SULTAN VAHDEDDİN HAİN Mİ, DEĞİL Mİ? - 2
MUSTAFA KEMÂL'in
tekrar YILDIRIM ORDULARI'nda görevlendirilmesinde kalmıştık. Devam ediyoruz.
MUSTAFA KEMÂL, 26 Ağustos 1918'de HALEP'e vardı. Oradan
görevli olduğu KUDÜS'ün 63 kilometre kuzeyindeki NABLUS'a
geçti... 19 Eylül'de General
ALLENBY'nin birliklerinin umumî taarruzu başladı.
MUSTAFA KEMÂL'in başında olduğu 7. Ordu, kuşatma
tehlikesine karşı, ŞERİA Nehri'nin doğusuna çekildi.
Çekilme hızlanarak devam etti.
Bu arada, Sadrazam TALÂT PAŞA da mağlubiyetin
kesinleştiğini farkedince, MÜTAREKE'den kısa bir süre önce istifa etmiş, ve
yeni hükûmeti TEVFİK PAŞA kuramadığından, görev AHMET İZZET PAŞA'ya verilmişti.
MUSTAFA KEMÂL bu gelişme üzerine Saray'a şu telgrafı çekti:
- "Muhterem Padişahımıza sadakat ve
merbutiyetim (bağlılığım), ve vatanımın temin-i selâmeti itibâriyle arzederim ki,
TEVFİK PAŞA
Hazretleri filhakkika müşkilâta tesadüf etmişlerse, Sedâret'in derhal İZZET
PAŞA Hazretleri'ne tevcihi, ve müşârünileyhin esası FETHİ, TAHSİN, RAUF. AZMİ,
CANBULAT, Şeyhülislam HAYRİ ve âcizlerinden (benden) mürekkep bir kabine teşkil
etmesi zarurîdir."
- "Zevât-ı mezkûrenin vücuda getireceği kabine, vaziyete hâkim olabileceği
zan ve itikadındayım. TEVFİK PAŞA Hazretleri, size isimlerini saydığım zevâta
müracaat ettiği takdirde, mazhar-ı teshilât olabilir zannederim. Münasip ise,
bu zevâtın Şevketmeâb Efendimiz'e arzını rica ederim."
İşte bu telgrafta MUSTAFA KEMÂL'in edep ve terbiyesini,
nezaketini görüyoruz... Bir padişaha nasıl hitap edeceğini
biliyor ve gösteriyor.
AHMET İZZET PAŞA, Hükûmet'i 14 Ekim'de kurdu. Herhalde telgraftan haberi vardı ki,
ertesi gün MUSTAFA KEMÂL'e "Barıştan sonra
TANRI'nın izniyle işbirliği yaparız," mealinde bir telgraf çekti.
1 Ekim'de ŞAM düşmüş, ordunun çekilişi devam etmişti.
24 Ekim 1918 günü Rauf Bey, General Towsend'le birlikte İstanbul'a
gitmiş olan Yüzbaşı Tevfik Efendi'den bir telgraf aldı.
Tevfik efendi, "İtilâf devletlerinin ancak
Alman ve Avusturya-Macaristan hükûmetleri de isterse sulh
yapabileceğini, fakat biz istediğimiz takdirde mütareke için
müzakereye hazır olduklarını, bu husus için Amiral Galtrop'u
delege tayin ettiklerini" bildiriyordu.
Tevfik Efendi ayrıca Towsend'in kendisine
"murahhas heyeti arasında Rauf Bey'in de bulunmasının faydalı
olacağını" söylediğini bildiriyordu.
Amiral Galtrop konuyu İzmir valisine, o da Sadrazam'a
iletmişti. Konuyu görüşen Vekiller Heyeti Rauf Bey'i Osmanlı
delegasyonu başkanlığına getirdi. Yardımcılıklarına da Hariciye
Nezareti müsteşarı Reşat Hikmet ile Sedaret'in askerî
müşavirlerinden Kurmay Yarbay Sadulah Bey'i getirdiler.
Heyet 26 Ekim sabahı İzmir'den hareket etti. Yine 26 Ekim'de HALEB elimizden çıktı.
O gece Heyet Midilli adasının Mondros limanında İngiliz Akdeniz Filosu
kumandanı Amiral Galtrop'la Agamemnon zırhlısında buluştu. Görüşmeler ertesi
sabah başladı. İngiliz heyetinde Amiral Seymur, Albay Labens,
binbaşı Dikson ve kâtiplikle görevli genç bir teğmen vardı.
