SULTAN VAHDEDDİN HAİN Mİ, DEĞİL Mİ?
Hz. MUHAMMED, "Ben de
sizin gibi bir insanım. Yerim, içerim, uyurum," der; kendisinin kusursuz ve
insanüstü gösterilmesini, putlaştırılmasını önlemeye çalışırdı!
Bütün peygamberler, bütün veliler, bütün tarikat şeyhleri, bütün padişahlar
ve bütün önderler İNSAN'dır. Daha uygun tabirle BEŞER'dir. Yani iyi işler de
yaparlar, hata da yaparlar... Günah ve sevaplarının hesabını ancak ALLAH bilir,
O dahi KIYAMET GÜNÜ gelmeden mizân kurmaz, hesap sormaz!..
Bir kişi öldüğünde, artık tarihe gömülmüştür. Artık onu her türlü dalkavukluktan veya
dedikodudan uzak değerlendirmek, bir ibret vesilesi saymak gerekir.
Maalesef biz bunu hiç yapamıyoruz. Ölmüş büyüklerimizi ya göklere çıkarıyor,
putlaştırıyoruz; ya da yerin dibine batırıyor, lânetliyoruz.
"Biz" derken tarihçilerimizi, politikacılarımızı, aydınlarımızı kastediyoruz.
Çünkü çocuklarımızı eğiten, halkı yönlendiren onlar!.. Onlar bu işi doğru-dürüst
yapamayınca; iş Kemal Tahir'lere. Yalçın Küçük'lere, hatta nâcizâne bizlere
düşüyor!
Meselâ Sultan 2. ABDÜLHAMİD... Yıllarca bu zâtı, ülkede isyan çıkaran, Türk ve
Müslüman öldüren Ermeni çetecilerin ağzıyla "Kızıl Sultan" diye anmadık mı?..
Yahudiler'e Filistin'i vermedi diye, Yahudi tarihçilere uyup yerden yere
vurmadık mı? Onun "istibdat" denilen 33 yıllık saltanat döneminde ayakta duran
OSMANLI DEVLETİ, onun tahttan indirilmesinden 10 yıl sonra çöküp gitmedi mi?
Onu tahttan indiren ENVER PAŞA, cenazesinde hüngür hüngür ağlamadı mı?.. Yine
İttihatçılar'dan SEVR Projesi'ne imza koyan RIZA TEVFİK BÖLÜKBAŞI, onun
için:
DİVÂNE SEN DEĞİL, MEĞER BİZMİŞİZ!
Maalesef MUSTAFA KEMÂL ATATÜRK te, hep söylediğimiz gibi, bu akıbetten
kurtulamamıştır. Dönmeler, yani dışı "türk" ve "müslüman", ama içi Yahudi veya
Hıristiyan, Ermeni veya Rum, veya bölücü Kürt olanlar, hep sahte Atatürkçülük
yapmışlar, ATATÜRK'ün kendine has özelliklerini ve gerçek devrimlerini bırakıp;
Hıristiyan emperyalist BATI'ya hayran bir "uyduruk atatürk" icat etmişlerdir.
Bu "atatürk", sadece "demokrat" ve "lâik"tir!.. Ne MİLLİYETÇİ, ne TÜRKÇÜ, ne
TAM-İSTİKLÂLCİ, ne MAZLUM-MİLLETÇİ, ne CUMHURİYETÇİ, ne DEVLETÇİ,
ne HALKÇI, ne de İNKILÂBCI'dır!.. Onun ağzından lâf uydururlar!.. Onu dinsiz, imansız,
kitapsız tanıtırlar!.. Ve onu kullanarak birilerini "gerici" ilân ederler;
öldürtmeye niyetlendiği birisini de, "İkinci Adam" sayıp, her yere heykelini
dikerler!
İşte bu uygulamanın bir parçası olarak, Sultan ABDÜLHAMİD'in
kardeşi Sultan VAHDEDDİN de, yarım yamalak bilgilerle
"aptal, geri zekâlı, hain" diye damgalanmıştır... Öyle mi,
değil mi, bunu tesbite çalışacağız. Aslında 2002'den itibaren AKP iktidarını,
ve Başbakan Potamyalı Erdoğan hükûmeti'nin icraatını gödükten sonra,
değil VAHDEDDİN'e; DAMAD FERİD PAŞA'ya dahi "hain" denilemiyeceği
noktasına vardık. Hainlerin Şâhı dururken, DAMAD FERİD de kim olur ki?
Sultan VAHDEDDİN'in durumunu tesbite çalışırken,
bazı gözden kaçırılmış hususları da ortaya dökmek mecburiyetinde
kalacağız. Yani, VAHDEDDİN'in lehine çıkan hususlar,
ATATÜRK'ün aleyhine görünebilir... Ama biz başta dedik:
- "Bizce ATATÜRK çok büyük
bir insan, büyük bir asker, dâhi bir siyasetçi ve başarılı
bir iktisatçıdır. Ama MEVLÂNA, HACI BEKTAŞ, FATİH, YAVUZ
ve daha niceleri gibi nihayet bir İNSAN'dır. Yüce
meziyetlerinin yanısıra, beşerî zaafları vardır. Kusurları,
hataları vardır ve ATATÜRK bunlarla tanınmak durumundadır."
- "Ancak biz bu yazı dizisinin ilk bölümünde, ATATÜRK'ün
beşer yönüyle FAZLA ilgilenmeyeceğiz. Onu hatalarıyla ve
başarılarıyla değerlendirmek gibi çok derin bir araştırma
isteyen çalışmayı, ileriye bırakacağız." Öyle de yaptık... Bize 80 yıl sonra bile yol gösteren
ATATÜRK'ün ülküsünü, ilkelerini, çeşitli konulardaki
sözlerini verdik. SÖZLER bölümüne kadar ATATÜRK
aleyhinde tek kelime etmedik!.. MİLLÎ MÜCADELE ile birlikte
esasları, prensipleri değil; olayları, davranışları
değerlendirmeye başladık. Şimdi de öyle yapacağız...
