Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

ALİ HAYDAR BAŞVEREN'İN ARAŞTIRMA YAZISI

ALEVİ-SÜNNİ SÜRTÜŞMESİNİN İÇYÜZÜ

PEYGAMBERİMİZİN GADİR-İ HUM'DA İRÂD ETTİĞİ ÖNE SÜRÜLEN UYDURMA HUTBE

Peygamber-i Ekrem’in (s.a.a.) Gadir-i Hum’da Okuduğu Hutbenin Tam Metni sayfasında iddia edilen "tam metni" aşağıda bulacaksınız. Peşînen söyliyelim ki, bu sayfa, Alevî-Şiî-Caferî-Sünnî, her kim olursa okusun, bu "hutbe"nin uydurma, şişirme olduğunu hemen anlayacağı inanılmaz aldatmayı gözler önüne sermek için hazırlanmıştır.

Bugün bize ulaşmış en eski siret, tarih ve tabakat kitaplarında, Gadiri Hum olayı ile ilgili hiçbir bilginin mevcut olmadığını görürüz. Hz. Peygamber (s.a.v) in hayatı ile ilgili teferruatı ihtiva eden eserlerde, bu olay üzerindeki suskunluk, Şiilerin olayı tamamen uydurmuş olmaları ihtimalini akla getirmektedir.

Gerçekten İbni İshak (ölümü Hicrî 150), İbni Hişam (ölümü Hicrî 218), Vakidi (ölümü Hicrî 207), İbni Sa'd (ölümü Hicrî 230) ve Gadir-i Hum olayından hiç bahsetmezler. Günümüzde, 11 cilt İslam Tarihi yazarı M.Asım Köksal gerekli- gereksiz birçok nakillerle doldurduğu eserinde bu olayı hiç hatırlamaz. En eski meşhur tefsirlerde, olaya temel teşkil eden âyetin (Maide/67) tefsir ve nüzül sebeplerinde de olayın zikri yoktur. Meselâ, Şii temâyüllü olduğu söylenen Taberi (ölümü Hicrî 310), ilgili âyetin tefsirinde Gadir-i Hum olayını hiç hatırlatmaz.

Gadiri Hum'dan ve hutbesinden sözeden ilk Sünni kaynak, bildiğimiz kadarıyla Ahmed bin Hanbel'in (ölümü Hicrî 241) 'Müsned' isimli hadis kitabıdır. Ancak, burada, anılan ayet (Maide/67) ile hiçbir ilgi kurulmaz. Olay çok kısa varyantlar halinde verilir. Hutbe ise birkaç cümleden ibârettir ve imâmet ve hilafetle ilgili bir muhtevası yoktur.

Ahmet b. Hanbel'in 'Müsned' inde yer verilen haberler en tarafsız olanlarıdır. Ancak bunların yorumu zordur. Bunları yorumlamak için tarihçilerin zikrettikleri başka bir olayla birleştirmek ve bazı boşluklarını makul tahminlerle doldurmak gerekiyor. Şöyle ki:

Hz. Muhammed (s.a.v), Veda Haccı'ndan iki ay önce Hz. Ali'yi, Yemen'in bazı kabilelerine zekat ve cizyeleri toplamak amacıyla gönderir. Bu görev esnasında bazı kabilelerle ufak-tefek çarpışmalar da olur ve bazı ganimetler elde edilir. Hz. Ali elde ettiği ganimeti Beytülmal'ın hissesini, yâni Devlet Hazinesi'nin payını ayırdıktan sonra adamlarına taksim eder. Ancak bu taksimden hoşnud kalmayan ve Beytulmal'e ayrılan hisseden de faydalanmak isteyenler vardır. Bazı tartışmalar olur. Hz. Ali, Veda Haccı'nda Rasulullah (s.a.v) ile beraber bulunmak için Mekke'ye hareket emri verir. Taif'e vardıklarında, yerine Bureydetül-Eslemi'yi vekil tayin eder ve kendisi ordusundan önce Mekke'ye vâsıl olarak Hz. Peygamber ile buluşur. Bir süre sonra Mekke'ye giren ordusunda, kendisinin Beytülmal için ayırmış olduğu elbiselerin dağıtılıp giyilmiş olduğunu görür ve vekiliyle şiddetli tartışmaları olur. Hz. Peygamber bu tartışmada haklı olarak Hz. Ali (r.a)nin tarafını tutar.

Derken Veda Haccı son bulur. Her kabile kendi beldesine müteveccihen Mekke'den ayrılır. Hz. Peygamber (s.a.v) de, beraberinde Medineliler (Ansar) ve o yöredeki bedevi Müslümanlar'la beraber Medine'ye doğru yola çıkar. Bu esnada muhtemelen Hz. Ali ile bazı kişiler arasında, önceki tartışmalar sürmektedir ve onun aleyhindeki faaliyet büyük boyutlara ulaşmıştır. Gadir-i Hum mevkiine vardıklarında Resulullah (s.a.v), Hz. Ali aleyhine haksız olarak oluşan nefret ve düşmanlığa son vermek ister. Orada Müslümanlar'a irad ettiği kısa hutbesinde: kendisini dost edinen kimselerden, Hz Ali'yi de dost bilmeleri gerektiğini ve ona düşmanlık beslemekten vazgeçmelerini ihtar eder. Olay yatışır ve Medine'ye doğru devam edilir. Olay aslında bundan ibârettir.

Her şeyden önemlisi, Hz. Ali'nin nispet edilen 'Nehcul Belaga' isimli eserde Şiiler'in iddia ettikleri Ali'nin halifeliğe 'nass'la tayin edilmiş olma' , yâni "Kitap ve Sünnet'le kat'i bir şekilde tayin edilmiş olma" iddiasına rastlamıyoruz. Orada Hz. Ali'ye izafe edilen 'Şışıkkıyye Hutbesi' nde, ona üç defa hakkı olan hilâfetten mahrum edildiği ifade ettirilmekle beraber, Gadiri Hum olayından ve Resulullah'ın vasiyyet ve tayininden bahis yoktur. Çünkü Hz. Muhammed (s.a.v.) onu halife ilan edecek olsaydı, bunu dönüş yolunda değil, Veda Haccı'nda, daha kalabalık bir bir Müslüman cemaat önünde yapardı.

"Daha kalabalık" deyince belirtmek gerekir ki, Şii ve Sünnî birçok âlim ve tarihçilerin rivâyet ettiğine göre 70,000 kişi,;imam Sa’lebi tefsirinde ve Sibt bin Cevzi’nin "Tezkiret’u Havass’il- Ümme fi Ma’rifet’il- Eimme" eserindeki iddiaya göre ise Gadir-i Hum’da 120,000 sahabi hazır bulunmuş!..

Aslında ne Arafat'ta, ne Minâ'da, ne de Gadir-i Hum göletinin başında 120 bin sahabi yoktu!.. Prof. Dr. Süleyman Ateş "Yahu, akıl ve mantık gerek" der... "Peygamber'in hayatında kendisine inananların toplam sayısı 117 bin civârında idi. Tüm Arabistan'da!... Başka diyarlarda zâten müslüman yoktu. Bunların hepsi Peygamber'in yanında değildi elbette!.. 120 bin kişinin birlikte olması o zaman için mümkün mü?.. Peygamber'in çıktığı Mekke Seferi'nde yanında takriben 10 bin kişi vardı. Umre Seferi'ne de 1.500 kişi katılmıştı."

Bu duruma göre Arafat'ta belki 15-20 bin kişi, Gadir-i Hum'da da 10-15 bin kişi olabilir, en fazla... Çünkü bir kısmı Arabistan'ın başka bölgelerine dağılmıştı dönüş yolunda.

Biz yine "Vedâ Hutbeleri" yazımızda yaptığımız gibi başlayalım, Gadir-i Hum olayını anlatmaya...

Zilhicce'nin on dördü, Çarşamba günü Peygamberimiz ve Ashâb-ı Kiram, Vedâ Tavafı'ndan sonra, Mekke-i Mükerreme'den Medine-i Münevvere'ye doğru yola çıktılar.

Hicretin Onuncu Yılında, Zilhiccet-il Haram Ayının Onsekizi, Pazar günü Resulullah (s.a.v.) vedâ haccından dönerken Gadir-i Hum bölgesinde, Cuhfe ismindeki bir menzilde, Medine, Mısır ve Şam (Suriye) yollarının ayrımında iken, şu âyetin nâzil olduğu rivâyet edilir:

- "Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et!
Eğer yapmayacak olursan,
O'nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun!
ALLAH seni insanlardan koruyacaktır.
Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez."
(Mâide Sûresi, 67. Âyet)

Bu rivâyetin doğru olabileceğini, yâni böyle bir âyetin orada inmiş olabileceğini varsayarak devam edelim.

Gadir-i Hum Vâdisi'nde konakladılar. Gadir-i Hum (Hum Bataklığı, Hum Göleti), Cuhfe’ye 4 kilometre uzaklıkta yer almaktadır. Cuhfe’nin kendisi de müslümanların ihram bağlamak için gittikleri beş mikat yerinden biridir ve 64 kilometre Mekke’nin kuzeyine düşmektedir. Bu mekân, bir miktar suyu ve ağaçları olması nedeniyle kervanların dinlenme yeriydi.

Bu âyet indikten sonra, yine rivâyet edilir ki, Resul-i Ekrem (s.a.v.) kervanlara durmalarını ve oracıkta bineklerinden inmelerini emretti. İleridekileri çağırttı, geride kalanlar da gelip yetiştiler. Buraya kadar 4 günde gelmişlerdi.

Herkes toplanınca, Peygamberimiz ağaçların dibini de diken, çer-çöpten temizlemelerini buyurduktan sonra halkı öğle namazına dâvet etti. Ashap bir diken ağacının dalları üzerine elbiseler atarak Resulullah (s.a.v.) için bir gölgelik hazırladılar. Hz. Muhammed, öğle namazını o yakıcı sıcaklıkta, o cemaatla birlikte kıldıktan sonra, hutbe için ayağa kalktı. Şii kaynaklardan gelen rivâyete göre, Arafat'taki gibi uzun bir hutbe verdi. Önce ALLAH'a hamd-u senâlarda bulundu.

Bu rivâyetin de doğru olabileceğini belirtelim... Ancak "hamd-ü senâ" kısmına geçince, iş değişiyor. Veciz konuşmaktan hoşlanan Peygamberimiz'in, her nedense Arafat'ta, Minâ'da ve bizim "Vedâ Hutbeleri" sayfasında yer alan Gadir-i Hum'daki hutbelerin "hamd-ü senâ" bölümleri bu kadar uzun değil!

Bakın, görün:

"Hamd ve senâ; birliğinde yüce yalnızlığında ve tekliğinde yakın, kudret ve sultasında azametli ve erkânında azim olan Allah’a mahsustur. Allah’ın ilmi yerinde kaldığı halde (hareket etmeksizin) her şeyi kuşatmıştır. O bütün yaratıkları kudret ve burhanıyla hâkimiyet altına almıştır."

"Allah sürekli olarak övülmüş ve de övülmektedir. Allah yok olmayan bir azametin sâhibidir. Yaratan O’dur. Yeniden dirilten de O’dur. Her iş O’na dönmektedir."

"Yükseltilmişleri (göklerden ve semâvî isimlerden kinayedir) vücuda getiren, serilenleri (yeryüzündekilerdenn kinâyedir) seren, yerlerin ve göklerin hükümrânı, pâk, münezzeh, tenzih edilmiş, melek ve ruhların Rabbi, yarattığı herşeye ihsanda bulunan, vücuda getirdiği her şeye lütfeden O’dur. Her göz O’nun gözetiminde, O’nun gözü önündedir; ama gözler O’nu göremez."

"Allah ikram edici, sabır sâhibidir. Rahmeti her şeyi kaplamış, nimeti ile hepsine ihsanda bulunmuştur. İntikam almasında acele davranmaz ve müstahak oldukları azâbına hemen teşebbüste bulunmaz."

"Bâtınları ve gizlilikleri anlar, içleri bilir, gizlilikler ona saklı kalmaz ve gizlilikler O’na karmaşık gelmez. Her şeyi ihâta eden O’dur. Her şeye galebe çalan O’dur. Her şeyde kuvvet O’dur, her şey üzerindeki kudret O’dur. Onun gibi bir şey yoktur. Hiçbir şey yokken her şeyi var eden O’dur. Dâimidir. Diridir, adâlet ile kaimdir. İzzet ve hikmet sâhibi O’ndan başka bir ilâh yoktur."

Peygamberimiz'in bu kadar uzun bir hamd-ü senâda bulunduğuna inanmamamıza rağmen, içinde bulunanlara bir itirâzımız yok. Sanırız, hutbeyi uyduran, veyâ uyduranlar böyle güzel ifâdelerle başlarlarsa, arkasından geleceklere herkesin hemen inancağını düşünmüş olabilirler.

Devam edelim. Çünkü artık insanlara hitap başlıyor:

"Ey insanlar! Onun hakkındaki bu konuyu biliniz ve anlayınız. Biliniz ki Allah muhâcirlere, ensara ve onlara iyilikle tâbi olanlara, köylüye ve şehirliye; araba, ve aceme; hüre ve köleye; büyüğe ve küçüğe; beyaza ve siyaha ona (Ali’ye) itaat etmeyi farz bilmiş, onu imam ve ihtiyar sâhibi kılmıştır. Her muvahhid için onun hükmünü icra etmesi, sözüyle amel etmesi, emrini kabullenmesi gerekir. Her kim ona muhalefet ederse mel'undur. Her kim ona tâbi olursa ve onu tasdik ederse, Allah’ın rahmetine mazhar olacaktır. Allah onu ve onu dinleyip kendisine itaat eden herkesi bağışlamıştır."

Aman ALLAH'ım!.. Görüyor musunuz, iddiaya göre Peygamberimiz "pat" diye "konu"ya girmiş, "ALLAH'ın herkese Ali'ye itaat etmesini emrettiğini" söylemiş, üstelik hiç üslûbu olmadığı, başka hiçbir yerde rastlanmadığı biçimde "ona muhalefet edenler mel'undur" demiş!.. İnandınız mı?.. Hâşâ!..