Amiral Galtrop yapılanın BARIŞ olmadığını özellikle ve vurguyla
belirtti. Yavuz zırhlısının derhal kendilerine teslimini istedi.
Heyetten Reşat Hikmet barış yapıldıktan sonra Çanakkale Boğazı'nın
işgâl altında bulundurulmayacağına dair teminat istedi. Galtrop
sadece "sanmam," dedi.
Türkiye'de bulunan Alman ve Avusturyalı
asker ve sivillerin teslimini istedi. Bu talebe "Osmanlı
Devleti kurulduğundan beri bir tek dostunu bile düşmana teslim
etmek gibi bir alçaklığı göstermemiştir,"
diye cevap verildi.
Aslında bu talep önemli değildi. Galtrop sadece bazı taleplerinden
vazgeçtikleri intibaı vermek istiyordu. İstanbul konusunda
Galtrop "İstanbul'un işgâl olunmayacağına eminim.
Bu nedenle ateşkes anlaşmasına İstanbul'un işgâlini engelleyecek bir
madde konması yersizdir," dedi.
Bu dolmayı Rauf Bey ve arkadaşları yuttu. Yine Galtrop
"Yunan gemilerinin İstanbul ve İzmir'e gelmeyeceği garantisi"ni
değil de, "sözü"nü verdi!.. Israr
edilince, Osmanlı heyetini azarladı ve "İşin uzaması
durumunda bana müzakereyi kesiniz emri verilecektir.
Heyetiniz tam yetkili olduğunua göre işi bitirmek elinizdedir,"
diye baskı yaptı. Benzer tarzda bir baskı da Lozan
görüşmelerinde Lord Curzon'dan İsmet Paşa'ya gelecek,
O da aynı duruma düşecekti. Kendini çâresiz hisseden Rauf
Bey ve arkadaşları 3. gün mutarekeyi imzalayıp (30 Ekim 1918) İstanbul'a
döndüler.
MONDROS MÜTAREKESİ imzalandı. Yani, OSMANLI Devleti silah bıraktı. Aslında
karşı tarafın da BARIŞ yapılıncaya
kadar silah bırakması ve durması gerekirdi, ama öyle olmadı. İngiliz birlikleri
ilerlemeye devam etti. MUSUL-KERKÜK bölgesi böylece elimizden çıktı.
MUSTAFA KEMÂL, HALEB'in İNGİLİZLER'in eline geçmesinden 20 gün kadar önce,
İSTANBUL'a çektiği telgrafta, NABLUS'tan ve SURİYE'den hızla geri çekilmes
konusunda kendisini şöyle savunmaktadır:
- "Eylül'ün 19. gecesi
düşman evvelâ 7. Ordu'ya taarruz etmeye başladı. Düşmanın
ik taarruzunu tevkif ettim (durdurdum)."
- "19 (Eylül) sabahı garbımızda (CEVAD PAŞA komutasındaki) 8. Ordu
kısa bir düşman taarruzu karşısında birkaç saat zarfında inhilâl etti (dağıldı)."
- "Bundan dolayı 7. Ordu'nun sağ cenahı ve hatt-ı ricatı
(geri çekilme yolu) tamamen düşman tarafından tutuldu.
Sağımızda bulunan (MERSİNLİ CEMAL PAŞA komutasındaki) 4. Ordu hissizliğin
azamisini ibraz etti (aşırı duygusuzluk gösterdi). Elzem
olan muavenetten istinkaf etti (gerekli yardımdan kaçındı).
Buna rağmen her taraftan düşmanla muharebe ederek, cenuba
olan cephemi garba tebdil ederek ve VADİ-İ ŞERİA nehrinden
orduyu geçirerek CEBEL-İ ACLÛN dahilinde ve DER'A MEZRİB
hattında ve oradan kemâl-i şeref ve nâmus ile İNGİLİZ takip
kıtaatı ile ve gerek ŞERİF (HÜSEYİN) kıtaatı ile muharebe
ede ede ŞAM'a kadar geldim."
- "Orada LİMAN (VON SANDERS) PAŞA'nın emriyle ŞAM'ın
muhafazası için maateessüf CEMAL PAŞA'nın taht-ı emrine
terk ile, kendim de RİYAK cephesini tutmak ve orada elde
edeceğim kuvvetleri tensîk etmekle (düzenlemekle) tavzif
eyledim (görevlendirdim)."