Yanlış
anlaşılmasın!.. MUSTAFA KEMÂL ATATÜRK bizim için hâlâ son
dönemdeki en büyük TÜRK'tür!!! Geleceğin TÜRKİYE'sinin
temeli, yine onun tesbit ettiği esaslara dayanmaktadır.
Ama onu göklere çıkaracağız diye başkalarını tarihten
silenlerin, başkalarını yerin dibine batıranların yalan
ve dolanlarına da artık bir "DUR!" demek gerekir!..
Yazdıklarımızın tarih ve belge kısımlarının çoğu
Murat Bardakçı'nın ŞAHBABA adlı eserinden, ve çoğu yerde
aynen alınmış, ancak sıralama değiştirilmiştir...
O dönemde yaşamış olan zatların hatıralarından da çok
yararlandık. Kemâl Tahir'in Tarih Notları ve Hasan
İzzettin Dinamo'nun 15 ciltlik muazzam eseri Kutsal İsyan
ve Kutsal Barış ta zikre değer kaynaklarımızdandır...
Yorumlar ise tamamen bize aittir.
VAHDEDDİN, Sultan ABDÜLMECİD'in 42. çocuğu olarak, 4 Ocak 1861 günü dünyaya
geldi. Annesi GÜLİSTÛ HANIM idi. Şehzadeliğinde edebiyat, musikî ve hat sanatıyla
meşgûl oldu. Şeyhliğini DAĞISTANLI ÖMER ZİYAEDDİN EFENDİ'nin yaptığı, Gümüşhanevî
Dergâhı'na bağlanıp, NAKŞİHÂLİDÎ oldu.
Sultan ABDÜLHAMİD'in saltanatı sırasında onun padişah olması hayal gibiydi.
Çünkü önünde 4 şehzade daha vardı. Bunlardan önce KEMÂLEDDİN EFENDİ 1905
senesinde vefat etti. 1909'da MEHMED REŞAD tahta geçtikten bir kaç ay sonra da
SÜLEYMAN EFENDİ öldü.... YUSUF İZZEDDİN EFENDİ ise, Cihan Savaşı'nda
Almanya safından ayrılıp barış yapılmasını istiyordu. İttihatçılar tarafından,
tıpkı Sultan ABDÜLAZİZ gibi, bilek damarları kesilerek intihar süsü verilip
öldürüldü!.. (1 Şubat 1916)... Böylece, yaşlı MEHMED REŞAD'ın vefatı üzerine
de kardeşi olan VAHDEDDİN tahta geçti.
MUSTAFA KEMÂL ile VAHDEDDİN'in ilk karşılaşmaları 13 Aralık 1917 tarihinde idi.
Alman Kayzeri 2. WILHELM, OSMANLI Hükümdarını memleketine davet etmişti. Ancak
Sultan REŞAD yaşlı ve dermansız olduğu için, davete Veliaht VAHDEDDİN EFENDİ'nin
icabet etmesine karar verildi... VELİAHD'e refakat edecek olan heyette Miralay
NACİ BEY (ELDENİZ, sonradan paşa),
Başmabeyinci LÜTFİ SİMAVİ BEY, Teşrifatçı İHSAN BEY, Doktor REŞAT BEY, ve Mirliva
(tuğgeneral) MUSTAFA KEMÂL vardı.
MUSTAFA KEMÂL, Almanya hatıralarında bu ilk karşılaşmayı (kısaltılmış olarak)
şöyle anlatır:
- "İSTANBUL'da PERA PALAS Oteli'nin bir dairesine
yerleşmiştim... Bir gün bana, PADİŞAH'ın vekili sıfatiyle ENVER PAŞA bilvasıta
müracaatta bulundu... Sonra bizzat şifâhen dedi ki:
- 'Alman İmparatoru Zât-ı Şahâne'yi karargâh-ı
umumisine davet etti. Düşündük ki, VELİAHD Hazretleri bu seyyahati yapsın. Kendisine
refakatte bulunmayı kabul eder misiniz?'
- "Böyle bir seyyahati enteresan gördüğümden,
derhal mavafakat cevabı verdim... Bir gün, hareketimizden evvel, (heyette olanlar)
VELİAHD Hazretleri ile birleştik.... Bizi redingotlu adamlarla dolu, bir kanape,
iki koltuk olan bir odaya soktular. Henüz girdiğimiz bu odada ayakta dururken,
çok lâubâli görünen redingotlu adamların içinde, diğer redingotlu bir adam peydah
oldu!.. Bizim bulunduğumuz tarafa teveccüh etti. Kanapenin sağ köşesine oturdu.
Ben karşısındaki koltuğa oturdum. Mütenâzır koltuğu NACİ PAŞA işgâl etti. Bu zat
bir defa gözlerini kapattı, derin bir vecde daldı. Neden sonra gözlerini açtı ve
bize iltifat etti:
- 'Sizinle müşerref oldum.'
- "Tekrar gözlerini kapattı. Bihûş (şaşkın) bir
şahsiyetin huzurunda olduğumu farkettim. Cevap vermek mi, yoksa vermemek milâzım
geldiğinde tereddüt ettim. NACİ PAŞA'nın yüzüne baktım, o da çok durgundu. Beklemeyi
tercih ettim. Bir müddet sonra gözlerini açtı:
- 'Seyyahat edeceğiz, değil mi?'