"Ey insanlar! Bu böylesine bir toplulukta ayağa kalktığım son defâdır. O halde işitiniz, itaat ediniz, Rabbiniz olan Allah’ın emri karşısında teslim olunuz. Zirâ Aziz ve Celil olan Allah-u Teâla sizin ihtiyarınızın sâhibi ve mâbudunuzdur. Allah’tan ve sizleri muhatap kılan Peygamber’inden, yâni benden sonra da Ali Allah’ın emriyle sizin irâde sâhibiniz ve imamınızdır. İmâmet makamı ondan sonra da Allah ve Resul'üyle görüşeceğiniz güne kadar benim neslimin, onun çocuklarının hakkıdır."

"Allah, Resulü ve onların (İmamların) helâl kıldığı hususlar dışında bir helâl yoktur. Allah, Resulü ve onların (imamların) sizlere haram kıldığı şey dışında da bir haram yoktur. Aziz ve Celil olan Allah bana helâl ve haramı tanıtmış ve Rabbimin Kitâbı'ndan, helâl ve haramından bana öğrettiği herşeyi de ben ona ısmarlamış (öğretmiş) bulunmaktayım."

"Ey insanlar! Ali’yi (başkalarından) üstün tutun. Allah var olan her ilmi bende bir araya toplamıştır. Ben de öğrendiğim her ilmi takva sâhiplerinin imamında (Ali'de bir araya) topladım. Var olan her ilmi mutlaka Ali’ye öğrettim. Allah’ın Yâsin sûresinde zikrettiği İmam-i Mübin (apaçık İmam) Odur."

- "Her şeyi, apaçık bir İmam’da saymışızdır.” (Yâsin Sûresi, 12. Âyet)

Bu noktada Prof. Dr. Süleyman Ateş der ki:

- "Peygamber Ali'yi övmüş. Doğru, Peygamber'in Ali'yi övücü sözleri var ama, Ebubekir'i övücü sözleri de var, Ömer'i öven sözleri de."
"Ali hakkında niçin âyetler insin?.. Peygamber kendi soyuna ve damadına saltanat kurmak için mi geldi?"

"Böyle bir tutum,

- 'De ki: Ben ona karşılık sizden bir ücret istemiyorum.
O, (Kur'an) sâdece âlemlere bir öğüttür.'" (En’âm Sûresi, 90. Âyet)"
- 'De ki: ‘Ben sizden buna karşı bir ücret istemiyorum.
Ve ben yapmacık yapanlardan, (uydurma şeylerle peygamberlik taslayanlardan) değilim.
O (Kur'ân), ancak bütün âlemlere öğüttür’.' (Sâd Sûresi, 86-87. Âyetler)"
- "De ki: ‘Ben buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum.
Ancak (Allah'a) yaklaşmayı (O’nun rızasını kazanmayı) arzu ediyorum’.'
(Şûra Sûresi, 23)

âyetleriyle bağdaşır mı?"

Elbette bağdaşmaz!.. Kaldı ki, hutbeyi uyduran Yâsin Sûresi 12. Âyet'i tümüyle vermemiş, mânâ çarpıtılmış!.. Âyette geçen "İmâm-ı Mübin" ifâdesini pek çok müfessir "Kitâb-ı Mübin, Levh-i Mahfuz" olarak yorumlamış. Aslı şöyle:

- "Şüphesiz biz ölüyü diriltiriz. Onların yaptıklarını ve bıraktıkları eserleri yazarız.
Biz, herşeyi Apaçık bir Kitap'ta (İmam-ı Mübin'de) bir bir sayıp yazmışızdır." (Yâsin Sûresi, 12. Âyet)

Uydurma hutbeye devam ediyoruz:

- "Ey insanlar! Ondan (Ali’den) başkasına yönelerek sapıklığa düşmeyin. Ondan yüz çevirmeyin, onun velâyetinden ayrılmayın. O hakka hidâyet eder ve hak ile amel eder. Bâtılı iptal eder ve bâtıldan sakındırır. Allah yolunda kınayıcıların kınaması ona engel olamaz."

"O (Ali) Allah’a ve Resulüne iman eden ilk kimsedir. Bana iman hususunda hiç kimse ondan öne geçmemiştir. O canıyla Allah Resulü’nün yolunda her türlü fedâkârlığa katlanmıştır. İnsanlardan hiç kimse onunla Allah’a ibâdet etmediği bir zamanda o Allah Resulüyle birlikteydi. Namaz kılan ilk kimse odur. benimle birlikte Allah’a ibâdet eden ilk kimse de odur. Allah tarafından yerime yatağıma yatmasını emrettim. O da canını bana fedâ ederek benim yerime, yatağıma yattı."

Bu yazılanlar doğrudur ama, söylenmesi Peygamberimiz Muhammed Mustafa'nın (s.a.v.) bildiğimiz üslûbuna hiç uymaz. Âdetâ ümmetine ashâbına güvenmiyormuş ta, tekrar tekrar, uzun uzun Ali'den bahsederek onu benimsetmeye çalışıyormuş gibi bir tarz güdülmüş ki, Peygamber buni İslâm'ı tebliğ ederken dahi uygulamamıştır. Tebliğinde bile bu kadar ısrarcı olmamıştır.

Devâm edelim. Söylemekten hicap duyuyoruz ama, biz okumaktan bıktık, siz de yakında bıkacaksınız.

"Ey insanlar! Onu üstün bilin, ki Allah da ona üstünlük vermiştir. Onu kabul edin, ki Allah onu tâyin etmiştir."

Ey insanlar! O Allah tarafından tâyin edilen İmamdır. Her kim onun velâyetini inkâr ederse şüphesiz Allah tövbesini kabul etmez ve onu bağışlamaz. Allah’ın ona muhalefet eden kimseye böyle davranacağı kesindir. Allah ona böyle yapar ve onu ebediyete kadar, sonsuza dek şiddetli azapla azaplandırır. O halde ona muhalefet etmekten sakının. Aksi taktirde yakıtı insanlarla taşlar olan ve kâfirle için hazırlanan ateşe duçar olursunuz."

Burada hemen ve kat'iyetle belirtelim ki, bizim Hz. Ali'nin velâyetinden ve imâmetinden zerre kadar şüphemiz yoktur. Bunu zâten daha önceki yazılarımızda, tâ baştan itibâren dile getirdik.

Bizim itirâzımız, zorlama bir şekilde hadis ve hutbe uydurarak Hz. Ali'nin hilâfet hakkının öne sürülmesi, bunun için müslümanlar arasında 1400 sene sonra dahi ayırıma, bölünmeye gidilmesidir.

Hem Ali'ye "Allah'ın Arslanı", "Allah'ın Kılıcı" diyeceksin, hem de onun hakkı olan bir şeyi almak yerine, Ebubekir'e, Ömer'e, Osman'a biat ettiğini, onların emrinde çalıştığını kabul edeceksin!.. Böyle şey olur mu?.. Ali için bunca lâf edilmiş olsaydı, o bu işin peşini bırakır mıydı?.. Bunca kişi bu lâfları duyduktan sonra, Peygamberin vasiyetini unutup Ali'nin peşini bırakır mıydı?.. Yapmayın, etmeyin!.. Biraz mantık ve iz'an sâhibi olun!

Devam edelim:

Ey insanlar! Allah’a yemin olsun ki, önceki peygamberler ve elçiler bana müjde vermişlerdir ve ben Allah’a yemin olsun ki, peygamber ve elçilerin sonuncusuyum, gök ve yerdeki bütün yaratıkların üzerinde hüccetim. Her kim bu konuda şek ederse, câhiliye küfrü gibi kâfir olmuş olur. Her kim bu sözümden bir şeyde şek ederse, bana nâzil olmuş olan herşeyden şek etmiştir. Her kim imamların birinde şek ederse onların tümünde şek etmiştir ve kim bizim hakkımızda şek ederse, şüphesiz ateştedir."

"Allah bu üstünlüğü bana bağışta bulunmuştur, bu onun bana bir minneti ve ondan bana bir ihsandır. Ondan başka ilâh yoktur. Ebediyete kadar, sonsuzadek her hâliyle ona hamd ve senâda bulunurum."

"Ey insanlar! Ali’yi üstün biliniz ki, o Allah’ın rızkı indirdiği ve yaratıklar bâki kaldığı müddetçe kadın ve erkek tüm insanların en üstünüdür. Bu sözü reddeden ve onunla uyumlu olmayan kimse mel'undur, mel'undur, gazaba uğramıştır, gazaba uğramıştır!

Biliniz ki Cebrâil Allah tarafından bu haberi benim için nâzil kıldı ve şöyle buyurdu: 'Her kim Ali’ye düşmanlık eder ve velâyetini kabul etmezse, lânetim ve gazâbım onun üzerine olsun.' ”

"Herkes yarın için önceden ne göndereceğine baksın. Ali’ye muhalefet etmekten ve neticede sâbit olduktan sonra adımının sürçmesinden dolayı Allah’tan korksun. Allah yaptıklarınızdan hiç şüphesiz haberdârdır."

"Ey insanlar! O (Ali) Allah’ın aziz kitâbında zikrettiği ve ona muhâlefet edenler hakkında şöyle buyurduğu Cenbillah’tır:

- “Kişinin: “Cenbillah’a (Hz. Ali’ye) karşı aşırı gitmemden ötürü bana yazıklar olsun.dediği gibi."
(Zümer Sûresi, 56. Âyet)

Şimdi bu âyette de çarpıtma var. İddiaya göre "Ali'"ye muhâlefet edenler Cenbillah'tır". Bu doğru olabilir, çünkü Peygamberimiz de, Ali de ALLAH yolundadır. Cenbillâh, "ALLAH'tan uzaklaşma" demektir. Peygamber'e, Ali'ye muhâlefet ve münâfıklık edenler ALLAH'tan uzaklaşırlar. Ama Ebubekir'e, Ömer'e de muhâlefet edenler de Cenbillah'tır. Hak yolunda olanlara muhâlefet edenlerin tümü Cenbillah'tır. Ahmed Yesevî'ye, Hacı Bektaş'a, Mevlâna'ya muhâlefet edenler de Cenbillah'tır. Kelimeyi bir tek Ali ile kısıtlamak doğru değildir. Âyetin aslı şöyledir:

- "Farkında olmadan azap size ansızın gelmeden önce,
Rabbinizden size indirilenin en güzeline uyun ki,
kişi, “Allah’ın yanında, Allah'a karşı işlediğim kusurlardan
(cenbillah'tan) dolayı vay hâlime!
Gerçekten ben alay edenlerden idim ” demesin."(Zümer Sûresi, 56. Âyet)

Devam ediyoruz uydurma, şişirme hutbeye... Bunu derken de hicap duyuyoruz, ALLAH'ın affına sığınıyoruz. Çünkü uydurma olduğunu örtmek için araya âyetler, Peygamber'in gerçek hadislerini serpiştirmişler... Onlara bir kastımız yok ama yine de ALLAH affetsin!..

"Ey insanlar! Kur’an hakkında tefekkür ediniz, âyetlerini anlamaya çalışınız, muhkem âyetlerine bakınız, müteşâbih âyetlerinin peşisıra koşmayınız. Allah’a yemin olsun ki, Kur’an’ın bâtınını sizlere beyân edebilecek ve tefsirini sizler için açıklayabilecek olan kimse, benim elimden tuttuğum, onu kendime doğru yükselttiğim, pazısından tuttuğum, iki elimle kaldırdığım ve sizlere, 'Ben kimin mevlâsıysam, bu Ali de O’nun mevlâsıdır' diye bellettiğim kimsedir ve o benim kardeşim ve yerime geçecek olan Ali bin Ebu Tâlib’dir. Onun velâyeti, bana nâzil buyuran Aziz ve Celil olan Allah tarafındandır."

Ey insanlar! Ali ve onun soyundan olan temiz çocuklarım sıkl-i asgar (daha küçük değerli şey) ve Kur’an ise sıkl-i ekber (daha büyük değerli şey)’dir. Bu ikisinden her biri diğerini haber vermekte ve onunla uyum içinde bulunmaktadır. Onlar Kevser Havuzu'nun başında yanıma gelinceye kadar asla birbirinden ayrılmazlar. Biliniz ki, onlar insanlar arasında Allah’ın emin kulları ve yeryüzündeki hâkimleridir."

Biliniz ki, ben edâ ettim. Biliniz ki, ben tebliğ ettim. Biliniz ki, ben duyurdum. Biliniz ki, ben açıkladım. Biliniz ki, Allah buyurmuştur ve ben Aziz ve Celil olan Allah adına konuşuyorum. Biliniz ki. Müminlerin Emiri de benim kardeşimdir. Biliniz ki “Müminlerin Emiri” olmak, benden sonra ondan başka hiç kimse için helâl değildir."

"Daha sonra Peygamber (s.a.v.), eliyle Ali’nin pazısından tuttu ve yukarı kaldırdı. Müminlerin Emiri ise,
Peygamber minberin üstüne çıktığı zamandan beri, ondan bir basamak aşağıda bulunuyordu.
Peygamber’in yüzüne oranla sağ tarafa meyletmişti ve dolayısıyla da yer ikisi de bir mekânda durmuş gibiydiler. "

Böyle diyor, hutbeyi nakleden... Ama unuttuğu bir şey var!.. Ortada ne bir minber var, ne de basamak!.. Gadir-i Hum'da Peygamber ayakta hutbe veriyor, ve ashâbı da karşısında dinliyor!.. Saçmalık aşağıdaki paragrafta devam ediyor:

"Sonra Peygamberimiz elini kaldırdı. Her ikisi de elini göğe doğru açtı. Ali yerinden kalktı
ve ayağı Peygamber’in diziyle aynı hizaya geldi."