- "CEMAL PAŞA dahi, ŞAM'ı RABU BOĞAZI'na kadar
geldiğinden bîhaber kaldığı düşmanın cüz'i (az) kuvveti
karşısında kendi ordusuyla benim ordumu dahi terkederek
yalnız başına RİYAK'a geldi. Ben bundan sonra RİYAK'ta
teşkil ettiğim kuvvetleri şimale tahrik ederek (kuzeye
doğru harekete geçirerek) ŞAM'da kalan kuvvetlerin dahi
İSMET (İNÖNÜ) BEY taht-ı emrinde
alarak şimale hareketini emretmek için vasıta buldum.
Şimdi üç günden beridir orduyu yeniden HALEB cenubunda
toplamakla meşgûlüm."
- "Düşmanın mâlûm fâikiyeti karşısında ve bizim 'ordu'
nâmı altında 5-6'şar bin neferimizin ric'ati tabii idi.
Fakat bu ric'at daima bir şekil muhafaza edilerek icra
edilebiliyor idi."
- "ENVER gibi bir ahmak müdir-i harekât-ı umumiye olmasa
idi, burada 5-10 bin kişilik bir heyet-i askeriyenin başında
ilk top sadâsında ordusunu bırakıp kaçan ve şahsını
kurtarmak için şaşkın tavuk gibi öteye beriye iltica eden
kumandan (CEVAD PAŞA) bulunmasa idi, hiç bir vaziyet-i
askeriyeyi edemeyen bir 4. Ordu kumandanı (MERSİNLİ CEMAL
PAŞA) bulunmasa idi... ve bunların başında muharebenin ilk
gününden itibaren hiç bir tesir ve nüfuzu kalmayan bir grup
karargâhı olmasa idi... (bu geri çekilme olmazdı!)"
- "Bu andan sonra, artık sulhten başka yapılacak bir şey
kalmamıştır."
7 Teşrinevvel 334 (7 Ekim 1918) HALEB
KÂZIM KARABEKİR'in hatıralarında SULTAN VAHDEDDİN'in MÜTAREKE'ye, MUSTAFA KEMÂL'in
bu telgrafında belirttiği "artık sulhten başka yapılacak
bir şey kalmamıştır" ifadesine
dayanarak karar verdiği yer alır.
Kemâl Tâhir de o cephede bir de Ali İhsan (Sâbis) Paşa'nın icraatını ele alır:
- "Ali İhsan Paşa'ya bizim millet
Aleksan Paşa der, gavur ismi... Paşa
bu ismi haketmek için seferberlikte Alman ordusunun yükünü hafifletmek
için Almanlar'ın hiç bir emrini reddetmedi. TÜRK çocuklarını
maksatsız ölümlere sevketti. Millet arasında adının bu kadar
yayılması da Alman propogandasıdır."
- "Bu Ali İhsan Paşa mütarekeden bir gün evvel Musul'un cenubunda Dicle
grubunu kâmilen esir veren hamakatı da göstermiştir. Orada esir düşen
8 piyade alayı elimizde kalıp, grup Kebbare mevziine çekilseydi,
İngilizler bizi orada yenemezlerdi. Musul da elimizde kalırdı.
Askere, sivile karşı arslan kesilen bu Paşa, İngiliz generalinden 'Yarına
kadar Musul'u terkediniz' emrini alır almaz, İngilizler'den bir resmî
tezkere, iki otomobil bir de hakarete uğramamak için muhafız isteyip
silah bırakmıştır." Mustafa Kemâl'in savunmasında, ve Kemâl Tâhir'in anlatımında
belirtilen hususların ve suçlamaların doğruluğunun
araştırılması, itham altındaki CEVAD PAŞA, MERSİNLİ CEMAL
PAŞA, ALİ İHSAN SÂBİS PAŞA gibi komutanların da "savunma"larının
hatıratlarında veya resmî kayıtlarda bulunması, onların maiyetindeki kurmay
subayların, yaverlerin değerlendirmelerinin de gözden
geçirilmesi gerekir... Maalesef bunu gereği gibi yapmış olan bir harb
tarihçisine rastlamadık.
