEZSİN. İLMİNİN İHATA ETMEDİĞİ (kapsamadığı) BİR ŞEYE NASIL SABREDEBİLİRSİN?" DEDİ. MUSA, "İNŞALLAH BENİ SABREDİCİ BULURSUN. HİÇ BİR İŞTE SANA KARŞI GELMEM," DEDİ. (Kehf Sûresi - 66-69. âyetler)
O, "ŞAYET BANA TÂBİ OLURSAN, ne olursa olsun, ne yaparsam yapayım, SANA HAKİKATİ SÖYLEYİNCEYE KADAR BANA HİÇ BİR ŞEY SORMAYACAKSIN," DEDİ. (Kehf Sûresi - 70. âyet)
Musa kabul etmiş... BUNUN ÜZERİNE İKİSİ KALKIP deniz kenarına GİTTİLER. BİR GEMİYE BİNDİLER. Ama bir süre sonra o zat bir balta alıp GEMİYİ DELDİ. MUSA, "İÇİNDEKİLERİ SUDA BOĞMAK İÇİN Mİ GEMİYİ DELDİN? GERÇEKTEN FENA BİR İŞ YAPTIN," DEDİ. O zat, "BEN SANA, BENİMLE BULUNMAYA KATLANIP SABREDEMEZSİN, DİYE SÖYLEMEMİŞ MİYDİM?" DEDİ. MUSA, pişman olup UNUTTUĞUM ŞEYLE BENİ MUAHEZE EtME (kınama). İŞİMDE BANA GÜÇ BİR ŞEY TEKLİF ETME," DEDİ. (Kehf Sûresi - 71-73. âyetler)
Sonra KALKIP bir köye GİTTİLER. NİHAYET BİR OĞLAN ÇOCUĞA RASTGELDİLER. O zat HEMEN ÇOCUĞU ÖLDÜRDÜ! MUSA dayanamayıp "BÖYLE günahsız TEMİZ BİR NEFSİ BİR NEFSE KARŞI OLMAKSIZIN kısas gerekmediği halde, haksız yere NASIL ÖLDÜRDÜN? GERÇEKTEN SEN ÇOK KÖTÜ BİR İŞ YAPTIN," DEDİ. O zat, "BEN SANA BENİMLE BULUNMAYA SABREDEMEZSİN, DİYE SÖYLEMEMİŞ MİYDİM?" DEDİ. MUSA sorduğuna pişman olup "ŞAYET BUNDAN SONRA SANA BİR ŞEY SORACAK OLURSAM, ARTIK BENİMLE ARKADAŞLIK ETME. ZİRA, TARAFIMDAN ÖZRÜ NİHAYETE ERİŞTİRDİN. Artık mâzur görülecek yanım kalmadı," DEDİ. (Kehf Sûresi - 74-76. âyetler)
ORADAN KALKIP GİTTİLER. HİHAYET BİR KASABAYA VARDILAR VE AHALİSİNDEN YİYECEK İSTEDİLER. FAKAT HALK KENDİLERİNİ MİSAFİR ETMEKTEN KAÇINDI. Vermedi. ORADA YIKILMAYA MÂİL BİR DUVAR GÖRDÜLER. O zat BUNU DERHAL tamir edip DOĞRULTUVERDİ. MUSA dayanamadı, "Bu ahali bize yiyecek bile vermedi. DİLESEYDİN, hiç değilse ELBET BUNA MUKABİL BİR ÜCRET ALIRDIN," DEDİ. (Kehf Sûresi - 77. âyet)
O zat, "İŞTE ARTIK BU BİRBİRİMİZDEN AYRILMA VAKTİDİR!.. ŞİMDİ SANA zahirde kötü görüpte SABREDEMEDİĞİN ŞEYLERİN yaptıklarımın İÇ YÜZÜNÜ HABER VEREYİM, DEDİ. (Kehf Sûresi - 78. âyet)
- "O delik açtığım GEMİ, GEÇİMLERİNİ DENİZDE TEMİN EDEN BİR TAKIM YOKSULLARINDI. Gemiyi delerek KUSURLU YAPMAK İSTEDİM. ZİRA ARKALARINDA HER SAĞLAM GEMİYİ GASPEDEN BİR HÜKÜMDAR VARDI." (Kehf Sûresi - 79. âyet)
- "O öldürdüğüm mâsum yüzlü güzel OĞLANIN DA kendisi ileride kâfir olacaktı, ama EBEVEYNİ MÜMİNDİLER. ONUN BUNLARI TUĞYÂN VE KÜFRE SÜRÜKLEMELERİNDEN KORKTUK! İSTEDİK Kİ, RABLERİ ANA VE BABASINI BUNUN YERİNE DAHA HAYIRLI, DAHA PÂK (temiz), MUTTAKİ (itikat-inanç sahibi) VE MERHAMETÇE ONDAN DAHA YAKININI VERSİN." (Kehf Sûresi - 80-81. âyetler)