Yâni, Ali ayakta, Peygamber Ali'nin ayağının dibinde oturuyor, öyle ki, muhtemelen bağdaş kurduğu için dizi Ali'nin ayağına denk geliyor!.. İnandınız mı?... Böyle bir saygısızlığı, Hz. Ali, kayınpederi ve Peygamber olan Hz. Muhammed'e yapar mı?.. "Ali'yi savunalım" derken, hem Ali'ye, hem Muhammed'e hakaret etmiş olmuyorlar mı?

Daha sonra, iddiaya göre Peygamber şöyle buyurdu:

“Ey insanlar, bu Ali’dir, O benim kardeşim, vasim, ilmimi toplayan ve ümmetim arasında iman eden kimseler üzerinde halifemdir. Aziz ve celil olan Allah’ın Kitâbı'nı tefsir etmekte, Allah’a dâvet etmekte, Allah’ı râzı eden şeylerle amel etmekte, Allah’ın düşmanlarıyla savaşmakta, Allah’ın dostlarını sevmekte ve Allah’a isyan etmekten sakındırmakta benim yerime geçen kimsedir."

"Allah Resulü’nün halifesi odur, Müminlerin Emiri odur, Allah tarafından hidâyet edenlerin imamı odur. Nâkisin (ahdini bozan Cemel ashâbı) Kasitin (Zûlmeden Muaviye taraftarları) ve Marikin’i (dinden çıkan Hâricîler’i) Allah’ın emriyle öldüren odur."

"Allah şöyle buyurmuştur: 'Nezdimde söz değişmez!' (Kaf Sûresi, 29. Âyet)

Uydurma hutbeyi derleyen bir âyeti de burada naklettiğine delil kılmış. Sözümona Peygamberimiz ""Allah Resulü’nün halifesi odur, Müminlerin Emiri odur, Allah tarafından hidâyet edenlerin imamı odur" demiş, bunu da "söz değişimez" âyeti ile tasdiklemiş, sanki o âyet o sebeple inmiş gibi!..

Aslında âyetin öncesi var, tâ 26. Âyet'e bağlı. Şöyle ki,

- " Allah muhafızla şâhide (veya cehennem görevlisi iki meleğe):
'Atın!' buyuracak, 'Atın cehenneme her nankör, inatçı kâfiri!
Hayra mâni olan, haddi aşıp azan, şüpheye dalanı!
Allah’ın yanı sıra başka bir tanrı benimseyeni! Atın onu o çetin azaba!"
Yanındaki arkadaşı der ki: 'Rabbimiz, ben onu azdırmadım.
Zâten o kendisi derin bir sapıklık içinde idi."
Allah, 'Huzurumda tartışmayın! Ben önceden sizi uyardım.
Katımda söz değişmez. Ben kullarıma asla zûlmetmem!' diyecek."
(Kaf Sûresi, 26-29. Âyetler)

Gördünüz mü, âyet nasıl çarpıtılıyor?.. Ali'yi ve onun soyundan gelenleri halife yapmak için neler uyduruluyor!.. Halbuki, Hz. Hasan kendilerine imâmet nasip olduğunu, hilâfetten uzak durmaları gerektiğini farkettiği için halifelikten vazgeçmişti. Ondan sonra da Ehl-i Beyt'ten hilâfet iddiası güden çıkmamıştır. Hz. Hüseyin dahi halife olmaya gitmiyordu.

Devam ediyoruz:

"Ey Rabbim! Senin emrinle şöyle diyorum: 'Allah’ım! Ali’yi seven kimseyi sev, Ali’ye düşman olan kimseye düşman o!. Ona yardım edene yardım et, onu yardımsız bırakan kimseyi, sen de yardımsız bırak! Ali’yi inkâr eden kimseye lânet et, Ali’nin hakkını inkâr eden kimseye gazâb et!.”

Burada Süleyman Ateş'in şu açıklaması dikkate değer:

- "Gerçekte hadisin birinci şıkkı doğru olmakla beraber 'Ali’yi seveni sev, onun düşmanına düşman ol' sözünü Peygamber’in söylediğine ihtimal verilmez!"
- "Zaten râvisi Ali ibn Zeyd’in zayıf olması (güvenilir olmaması) dolayısıyla, bu rivâyet zayıf görülmektedir."
(Bkz. İbn Mace, Mukaddime: 11)
- "Nitekim Ahmed ibn Hanbel de 'Ali’yi seveni sev, onun düşmanına düşman ol' sözünün bâzılarının eklemesi olduğunu belirtmiştir." (Müsned: 1/152)

İşte o yüzden biz, Peygamberimiz Muhammed Mustafa'nın (s.a.v.) böyle bir ifâde kullanmadığına inanıyoruz.

"Ben âlemlere rahmet olarak gönderildim, lânet isteyici olarak değil" (Buhârî, Menakıb, 17)

hadisi bir yana, Taif'de uğradığı ağır hakaretten, hatta taşa tutulduktan sonra, sığındığı bir üzüm bağında;

- ''Ya Rabbi! Beni kime emanet ediyorsun?"

diye hayatının en dokunaklı duasını yaptığında; ''Eğer isterse, o insanların üzerlerine dağları yıkabileceğini'' söyleyen Cebrâil (a.s)'a yaşlı gözlerle şöyle demişti:

- ''Hayır!.. Ben bunu istemem.
Bunun yerine, Allah onların sûlbünden sâdece Allah'a ibâdet eden
ve O'na hiçbir ortak koşmayan bir nesil çıkarabilir.
Ben onu isterim Rabbimden!"
(Hz. Muhammet (s.a.s.) Hakkında Konferenslar, s.116, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, ll. Bask, Ank-1972)

Uhud'da, tepesine kılıçlar yağarken bile, Peygamberimiz;

- ''Ya Rabbi! Bu insanları affet, çünkü onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar!" (Tirmizi, Birr, 36; Müslim, Cihad, 111)

diye dua etmişti. Hiç bu kadar merhametli, şefkatli olan Peygamberimizin "düşman ol" gibi bir ifâde kullanması mümkün mü?... Değil, tabii... devam ediyoruz uydurma hutbeye:

"Ey Rabbim! Sen, bu konu aydınlandıktan ve Ali’yi bugün tâyin ettikten sonra, şu âyeti bana nâzil buyurdun:

- "'Bugün, size dininizi kemâle erdirdim, üzerinize olan nimetimi tamamladım,
din olarak sizin için İslâm’ı beğendim.' (Mâide Sûresi, 3. Âyet)

- “Kim İslâm’dan başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir.
O âhirette de kaybedenlerdendir.' (Âl-i İmran Sûresi, 85. Âyet)

"Ey Rabbim, Seni de şâhit tutuyorum ki ben tebliğ ettim."

"Ey İnsanlar! Allah dininizi imâmetle kâmil buyurmuştur. O hâlde Kıyâmet gününe ve aziz ve celil olan Allah’ın huzuruna varılacağı güne kadar her kim ona ve benim çocuklarımdan ve onun soyundan vasilere iktida etmezse, böyle kimselerin amelleri dünya ve âhirette yok olmuş olur ve sürekli azap içinde bulunurlar. Azapları asla hafifletilmez ve onlara fırsat verilmez."

"Ey İnsanlar! Bu Ali sizlerden bana en çok yardım eden, bana en lâyık olan, bana en yakın bulunan ve nezdimde en değerli olan kimsedir. Aziz ve celil olan Allah ve ben ondan râzıyız. Kur’an’da Ali dışında hiç kimse hakkında rızâyet âyeti (kendisinden râzı olunduğunu bildiren bir âyet) inmemiştir. Allah müminlere hitâp ettiği her yerde önce ona hitâp etmiştir. Kur’an’da var olan övgü âyetleri onun hakkındadır ve Allah İnsan Sûresi'nde sâdece onun cennete gireceğine şahâdette bulunmuştur. Bu sûreyi ondan başkası hakkında nâzil buyurmamış ve bu sûreyle ondan başkasını övmemiştir."

Gördünüz mü hadis uyduranın, uydurma hutbe yazanın yaptığını?.. Bize koca İnsan Sûresi'ni buraya yazdıracak!..

Ne yapalım, "Bu sûreyi ondan başkası hakkında nâzil buyurmamış ve bu sûreyle ondan başkasını övmemiştir." yalanı ile "Allah İnsan Sûresi'nde sâdece onun cennete gireceğine şahâdette bulunmuştur" yalanını çürütmek için yazacağız.

"Bismililahirrahmanırrahim"
1 - "Gerçekten insan üzerine dehirden (zamandan) öyle bir müddet geldi ki
o zaman o, anılmaya değer bir şey değildi."
2 - "Doğrusu biz insanı, imtihan etmek için karışık bir nutfeden
(erkek ve kadın sularından) yarattık da onu işitici, görücü yaptık."
3 - "Kuşkusuz biz ona yolu gösterdik; ister şükredici olsun, ister nankör."
4 - "Çünkü biz, kâfirler için zincirler, demir halkalar ve alevli bir ateş hazırlamışızdır."

Bu kısımda var mı böyle bir şey?... Yok!

5 - "Kuşkusuz iyiler de karışımı kâfûr olan dolgun bir kadehten içerler."
6 - "Bir kaynak ki, ondan Allah'ın kulları içerler, güzel yollar açarak akıtırlar onu."
7 - "O kullar adaklarını yerine getirirler ve fenalığı salgın (olan) bir günden korkarlar."
8 - "Düşküne, yetime ve esire seve seve yemek yedirirler."
9 - "(Onlar) 'Size sırf Allah rızası için yemek yediriyoruz.
Sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür bekliyoruz.' (derler)"
10 - "(Onlar) 'Biz sert ve belâlı bir günde Rabbimiz'den korkarız,' derler."
11 - "Allah da onları o günün fenâlığından korur, yüzlerine parlaklık, gönüllerine sevinç verir."
12 - "Sabırlarına karşılık onlara bir cennet ve ipekten elbiseler verir."
13 - "Orada donatılmış koltuklar üzerine dayanmışlardır:
Orada ne yakıcı güneş görürler, ne de şiddetli soğuk."
14 - "Üzerlerine cennet gölgeleri sarkmış, meyveleri bol bol önlerine konmuştur."
15 - "Yanlarında gümüşten kaplar, billur kupalar dolaştırılır."
16 - "Gümüşten öyle kadehler ki, onları türlü türlü biçimlere koymuşlardır."
17 - "Onlara orada bir dolu kadeh sunulur ki, karışımı zencefildir."
18 - "Bu orada bir pınardır ki, adına 'selsebil' derler."
19 - Etraflarında ölümsüz hizmetçiler dolaşır, onları görünce saçılmış inciler sanırsın."
20 - "Orada nereye baksan, bir nimet ve pek büyük bir mülk görürsün."
21 - "Üstlerinde zarif ve yeşil, kalın ipekten bir elbise vardır.
Gümüş bileziklerle süslenmişlerdir. Rableri onlara temiz bir içecek içirmiştir."
22 - "(Onlara şöyle denir): 'İşte bu sizin bir mükâfatınızdı. Gayretiniz karşılığını bulmuştur' (denir)"

Peki, bu âyetlerde ne görüyoruz?.. Tekil ifâdeler mi, çoğul ifâdeler mi var?.. Ali'ye yorumlanabilecek "o" kelimesi mi var; yardımsever, takvalı müminleri kasteden "onlar" kelimesi mi var?.. El insaf!.. "Yalnız Ali" diyebilmek için koca bir sûre böyle çarpıtılır mı?..

23 - "Kur'ân'ı sana kısım kısım biz indirdik biz.
24 - "O halde Rabbinin hüküm vermesi için sabret. Onlardan hiçbir günahkâra. yâhut nanköre itaat etme."
25 - "Sabah-akşam Rabbinin ismini an."
26 - "Gecenin bir bölümünde de O'na secde et (akşam ve yatsı namazlarını kıl).
Hem de O'nu uzun bir gece tesbih et (teheccüd namazı kıl)."

Bu hitap Peygamberimiz'e! Ali de isterse uyar. Ama burada bir övme, bir Cennet müjdesi falan yok! Yâhu, bu uyduruk hutbeye inanan Şiiler, Aleviler hiç KUR'AN okumazlar mı? KUR'AN'sız, DÖRT KİTAP'sız Alevilik olur mu?

27 - "Çünkü onlar bu dünyâyı seviyorlar ve önlerindeki ağır bir günü arkaya atıyorlar."
28 - "Onları biz yarattık ve mafsallarını sımsıkı bağladık. Dilediğimiz vakit de kılıklarını değiştiririz."

Bu âyetler de kâfirler hakkında.

29 - "İşte bu bir öğüttür. Dileyen Rabbine giden yolu tutar."
30 - "Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Kuşkusuz Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sâhibidir."
31 - "Allah dilediğini rahmetine sokar. Zâlimlere ise, acıklı bir azap hazırlamıştır."

Bu âyetler bütün insanlığa!... Var mı sırf Ali için, sadece Ali için edilmiş bir söz?... Yok!.. İnanmayın böyle çarpıtmalara!.. Zâten Peygamberimiz dünyâya rahmet, uyarıcı ve müjdeleyici olarak geldi. Kendi sülbünü, sülâlesini övmek için değil!..

Devam edelim uyduruk hutbeye:

"Ey insanlar! O, Allah’ın dininin yardımcısı, Allah Resulü’nün savunucusudur. O takvalı, temiz, hidâyet eden ve hidâyet olmuş kimsedir. Peygamberiniz en iyi Peygamber, vasîniz en iyi vasî, onun çocukları da en iyi vasîlerdir."

"Ey insanlar! Her peygamberin soyu kendi sulbündendir. Ama benim neslim Müminler'in Emiri’nin sulbündendir."

"Ey insanlar! Şeytan Âdem’i hasetle Cennet'ten dışarı çıkardı. Sakın Ali’ye haset etmeyiniz. Aksi taktirde amelleriniz boşuna gider, ayaklarınız sürçer. Âdem bir sürçme sebebiyle yeryüzüne gönderildi. Oysa Âdem aziz ve celil olan Allah’ın seçtiği kimseydi. O halde sizler, aranızda Allah’ın düşmanları olduğu halde nasıl bir hâlet içinde olacaksınız?"