Yalnız, Ordinaryüs Prof. Dr. Enver Ziya Karal'ın hazırladığı Osmanlı Tarihi
9. ciltte şu bilgileri buluyoruz:
- "Eylül 1918'de Filistin'de bulunan General Allenby
komutasındaki İngiliz kuvvetleri
2 atlı tümen, 2 bindirilmiş tümen, 7 yaya tümen, 1 Hint taburu idi. Bunların toplamı
12.000 kılıç, 57.000 tüfek ve 540 top idi. Ayrıca İngilizler'le birlikte savaşan hain
19 Arap birliği vardı."
- "Buna karşılık TÜRK askeri olarak Ürdün Vadisi'nde 4. Ordu, Kudüs-Nablus yolu
üzerinde 7. Ordu, Farkap'ta 8. Ordu vardı. Askerler aç ve çıplaktı. Her gün 500 deve açlıktan ölmekte
idi. Sıcak ve susuzluk TÜRK askerini perişan etmekte idi. 7. Ordu komutanı FEVZİ
ÇAKMAK (PAŞA) hastalandığı için, komutayı MUSTAFA KEMÂL devralmıştı. 4. Ordu'nun
konutanı MERSİNLİ CEMAL PAŞA,
8. Ordu'nun komutanı CEVAD (ÇOBANLI) PAŞA idi. TÜRK ordusunun toplam gücü 4.000
kılıç, 32.000 yaya ve 400 top idi... İngilizler'in çok üstün olduğu ortadadır."
- "19 Eylül sabahı İngilizler şiddetli bir topçu ateşi ile saldırdılar. Haberleşme
araçları tahrip oldu, irtibat koptu. Cevad (Çobanlı) Paşa komutasındaki 8. Ordu tümüyle mevzilerinden
atıldı. Bir çok esir vererek, savaş araç ve gereçlerini terkederek çekilmeye devam etti."
- "MUSTAFA KEMÂL'in komuta ettiği 7. Ordu, arkasını çeviren İngiliz atlı kuvvetlerinden
kurtulmak için geri çekilme hareketine girişti. Yıldırım Orduları Grup Komutanı Liman Von
Sanders Paşa, direnmeyi imkansız gördüğünden, "ricat" emri verdi. Bu ordunun kurmay başkanı
da KÂZIM KARABEKİR PAŞA idi."
- "Şeria'nın doğusunda bulunan Mersinli Cemal Paşa komutasındaki 4. Ordu çekilme emri
alınca, Akka, Hayfa, Amman düştü. 11. Kolordu, 5.000 askerle İngilizler'e teslim oldu.
İlerleyen İngilizler, 1 Ekim'de Şam'a girdiler."
- "MUSTAFA KEMÂL, ÇANAKKALE'de olduğu gibi bu çephede de yüksek askerî kaabiliyetini
göstererek, 7. Ordu'yu İngilizler'e karşı TEK güvenilir kuvvet olarak kalmasını sağladı.
Bunun üzerine ENVER PAŞA kendisine şu yazıyı gönderdi: - Padişah Hazretleri, kendilerine ve vazifeye karşı
zât-ı âlileri tarafından gösterilen bağlılık ve fedakârlığa mebni, zât-ı âlilerini
fahrî yaverleri arasına almayı ferman buyurmuşlardır.
MUSTAFA KEMÂL, Şam'ın düşmesinden sonra Liman Paşa'ya bütün kuvvetlerin Haleb'in
kuzeyine çekilmesini önermişti. Allenby kuvvetleri ilerliyordu. Beyrut 6 Ekim'de
İngilizler'in eline geçti. İngilizler Haleb'in kuzeyine ulaşınca, MUSTAFA KEMÂL'in
kurmuş olduğu savunma hattına çarptılar, ve durdular.
MUSTAFA KEMÂL, 30 Ekim'de General LİMAN VON
SANDERS'in yerine Yıldırım Orduları
Kumandanlığı'na getirildi. 31 Ekim'de Adana'ya gidip göreve başladı. Ancak 7 Kasım'da
bir fermanla Yıldırım Orduları lağvedildi. MUSTAFA KEMAL Harbiye Nezareti emrine
verildi, Paşa 13 Kasım'da İstanbul'a döndü. Marmara'da demirlemiş düşman gemilerini
görünce, meşhur "Geldikleri
gibi giderler!" sözünü o gün etti!.. Ama o sözü daha önceden
söylemiş olan biri daha vardı!
Düşmanın üstün askerî kuvvetine, şartların elverişsizliğine
rağmen bulunduğu mevzileri terketmeyen komutanlar yok mu?..
Elbette var!.. Ama nedense bunların adını yeni nesiller hiç
bilmez!.. MEDİNE MÜDAFİİ FAHREDDİN PAŞA bunlardan biridir.
PADİŞAH'ın fermanına rağmen PEYGAMBERİMİZ HAZRET-İ MUHAMMED'in
(S.A.V.) kabrinin bulunduğu şehri uzun süre terketmemiş,
askerlerine çekirge yedirerek savunmayı sürdürmüştür... Bunu
ayrıca vereceğiz.