- "VE DOĞRULTTUĞUM, tâmir ettiğim DUVAR ŞEHİRDE İKİ YETİM ÇOCUĞUNDU. ALTINDA ONLARA ÂİT BİR DEFİNE VARDI. BABALARI SÂLİH BİR KİMSEYDİ. BU SEBEPLE RABBİN İKİSİNİN İLİM VE RÜŞDE ERMELERİNİ VE ondan sonra BU DEFİNEYİ ÇIKARMALARINI İSTEDİ. Daha önce duvarın yıkılıp ta definenin ortaya çıkmasını, başkalarının eline geçmesini istemedi. BU RABBİNDEN BİR MERHAMETTİ... BEN BUNLARI KENDİ REYİMLE (tercihimle, kararımla) YAPMADIM. Allah'ın emrine uyarak, onun gerçek bir kulu olarak yaptım. İŞTE SENİN SABREDEMEDİĞİN ŞEYLERİN İÇYÜZÜ!" dedi.(Kehf Sûresi - 82. âyet)
İşte bu bizim HIZIR diye bildiğimiz zâtın Kur'an-ı Kerim'deki kıssası... İşin enteresanı Kehf Sûresi'nde hemen bu noktadan sonra ZÜLKARNEYN'in kıssası geliyor... Kendisine kudret verildiği, önce Batı'ya, sonra Doğu'ya gidip hükmünü geçirdiği anlatılıyor.
Bu zâtın BÜYÜK İSKENDER olduğu rivâyet edilir. Bu konuda pek çok müslüman ve Türk eser vermiştir... Enteresan olan nokta şu ki, İSKENDER'in de bir dirilen balık hikâyesi var... Ama önce GILGAMIŞ DESTANI'ndaki bölümü anlatalım.
Arkadaşı Engidu'nun ölümüne çok üzülen Gılgamış, bir nehirlerin buluştuğu yerde oturan ve kendisine ebedî hayat bahşedilmiş olan Utnapiştim'i bulmak için yola çıkar... İnsanı ölümden kurtaracak Hayat Otu hakkında ondan bilgi almak ister... Kurumuş balığı dirilten Âb-ı Hayat (Hayat Suyu), destanda Hayat Otu olarak karşımıza çıkar... Bu destanın ana fikri, ölümsüzlük aramak yerine, insanın ömrünü iyiliklerle geçirmesi gerektiğidir.
Süryanî edebiyatında manzum bir İskender destanı vardır... Orada İskender'in aşçısı ebedî hayat kaynağını arayan, dört bir yanı dolanan İskender'e refakat etmektedir. Yolculukları sırasında bir gün aşçı tuzlu bir balığı suda yıkarken balık canlanır ve kaçıp gider. Andreas balığı yakalamak için suya atlar ama tutamaz. Ama kendisi de ölümsüzlüğe kavuşur!.. Sonradan bunu farkeden İskender, bu menbaı arar, ama bulamaz.
Yaygın bir Yahudi din efsânesine gelince, Peygamber İlyas ile haham Yeşuş ben Levi'nin birlikte ettikleri seyyahati anlatılır... Yeşuş İlyas'a, tıpkı Hızır'ın Musa'ya koştuğu gibi şartlar koşar. Benzer davranışlarda bulunur. Yâni efsanedeki Yeşuş, Kur'an'daki Musa'dır.
HIDRELLEZ aslında HIZIR ve İLYAS kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir... Böyle iki ayrı muhterem zâtın varlığını kabul eden Türkler, ölümsüzlüğe ulaşmış diye kabul ettikleri bu iki zâtın her yıl bir defa buluştuklarına inanırlar. İlyas'ın denizlere, sulara; Hızır'ın da karalara hükmettiği söylenir... Buluştukları o günde tabiatın yeniden hayat bulduğu, canlandığı düşünülür... Tabiattaki bu değişiklikten kendileri de yararlanmak için kendi dileklerini de dile getirirler.