- "Ben, çok sıkılmış, çok muazzep bir halde:
- 'Evet, seyyahat edeceğiz,'
- "dedim... İtiraf edeyim ki, bir mecnunla (deli)
karşı karşıya bulunduğumuzu derakap (derhal) hissetmiş, fakat mantıkî mükâlemeye
girişmekten kendimi menetmiştim. Hemen ayağa kalkıp dedim ki:
- 'Efendi Hazretleri, beraber seyyahat edeceğiz.
Seyyahat iki gün sonra başlayacaktır. Perşembe akşamı garda bulunacaksınız.
Oradan hareket edeceğiz."
- "Veda ettik ve çıktık... Mükellef bir saray
arabasına binmiştik. NACİ PAŞA ile aramızda şöyle bir muhavere oldu:
- 'Zavallı bedbaht!.. Şâyân-ı merhamet!..'
Bunlarla ne olabilir?
- 'Öyledir.'
- 'Bu zavallı yarın PADİŞAH olacaktır. Kendisinden ne beklenebilir?'
- 'Hiç!.. Biz ki, aklımız, mantığımız vardır... Biz ki, memleketin mukadderatını,
hâlini ve âtisini (geleceğini) anlamış insanlarız, ne yapabiliriz?'
- 'Güç!' - "Perşembe akşamı gara gittim. Daha evvel VAHİDEDDİN'in
etrafındaki adamlara haber göndermiştim ki, bizim seyyahatimiz bir yerde askerî bir
seyyahat olacaktır. Zât-ı Âlîleri üniformasını giymelidir... Gara geldiğim vakit,
VAHİDEDDİN'in sivil giyinmiş olduğunu gördüm... (Meğer) VELİAHD'e feriklik (korgenerallik)
tevcih olunmuş, (ama) sonra mirliva (tuğgeneral) olduğunu bildirmişler!.. O da
muğber olarak 'ikinci rütbeye tenezzül etmem' demiş... ve hiç bir rütbeye lâyık
olmayan VAHDEDDİN, işte bu sebeple gara sivil gelmiş!.."
-"Bineceğimiz tren hazırdı. Bir askerî müfreze, saff-ı harb nizamında VELİAHD'ı
teşyie muntazırdı. Başkumandan Vekili ENVER PAŞA da orada idi." - 'Bu asker sizi teşyi (uğurlama) için hazırdır.
kendilerini selamlayınız,'
- "VAHDEDDİN yüzüme baktı, 'Nasıl?' demek istiyordu.
İşaret ettim."
- 'Siz yürüyünüz, arkanızdan biz geleceğiz.'
- "VAHDEDDİN, askerin önünden geçerken, iki eli de
yukarıda, gayrıtabiî ve gayrışuurî selâm vererek yürüdü!.. Geriye dönüp trene
bindik... İçine girdiğimiz salonun pencerelerini açtırarak, tren hareket edeceği
sırada VAHDEDDİN'e:
- 'Bu pencereden askeri ve ahâliyi selâmlayınız.'
- "dedim... VAHDEDDİN benim bîperva ihtarıma râm
(teslim) olmuş gibi görünerek, dediğimi yapıyordu... Tren İSTANBUL'u terketti.
VAHİDEDDİN diğer bir salonda, kendine hazırlanan kompartımana gitti. Beni bıraktığı
salon bana aitti."
Unuttukları bir şey vardır: VAHDEDDİN'in 2. ABDÜLHAMİD'in kardeşi, ve
onun gibi bir SİYASET ADAMI olduğu!..
Bilmedikleri veya kasten dile getirmedikleri bir şey vardır: MUSTAFA KEMÂL'in
HATIRAT'ının bundan sonraki kısmı!..
Şimdi bir de 17 Aralık 1917 ile 4 Ocak 1918 arasında süren seyyahattaki beraberliğe
ait o kısmı okuyun:
- "Trenimiz İSTANBUL'dan bir hayli uzaklaşmış,
TRAKYA topraklarında ilerliyorduk. Bir zat geldi:
- 'Efendimiz sizi salona davet ediyor,'
- "dedi. Doğrusu, bu davet beni memnun etti.
Yarınki padişahı yakından tetkik etme fırsatlarından birincisi bahşediliyor
demekti."
- "VAHDEDDİN'in salonuna girdiğim vakit kendisini ayakta, bana muntazır
buldum. Oturdu... Bana da oturmak için yer gösterdi... BU DAKİKADA, SARAYIN
EKSERİYA GÖZLERİ KAPALI KONUŞAN ZÂTI(NI), BÜSBÜTÜN BAMBAŞKA BİR VAZİYETTE BULDUM!..
BİLÂKİS, GÖZLERİNİ ÇOK KUVVETLE AÇMIŞ VE BANA DİKKATLE BAKIYORDU!.. Bir nutuk
irâdeder tarzda, beyanatta bulundu: - 'Afedersiniz Paşa Hazretleri!.. Bir kaç dakika
evveline kadar kiminle seyyahat etmekte olduğumu bana izah etmemişlerdi. Ancak
trenin hareketinden sonra aldığım malûmat üzerine, gıyâben çok tanıdığım ve
takdir ettiğim bir kumandanımızla beraber bulunduğumu anladım.'
- 'Ben sizi çok iyi bilirim. ARIBURNU ve ANAFARTALAR'da yaptığınız bütün icraat,
kazandığınız muvaffakiyetler tamamen mâlûmumdur. Siz İSTANBUL'u ve herşeyi
kurtarmış bir kumandansınız. Beraber seyyahat etmekte olduğum için çok memnun ve
müftehirim (iftihar ediyorum).' - "VAHDEDDİN bu sözleri çok ağır fakat muntazam
söylüyordu. HAYRET ETTİM!.. İcabettiği gibi cevaplar verdim. ARAMIZDA MÜKEMMEL
CİDDÎ VE SAMİMİ MUSAHABELER OLDU!"