Herhalde SULTAN VAHDDEDİN, MUSTAFA KEMÂL'in MEDİNE MUDAFİİ FAHREDDİN PAŞA gibi
ölümüne direnmesini, KUDÜS, MEKKE ve MEDİNE'nin elden çıkmamasını bekliyordu.
RAUF (ORBAY) BEY'in savunmasına gelince, şunları şöyler:
"MONDROS'ta AMİRAL GALTROP, İngilizler'in Superb
zırhlısında imzaladıkları protokol geregince,
bildirdi. Ayrıca,
- İSTANBUL'a hiç bir ecnebî askerin girmiyeceğini,
RAUF BEY ayrıca "MUSUL VİLÂYETİ'ni İngiliz kıt'alarının
işgâl edecekleri kararının bize bildirilmesi
üzerine, bunun mütareke şartlarına aykırı olduğunu LONDRA'ya bildirdiğini, erteki günü
MUSUL'un işgâlinden vazgeçildiğini haber aldığını"
söyler... Ardından "İngilizler bana kat'i şekilde verdikleri sözü
tutarak, MÜTAREKE hükümlerini sadakatle tatbike başladılar. Bu hal, benim de Bahriye
Nazırı olarak bulunduğum AHMET İZZET PAŞA kabinesi iş başında kaldığı müddetçe devam etti. Fakat
biz istifa ile çekildikten sonra, İngilizler MÜTAREKE hükümlerini âdeta hiçe sayarak,
başlarına buyruk hareketlerle, bizi eze eze imhaya karar vermiş olduklarını fiilen
belirttiler," diye ekler.
RAUF BEY, tarih konusunda yanılmıştır. İNGİLİZ gavuru sözünde durmaz, MÜTAREKE'den
3 gün sonra (3 Kasım) MUSUL'u işgâl etmişlerdir. Halbuki Ahmet İzzet Paşa kabinesinin
istifası 8 Kasım'dadır!.. RAUF BEY de saflığının kurbanı olur, daha sonra
"Aldatıldım," diyerek
pişmanlığını ifade eder. Sonra askerlikten istifa eder.
RAUF BEY, karşılaştıklarında bunları MUSTAFA KEMÂL'e anlatır. MUSTAFA KEMÂL
"Keşke istifa etmeseydiniz,"
diyerek, "İSTANBUL'da bir şeyler yapılabileceğini, İsmail
Canpolat, Ali Fethi (Okyar)Beyler'le birlikte yeni bir AHMET İZZET PAŞA hükûmeti kurmak
suretiyle vaziyete bir dereceye kadar hâkim olabilecekleri" düşüncesini dile getirir.
Ardından Minber gazetesindeki yazılarla işe koyulur. (Feridun Kandemir, Hatıraları ve
Söylemedikleri ile RAUF ORBAY, 1965)
SULTAN VAHDEDDİN'e gelince, İTTİHAT VE TERAKKİ baskısından kurtulduktan sonra, İSTANBUL'da
idareyi tamemen kendi ellerine almak, ülkeyi Meşrutiyet'le değil, ağabeyi
Sultan 2. ABDÜLHAMİD gibi Mutlakiyet'le yönetmek istemiştir... Sebebi de açıktı.
1. Meşrutiyet ülkeye hürriyet değil, 93 Harbi'ni getirmiş, Ruslar YEŞİLKÖY'e
kadar gelmesine yol açmıştı. Bu yüzden Sultan 2. ABDÜLHAMİD Meclis'i feshetmiş,
ve 1908 yılına kadar yeni felâketler oluşmasını önlemişti... 2. Meşrutiyet ise
Trablus Harbi'ni, Balkan Harbi'ni ve 1. Cihan Harbi'ni getirmiş, ve ülkeyi
10 yılda perişan etmişti!..
İşte bu yüzden Sultan VAHDEDDİN ilk olarak 18 Aralık 1918'de
Meclis'i feshetti!.. Daha sonra seçimlerle yeni oluşan
Meclis'i de 11 Nisan 1920'de feshetti!.. Memleketi
saltanatı boyunca kararnamelerle idare etti.
Bunu, öyle söylendiği gibi silik, pısırık, mecnun olan bir padişah yapamazdı.
İnatçı ve akıllı birisi olması gerekirdi... Başmabeyincisi ALİ FUAT BEY, onu şöyle
tanımlar: "Ağabeyine (Abdulhamid'e) göre daha
aklı başında ve daha vukuflu... (ancak) inatçı, ısrarlı, evhamlı ve kararsız..."