"Biliniz ki sâdece şekavet sâhibi kimse Ali’ye düşmanlık eder ve sâdece takva sâhibi kimse Ali’yi sever. Ali’ye sâdece hâlis mümin olan kimse iman eder. Allah’a yemin olsun ki, Asr Sûresi Ali hakkında nâzil olmuştur."

Haydaa!.... Şimdi bir de Asr Sûresi çıktı karşımıza.... Bakalım, öyle mi olmuş?

- “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
Asra and olsun ki, İnsan hiç şüphesiz ziyandadır.
Ancak imân edip, sâlih amellerde bulunanlar,
birbirlerine hakkı tavsiye edenler
ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka!"
(Asr Sûresi, 1-3. Âyetler)

Ne görüyoruz?.. Gene tekil ifâdeler yok, "o" değil; çoğul ifâdeler ve "ler-lar" takıları var!.. Demek ki, bu sûre de yalnız Ali için değil; bütün imân edenler, sâlih amel işleyenler, hakkı tavsiye edenler hakkında imiş!.. Buna Ebubekir de, Ömer de, hatta Emevi halifesi Ömer bin Abdulaziz de dâhildir. Kendisi "5. Râşid Halife" diye bilinir.

Devam ediyoruz.

"İkindi vaktine and olsun ki iman eden, hak ve sabırdan hoşnut olan Ali dışında tüm insanlar hüsran içindedir."

"Ey insanlar! Ben Allah’ı şâhit tuttum, risâletimi sizlere tebliğ ettim. Peygamber’in sâdece açıkça tebliğ etmeden başka bir sorumluluğu yoktur."

"Ey insanlar! Allah’tan hakkıyla korkun ve dünyâdan sâdece Müslüman olarak ayrılın."

“Ey Kitab verilenler!
Bir takım yüzleri silip dümdüz ederek arkalarına çevirmeden,
yâhut Cumartesi ashâbını (Yahûdileri) lânetlediğimiz gibi lânetlemeden önce,
elinizdeki Kitâb’ı tasdik ederek indirdiğimiz Kur’an’a iman edin.”
(Nisâ Sûresi, 47. Âyet)

"Ey insanlar! Allah’a yemin olsun ki, bu âyette kendilerini isim ve soylarıyla bildiğim ashâbımdan bir grup kastedilmiştir. Ama onları ifşâ etmemekle görevlendirildim. O halde her kim amel ederse, kalbinde Ali’ye karşı taşıdığı sevgi veya kinle mutâbık olan şeyi bulacaktır."

Bu âyet buraya, hutbeye niye girmiş?.. Peygamberin etrâfına toplananlar arasında müslümanlar dışında "Kitab Verilenler" mi var?.. Hıristiyanlar, Yahudiler mi var?.. Yoksa Kur'an'a imân etmeyenler mi var?.. İddiaya göre, Peygamber yemin ederek ashâbı arasındaki münâfıkları kastetmiş.

Ashab, "arkadaş olanlar. sâhip olanlar, kullanma yetkisine sâhip kişiler" demektir. Hz. Muhammcd'i (s.a.v.) görüp, ona tâbi olan kişiler, insanlık âleminin en seçkin simâları ve örnek neslidirl Haklarında vârid olan naslarla korunmuşlar, ALLAH'ın yardımını müşâhade etmişler ve o büyük peygamberin öğretilerini yaşamaya çalışmışlardır. Ashâb-ı Kiram diye bilinirler. Kiram "soylular. eli açıklar, cömertler" demektir.

Haa, Peygamber'in etrafındakiler arasında münâfıklar, ayak sürüyenler, ters yüzü dönenler çıkmadı mı?.. Çıktı. Ama hutbede bu tarz kişiler "sâdece Ali'ye karşı kin besleyenler" olarak verilmiş. Savaşa gitmeyen, peygambere uymayan, o öldükten sonra zekât vermeyen, halka zûlmedenler hiç sayılmamış.

Devam edelim.

"Ey insanlar! Aziz ve celil olan Allah tarafından bana bir nur verilmiş, benden sonra Ali bin Ebu Tâlib’e ve ondan sonra da Mehdi-i Kaim’e kadar onun nesline verilmiştir. Mehdi de Allah’ın hakkını ve bize âit olan her hakkı geri alır. Zirâ Aziz ve Celil olan Allah bizleri kusur edenlere, düşmanlık gösterenlere, muhâliflere, hâinlere, günahkârlara, zâlimlere ve tüm âlemlerden gasp edenlere karşı hüccet karar kılmıştır."

Burada devreye Mehdi giriyor... Biz Hz. Muhammed'in geçmişi ve geleceği görüp bilebileceğinden asla kuşku duymayız. ALLAH'ın izniyle bu mümkündür.

Yalnız burada bir ayırım var. Peygamber sanki bir tek torunu Hüseyin'in sülbünden gelenleri kendinden saymış gibi konuşturulmuş. Tabii hutbeyi uyduranlar tarafından!..

Biraz uzun olacak ama, anlatalım...Hz. Peygamber'in Hz. Hatice'den iki erkek ve dört kız çocuğu dünyaya gelmiştir. İlk çocuğu Kasım iki yaşında, Abdullah da küçük yaşta iken vefat etmiştir. Kızlarının doğum sırası konusunda ihtilaf bulunmakla birlikte genellikle, Zeyneb, Rukıye, Ümmü Gülsüm ve Fâtıma şeklinde olduğu kabul edilmektedir. Peygamberimiz Hz. Hatice'nin arzusu üzerine Zeyneb'i, teyzesinin oğlu Ebü'l-As b. Rebi' ile evlendirmiştir. Bu evlilikten Zeyneb'in Ali ve Ümame adlı iki çocuğu dünyaya gelmiştir. Ebûl As bin Rebi' iman etmediğinden Bedir Savaş'ndan sonra Peygamberimiz Zeyneb'i ve çocuklarını Medine'ye almıştır. Ebül As daha sonra müslüman olunca, Zeynep ile tekrar evlendirilmiştir. Zeyneb'in kızı Ümame, teyzesi Hz. Fâtıma'nın vefatından sonra Hz. Ali ile evlenmiş, onun şehit edilmesinden sonra da Muğire b. Nevfel ile evlenmiş ve onun nikâhında iken vefat etmiştir. Ümame'nin bu kocasından Yahya adında bir çocuğunun dünyaya geldiği söylenir.

Ne oldu?.. Hz. Fâtıma peygamberimiz'in Hz. Hatice'den olma kızıdır, ama Zeynep de aynı anadan kızıdır. Hz. Fâtıma'nin iki oğlu Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'dir. Peygamber torunudurlar... Peki, Zeyneb'in oğlu Ali, Peygamber torunu değil mi?... Kız torunu Ümame'den doğan Yahya, Peygamber torununun oğlu değil mi?.. Bunlar niye (hâşâ) adam yerine konmaz?.. İddia odur ki, Zeyneb'in soyu sürmemiş!... Bizce sürmemiş değil; unutulmuş!.. Sürmemiş dahi olsa, hiç koca Peygamber kendi torunlarını yabana atar da, bir tek Hüseyin'in soyundan gelenleri mi sülbü sayar?.. Mümkün mü?.. Bunu en kıro adam bile yapmaz!..

Bitmedi... Peygamberimiz'in Hz. Hatice'den olan kızı Rukiye amcası Ebu Leheb'in oğlu Utbe ile, Ümmü Gülsüm de yine Ebu Leheb'in oğlu Uteybe ile nikâhlandı. Ancak Ebu Leheb ve karısı hakkında Tebbet Sûresi'nin nâzil olması ve aynı zamanda Rukıye ve Ümmü Gülsüm'ün İslâm'ı kabul etmeleri üzerine, oğullarını Hz. Peygamber'in kızlarından ayrılmaya zorladılar. Neticede her ikisi de ayrıldı.

- "Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle.
Ebu Leheb'in iki eline yuh oldu, kendine de yuh
Ona ne malı fayda verdi, ne de kazandığı.
O, bir alevli ateşe yaslanacak.
Karısı da odun hamalı olacak!
Gerdanında fitillisinden bir ip olduğu halde."
)Tebbet Sûresi, 1-5 Âyetler)

Hz. Peygamber Rukıye'yi Hz. Osman ile evlendirdi. Rukiye'nin Hz. Osman'dan dünyaya gelen Abdullah adındaki oğlu iki veya altı yaşında iken vefat etti. Rukiye'nin Bedir Seferi'nden kısa bir süre sonra vefâtı üzerine, hicretin 3. yılında Hz. Osman'la evlendirildi. Hicretin 9. yılında vefat etti. Rivâyete göre Ümmü Gülsüm'ün çocuğu olmadı.

Hz. Fatıma, Hz. Ali evlendikten bir yıl kadar sonra ilk çocuğu Hasan'ı, ondan bir yıl sonra da ikinci çocuğu Hüseyin'i dünyaya getirdi. Daha sonraki yıllarda Ümmü Gülsüm ve Zeyneb adlı kızları ile Muhsin (veya Muhassin) adlı oğlu dünyaya geldi. Ancak bu sonuncusu küçükken vefat etti.

Peygamberimzin Hz. Hatice'den gayrı hanımları:

Hz. Sevde binti Zem’a (yaşlı bir hanımdı)
Hz. Aişe (Ebubekir'in kızı)
Hz. Hafsa binti Ömer ( Ömer'in kızı)
Hz. Zeynep binti Huzeyme
Hz. Zeyneb binti Cahş
Hz. Ümmü Seleme
Hz. Ümmü Habîbe (Remle binti Ebî Süfyan)
Hz. Cüveyriye binti Hâris
Hz. Safiyye binti Huyey
Hz. Mâriyetü’l-Kıbtiyye (Ümmü İbrahim)
Hz.Meymûne binti Hâris (r)
Hz.Reyhane oğlu Zeyd'in kızıdır. Benî Kureyza esirlerinden

Medine döneminde Mısır'lı Mâriye'den İbrahim adlı oğlu olmuştur.

Rivâyet odur ki, Peygamberimiz'in Hz. Hatice ve Mariye'den başka 11 hanımından hiç çocuğu olmadığıdır. Mümkündür, ama inanması zordur. Hz. Hatice'den 6 çocuğu olan Peygamberimiz'in bu 11 kadından nasipsiz kalması pek inanılır gibi değildir. Muhtemelen çocuğu olmuş, adı-sanı unutulmuş, hatta kasdî unutturulmuş olabilir. Tıpkı, Fâtıma dışındaki kızlarının soyu kurutulduğu gibi... Amaç Peygamber soyunu bir tek Hz. Hüseyin'den sürdürmektir.

Bitmedi.... Hz. Ali'nin Peygamberimiz'in kızı Fâtıma'dan İmam Hasan, İmam Hüseyin, Muhsin, Zeyneb-i Kübra ve Ümm-ü Gulsüm-ü Kübra diye 5 çocuğu oldu. Muhsin düşük doğdu. Zeynep, Abdullah bin Cafer bin Ebu Tâlip’le, yâni amcasının oğluyla evlendi. Ümm-ü Gulsüm ise Ömer bin Hattab ile evlendi. Yani Hz. Ali kızını Hz. Ömer'e verdi!. Onun kayınpederi oldu. Bundan da aralarında bir sürtüşme olmadığı sonucunu çıkarıyoruz. Şiiler, Aleviler bu gerçeği de bilmezler. O yüzden Alevî ve Şiîler'in Ömer ismine koydukları yasak yersizdir, saçmadır.

Hz. Ali'nin Fâtıma'nın vefatına kadar (632) başka kadınla evlenmediği rivâyet edilirse de, 626'da Mahzum Oğulları'ndan Ümmü Salama'yı aldığı bilinmektedir. Hz. Fâtıma ile evliliği 624 yılındadır. Ayrıca vefâtından sonra geriye dört karısı kaldı: Umame, Seyla, Umm-al Banin ve Esma... Toplam 33 çocuğu oldu ki, bunların 17'si erkekti.

Hz. Ali'nin başka kadınlardan olan çocukları da şöyledir:

- Muhammed ... Muhammed-i Hanefiye diye meşhurdur. Annesi Havle, Cafer bin Kays bin Müslime’nin kızıydı.
- Abdullah... Annesi Mesud’un kızı Leyla idi.
- Ebubekir... Annesi Mesud’un kızı Leyla idi. Buradan da anlıyoruz ki, Hz. Ali, Ebubekir ismini oğlunda kullanmıştır. Alevî ve Şiîler'in bu isme koydukları yasak yersizdir, saçmadır.
- Abbas... - Annesi Ümm-al Banin idi. Abbas’ın Ubeydullah ve Fazl adında iki oğlu vardı, soyu Ubeydullah’la devam etti.
- Osman... Annesi Ümm-al Banin idi. Hz. Ali, Osman ismini oğlunda kullanmıştır. Alevî ve Şiîler'in bu isme koydukları yasak yersizdir, saçmadır.
- Cafer... Annesi Ümm-al Banin idi.
- Abdullah... Annesi Ümm-al Banin idi. (bu dört erkek kardeş, dördü de Kerbelâ’da şehid oldu.)
- Ömer-i Ekber ... Annesi Sahba’ydı.Hz. Ali, Ömer ismini oğlunda kullanmıştır. Alevî ve Şiîler'in bu isme koydukları yasak yersizdir, saçmadır.
- Rukiye... Annesi Sahba’ydı.
- Muhammed Evsat... Annesi, Ebu’l As’ın kızı Umame (Umame’nin annesi de Resulullah’ın kızı Zeynep’tir).
- Ümm-ül Hüseyin .... Annesi Urve bin Mesud’un kızı Ümm-ü Said’di.
- Ramlet-ul Kübra... (iki kız kardeş), annesi Urve bin Mesud’un kızı Ümm-ü Said’di.
- Ümm-ü Ya’la ... İmri-ül Kays’ın kızı Muheyyat’tan olan kız çocuğu.
- Yahya ... annesi Esma binti Umeys’di. Esma, Cafer bin Ebu Tâlib'in yani kardeşinin karısı idi. Cafer’in şehâdetinden sonra Hz. Ebubekir onu aldı. Ebubekir öldükten sonra Hz. Ali onunla evlendi.
- Avn... annesi Esma binti Umeys’di.
- Muhammed Asğar... Annesi bir câriye idi. Kerbelâ’da şehid düştü.
- Ümm-ü Hani... Annesi bir câriye idi.
- Meymune ... Annesi bir câriye idi.
- Zeyneb-i Suğra... Annesi bir cariye idi.
- Ramlet-us Suğra... Annesi bir câriye idi.
- Ümm-ü Gulsüm-ü Suğra... Annesi bir câriye idi.
- Fâtıma... Annesi bir câriye idi.
- Ümame... Annesi bir câriye idi.
- Hatice ... Annesi bir câriye idi.
- Ümm-ül Kiram... Annesi bir câriye idi.
- Ümm-ü Seleme... Annesi bir câriye idi.
- Ümm-ü Cafer... Annesi bir câriye idi.
- Cemane ... Annesi bir câriye idi.
- Nefise ...Annesi bir câriye idi.
- Hâdi ... Annesi bilinmiyor.
- Abdülvâhid... Annesi bilinmiyor.
- Abdurrahim ... Annesi bilinmiyor.
- Abdurrauf ...Annesi bilinmiyor.
- Abdülvehab ....Annesi bilinmiyor.
- Abdülcelis ... Annesi bilinmiyor.
- Abdülkerim ... Annesi bilinmiyor.
- Abdüssamed ... Annesi bilinmiyor.