İLYAS Aleyhisselam ise Kur'an-ı Kerim'de En'am Sûresi (85-90) ve Saffat Sûresi'nde (123-132) geçer... Hakkında fazla bilgi yoktur. Rivayete göre hükümdar Ahab zamanında yaşamıştır... Ahab, İlyas Aleyhisselâm'ın yolundan gidiyor, fakat karısı İzabel ve İsrail halkı Baal denen puta tapıyordu. Günün birinde Ahab, putlara tapan kralların da başarılar elde ettiğini öne sürerek İlyas'tan yüz çevirdi. Bunun üzerine İlyas Allah'a yalvararak kendisine yağmurlara hükmetme kudretinin verilmesini diledi. Allah üç yıl için ona bu izni verdi. Ülkede üç yıl kuraklık oldu. Sonunda Allah susuzluktan mâsumların da ölmesinden dolayı İlyas'a kızdı. İlyas hemen inattan vazgeçip halktan putlarına yalvarıp "Yağmur göndermelerini dileyin," dedi. Tabii yağmur yağmadı. Bunun üzerine kendisi Allah'a niyazda bulunup yağmur yağmasını sağladı. Hem insanlar, hem hayvanlar suya kavuştu. tabiat canlanıp her yer yeşil oldu!.. Ama halk gene İlyas Aleyhisselâm'a itibar etmedi. Bunun üzerine İlyas peygamber kendisini bu dünyadan kurtarması, Kat'ına alması için Allah'a dua etti ve göğe yükseldi... Hz. İSA'dan önce Allah Katı'na yükseltilen kişi, Hz. İlyas'tır. Hikâyesi TEVRAT'ta uzun uzun anlatılır.
Hızır'ın aslı Al-Hazir'dir, isim olarak "yeşil" demektir, sâdece Hızır sıfattır... Rivâyete göre Önceleri beyaz bir posta otururmuş, sonra bu post yeşil olmuş... Taberî, Navavî, Al-Diyarbekrî konu üzerinde durmuştur. Onlara göre bu post topraktır, sonra kuru tohumlar çimlenir, yeşil olur. Yani cansızlar can bulur, dirilir. Bayzavî'ye göre Al-Hazir Tevrat'taki İ-L-Y-A adlı kişinin lâkabıdır, yani İLYAS'ın...
Bu bilgileri birleştirince, HIDRELLEZ'in sırrı ortaya çıkıyor... Doğrusunu Allah bilir ama, sonradan Hızır kelimesine dönüşen ve "yeşil" mânâsına gelen Al-Hazir sıfatı, İLYAS Aleyhisselam'ın lâkabı olmaktadır... Ve zaman içinde Al-Hazir İlyas (dünyayı yeşillendiren peygamber) Hızır-İlyas olmuş, bundan HIDRELLEZ kelimesi doğmuş, ayrıca zamanla Hızır-İlyas yerine sadece Hızır kelimesi kullanılmaya başlamıştır... Yahudi efsânesi ise olayı zaten İlyas etrafına kurmuştur...
Hem bu efsanenin, hem Gılgamış Destanı'nın, hem İskender hikâyesinin kökü zaten ilâhi vahiye dayanır. Peygamberlerden çeşitli toplumlara yayılmıştır.
Türkler arasında yatırların, yardıma gelen nur yüzlü ihtiyarların çoğunun yeşil elbiseli görülmesinin sebebi de, herhalde Al-Hazir kelimesinin yeşil anlamına gelmesidir.
Peygamberimiz Hz. Muhammed'in, şeklî anlamda ölümsüz, yani bedenli diye düşünülen Hızır için, "Hızır yaşasaydı, bizimle buluşurdu" mealinde bir hadisi vardır... Bundan şunu anlıyoruz ki, Hızır, yani İlyas, ve İsa, ve şehitler, ve daha niceleri ölümsüzdürler ama bedenli anlamında değil!
Burada akla MUSA ve İLYAS gibi iki peygamberin aynı devirde yaşamalarının mümkün olup olmadığı akla gelebilir. Ancak Hz. İBRAHİM ile Hz. LÛT ta birbirlerinin çağdaşı idi. Hz. İBRAHİM, oğlu Hz. İSMAİL, Hz. İSHAK ve Hz. LUT aynı çağda yaşamışlardı. Büyük ihtimalle Hz. İSHAK, oğlu Hz. YÂKUB, Hz. İSMAİL de aynı dönemde yaşamıştı. Ayrıca Hz. MUSA zamanında yaşayan başka bir peygamber daha vardır: Hz. ŞUAYIB... Musa, onun kızıyla evlenmişti... Öyleyse Hz. MUSA ile Hz. İLYAS'ın aynı devirde yaşamış ve karşılaşmış olmaları da mümkündür.
Son olarak kuru balık ve su konusunu yorumlayalım... Suyun kurumuş tuzlu balığı canlandırması, toprağı canlandırmasının sembolüdür. Her yıl gerçekleşir. İlyas'ın Yeşil lâkabı, sulara hükmetmesi, balığın Hızır'la yani İlyas'la buluşulan yerde canlanması da buna işarettir. Su, ALLAH'ın dünyaya ve mahlûkata en büyük lûtfudur... Sadece 5 Mayıs HIDIRELLEZ gününde değil, her gün, her an bu lûtuftan yararlanmak için niyazda bulunmak gerekir!