Sultan VAHDEDDİN'in tahta çıkışıyla MONDROS MÜTAREKESİ arasında 119 gün
vardır. Yani sadece 4 ay... Ve VAHDEDDİN tahta çıktığı günden itibaren TÜRKİYE'nin
tek başına sulh yapması için gayret göstermiş, ancak buna fırsat bulamamıştı.
MÜTAREKE'den sonra İNGİLTERE'ye yaklaşması da, mümkün olduğu kadar iyi barış
şartları elde edebilmek içindi. Üstelik bir yabancı devlete yanaşan ilk kişi de
o değildi!
İNGİLTERE'de Büyükelçi iken, diz çöktürülüp boynuna ip geçirilip, göğsüne kılıç dayanıp
bir anda 33. DERECE'den ÜSTÂT MASON yapılan MUSTAFA REŞİT PAŞA'nın (1800-1858), 16 yaşındaki yeni padişah
Sultan ABDÜLMECİD'i bir odaya kapatıp imza ettirdiği, tümü İNGİLİZ BÜYÜKELÇİSİ LORD CANNING tarafından dikte edilmiş
olan TANZİMAT FERMANI'nından beri (1839 - GÜLHANE HATT-I HÜMÂYÛNU)
ülkemizde bir BATICILIK, bir BÜYÜK
DEVLET'e dayanma alışkanlığı vardı... Bu yüzden bazı vezirlerin, sadrazamların
lâkapları İNGİLİZ, bazılarınınki MOSKOF olmuştur... Hepsi MASON olan TANZİMATÇI
ekibin üçüncüsü FUAT PAŞA (1814-1868) :
- "Bir ülkede iki kuvvet olur.
ALTTAN (HALK'ın kuvveti) ve ÜSTTEN (PADİŞAH'ın kuvveti)... Bizde ALTTAN gelen
kuvvet olmadığı için, PAPUÇÇU MUŞTASI gibi YANDAN (YABANCI ÜLKE kuvveti)
vuruyoruz,"
demişti... İkinci TANZİMATÇI MASON ÂLÎ PAŞA'dır! (1816-1871)... ISLÂHAT FERMANI'nı ilân eden odur. (1856) Bu yüzden yetiştiricisi,
hâmisi MUSTAFA REŞİT PAŞA tarafından bu ferman "Hainler
tarafından Avrupa'ya verilen vatan tahribi vesikası" diye nitelendirilmiş,
ÂLİ PAŞA "hâin" ilan edilmişti!.. Gelen "hâin", giden "hâin"i
aratmıştır!..
Bunları şunun için anlattık: Sultan 2. ABDÜLHAMİD'e gelindiğinde Devlet, ülkeyi
ancak bir yabancı devlete dayanarak ayakta tutabiliyordu. Ancak Sultan ABDÜLHAMİD,
yabancılara bel bükmemiş, "RUSYA'ya karşı
İNGİLTERE, İNGİLTERE'ye karşı RUSYA" politikasını güderek,
son yıllarında ALMANYA'ya yakınlaşarak 33 yıl Devlet'i idare
etmiş, bunun 30 yılını da savaşsız götürmüştü. Yani, "yandan
baskı" yapan yabancı devletlerin dümen suyunda gitmek yerine, onları kullanmıştı...
Hepsi MASON olan İTTİHATÇILAR'ın ilân ettiği 2. MEŞRUTİYET (1908),
tıpkı TANZİMAT ve ISLÂHAT gibi ülkeye felâket getirmiş, peşpeşe üç savaşa ve büyük
toprak kayıplarına sebep olmuştu... Bu arada MUSTAFA KEMÂL'i de "mason" gstermek isteyenle
vardır. Halbuki daha 1909 yılında, Cemiyet'in kongresinde MUSTAFA KEMÂL ordunun ve
Cemiyet'in MASONLUK'la ilişkisini kesmesini talep etmişti.