Kaynakların yazdığı isimler bunlar.... Farklılık ve fazlalık rivâyetlerden dolayıdır. Hz. Ali'nin soyunun Hasan, Hüseyin, Muhammed ve Ömer'den sürdüğü söylenir. Ancak bizce diğer evlâtlarından da peygamber torunları dünyâya gelmiş ve yayılmıştır. Onlar da Ali'nin torunları olduğuna göre Ehl-i Beyt'ten sayılmalıdır.... İşte biz Ali'yi böyle, her şeyiyle severiz.

Yine bitmedi... Hz. Hasan, 13 kadınla evlenmiştir. Hz. Hasan çok evlenen, çok boşayan biridir ve böyle olduğundan kendisine “mıtlak boşayan / çok boşayan” ünvânı verilmiştir. Sebebi de kadınların Peygamber'in öptüğü göbeğini görme merakıdır. Evliliği, eşleri ve çocukları hakkında rivâyet çoktur. Cevdet Paşa'ya göre çocuklarının on beşi erkek, sekizi kızdır. adı bilinen çocuklarının sayısı on ikidir.
- Zeyd ... Hakkında başka bilgi yoktur. Soyu sürmüştür
- Hasanu’l- Müsenna... Hakkında başka bilgi yoktur. Soyu sürmüştür.
- Kasım ... Hakkında başka bilgi yoktur. Ama çocukları olması muhtemeldir. Adları unutulup gitmiştir.
- Ebubekir ...Hakkında başka bilgi yoktur. Ama çocukları olması muhtemeldir. Adları unutulup gitmiştir.
- Abdullah...Hakkında başka bilgi yoktur. Ama çocukları olması muhtemeldir. Adları unutulup gitmiştir.
- Amr ... Hakkında başka bilgi yoktur. Ama çocukları olması muhtemeldir. Adları unutulup gitmiştir.
- Abdurrahman ... Hakkında başka bilgi yoktur. Ama çocukları olması muhtemeldir. Adları unutulup gitmiştir.
- Hüseyin ... Hakkında başka bilgi yoktur. Ama çocukları olması muhtemeldir. Adları unutulup gitmiştir.
- Muhammed ... Hakkında başka bilgi yoktur. Ama çocukları olması muhtemeldir. Adları unutulup gitmiştir.
- Yâkup ... Hakkında başka bilgi yoktur. Ama çocukları olması muhtemeldir. Adları unutulup gitmiştir.
- İsmail ... Hakkında başka bilgi yoktur. Ama çocukları olması muhtemeldir. Adları unutulup gitmiştir.
- Talha .... Hakkında başka bilgi yoktur. Ama çocukları olması muhtemeldir. Adları unutulup gitmiştir. O yüzden soyunun sâdece Hasanu’l- Müsenna ve Zeyd’den devam ettiği söylenir. Bizce onun çocukları da, torunları da Ehl-i Beyt'tendir.... İşte biz Hasan'ı böyle severiz.

Hz. Hüseyin'in 5 erkek, 8 evlâdı vardı.
- Ali Ekber ... Annesi , Ebü Murre bin Urve Sakafi’nin kızı Leylâ idi. Ali Ekber, Hz. Hüseyin ile birlikte Kerbelâda şehit olmuştur.
- Abdullah ... Ali Asgar diye de bilinir. Annesi Kelbli İmrü’l-Kays’ın kızı Rebab idi. Abdullah da, Hz. Hüseyin ile birlikte Kerbelâ'da şehit olmuştur.
- Zeyn'ül Abidin... Ali Evsat diye de bilinir. Kerbelâ katliamı sırasında çadırda hasta yatağında bulunduğundan öldürülmemiştir. Annesi, devleti yıkılan İran hükümdarı Yezdücerd'in kızı ŞEHRİBANU'dur ki, Farslar onun vâsıtasıyla İslâm Devleti'nde söz sâhibi olmak istemişler, Hüseyin soyunu o yüzden tutmuşlar, ve o yüzden Şiîlik'te aşırıya gitmişlerdir. Kerbelâ yıldönümünde kendilerini zincirlerle dövüp eziyet etmeleri bu aşırılıklardan biridir.
- Hasan... Hakkında başka bilgi yoktur. Çocukları olması muhtemeldir.
- Ömer ... Hakkında başka bilgi yoktur. Çocukları olması muhtemeldir.
- Amr ... Annesi Um Veled adında bir câriye idi Kerbelâ katliamı sırasında Amr küçük görüldüğünden öldürülmemiştir. Çocukları olması muhtemeldir.
- Fâtıma ... Hakkında başka bilgi yoktur. Çocukları olması muhtemeldir.
- Sukeyne (Sakine) ... Hakkında başka bilgi yoktur. Çocukları olması muhtemeldir.
Zeynep ... Hakkında başka bilgi yoktur. Çocukları olması muhtemeldir. Onlar da, çocukları da, torunları da Ehl-i Beyt'tendir. İşte biz Hüseyin'i böyle severiz.

Bunlardan Hz. Hasan sülbünden gelenlere Şerif, Hz. Hüseyin sülbünden gelenlere Seyyit, Muhammed sülbünen gelenlere Hâce denir ki, Hâce Ahmed Yesevî Hazretleri bunlardan biridir. Aleviler'in bir kısmı nedense kendilerini Ahmed Yesevi'ye bağlamazlar. Halbuki Hacı Bektaş onun attığı sopayı takip ederek Anadolu'ya gelmiş değil mi?

4. İmam Zeynelabidin'in 11'i erkek, 15 evlâdı vardı. İmamlık oğlu Muhammed Bâkır'a geçmiştir, ama soyu diğer 14 evlâdından da sürmüştür. Onlar da Ehl-i Beyt'tendir.

Bu, bütün imamlar, onların kız-erkek çocukları için böyledir.Zeynel Abirin'in oğullarından Abdullah imamlık dâvâsına bile kalkışmıştır.... Meselâ, 6. İmam Câfer-üs sâdık'ın 7'si erkek, 10 evlâdı vardı. Oğlu Musa'l Kâzım imam oldu, ama soyu diğer evlâtlarından da sürdü. Bu arada ortaya 7 İmamlı İsmâilîler çıktı. Bunlar Musa'l Kâzım yerine 7. İmam olarak Cafer'üs Sâdık'ın oğullarından İsmâil'i imam tanıdılar. Halbuki İsmâil, daha Câfer'üs Sâdık hayatta iken ölüp gitmişti. Ama o zaman radyo-televiziyon-internet yok. Halkın bundan haberi olmamıqtı. İsmâilîler, bu ölmüş oğul İsmail'in oğlu Muhammed'i imam tanıdılar ve Ehl-i Beyt'ten koptular. Hasan Sabbah ve Haşhaşîler hep bu İsmâilîler'den çıktı. Hâlâ Pakistan'da varlıklarını sürdürmektedirler.

Yâni, tıpkı Hz. Adem'in oğlu Kaabil gibi, Hz. Nuh'un isyankâr oğlu gibi Ali soyundan da sapıtmışlar çıkmıştır. Ama biz Muhammed-Ali yolunu süren, aşırıya gitmeyen, Hilâfet değil, İmâmet ve Velâyet üzre hareket eden Ali evlâdının tümünü Ehl-i Beyt sayarız.

8. İmam Rızâ'nın 5'i erkek, 6 evlâdı vardı. Onun döneminde Abbasî halifeleri ile İmamlar barıştı. İmam Rızâ, Halife Memun'un kızını oğlu Muhammed Takiy'e aldı, Halife'ye aileden kız verdi... Yâni, Alevî, Şiî ve Caferîler'in iddia ettiği gibi 12 İmam'ın hepsi Halifeler ile sürtüşmemiş, düşman olmamıştır.

9. İmam Muhammed Takiy'in 4 oğlu, 4 kızı vardı. Bunlardan Aliyyün Nakiy imam oldu. Ama soyu diğer evlâtlarından da sürdü. 10. İmam Aliyyün Nakiy'in 4'ü erkek, 6 evlâdı vardı. Halife Mutasım'ın Türk askerleri için kurduğu Samarra şehrinde yaşardı. O yüzden "Askeriy" diye de anılırdı. Cenâzesini Abbasî Halifesi Mutemed kaldırdı. Oğlu Hasan-ül Askeriy imam olmuş, ancak soyu diğer evlâtlarından da sürmüştür. Bunlardan Cafer imamilık iddiasında bulunmuştur. Hasan-ül Askeriy de Türkler'le birlikte Samarra şehrinde yaşardı. Türkler'in Ehl-i Beyt'le ilişkisi bu kadar eskiye dayanır.

Bizim belirtmek istediğimiz Hz. Ali'nin bunca hanımı ve câriyesinden bunca kız ve erkek evlâdı olmuş ta, bunların soyu sürmemiş mi?.. Bizce çoğu elbette sürmüştür. Bunlar Arabistan'a, daha sonra Orta Asya'ya, sonra da Anadolu'ya yerleşmişler, yayılmışlar, "Seyyit" diye bilinmişlerdir. Bir kısmının soyundan "imamlık" sürmüştür. Hz. Hasan'ın soyundan gelen "5 İmam"lı bir tarikat da vardır.

Sözün kısası, Peygamber'e atfedilen bu hutbede, onun sırf Hüseyin sülbüne atıfta bulunması peygamber'e hakarettir. Hiç inandırıcı değildir.

Peygamberimiz "Mehdi" dediği bir hâdiden, bir kurtarıcıdan bahsetmiş olabilir. Bu kastettiği gaib imam Mehdi de olabilir. Ama hâdilik, hidâyet onunla kısıtlı değildir. Üstelik "gaib imamın tekrar zuhur etmesi" hususu da sanıldığı gibi değildir. Bu konuda en doğru tesbit ve teşhisi rahmetli Ömer Seyfettin "Mehdi" adlı hikâyesinde yapmıştır. Okumanızı tavsiye ederiz.

Sözü uzattık, devam edelim. Devam edelim de, artık düzeltmekten bıktık. Biraz da siz uğraşın.

"Ey insanlar! Sizleri Allah’tan korkutuyorum ve uyarıyorum ki, ben Allah’ın Resulüyüm. Benden önce de peygamberler var olmuştur. Ben ölür veya öldürülürsem, sizler gerisin geriye mi döneceksiniz? Her kim gerisin geriye dönerse, Allah’a hiçbir zarar veremez. Allah çok yakında şükredenlere ve sabredenlere mükâfat verecektir. Biliniz ki, sabır ve şükürle nitelendirilen Ali’dir. Ondan sonra da O’nun neslinden olan çocuklarım da aynen böyledir."

"Ey insanlar! Müslüman oluşunuz sebebiyle bana, hatta Allah’a minnet etmeye kalkışmayın. Aksi taktirde amelleriniz ortadan kalkar, size gazâb edilir ve Allah sizleri ateşten ve (erimiş) bakırdan alevlere müptelâ kılar. Şüphesiz Rabbiniz pusudadır."

"Ey insanlar! Benden sonra da ateşe dâvet edecek olan imamlar olacaktır. Onlar kıyâmet günü yardım görmezler. Ey insanlar! Allah ve ben onlardan uzağız. Ey insanlar! Onlar ve yardımcıları, onlara tâbi olanlar, onları tâkip edenler ateşin en alt derecesinde olacaklardır ve kibirli kimselerin yeri ne de kötüdür! Biliniz ki onlar, Ashâb-ı Sahife’dir. O halde sizden her biriniz kendi sahifesine baksın.”

Peygamber (s.a.v.), “Ashâb-i Sahife” adını zikredince insanların çoğu Peygamber'in bu sözden neyi kastettiğini anlamadılar. Kendileri için bir soru teşkil etti. Oradakilerden çok azı Peygamber’in maksadını anlayabildi.

“Ey insanlar! Ben hilâfet emrini kıyâmet gününe kadar İmâmet ve verâseti olarak neslime emânet ediyorum. Ben tebliğ etmekle görevli olduğum şeyi tebliğ ettim ki, burada hazır olan ve olmayan, dünyaya gelen ve gelmeyen herkese hüccet olsun. O halde kıyâmet gününe kadar, burada hazır olanlar hazır olmayanlara ve babalar çocuklarına ulaştırsınlar."

"Çok yakında benden sonra İmâmeti padişahlık olarak zulüm ve zorbalıkla alacaklardır. Allah gasp edenlere ve (bu hakka) tecavüzde bulunanlara lânet etsin! Bu esnâda, ey insanlar ve cinler! Sizlere dökülmesi gerekeni döker, sizlere ateş ve (erimiş) bakırdan alevler gönderir ve siz onu asla def edemezsiniz."