- "O gece için görüştüklerimizi kâfi addederek 'kendisini fazla rahatsız etmek
istemediğimi' söyleyip müsaade aldım. Salona avdet ettiğim zaman inşirah (ferahlık)
hissediyordum. DÜŞÜNDÜM Kİ, BU ZAT AKILLI OLMALIDIR!.. İSTANBUL'DA ilk buluştuğumuz
vakit, O DEVRİ BİLENLERCE ANLAŞILMASI KOLAY OLAN ESBAB VE ŞERÂTİN (SEBEPLER VE
ŞARTLARIN) TESİRİ ALTINDA GARİP BİR HAL GÖSTEREN VELİAHD, İSTANBUL'U TERKETTİKTEN,
KENDİSİNİ TAMAMEN SERBEST GÖRDÜKTEN VE BİLHASSA MUHATAPLARININ ŞÂYÂN-I EMNİYET
(GÜVENİLİR) ADAMLAR OLDUĞUNU ANLADIKTAN SONRA, ŞAHSİYETİNİ OLDUĞU GİBİ GÖSTERMEKTE
ARTIK BEİS (ZARAR) GÖRMÜYOR!.. BUNA GÖRE BEN DE KENDİSİNE
BÜTÜN AHVÂLİ VE
ZARURETLERİ ANLATABİLİRİM!.. HATTA KENDİSİNCE YAPILABİLECEK BAZI ZEMİNLER
ÜZERİNDE FAALİYETE GEÇEBİLİRİM, ÜMİDİNE KAPILDIM!"
- "Seyyahat günleri birbirini takip ediyor ve her gün biz kısa veya uzun bir
mülâkat yapıyorduk. BENDE HÂSIL OLAN KANAAT ŞU İDİ Kİ, BU ADAMLA KENDİSİNİ TENVİR
ETMEK VE KENDİSİNE YAKINDAN VE SAMİMİ MÜZAHERET ETMEK DESTEKLEMEK VE KORUMAK) ŞARTİYLE, BAZI İŞLER YAPMAK
MÜMKÜNDÜR!.. BU NOKTA-İ NAZARIMI (GÖRÜŞÜMÜ) GEREK NACİ PAŞA'YA, GEREK DİĞER ZEVATA
SÖYLEDİM VE VELİAHD'I BU ŞEKİLDE HAZIRLAMAK, MEMLEKET MENAFİİ NÂMINA BİR VAZİFE
OLDUĞUNU İŞARET ETTİM." Gördünüz mü?.. Bizzat MUSTAFA KEMÂL beyan ediyor, "VAHDEDDİN benim öyle ilk
görüşte sandığım gibi aptal, mecnun falan değilmiş!.. Çok akıllı bir adammış,"
diye!.. Sonra da Veliahd'ın farklı davranışının sebebini açıklıyor, İSTANBUL'daki
durum ve şartlar!..
Peki, neydi o o durum ve şartlar?.. MASON YENİ
OSMANLILAR 1876'da SULTAN ABDÜLAZİZ'i tahttan indirmişler, yerine ilk ve tek
MASON Padişah 5. MURAD'ı çıkarmışlar!.. Sonra ABDÜLAZİZ'in bağırta bağırta
bileklerini keserek intihar süsü verip öldürmüşler!.. Bunun üzerine Sultan MURAD
delirmiş!.. Tahta çıkışının 93. gününde tahttan indirilmiş, yerine Sultan
2. ABDÜLHAMİD geçmiş!.. O da bir süre MİTHAT PAŞA'nın tehdidi altında kalmış!..
Sonra ondan kurtulmuş, SKELİARİ CLEANTİ adındaki bir Rum ile ALİ SUAVİ adındaki
bir yazar, ikisi de MASON, onu tahttan indirip tekrar MURAD'ı tahta çıkarmak
için sarayı basmışlar!.. Ondan da kurtulmuş, 1908'de bu sefer JÖN TÜRKLER,
hepsi MASON, isyan etmiş, dağa çıkmış, 2. MEŞRUTİYET'i ilân ettirmiş!..
Sonra 31 Mart Vak'ası yaşanmış, çoğu Yahudi, hepsi MASON, bir heyet gelip ABDÜLHAMİD'i
tahttan indirmiş!.. Sonra Cihan Savaşı sırasında erken barış isteyen ŞEHZADE YUSUF İZZEDDİN
EFENDİ, babası SULTAN ABDÜLAZİZ gibi bilekleri kesilerek öldürülmüş, intihar süsü
verilmiş!..
Bütün bunlardan haberdar olan VAHDEDDİN,
kendini durgun, hatta aptal göstermesin de, ne yapsın!.. Tıpkı ROMA sarayında zalim
NERON ve çılgın GALİGULA'nın elinden, kendini aptal göstererek hayatını
kurtarabilen CLAUDIUS gibi!.. O da sonradan imparator olmuştu.
Hem de çok iyi ve akıllı bir imparator!.. (Bu kişinin hayatı "Ben CLAUDIUS" adlı dizi olarak 1987 yılında TRT'de yayınlanmıştı.)
MUSTAFA KEMÂL, sezgisi ve zekâsiyle VAHDEDDİN'in çok akıllı ve iyi bir siyasetçi
olduğunu derhal farketmiş, hatta onunla İŞBİRLİĞİ yapmayı tasarlamıştır!
Burada dikkati çeken bir husus, bu HATIRAT'ın 1926 senesinde yayınlanması!..
Yani SALTANAT ve HİLÂFET kaldırılmış... HANEDAN yurt dışına gönderilmiş...