VAHDEDDİN başa geçtiğinde, son felâkete sebep olan ALMANYA bağlantısını
kesmenin yolu olarak , İNGİLTERE'ye yakınlaşmayı görmüştü... Bunu, daha sonra
hatıralarında:
- "Dünya Savaşı'ndan önce, babamdan
(ABDÜLMECİD'den) miras kalmış olan İtilâf Devletleri siyasetini, KURTULUŞ dayanağı
kabul edenlerdenim... Kaderin eseri olan yenilgimizden sonra zafer neş'esiyle
mağrur ve intikam hesabı yapma mevkiinde bulunan İNGİLİZLER'in zıddına hareket
etmemek, FRANSIZ ve İNGİLİZLER'i gücendirmemek şeklinde uysal bir uyuşma
politikamız vardı,"
diye belirtmiştir... 24 Kasım 1918'de (MÜTAREKE'den bir ay kadar sonra) bir
İngiliz gazetesine verdiği demeçte:
- "KIRIM Muharebesi'nde İNGİLTERE'nin müttefiki
bulunan pederim Sultan ABDÜLMECİD'den, İNGİLİZ milletine karşı sevgi ve saygı
beslemek duygularını miras olarak aldım. Şimdi Saltanat makamında bulunduğum cihetle,
memleketim ile İNGİLTERE Devleti arasında eskiden beri yerleşmiş bulunan dostça
ilişkilerin yenilenmesi için bütün kuvvetimle çalışacağım."
- "Necip milletinizin çoğunluğu tarafından, elîm olaylarda bütünüyle günahsız
bulunan halkıma karşı, aynı duygularla karşılık verileceğinden ümitliyim."
- "TÜRK halk kütlesi İNGİLTERE'ye karşı, söylediğim gibi, ve belki de daha
kuvvetli bir şekilde, teveccüh hisleri beslemektedir. Milletimin büyük kısmının
kendisine isnad olunan fenalıklarda hiç bir iştirakinin bulunmadığını, ve yalnız
sınırlı sayıda bazı şahısların bu fenalıklardan sorumlu olduklarını İNGİLİZ
ahalisine bildirmenizi, namuslu bir zat sıfatıyla sizden rica eylerim. Bütün
bu sözler kalbimden geliyor," demişti. Çok açık olarak görülmektedir ki, ALMAN sevgisinin sadece İTTİHATÇILAR'da
olduğu intibaını vermeye çalışıyor, ve halkın bundan mes'ul tutulmamasını
istiyordu.
15 Temmuz 1919'da başka bir İngiliz gazetesine :
- "Ben, babam ABDÜLMECİD gibi daima
İNGİLTERE'nin dostu oldum. İNGİLTERE'nin insaf ve adaleti sağlayacağına inanıyorum.
Ben, milletimin babasıyım!.. Halk, RUM ÇETELERİ tarafından kırılıyor!.. Onları
kurtarmak teşebbüsünde bulunmak zorundayım,"
demecini vermişti.
Şimdi bu ifadeleri Sultan VAHDEDDİN'in ihanetine delil olarak göstermek
isteyenler çıkabilir... Meseleye böyle bakarsak, 1940'lardan beri cumhurbaşkanlarımızın,
başbakanlarımızın, bakanlarımızın, parti liderlerimizin, iş adamlarımızın, hele
aydın geçinen yazarlarımızın ifadelerine bakarsanız; bunlardan bin beterini, hem de
sayısız örnekleriyle bulursunuz... Misal olarak, Başbakan Erdoğan'ın,
"Ben Büyük Ortadoğu Projesi'nin eşbaşkanıyım,"
demesi, Amerikalılar'ın hizmetinde olduğunun itirafıdır!..
2007 seçimlerinden hemen önce MHP Başkanı Devlet Bahçeli'nin
"Eşbaşkanlığı bizden daha iyi kimse yapamaz," mealindeki sözleri, "Ben daha iyi
uşaklık ederim" demekten başka ne anlama gelebilir ki?..
Unutmayalım ki, SULTAN VAHDEDDİN'in o ifadeleri, mağlup bir ülke padişahının
sözleridir!.. İçinde en ufak bir uşaklık emâresi olmadığı gibi, DOSTLUK
karşılığında İNSAF ve ADALET istemekten öteye gitmemektedir.
Kaldı ki, o günlerde İNGİLİZLER'in dostluğuna bel bağlayan sadece SULTAN
VAHDEDDİN ve çevresi değildir!.. 17 Kasım 1918'de, yani SULTAN VAHDEDDİN'in
ilk demecinden bir hafta önce, MİNBER gazetesinde MUSTAFA KEMÂL PAŞA şöyle
yazmıştı:
- "Bu harpte İNGİLİZLER'le ARIBURNU,
ANAFARTA(LAR). ve FİLİSTİN cephelerinde karşı karşıya bir çok muharebeler verdim...
(Buna rağmen) kalbimde nefret ve düşmanlık duyguları yer bulmamıştır."