Ey insanlar! Aziz ve celil olan Allah kötüyü iyiden ayırt etmek için sizleri başı boş bırakmamıştır. Allah sizleri gaipten haberdar kılmamıştır."

"Ey insanlar! Allah kıyâmet kopmadan önce yalanlamaları sebebiyle bayındır olan her bölgeyi helâk edecektir ve onu Hz. Mehdi’nin hâkimiyeti altına geçirecektir. Allah kendi vaat ettiği şeyi uygulayacaktır."

Ey insanlar! Sizden öncekilerin çoğu helâk oldu. Allah onları helâk etti ve gelecek nesilleri de helâk edecek olan O’dur. Allah-u Teâla şöyle buyurmuştur:

- “Öncekileri yok etmedik mi? Ardından, sonrakileri de onlara katarız.
Suçlulara böyle yaparız. O gün! Yalanlamış olanların vay haline!”
(Mürselat Sûresi, 16-19. Âyetler)

Ey insanlar! Allah bana emretmiş ve beni sakındırmıştır. Ben de Allah’ın emriyle Ali’ye emrettim ve onu sakındırdım. Emir ve yasaklama ilmi onun nezdindedir. O halde onun emrini dinleyiniz ki, esenlikte kalasınız. Ona itaat edin ki, hidâyet bulasınız. Onun yasaklamalarını kabul edin ki, doğru yolda olasınız ve onun maksat ve muradına doğru hareket edesiniz ve bilinmedik yollar sizleri onun yolundan alıkoymasın."

Ey insanlar! Ben Allah’ın uymayı emrettiği doğru yoluyum. Benden sonra da Ali ve sonra onun neslinden olan çocuklarım da hidâyet imamlarıdır. Hakk'a hidâyet eder, Hakk'ın yardımıyla adâlet üzere davranırlar."

Daha sonra Peygamber şu âyeti tilavet buyurdu:

- “Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla.
Hamd âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur
Rahmandır, rahîmdir, Din gününün sahibidir.
Ancak Sana ibâdet ederiz ve ancak Senden yardım dileriz.
Bize doğru yolu göster. Nimetlendirdiğin kişilerin yolunu;
Gazâba uğramışların, sapıkların değil." (Fatiha Sûresi, 1-7. Âyetler)

"Bu sûre benim hakkımda nâzil olmuştur. Allah’a yemin olsun ki, onlar (imamlar) hakkında nâzil olmuştur. Genel olarak onlara şâmildir. Özel olarak da onlar hakkındadır. Onlar Allah’ın dostlarıdır, onlara bir korku yoktur ve onlar asla üzülmezler. Biliniz ki, Allah’ın hizbi galip gelecektir."

Artık dayanamadım, yazacağım.

Bu sûre elbette Hz. Muhammed, imamlar, müminler, bütün müslümanlar hakkında nâzil olmuştur. Yüce ALLAH, bizlere nasıl dua etmemiz gerektiğini öğretiyor. Duayı bizim ağzımıza koyuyor, "Ancak Sana ibâdet ederiz ve ancak Senden yardım dileriz. Bize doğru yolu göster. Doğru yola ilet. Nimetlendirdiğin kişilerin yolunu; Gazâba uğramışların, sapıkların yoluna değil" dedirtiyor bize... Bu sûre nasıl bir tek Peygamber soyu hakkında inmiş olabilir ki?.. Uydurmanın bu kadarı da fazla kaçmış!

Yazmıyacağım, demiştim. Dayanamadım, yazdım.

"Biliniz ki onların düşmanları, beyinsizler, sapıklar ve Şeytan'ın kardeşleridir. Onlar bâtıl şeyleri gurur yüzünden birbirine iletirler. Biliniz ki, Ehl-i Beyt’in dostları ise Allah’ın Kitâbı'nda kendilerini zikrettiği ve haklarında şöyle buyurduğu kimselerdir:

- “Allah’a ve âhiret gününe imân eden bir millettir, babaları veya oğulları
veya kardeşleri ya da akrabaları olsa bile Allah’a ve peygamberine karşı gelenlere,
sevgi beslediklerini görmezsin. İşte Allah, imânı bunların kalplerine yazmıştır.”
(Mücâdele Sûresi, 22. Âyet)

"Biliniz ki Ehl-i Beyt’in dostları Aziz ve Celil olan Allah’ın kendilerini nitelendirdiği ve haklarında şöyle buyurduğu kimselerdir:

- “İşte güven; onlara, imân edip haksızlık karıştırmayanlaradır.
Onlar doğru yoldadırlar.” (En’am Sûresi, 82. Âyet)

"Biliniz ki Ehl-i Beyt'in dostları imân edenler ve şekke düşmeyen kimselerdir."

Biliniz ki, Ehl-i Beyt'in dostları esenlikle ve güven içinde cennete girenlerdir. Melekler selâmla onlar görmeye gelir ve şöyle derler: 'Selâm olsun size, tertemiz oldunuz. O halde ebedi olarak cennete giriniz.' ”

"Biliniz ki Ehl-i Beyt'in dostları, cennetin kendilerinin olduğu ve içinde hesapsız rızıklanan kimselerdir."

"Biliniz ki. Ehl-i Beyt'in düşmanları ise ateşin alevleri içine girecek olan kimselerdir. Biliniz ki, Ehl-i Beyt'in düşmanları ise cehennemden kaynadığı halde korkunç bir ses duyan ve cehennemin alevlenmesini gözleriyle gören kimselerdir."

"Biliniz ki, Ehl-i Beyt'in düşmanları Allah’ın haklarında şöyle buyurduğu kimselerdir:

- "“Her ümmet girdikçe kendi yoldaşına lânet eder.”
(A’raf Sûresi, 38. Âyet)

"Biliniz ki, Ehl-i Beyt'in düşmanları Allah’ın haklarında şöyle buyurduğu kimselerdir:

- “Oraya atıldıkları zaman, bekçileri onlara:
'Size bir uyarıcı gelmemiş miydi?' diye sorarlar.
Onlar: 'Evet; doğrusu bize bir uyarıcı geldi, fakat biz yalanladık
ve Allah hiçbir şey indirmemiştir,
siz büyük bir sapıklık içindesiniz, demiştik' derler...
Çılgın alevli cehennemlikler yok olsunlar!” (Mülk SÛresi, 8-11. Âyetler)

"Biliniz ki Ehl-i Beyt'in dostları, gizlide Rablerinden korkan ve kendileri için mağfiret ve büyük ecir bulunan kimselerdir."

"Ey insanlar! Ateşin alevleri ve büyük ecir arasındaki fâsıla ne de uzundur."

"Ey insanlar! Bizim düşmanlarımız, Allah’ın kendilerini kınadığı ve lânet ettiği kimselerdir. Bizim dostlarımız da Allah’ın kendilerini methettiği ve sevdiği kimselerdir."

"Ey insanlar! Biliniz ki, ben uyarıcı ve korkutucuyum, Ali de müjdeleyicidir."

"Ey insanlar! Biliniz ki, ben uyarıcıyım ve sakındırıcıyım. Ali ise hidâyet edicidir."

"Ey insanlar! Ben peygamberim, Ali ise benim vasîmdir."

"Ey insanlar! Biliniz ki, ben peygamberim ve Ali ise benim vasîmdir. Ondan sonraki imamlar da onun evlâtlarıdır. Biliniz ki ben onlarım babasıyım. Onlar da onun sulbünden vücuda gelecektir."

"Biliniz ki, İmamların sonuncusu, bizden kıyam edecek olan Mehdi’dir. Dinlere galip gelecek olan odur, zâlimlerden intikam alacak olan odur, kaleleri fetheden ve onları yok eden kimse de odur. Şirk ehlinden her kabileye üstün gelen ve onları hidâyet eden odur. Biliniz ki, Allah’ın evliya kullarına âit her kanın intikamını alacak olan odur. Allah’ın dinine yardım edecek olan da odur. Biliniz ki derin denizden istifâde eden odur, her fazilet sâhibini fazileti miktarınca ve cehâlet sâhibini cehâleti miktarınca ödüllendiren odur. Allah’ın seçtiği ve ihtiyar ettiği kimse odur. Her ilmin vârisi ve her anlayışı ihâta eden odur."

"Biliniz ki Rabbinden haber veren odur. İlâhâ âyetleri yukarı yükselten odur. Hidâyete eren temeli sağlam kimse odur ve işlerin kendisine ısmarlandığı kimse de odur. Öncekilerin müjdelediği kimse odur. Hüccet olarak bâki kalacak olan odur ve ondan sonra hiçbir hüccet yoktur. Var olan her hak onunladır ve var olan her nur onun nezdindedir. Biliniz ki, o galibi olmayan kimsedir. Hiç kimseye onun aleyhine yardım edilmez. Allah’ın yeryüzündeki velisi, kulları arasında hükmedicisi, gizli ve açık eminidir."

Peygamberimizin üslûbu bellidir. Asla tekrar taşımaz, sıkıcı olmaz, dikkat dağıtıcı, bıktırıcı değildir. Karşısındakine güvenmiyormuş da, onun için tekrarlıyormuş gibi bir hava sezmezsiniz, onun hadislerinde. Hep vecizdir... Bu özelliklere bu uyduruk hutbede rastlamıyoruz. Hâşâ, okuyana, "Eee, yeter artık, be!" dedirtecek kadar tekrar var.

"Ey insanlar! Ben sizler için açıkladım ve sizlere anlattım. Benden sonra sizlere anlatacak olan da Ali’dir."

Biliniz ki ben, hutbemin sonunda sizleri biat etmek ve onu ikrarda bulunmak için elinizi uzatmaya dâvet ediyorum ve benden sonra da sizleri kendisiyle biatleşmeye dâvet ediyorum."

"Biliniz ki, ben Allah’a biat ettim, Ali de bana biat etti ve ben de Allah tarafından onun için sizlerden biat alıyorum. Nitekim Allah-u Teâla şöyle buyurmuştur:

- “Şüphesiz sana baş eğerek ellerini verenler, Allah’a baş eğip el vermiş sayılırlar.
Allah’ın eli onların ellerinin üstündedir. Verdiği bu sözden dönen,
ancak kendi aleyhine dönmüş olur." (Fetih Sûresi, 10. Âyet)

"Ey insanlar! Hac ve umre Allah’ın şiarlarındandır. Nitekim Allah şöyle buyurmuştur:

- "Kim Kâbe’yi hacceder veya umre yaparsa,
bu ikisini de tavaf etmesinde bir beis yoktur.”
(Bakara SÛresi, 158. Âyet)

Bak şimdi!.. Ümmet hacdan dönmüş, Peygamber birdenbire Ali'yi bırakıp "Hac edin" diyor!.. Yahu, karşısındakiler zâten hac edip gelmiş, böyle bir hatırlatmaya gerek var mı?.. Hutbeyi uyduran bu kadarını da mı düşünemeyip Peygamber'e iftira etmiş?!.. Yazık!.. Adam durmamış ki, uydurmaya devam!

"Ey insanlar! Allah’ın evini hac etmeye gidin. Allah’ın evine giren her hânedan müstağni olur ve sevinir. Allah’ın evini terk eden her hânedan ise (soy açısından) kesilir ve fakirleşir."

"Vukuf yerlerinde (Arafat, Meş’ar ve Mina’da) duran her müminin Allah o ana kadar işlemiş olduğu tüm geçmiş günahlarını affeder. Haccı sona erince de amellerine yeniden başlar."

"Ey insanlar! Hacılara yardım edilir ve harcadıkları şey kendilerine geri döner. Allah ihsan edenlerin mükâfatını zâyi etmez."

Ey insanlar! Kâmil bir dinle ve tam bir anlayışla Allah’ın evini haccedin. O şerâfet sâhibi mukaddes yerlerden tövbe ederek ve günahlardan el çekerek geri dönün."

"Ey insanlar! Aziz ve Celil olan Allah’ın size emrettiği gibi namaz kılın ve zekât ödeyin. Eğer uzun bir süre üzerinizden geçer de kusur ederseniz veya unutursanız Ali sizin ihtiyar sâhibinizdir. Sizin için beyân eder. Aziz ve Celil olan Allah benden sonra onu kullarının emini olarak tâyin etmiştir. O bendendir ve ben de ondanım."

O ve benim neslimden olanlar, sorduğunuz her soruya cevap verir ve sizlere bilmediğiniz şeyleri açıklar."

Biliniz ki helâl ve haram benim tümünü sizlere tanıtacağımdan, bir oturumda tüm helâlleri emredeceğimden ve tüm haramları sakındıracağımdan çok daha fazladır. O halde Aziz ve Celil olan Allah tarafından Müminlerin Emiri Ali ve benim ve onun soyundan olan ondan sonraki vasileri hakkında getirdiğim şeyleri kabul etme hususunda sizlere el uzatmak ve sizlerden biat almakla görevlendirildim. (Ali ve ondan sonraki vasiler hakkında nâzil buyurulan şey ise) sâdece onlarla ayakta duracak olan imâmettir. Onların (vasilerin) sonuncusu ise kaza ve kaderi idâre eden Allah ile görüşünceye kadar Mehdi’dir."

Ey insanlar! Sizlere gösterdiğim her helâlden ve sizleri sakındırdığım her haramdan dönmüş değilim. Onları değiştirmedim. Bunu unutmayınız ve hâfızalarınızda tutunuz, birbirlerinize tavsiyelerde bulununuz. Onu değiştirmeyiniz, tahrife kalkışmayınız."

Ben sözümü tekrar ediyorum: Namaz kılınız, zekât veriniz, iyiliği emrediniz ve kötülükten sakındırınız."

Hacdan sonra namaz ve zekâtı hatırlatıyor. Halbuki diğer vedâ hutbelerinde bunlar yok!.. Hutbe uyduranlar, inandırıcı olsun diye bunları eklemiş!.. Peki, bu hutbeyi göklere çıkaran Aleviler, niye namaz kılmazlar?