CUMHURİYET ilan edilmiş!.. Yani MUSTAFA KEMÂL'in VAHDEDDİN'e herhangi bir yaranma
veya kötüleme ihtiyacı yok!.. Olduğu gibi düşüncelerini yazmış! Yalnız biraz
mübalâğa etmiş... Çünkü bir paşanın VELİAHD'la böyle emir verir gibi konuşması, ne
OSMANLI teşrifat (protokol) esaslarına uyar, ne VELİAHD izin verir, ne de
MUSTAFA KEMÂL'in edeb ve ahlâkı buna müsaittir!.. Sanırız yazarken kendisine
âit nezâket ifadelerini atlamış!
Öyleyse, artık karşımıza dikilip te VAHDEDDİN hakkında HATIRAT'ın "gözleri
kapalı" kısmını papağan gibi tekrarlayanlara verilecek cevap bellidir, ve
"gözlerini açmış dikkatle bakıyordu" kısmını okumaktan ibarettir!
MUSTAFA KEMÂL'in VAHDEDDİN hakkındaki değerlendirmesi bu kadar da değildir:
- "(Yurt dışında) ADLON Oteli'ndeyiz... Birgün bir
kaç gazete muhabiri VELİİAHD'den yine mülâkat istemişler. Mülâkatta ben de hazır
bulundum. VELİAHD, İstanbul'dan son güne kadar ALDIĞI FİKİRLERLE MÜLHEM
GÖRÜNÜYOR, KİMİNLE GÖRÜŞSE, DAİMA AYNI FİKİRLERLE KONUŞUYORDU. O gün ecnebi
gazetecilerle musahabesinden de memnun oldum!"
- "Gezeteciler çekildikten sonra ikimiz yalnız kaldık. Bana sordu: - 'Ne yapmalıyım?'
- 'OSMANLI tarihini biliriz. Bu tarihin bir takım safhaları vardır ki, sizi
korku ve endişeye sevkeder ve bunda haklısınız... Ben size bir şey söyleyeceğim.
O nisbette hayatımı size teşrik (ortak) edeceğim. Memnun olur musunuz?'
- 'Söyleyiniz.'
- 'Henüz padişah değilsiniz. Fakat Almanya'da gördünüz ki, imparator, veliahd,
ve prensler hep bir iş üzerindedir. Neden siz bütün işlerden uzak kalasınız?'
- 'Ne yapabilirim?'
- 'İstanbul'a gider gitmez bir ordu kumandanlığı isteyiniz. Ben sizin erkân-ı
harbiye reisiniz olurum.'
- 'Hangi ordunun kumandanlığını?'
- '5. Ordu'nun kumandanlığını.' - "Bu ordu LİMAN VON SANDERS'in emrinde bulunan
BOĞAZLAR'ın müdafaasına memur ordu idi.
- 'Bu kumandanlığı bana vermezler.'
- 'Siz isteyiniz.'
- 'İstanbul'a gittiğim zaman düşünürüm.' Gene MUSTAFA KEMÂL'in o tepeden bakan, tahakküm edercesine konuşma tarzı... Ama bir gerçek
var, VAHDEDDİN de tahakküm (baskı) kabul etmiyor, aklına yatanları söylüyor,
yatmayanları (ki, savaş sırasında BOĞAZLAR'dan sorumlu 5. Ordu'nun kumandanlığını
üstlenmesini ne PADİŞAH kabul ederdi, ne BAŞKUMANDAN VEKİLİ ENVER PAŞA, ne de
ALMAN KUMANDAN VON SANDERS!.. Üstelik ENVER PAŞA, kıskandığı MUSTAFA KEMÂL'in
geleceğin padişahı VAHDEDDİN'e bu kadar yakın olmasını hiç istemezdi!)
"düşüneyim" diye kibarca reddediyor!
VAHDEDDİN'in MUSTAFA KEMÂL hakkındaki düşünceleri de son derece isabetlidir.
Şöyle ifade eder:
- "ALMANYA seyyahatine çıktığımda ... MUSTAFA
KEMÂL'i ilk defa o zaman tanımıştım. Çok parlak bir zekâya sahipti. Sonraları
onun bu zekâsını değerlendirmeye çalıştım. Ama asıl ilgimi çeken tarafı DAHA
YÜKSEKLERE ÇIKMAK TUTKUSU ve ENVER PAŞA'ya duyduğu sınırsız nefret olmuştu...
Tahta çıkar çıkmaz ONU KENDİME YAVER YAPMAYA KARAR VERDİM!
HER FIRSATTA BANA SADAKATİNİ İSPAT EDİYOR, ve Almanlar'a duyduğu nefreti
saklamıyordu!"
Buradan iki hususu çok iyi anlıyoruz. Birincisi VAHDEDDİN, insan sarrafı...
MUSTAFA KEMÂL'deki sonsuz hırsı ve azmi seziyor. İkincisi, edindiği bilgiyi
çok iyi değerlendiriyor. MUSTAFA KEMÂL'in ENVER PAŞA ve ALMAN nefreti, aslında
onun da hislerini yansıtıyor! Böylece birbirinden habersiz ikisi de İŞBİRLİĞİ
hazırlığı yapıyorlar!
Sultan REŞAD, 3 Temmuz 1918'de vefat etti.Yani MÜTAREKE'den
sadece üç ay önce!.. Yerine 57 yaşında olan VAHDEDDİN
geçti. O tarihten bir müddet evvel MUSTAFA KEMÂL rahatsızlanmış, KARLSBAD'a
kaplıca tedavisine gitmişti. Haberi orada aldı.
Bu "yurtdışı kaplıca tedavisi" de ilk duyduğumuz andan beri bize tuhaf gelir...
Neden yurtdışı?.. TÜRKİYE'de, hem de İSTANBUL'un burnunun dibinde BURSA'da
kaplıca yok mu?.. BALIKESİR-GÖNEN'de yok mu? AFYON'da yok mu?.. Neden yurtdışı?
Acaba bu bahane ile savaşın gidişâtını dışardan gözlemek mi istiyordu?.. Bu
konuda herhangi bir yoruma veya açıklamaya raslamadık.
VAHDEDDİN tahtı hemen kabul etmedi. Kendisini tahta davet etmeye
gelen Sadrazam TALAT PAŞA, Başkumandan vekili ENVER PAŞA ve Şeyhülislam
ÜRGÜPLÜ HAYRİ EFENDİ'ye "şartları gözden geçireceğini, kararını ertesi gün
bildireceğini" söyledi. Bütün gece düşündü, sabaha doğru abdest alıp istihareye
yattı. Ertesi gün ağabeyi SULTAN REŞAD'ın EYÜPSULTAN'a defnedilmesinden sonra,
İttihat ve Terakki erkânını yanına çağırıp, tahtı kabul ettiğini bildirdi...
SULTAN 5.MURAD'ın kızı KENİZE SULTAN, "VAHDEDDİN''in
tahta çıktığı gün, İngilizler İstanbul'u havadan bombaladığını"
yazar. (Kenize Sultan, Saraydan Sürgüne) ...
VAHDEDDİN daha sonra, SAN REMO'da sürgünde iken
yazdığı hatıratında "tahtı kabul etmekle
hata ettiğini" belirtir!
Yeni padişahla birlikte barış teşebbüsleri de arttı. İngilizler ENVER PAŞA'ya
şu teklifte bulundular:
- Arabistan'ın bağımsızlığı,
- Suriye ve Ermenistan'ın özerk olması,
- Mezopotamya ile Filistin'in MISIR gibi OSMANLI egemenliğinde, ancak
İngiliz himayesinde olması,
- ÇANAKKALE'den geçiş serbestisi sağlanması karşılığında
- Kapitülâsyonların kaldırılması,
- TÜRKİYE'ye cömert ekonomik yardımlar yapılması,
- ENVER PAŞA'ya iyi bir meblağ ödenmesi. ENVER PAŞA bu teklifleri reddetmiştir!.. Dikkat edilirse,
bu teklif, ERMENİSTAN bölümü ve OSMANLI borçları hariç, bizim
MİLLÎ MÜCADELE'den sonra elimizde kalanlardan iyidir!
MUSTAFA KEMÂL, SULTAN VAHDEDDİN'in cülusunu bir telgrafla tebrik etti. Hemen arkasından
"dönseniz iyi olur" mealinde bir telgraf aldı ve 2 Ağustos 1918'de yurda döndü.
5 Ağustos'ta 3. defa SULTAN VAHDEDDİN'in karşısına çıktı. Bu olayı MUSTAFA KEMÂL şöyle
anlatır:
- "NACİ PAŞA delâletiyle yeni padişahtan mülâkat
istedim. Muayyen bir saat için müsbet bir cevap geldi."
- "Tahta oturmadan evvel çok şeyleri çok açık
görüştüğümüz ve benim bütün düşüncelerime onaylayıcı karşılıklar veren bu zat,
acaba hükümdar olduktan sonra benim aynı tarzda görüşmekliğime müsaade eder mi,
ve aynı mukabelede bulunur mu? Bunda mütereddittim... İşte Padişah VAHDEDDİN ile
bu tereddüt içinde karşı karşıya geldik."
- "Beni çok nazik kabul ettiğini söylemeliyim... Veliahdlığı zamanında
olduğundan daha fazla iltifat ediyordu... Oturdu. Bana da karşısında yer gösterdi
ve aramızdaki tabure üzerinde bulunan sigaralıktan bir sigara alıp verdi.
Kendisi de bir sigara aldı, ve yaktığı kibriti bana uzattı."
- "Bu tavırdan çok ümidvar oldum. Evvelâ kendisini münasip bir lisanla tebrik
ettim. Sonra 'çok mühim bir anda OSMANLI tahtını işgâl etmiş olduğunu' izah
ederken, dedim ki: - 'Seyyahatimiz esnasında bütün fikirlerimi çok açık
lisanla söylemiştim. Bu dakikada aynı tarzda görüşmekliğime
müsaade buyrulur mu?'
- 'Hay hay!' - "dedi... Uzun mütalâalarım içinde esaslı nokta şu
idi:
- 'Hemen başkumandanlığı üzerinize alınız. Kendinize
vekil değil, bir kurmay başkanı tayin ediniz. Her şeyden evvel orduya sahip ve
hâkim olmak lâzımdır. Ancak ondan sonra düşünülecek münasip kararlar tatbik
olunabilir.'
- "VAHDEDDİN bu teklifim üzerine, tıpkı kendini ilk
defa Veliahd iken ikamet ettiği sarayda gördüğüm vakit olduğu gibi, gözlerini
kapadı ve az sonra şu cevabı verdi:
- 'Sizin gibi düşünen başka komutanlar var mıdır?'
- 'Vardır.'
- 'Düşünelim.' Buna rağmen, üç gün sonra, 8 Ağustos'ta, ENVER PAŞA'nın "Başkumandan Vekili"
ünvanı değiştirildi ve MUSTAFA KEMÂL'in talebine uygun şekilde "Başkumandanlık
Erkân-ı Harbiye Reisi" yapıldı!..
9 Ağustos'ta, bu sefer Saray'dan MUSTAFA KEMÂL'e bir davet geldi...
MUSTAFA KEMÂL bu 4. görüşmeyi şöyle anlatır:
- "Bir kaç gün sonra NACİ PAŞA, PADİŞAH'ın beni,
İZZET PAŞA ile beraber kabul etmek hususundaki iradesini tebliğ etti."