Biliniz ki iyiliği emretmenin en üst mertebesi sözümü anlamanız, onu burada hazır bulunmayanlara iletmeniz, benim tarafımdan kabul etmesini emretmeniz ve muhalefet etmekten sakındırmanızdır. Zirâ bu emir, Aziz ve Celil olan Allah ve benim tarafımdandır. Sâdece mâsum imam ile iyilik emredilir ve kötülükten sakındırılır."

Ey insanlar! Kur’an sizlere Ali’den sonraki imamların onun evlâtları olduğunu tanıtmakta ve ben de onların benim ve onun soyundan olduğunu tanıtmaktayım. Allah-u Teâla nitekim Kitabında şöyle buyurmuştur:

- “Bu sözü, devamlı kalacak bir miras olarak bıraktı.”
( Zuhruf Sûresi, 28. Âyet)

"Ey insanlar takvalı olunuz, takvalı olunuz ve kıyâmetten sakınınız. Nitekim Aziz ve Celil olan Allah-u Teâla şöyle buyurmuştur:

- "“Doğrusu kıyâmet gününün sarsıntısı büyük şeydir.” (Hac Sûresi, 1. Âyet)

Şimdi de Kıyâmet'e geçti. Bu da diğer Vedâ Hutbeleri'nde yok!..

"Ölüm, âhiret, hesap ilâhî terâziler, Âlemlerin Rabbi nezdinde hesâba çekilmek, sevap ve cezâyı hatırlayın. Her kim kendisiyle birlikte bir iyilik getirirse, o iyilik esâsınca sevâba erişir. Her kim de günah getirirse, cennette onun bir nasibi olmayacaktır."

" Ey insanlar! Sizler aynı anda bana el verebileceğiniz miktardan çok daha fazlasınız. Rabbim, Müminlerin Emiri Ali ve ondan sonra gelecek olan imamlar hakkında söylediklerim hususunda dilinizden itiraf almamı emretti. Onlar (imamlar) benim ve onun (Ali’nin) soyundandırlar. Nitekim sizlere daha önce de çocuklarımın onun (Ali’nin) soyundan olduğunu anlattım."

"O halde hepiniz şöyle deyiniz: Biz işittik, itaat ettik, râzı bulunmaktayız, teslim olmuşuz, Rabbin ve kendi nezdinden imamımız, Müminlerin Emiri Ali’nin ve onun sulbünden dünyâya gelecek olan imamların imâmeti hususunda bizlere ulaştırdığın şeylere boyun eğmişiz. Bu konuda kalplerimizle canlarımızla, dillerimizle ve ellerimizle sana biat etmekteyiz. Bu inanç üzere hayatta kalacağız ve onunla öleceğiz. (Kıyâmet günü de) Onunla haşr olacağız. Asla değişmeyeceğiz, değiştirmeyeceğiz, şek etmeyeceğiz ve inkârda bulunmayacağız. Kalbimizle şüpheye düşmeyeceğiz, bu sözden dönmeyeceğiz ve ahdimizi bozmayacağız."

Bize en itici gelen kısım bu!... Peygamberimiz diğer vedâ hutbelerinde "İşittiniz mi? Tebliğ ettim mi?" diye sorup, cevâbı muhataplarına bırakmıştır. Halbuki burada onlara baskı yapan bir ifâde var. "İşittik, deyin, itaat ettik, deyin" diye karişısındakilere başka bir cevap hakkı tanımıyor. Bu dar Peygamber'e yakışmaz tabii. Onun için yalandan ibâret!..

"Sen bizlere ilahi öğütlerde bulundun. Müminlerin Emiri Ali ve ondan sonra senin neslinden ve onun çocukları olduğunu söylediğin imamlar, Hasan, Hüseyin ve Allah’ın o ikisinden sonra tâyin ettiği kimseler hakkında öğüt verdin. O halde onlar için bizden söz ve ahit alındı. Kalplerimizden canlarımızdan, dillerimizden, içimizden ve ellerimizden söz alındı. Her kim yapabilirse eliyle biat eder. Her kim de yapamazsa diliyle ikrâr eder. Asla onu değiştirme peşinde değiliz. Allah bu konuda nefislerimizde değişme görmeyecektir."

"Biz bu konuyu çocuklarımızdan ve akrabalarımızdan uzak ve yakın herkese ulaştıracağız. Allah’ı bu konuda şâhit tutuyoruz. Allah şahâdet hususunda kifâyet eder ve sen de bu itirâfımıza şâhit bulunmaktasın."

"Ey insanlar! Ne diyorsunuz? Allah her sesi işitir ve her gizliliği bilir. O halde kim hidâyet bulmuşsa, kendi lehinedir ve her kim de sapmışsa, kendi zararına sapmıştır. Her kim biat etmişse, Allah’a biat etmiştir, Allah’ın eli onların (biat edenlerin) elinin üzerindedir."

"Ey insanlar! Allah’a biat ediniz, bana biat ediniz, Müminlerin Emiri Ali’ye Hasan’a, Hüseyin’e ve dünya ve âhirette onlardan olan imamlara soylarında bâki kalan imâmet makamı hasebiyle biat ediniz. Allah vefâsız kimseleri (biatini bozanları) helâk edecektir. Vefâlı olanları ise rahmetine mazhar kılacaktır. Her kim biatinden dönerse, kendi zararına dönmüştür. Her kim de Allah’a söz verdiği şeyler hususunda vefâlı olursa, Allah ona büyük bir ecir inâyet buyuracaktır."

"Ey insanlar! Sizlere bu dediğimizi söyleyin ve tekrar edin. Ali’yi Müminlerin Emiri olarak selâmlayın ve şöyle deyin:

- "“işittik, itaat ettik, Rabbimiz, affını dileriz, dönüş sanadır.”
(Bakara Sûresi, 285. Âyet)

"Hakezâ şöyle deyiniz:

- “Bizi buraya hidâyet eden Allah’a hamd olsun.
Eğer Allah bize hidâyet etmeseydi, biz hidâyeti bulamazdık.”
(Bakara Sûsuresi, 285. Âyet)

"Ey insanlar! Kur’an’ın nâzil buyurmuş olduğu Ali bin Ebu Tâlib’in faziletleri Allah nezdinde, tümü bir oturumda sayabilecek miktardan çok daha fazladır. O halde her kim onları size haber verir ve onları tanırsa, siz de kendisini tasdik edin."

"Ey insanlar! Her kim Allah’a, Peygamber’ine, Ali’ye ve bu zikrettiğim imamlara itaat ederse büyük bir kurtuluşa ulaşmış olacaktır."

"Ey insanlar! Ona biat etmek, velâyetini kabul etmek ve onu müminlerin emiri olarak selâmlamak hususunda öne geçen kimseler, kurtuluşa erenlerdir ve onlar nimet bahçelerinde olacaklardır."

"Ey insanlar! Allah’ın sizden râzı olacağı bir söz söyleyiniz. Eğer sizler ve yeryüzünde bulunan herkes tümüyle kâfir olsa, yine de Allah’a hiçbir zarar gelip çatmaz."

"Allah’ım! Edâ ettiğim ve emrettiğim şeyler hatırına müminleri bağışla ve inkâr eden kâfirlere gazâb et. Hamd ve senâ Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur."

Bundan sonra ALLAH'ı medhetme fazlı geliyor. Ki, inandırıcı olsun!. Buna diğer Vedâ Hutbeleri'nde rastlamıyoruz.

"O gözlerin derk edilmesinden daha yücedir. Ama kendisi gözleri derk eder. O lütuf sâhibi ve bilendir. Hiç kimse görmekle sıfatlarına ulaşamaz ve hiç kimse bizzat Aziz ve Celil olan Allah’ın kendisinin kılavuzluk ettiği dışında gizli ve açık niteliği hakkında bir şey elde edemez."

"Şahâdette bulunurum ki kutsiyeti, temizliği ve münezzeh oluşu zamanı dolduran ilâh O’dur. O’nun nuru ebediyeti kapsamıştır. O emirlerini meşveret eden kimselerle meşveret etmeksizin icra etmekte, taktirinde ortağı bulunmamakta ve tedbirinde hiçbir yardım görmemektedir."

"Yarattığı şeyi örnek ve misâli olmaksızın yaratmış, ve yarattığı herşeyi hiç kimseden yardım almadan, zahmete katlanmadan ve fikir ve çâre bulmaya ihtiyaç duymadan yaratmıştır. Allah yaratıkları icât etti ve onlar da vûcuda geldiler. Yarattı ve onlar da zâhir oldular. O halde ondan başka ilâh yoktur. Yaptığı sağlam ve işi güzeldir. Zûlmetmeyen bir âdil ve işlerin kendisine döndüğü bir ikram sâhibidir."

"Şahâdette bulunurum ki, herşeyin azameti karşısında tevâzu gösterdiği ve herşeyin izzeti karşısında zelîl olduğu ve herşeyin kudreti karşısında teslim olduğu ve herşeyin heybeti karşısında huzû gösterdiği (boyun eğdiği) ilâh O’dur. Pâdişahların pâadişâhı, galaksilerin döndürücüsü, güneş ve ayın müsahhar kılıcısı da O’dur. Her şey tayin edilmiş bir zamanla hareket etmektedir. Geceyi gündüze ve gündüzü de geceye giydirmekte ve sür'atle peşice gitmektedir. İnatçı zorbayı döküp kıran ve her isyankâr şeytanı helâk eden O’dur."

"O’nun için bir zıt ve onunla birlikte bir muhâlif mevcut değildir. Tek ve ihtiyaçsızdır. Doğurulmamış ve doğurmamıştır, O’nun hiç bir benzeri yoktur. Tek olan Allah ve azamet sâhibi bir Rab’dir. İstemekte, ardından yerine getirmektedir. İrâde etmekte, ardından mukadder kılmakta, bilmekte ardından saymaktadır. Öldürmekte ve diriltmektedir. Fakir kılmakta ve zenginleştirmektedir. Güldürmekte ve ağlatmaktadır. Yakın kılmakta ve uzaklaştırmaktadır. Esirgemekte ve bağışta bulunmaktadır. Hükümdarlık O’nundur, hamd ve senâ O'na mahsustur. Hayır O'nun elindedir, O her şeye kaadirdir."

"Geceyi gündüze ve gündüzü geceye giydirir. Ondan başka ilâh yoktur."

"Allah izzet ve mağfiret sâhibidir. Dualara icâbet eden, çok ihsanda bulunan, nefesleri sayandır. Cin ve insanların Rabbidir. Hiçbir şey O’na zor gelmez. Yardım isteyenlerin feryâdı O’nu usandırmaz, ısrar edenlerin ısrârı onu bıktırmaz. Sâlihlerin koruyucusu, kurtuluşa erenlerin başarıya ulaştırıcısı, müminlerin ihtiyaç sâhibi, Âlemlerin Rabbi’dir. Yarattığı herşeyden dolayı Kendisine her halde şükredilmesi gereken Allah’tır."

O’na hamd ediyorum, sürekli şükrediyorum. Rahatlık ve sıkıntı halinde, şiddet ve rahatlık halinde, zorluk ve huzur halinde O’na şükrediyorum. Meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine imân ediyorum. O’nun emrini dinliyor, sâdece O’na itaat ediyorum. O’nu hoşnut eden şeylere teşebbüste bulunuyorum. İtaatinde rağbet içinde olmak ve cezâsından korkmak açısından O’nun mukadderatı karşısında teslim oluyorum. Zira düzeninden güvende olunmayan ve zulmünden korkulmayan (yani asla zulmetmeyen) Allah O’dur."

Allah için nefsim hususunda kulluğumu itiâaf ediyorum ve O’nun Rab olduğuna tanıklık ediyorum. Bana vahyettiği herşeyi edâ ediyorum, zira eğer onu edâ etmezsem bana azâbının ineceğinden korkuyorum. Şüphesiz O’nun azâbını hernekadar büyük düzen kursa da ve dostluğu hâlis olsa da hiç kimse def edemez. Allah’tan başka ilâh yoktur. Allah bana Ali hakkında nâzil buyurduğunu tebliğ etmediğim taktirde risâletimi edâ etmemiş olacağımı ilân etti. Beni insanların şerrinden koruyacağını garantiledi. Allah kifâyet eden ve yücelik sâhibidir."

"Allah bana şöyle vahyetmiştir:

- “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et.
Eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yapmamış olursun.
Allah seni insanlardan korur. Doğrusu Allah kâfirlere yol göstermez.”
(Mâide Sûresi , 67. Âyet)

"Ey insanlar! Ben Allah’ın bana nâzil buyurduğu herşeyi ulaştırma hususunda kusur etmedim ve ben bu âyetin nüzul sebebini sizlere beyân ediyorum.

"Cebrâil üç defa bana nâzil oldu ve Selâm Sâhibi olan - ki o Selâm’dır- Rabbim tarafından bu toplantı yerinde ayağa kalkmamı, siyah ve beyaz (ırktan) herkese “Ali bin Ebu Tâlib benim kardeşimdir, vasimdir, ümmetim üzerinde benim halifemdir ve benden sonra imamdır. O’nun bana oranı Hârun’un Mûsa’ya olan oranı gibidir. Sâdece şu farkla ki, benden sonra peygamber gelmeyecektir. O Allah ve Resulünden sonra sizlerin ihtiyar sâhibidir.” diye ilân etmemi emretti. Allah bu konuda Kitâbından bana bir de âyet nâzil buyurdu:

- “Şüphesiz sizin veliniz Allah Resulü, imân edip namaz kılanlar
ve rukû halinde zekât veren müminlerdir.” (Mâide Sûresi, 55. Âyet)

"Namaz kılıp rukû halinde zekât veren ve her halinde Aziz ve Celil olan Allah’a yönelen kimse Ali bin Ebu Tâlib’tir."

Kimsenin hakkını bilerek yemeyelim. Bu ifâde hakkında bildiğimizi anlatalım... Ebu Zerr'den rivayet ediliyor ki:

Bir gün Resulullah (.S.A.V.) ile birlikte öğle namazı kıldık. Mescide bir dilenci geldi ve oradakilerden sadaka istedi, fakat kimse sadaka vermedi. Dilenci ellerini göğe kaldırdı ve:

"Ey Allah'ım, ben şehâdet ederim ki Rasûlullah'ın mescidinde sadaka istedim, ama kimse bana bir sadaka vermedi."

dedi. Hz. Ali o sırada namazda ve rükûda idi. O dilenciye sağ elinin küçük parmağmdaki yüzüğü işâret etti. Dilenci de gelip onun parmağındaki yüzüğü aldı.