- "İkimiz VAHDEDDİN'in huzurundayız... Ben bu daveti, aynı fikir ve mütalâa
üzerine ikimizi birden dinlemek arzusunda bulunmuş olmasıyla yorumluyordum.
- "Konuştuğumuz esnada bu nokta-i nazarımı
takibe çalıştımsa da, mükâlemeyi umumî
mevzulardan çıkarmaya muvaffak olaımadım. VAHDEDDİN ÇOK İHTİYATKÂR TAVIRLIYDI!..
Nihayet neticesiz bir mülâkatla PADİŞAH'ın yanından ayrıldık." Âşikâr ki, SULTAN VAHDEDDİN, öyle kolay tesirde kalan biri değil. MUSTAFA
KEMÂL'in ısrarla uzun tren yolculuğu sırasında, 5 Ağustos görüşmesinde ve bu
mülâkatında tekrarladığı fikirleri, yani "ENVER PAŞA aleyhtarı" tavrı benimsemeye
yanaşmamış!.. ENVER PAŞA'nın ne kadar güçlü olduğunun, öyle kolay ekarte
edilemeyeceğinin farkında!.. Öyle sanıldığı ve bize anlatıldığı gibi pısırık,
kararsız, sünepe biri değil. Çok ince eleyip sık dokuyan, tedbirsiz adım atmayan
bir karakteri var.
MUSTAFA KEMÂL şöyle devam ediyor:
- "Günler geçti... Tekrar yalnız olarak PADİŞAH'la
görüşmek istedim. BU SEFER DE BENİ KABUL ETTİ!.. Ben, ilk nokta-i nazarımda ısrarcı
görünen bir adam tavrıyla, belki de giriş yapmadan, aynı konuda konuşmaya başladım...
VAHDEDDİN söylediklerimi serî bir şekilde anlayarak bana cevap verdi:
- 'Paşa! Ben, her şeyden evvel İSTANBUL halkını
doyurmak mecburiyetindeyim. İSTANBUL HALKI AÇTIR!.. BUNU TEMİN ETMEDİKÇE, ALINACAK
HER TEDBİR İSABETSİZ OLUR!'
- "Bu cümlenin nihayetinde ZÂT-I ŞÂHÂNE gözlerini
kapadı. Ben tilki tabiatında, her entrikanın her gün şahidi olduğum yüzlerce
misallerinden biri karşısında bulunduğuma büyük bir teesürle kaani oldum."
- "Düşündüğüm şu idi: - 'Çok doğru düşünüyorsunuz. Fakat İSTANBUL halkını
doyurmak için alınması lâzım gelen tedbirler, ZÂT-I ŞÂHÂNENİZ'i bütün memleketi
kurtarma için alınması gereken mecburî ve acele tedbirlere başvurmaktan
menedemez.'
- 'Bütünün selâmetini temin edecek mesai, ancak makinenin tamamının
işlemesiyle mümkün olur, ve bu bütün işlemedikçe makineden bir kısım netice dahi
almak kaabil olamaz.'
- 'Söylediğimin isabetine kaaniim (inanıyorum). Belki ZÂT-I ŞÂHÂNELERİ'nce
fazla telâkki buyurulur. Lâkin bildirmeye mecburum ki, yeni Padişah'ın
hareketinin başlangıcı evvelâ kuvvete sahip olmak olmalıdır. Devleti, milleti ve
bütün menfaatleri müdafaa eden kuvvet başkasının elinde bulundukça, sizin
padişahlığınız dahi sözde olmaktan kurtulamaz! Biraz tedbirsizce olduğuna
kaaniim.' - "PADİŞAH'ın verdiği cevaba, şu cümle karıştı:
- 'Ben icabeden şeyleri TALÂT ve ENVER PAŞA
Hazretleri ile görüştüm!'
- "Bunu söyleyen zat, daha bir
kaç ay evvelinde
veliahdlığında TALÂT ve ENVER PAŞALAR'dan nefret ettiğini anlatan, ve bu adamların
memleketi mahvolmaktan başka bir neticeye mümkün olmayan teşebbüslerini tenkit eden
VAHDEDDİN idi. Şimdi Padişah ve Halife VAHDEDDİN, bu zevatla görüşmüş, memleketin selâmeti
için icabeden tedbirleri almış bulunuyor!
- "VAHDEDDİN demek istiyordu ki, MUSTAFA KEMÂL şöyle devam ediyor:
- "Bu maksadı anladıktan sonra, VAHDEDDİN karşısındaki
benim vicdânî vazifem nihayet bulmuştu. Ayağa kalktım. Müsaade talep ettim.
Gözlerini kapadı ve hiç bir kelime telâffuz etmeksizin elini uzattı."
- "... PERA PALAS'taki daireme geldim, ve düşünmeye başladım. HACI zannettiğimiz
zâtın koltuğunun altında HAÇ'ı çıkmıştı!.. Artık başka bir şey aramak lâzımdı." Doğrusu isterseniz, burada MUSTAFA KEMÂL'in VAHDEDDİN hakkındaki değerlendirmesini,
son derece insafsız buluyoruz.
SULTAN VAHDEDDİN, ısrarla ENVER PAŞA'ya karşı cephe almasını isteyen MUSTAFA
KEMÂL'e nazik bir tarzda red cevabı veriyor... Bunu, "HACI zannettiğimiz zat,
HAÇ'lı çıktı" diye yorumlamaya götürecek en ufak bir emâre yok!.. Çünkü ilk mülâkattan
beri SULTAN VAHDEDDİN'in sergilediği tavır bizce hiç değişmemiş. MUSTAFA KEMÂL'i nazariyede
haklı buluyor, ama tatbikatta tedbirli davranıyor. ENVER PAŞA'yı karşısına almak
istemiyor!.. Bizce MUSTAFA KEMÂL'i aldatan hiç bir davranışı yok.