Hz. Ali'nin işaretini ve dilencinin yüzüğünü alıp gidişini Resûl-i Ekrem de gördü ve:

- "Ey Allah'ım, kardeşim Musa senden istedi ve: 'Rabbim göğsüme inşirah ver,
işimde bana bir ortak ver. Kardeşim Harun'la beni kuvvetlendir...' dedi de
onun hakkında vahiy indirildi; 'Senin pazunu kardeşinle kuvvetlendireceğiz
ve ikinize hükümranlık vereceğiz.' buyruldu."

- "Ey Allah'ım, ben de senin peygamberin, safiyyin Muhammedim. Benim sadrıma da inşirah ver, işimi kolaylaştır, Ailemden bana bir vezir ver, Ali'yi; onunla benim sırtımı güçlendir,"

diye dua etti.

Ebu Zerr der ki: Allah'a yemin olsun, Allah'ın Resûlü daha duasını bitirmemişti ki Cibrîl geldi ve: "Ey Muhammed oku:

- "Sizin dostunuz yalnız ve yalnız Allah, O'nun Rasûlü ve namaz kılan,
ve rükû etmiş haldeyken zekât veren mü'minlerdir." (Mâide Sûresi, 55. Âyet)

dedi. (Râzî, Mefâtîhu'i-Ğayb, Tahran tarihsiz, XI, 26.)

Bu âyeti böyle tercüme edenler de var,

- "Sizin dostunuz, ancak Allah'tır, peygamberdir
ve Allah'ın emirlerine boyun eğerek namazı kılıp zekâtı veren,
iman edenlerdir." (Mâide Sûresi, 55. Âyet)

diye tercüme edenler de var. Rükû boyun eğmek, eğilmek anlamına geldiği için namazda olması şart değildir... Ama biz yukardaki hadis rivâyetine itiraz etmiyoruz ve devam ediyoruz.

"Ey insanlar! Ben Cebrâil’den benim için Allah’tan, beni bu önemli şeyi tebliğ etmekten mâzur görmesini dilemesini istedim. Zira takva sâhiplerinin az olduğunu, münâfıkların çokluğunu, kınayanların fesâdını, İslâm’ı alaya alanların hilelerini biliyorum. Onlar Allah’ın Kitâbında kendilerini şöyle nitelendirdiği kimselerdir:

- “Bilmediğiniz şeyleri ağzınıza alıyordunuz. Onu önemsiz bir şey sanıyordunuz.
Oysa Allah katında önemi büyüktü.” (Nur Sûresi, 15. Âyet)

"Hakezâ, münâfıklar defâlarca bana eziyette bulundular ve beni, “uzun” (her söze kulak asan kimse) olarak adlandırdılar. Onlar Ali’nin benden ayrılmaması, benim kendisine teveccüh etmem, O’nun bana temâyülü ve beni kabullenişi sebebiyle böyle olduğumu sandılar. Sonunda Aziz ve Celil olan Allah şu âyeti nâzil buyurdu:

- “İkiyüzlülerin içinde 'O her şeye kulak kesiliyor' diyerek peygamberi incitenler vardır.
De ki: 'O kulak, Allah’a imân eden ve müminlere imân eden, sizin için hayırlı olan,
içinizden imân eden kimselere rahmet olan bir kulaktır.” (Tevbe Sûresi, 61. Âyet)

"Eğer ben, bana bunu (her söze kulak veren kimse olmayı) isnât edenleri ifşâ etmek istersem ifşâ edebilirim. Eğer onların şahsına işâret etmek istersem, işâret de edebilirim. Eğer onları alâmetleriyle tanıtmak istersem tanıtabilirim. Ama Allah’a yemin olsun ki, ben onların işi hususunda yücelik gösterdim."

"Bütün bunlardan sonra Ali hakkında bana nâzil olan şeyi tebliğ etmediğim taktirde Allah asla benden râzı olmayacaktır.”

Peygamber daha sonra şu âyeti tilâvet buyurdu:

- “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et,
eğer bunu yapmazsan, O’nun elçiliğini yapmamış olursun.
Allah seni insanlardan korur. Doğrusu Allah kâfirlere yol göstermez.”
(Mâide Sûresi, 67. Âyet)

***

Bir kere daha tekrar edelim ki, Eski Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Süleyman Ateş, "Allahım, Ali’yi seveni sev, Ali’nin düşmanına düşman ol” ifâdesinin doğru olmadığını açıklar... Ama önce Peygamberimiz'in mübârek ağzına lâyık Ali'yi öven ifâdelerinden örnekler verir. Şöyle ki:

Sad ibn Ebi Vakkas’ın anlatımına göre Hz. Peygamber,

“Ali’nin üç özelliği vardır ki, onların sâdece birinin bende olmasını, çok (gözde) kırmızı develere sâhip olmaktan daha çok isterim:

“Hârun’un Mûsa yanındaki yeri ne ise, Ali’nin de benim yanımdaki yeri odur”

buyurmuştur. Birkaç komutan değişmesine rağmen Hayber’in bir türlü fethedilememesi üzerine Peygamberimiz,

- “Bu bayrağı yarın öyle bir adama vereceğim ki, Allah’ı ve Resulünü sever”

demiş, bayrağı Ali’ye vermiş ve onun eliyle kalelerin fethi nasip olmuştur. Yine Ali için,

- “Ben kimin mevlâsı isem, Ali de onun mevlâsı (efendisi)dir”

buyurmuştur. (İbn Hanbel, Beyhaki, Bera ibn Azib’den; Tirmizi, Nesai, Zeyd ibn Erkam’dan: Kenz: 11/602, h. 32904. Bu hadis, birçok hadis mecmuasında vardır.)

"Gerçekte hadisin birinci şıkkı doğru olmakla beraber 'Ali’yi seveni sev, onun düşmanına düşman ol' sözünü Peygamber’in söylediğine ihtimal verilmez!"

"Zaten râvisi Ali ibn Zeyd’in zayıf olması (güvenilir olmaması) dolayısıyla, bu rivâyet zayıf görülmektedir. (Bkz. İbn Mace, Mukaddime: 11)"

"Nitekim Ahmed ibn Hanbel de 'Ali’yi seveni sev, onun düşmanına düşman ol' sözünün bâzılarının eklemesi olduğunu belirtmiştir. (Müsned: 1/152)"

"Ben âlemlere rahmet olarak gönderildim, lânet isteyici olarak değil!" Hadis (Buhârî, Menakıb, 17)

İşte o yüzden biz Peygamberimiz Muhammed Mustafa'nın (S.A.V.) böyle bir ifâde kullanmadığına inanıyoruz.

Hz. Ali’nin torunu Hasan el-Müsenna’ya, imamet teorisine temel teşkil eden bu olay ve hadis hakkında soru sorulduğu zaman,

- “Eğer Resulullah bu hadis ile Hz. Ali’nin halife olmasını bildirmek isteseydi,
‘Ey insanlar! Bu zat benim işlerimin velisidir. Benden sonra, halife olacak budur.
İşitiniz ve itaat ediniz!’ buyururdu” diye cevap vermiştir.

El-Müsenna ayrıca,

- “Allahü Teâlâ’nın ismine yemin ederim ki; Allahü Teâlâ ve Onun Resulü, Ali’nin halife olmasını isteselerdi,
Ali, bu emri yerine getirmeye kalkışmaması ve böylece Allahü Teâlâ’nın emrine karşı gelmesiyle
çok büyük günah işlemiş olurdu”

demiştir. Çünkü Hz. Ali, hem Hz. Ebubekir ve hem de Hz. Ömer’e biat etmiş; onların halifelik döneminde şeyhülislamlık görevi yapmıştı.

Son olarak El-Müsenna söz konusu hadis ile ilgili

- “Hz. Peygamber bununla emirliği ve sultanlığı kast etmedi. Öyle demek istemiş olsaydı, bunu açıkça söylerdi.
Çünkü Resûlullah, Müslümanların en fasih olanıdır. Vallâhi, eğer Resûlullah, Ali’nin halife olmasını isteseydi,
namaz kılmayı ve oruç tutmayı emreylediği gibi, bunu da, açıkça emrederdi.”

demiştir. Dahası var mı?.. Hz. Ali'nin torunundan daha mi iyi bileceksiniz?..

İşin aslı şudur: Şiî geleneğinin zengin ve geniş rivayetlerle ayrıntılı bir şekilde anlattığı Gadîr-i Hum olayı; İbn Hişâm, İbn Sa‘d, Taberî gibi ilk devir müelliflerince ya hiç zikredilmemiş, yahut da Resûl-i Ekrem’in konuşmasına yer verilmeden, sâdece orada konakladığından söz edilmiştir!

Ayrıca bunların hiçbiri, yâni ilk devir müellifleri Resûl-i Ekrem’in sözlerini, Şiîler’in anladığı gibi Hz. Ali’nin imâmeti ve hilâfeti için bir delil olarak değerlendirmemiştir.

Aslında Şiî geleneğinin bu olay münasebetiyle indirildiğini söylediği âyet (el-Mâide 5/67) müfessirlerin büyük çoğunluğuna göre, çok önce nâzil olmuştur!..

Esasen bu âyetin, içinde yer aldığı diğer âyetlerle birlikte ele alındığında müslümanlar hakkında değil; yahudi ve hıristiyanlar hakkında nâzil olduğu ve onların Hz. Peygamber’e bir kötülük yapamayacaklarını ifade ettiği anlaşılır (Fahreddin er-Râzî, XII, 48-49).

Diğer taraftan Resûl-i Ekrem’in hadisinde geçen “mevlâ” ve onunla birlikte “velî” kelimeleri “halife” veya “imam” değil; “dost, efendi, arkadaş” mânâlarına gelir. Birçok âyette Allah ve Resûlü’nün müminlere, müminlerin de Allah’a ve birbirlerine dost oldukları ifâde edilirken, hem velî hem de mevlâ kelimeleri kullanılmıştır. Bu durum birçok hadiste de görülmektedir (bk. M. F. Abdülbâkî, el-Mu'cem, “velî”, “mevlâ” md.leri; Wensinck, el-Mu'cem, “velî”, “mevlâ” md.leri).

Bundan dolayı sekaleyn hadislerinde yer alan "mevlâ" kelimesi âyet ve hadisler çerçevesinde "dost" olarak anlaşılmalıdır. Sünnî kaynaklarına göre bu hadis, çeşitli savaşlarda müşrik akrabalarını öldürdüğü için müslümanlar arasında Hz. Ali’ye karşı duyulan antipatiyi gidermek ve en önemlisi, Yemen seferinde (10/631-32) ganimetlerin paylaştırılması sırasında katı davranışları ve beraberindekileri küstürmesi sebebiyle, kendisini Hz. Peygamber’e şikâyet edenleri teskin edip, müslümanlar arasında kardeşlik ve dostluğun bozulmasını önlemek amacıyla söylenmiştir (meselâ bk. Tirmizî, “Menâkıb”, 20; İbn Kuteybe, s. 42; İbnü’l-Esîr, V, 228; İbn Hamza el-Hüseynî, II, 230).

Hz. Ali’nin torunu Hasan el-Müsennâ’ya Resûl-i Ekrem’in, “Ben kimin mevlâsı isem, Ali de onun mevlâsıdır” sözünü söyleyip söylemediği sorulmuş, o da şöyle cevap vermiştir:

- “Evet söylemiştir, fakat bununla emirliği kastetmemiştir. Eğer maksadı bu olsaydı, daha açık bir ifade kullanırdı.
Çünkü Resûlullah müslümanların en fasihidir."

- "Yemin ederim ki Allah ve Resûlü halifelik için Ali’yi seçip müslümanlara idâreci yapsalardı, ve Ali de bunu yerine getirmeseydi,
Allah’ın ve Resûlü’nün emirlerini ilk terkeden o olurdu” (Ebü Bekir İbnü’l-Arabî, s. 185-186, 196).

Ehl-i sünnet âlimlerinin, “Ben kimin mevlâsı isem...” hadisinden çıkardığı nihâî sonuç, Hz. Ali’yi sevmenin veya ona düşman olmanın, Resûl-i Ekrem’i sevmeye veya ona düşman olmaya yakın bir hüküm taşıdığı yönündedir. (krş. Mahmud Şükrî el-Âlûsî, s. 161).
( Türkiye Diyânet Vakfı, İslâm Araştırmaları Merkezi)

Belki ilgisiz gibi görünecek ama, ekleyelim. Alevîler'in Muharrem ayında tuttukları orucun Ali'yle, kerbelâ Şehidi Hüseyin'le alâkası yoktur... Hz. Peygamber hicret edip Medine’ye geldiğinde Yahudiler'in Muharrem’in 10’uncu gününde oruç tuttuklarını görmüş, sebebini sormuş. Onlar da "Mûsa’nın Firavun’un elinden kurtuluş günü olduğu için oruç tuttuklarını" söylemişler... Allah’ın Elçisi de “Ben Mûsa’ya sizden daha yakınım” deyip, kendisi de Ramazan orucu farz olana kadar 10 Muharrem’de oruç tutmuş, daha sonra da "tutmayın" dememiş, ve böylece Muharrem’in 10’uncu gününde oruç tutmak sünnet olmuştur. Bu orucun Hz. Ali ile Hz. Hüseyin'in şehâdetiyle bir alâkası yoktur. Çok sonraları Kerbelâ şehitleriyle ilişkilendirilmiştir.

Her şeyin doğrusunu ALLAH bilir.

***

  • ÖNEMLİ SAYFALAR: PRENSİPLER , EBUBEKİR'İN HİLÂFETİ , ÖMER'İN HİLÂFETİ , OSMAN'IN HİLÂFETİ , 12 IMAM DÖNEMi , SAYFALAR