Bu görüşmeden kısa bir müddet sonra MUSTAFA KEMÂL'in NABLUS'taki 7. Ordu'ya
tâyini çıktı. Tâyin emrini, 16 Ağustos 1918 günü, Valide Sultan Camii'ndeki Cuma
selâmlığında vuku bulan 5. görüşmelerinde bizzat PADİŞAH tebliğ etti:
- "Sizden talebim şudur: O tarafları düşman eline
geçirmeyeceksiniz! Verdiğim vazifeyi muvaffakiyetle ifâ edeceğinizden eminim."
SULTAN VAHDEDDİN'in konuşma tarzı, aradaki mesafeyi bir kere daha
hatırlatır tarzdadır.
Öte yandan YILDIRIM ORDULARI diye bilinen 7. Ordu, MUSTAFA KEMÂL'in daha önce
görevli olduğu, ve grup komutanı General FALKENHEIN ile anlaşamadığı için, kurallara
aykırı bir şekilde kendini görevden af ve yerine vekil tayin ederek bırakıp İSTANBUL'a
geldiği ordudur!.. Yalnız General FALKENHEIN gitmiş, yerine LIMAN VON SANDERS
gelmişti.
Anlaşılıyor ki, MUSTAFA KEMÂL'in ısrarcı tavrından rahatsız olan SULTAN VAHDEDDİN,
onun hakkında tahkikat yapmış, belki de ENVER PAŞA ile görüşmüş, MUSTAFA KEMÂL'in
ordu usül ve teâmülüne aykırı bir şekilde görevini bırakıp İSTANBUL'a geldiğini
öğrenmiş, kendisine akıl vermeye kalkan kişinin önce kendi sorumluluklarını bilmesi
gerektiğini ona hatırlatmak için, eski görev yerine tâyin emrini bizzat kendisi
tebliğ etmiştir!..
MUSTAFA KEMÂL, bu tayini ENVER PAŞA'dan bildi, camiden çıkarken onunla karşılaşınca,
"Bravo! Muvaffak oldunuz! Teâmül harici bir şey yaptınız!
Bizzat PADİŞAH'a bana emir verdirdiniz!" diye çattı. ENVER PAŞA bu sözlere sadece
tebessüm etti.
Böyle bir durum bize pek muhtemel görünmüyor... Yani, ENVER PAŞA, hasedinden MUSTAFA
KEMÂL'i eski görevine tâyin edecek, sonra da kendisi KOMUTAN olarak emri tebliğ
etmeyecek te, PADİŞÂH'a "Siz söyleyin," diyecek, PADİŞAH ta "olur" deyip Cuma'yı
bekleyecek... Kaldı ki, ENVER PAŞA, MUSTAFA KEMÂL'i çok daha önce, görevini bırakıp
İSTANBUL'a geldiğinde, hem de cezalandırıp, niye geri yollamamış, diye sorarlar
adama... Bizim tahminimiz SULTAN VAHDEDDİN tâyini istemiş, ENVER PAŞA da memnuniyetle
kabul etmiş, ve belki "Siz tebliğ buyursanız," demiş olmasıdır.
Buradan MUSTAFA KEMÂL'in CUMA selâmlığına katıldığını, Cuma namazı kıldığını
da öğrenmiş oluyoruz.
Bu olaydan çok kısa bir zaman sonra, SULTAN VAHDEDDİN BAŞKUMANDANLIK sıfatını
kendi üzerine aldı. YILDIZ Sarayı hareminın hemen bitişiğinde bir HUSUSÎ KURMAY
TEŞKİLÂTI kurup
başına, büyük kızı ULVİYE'nin kocası Prusya Harb Akademisi mezunu ve Maiyyet-i
Seniyye Erkân-ı Harbiye Reisi Binbaşı İSMAİL HAKKI BEY'i getirdi. Harbin safahatını
bizzat damadından öğrenmeye başladı... Bu da MUSTAFA KEMÂL'in tavsiyelerine, ZAMANI
GELİNCE, ve FIRSAT BULUNCA uyduğunu gösterir.
____________________________________________
SULTAN VAHDEDDİN HAKKINDAKİ KİTAPLAR :
- Tarık Mümtaz Göztepe , Sultan Vahideddin Mütareke Gayyasında , 1978
- Tarık Mümtaz Göztepe , Sultan Vahideddin Gurbet Cehenneminde , 1978
- Necip Fazıl Kısakürek , Vatan Haini Değil, Büyük Vatan Dostu Sultan Vahidüddin
- Murat Bardakçı , Şahbaba , Pan Yayıncılık, İstanbul, 1998
SULTAN VAHDEDDİN İLE İLGİLİ SİTELER :
- -
> İÇİNDEKİLER < > SULTAN VAHDEDDİN HAİN Mİ, DEĞİL Mİ? - 2
< > ANADOLU VE TRAKYA'DA TÜRK VE MÜSLÜMAN KATLİAMI
< > BALKANLAR'DA TÜRK VE MÜSLÜMAN KATLİAMI
< > YAHUDİ SOYKIRIMI PALAVRASI
<
SANA HAK VERECEK, HEY KOCA SULTAN!
BİZDİK UTANMADAN İFTİRA ATAN,
ASRIN EN SİYÂSÎ PÂDİŞÂHINA!
BİR ÇÜRÜK İPLİĞE HAYÂL DİZMİŞİZ!
SÂDE DELİ DEĞİL, EDEPSİZMİŞİZ!
TÜKÜRDÜK ATALAR KABRİGÂHINA!
>
LOZAN ANTLAŞMASI
<