- "İNGİLİZLER'in OSMANLI milletinin hürriyetine ve devletimizin istiklâline
riayette gösterdikleri hürmet ve insanlık karşısında, yalnız benim değil; bütün
OSMANLI milletinin İNGİLİZLER'DEN DAHA İYİLİKSEVER BİR DOST OLAMAYACAĞI kanaatiyle
duygulanmaları, pek tabiidir!" Demek ki, sözlerine dayanarak VAHDEDDİN'i hâinlikle suçlarsak, lâfın ucu
MUSTAFA KEMÂL'e de dokunacaktır!.. Kaldı ki, MUSTAFA KEMÂL'in kendi ifadesiyle
"imparatorluğu tarafsız bir devletin mandası ile koruma" çabası, Sivas Kongresi
sonralarına kadar sürmüştür. İlerde vereceğiz... MUSTAFA KEMÂL de, Sultan VAHDEDDİN de
pragmatist değil; FAYDACI'dırlar. Keendi çıkarları için değil; memleketin menfaati için
yabancılarla ilişkiyi sürdürmüşler, bir şeyler koparmaya çalışmışlardır.
Aslında yukardaki sözleri ile her ikisi de ülke kaderinin, o günlerin
süper devleti İNGİLTERE'nin elinde olduğunu bilerek, onu
yumuşatmaya çalışmaktadırlar.
SULTAN VAHDEDDİN'in damadı İSMAİL HAKKI OKDAY, hatıratında şöyle der.
- "SULTAN ALTINCI MEHMED VAHDEDDİN HAN tahta çıktığından
beri munferit bir sulh akdetmek istemişti. 1 Ekim 1918'de İsviçre'deki İngiliz sefaretinin
mutemedi Dr. Parodi'ye gizli olarak İngilizler'le temas için 3 yol düşündüğünü
bildirmişti. İaşe Nazırı Kara Kemâl ile Maarif Nazırı Şükrü Beyler de Bern'de
aynı teklifte bulunmuşlardı."
Kısacası, PADİŞAH ta, MUSTAFA KEMÂL de arayış içindedir.
OSMANLI DEVLETİ'nin 12 Şubat 1919'da, MÜTAREKE'den 3,5 ay sonra, TEVFİK PAŞA'nın
kurduğu 2. hükûmet eliyle AMERİKA, İNGİLTERE,
FRANSA ve İTALYA temsilcilerine verdiği notada, şöyle denilmekteydi:
- "OSMANLI İmparatorluğu ülkesinde,
TÜRKLER'in bulundukları bölgelerde HÂKİMİYET ve EMNİYET tamamen sağlanacak, halen
İmparatorluğun yönetiminde bulunan DİĞER AZINLIKLAR'ın yükselmelerine engel
olunmayacak, ve kendilerine ÖZERKLİK verilecektir. ÇANAKKALE BOĞAZI sürekli açık
tutulacak, ve bütün milletlerin TİCÂRÎ filoları buradan geçebilecek, MERKEZÎ
HÜKÛMET'çe İSTANBUL'un savunması için gerekli tedbirler alınacaktır."
- "OSMANLI İMPARATORLUĞU, Başkan WILSON'un prensiplerine göre iki kısma
ayrılabilir:
a. AVRUPA ve ASYA'daki TÜRKLER,
b. ARAP vilâyetlerindeki halk."
"Bu vilâyetlerden DOĞU ANADOLU'da bulunanlar da tüm TÜRK, ve ERMENİLER'le karışık
TÜRKLER olarak ikinci bir sıralamaya tâbi tutulabilir." Durun; "AZINLIKLAR, ÖZERKLİK, ÇANAKKALE BOĞAZI, WİLSON PRENSİPLERİ"
ifadelerini görünce, İSTANBUL HÜKÛMETİ'nin hemen yelkenleri indirip,
işgâlcilerin her istediğini verdiği, böylece vatana ihanet
ettiği sonucuna varmayın!..
Kısmen aldığımız bu nota, gerçekten bir diplomasi harikasıdır!.. BATILILAR'a
çok şey veriyormuş gibi görünen, ama aslında elden çıkmışların dışında hiç bir
şey vermeyen bir tekliftir. Biraz sonra göreceğiz... Ama öncelikle belirtelim,
AMERİKA dahil edildiği için anlıyoruz ki, biz 1. CİHAN HARBİ'nde ve dahi MİLLÎ
MÜCADELE'de AMERİKA'yla da savaşmışız!.. Çünkü A.B.D. hem MÜTAREKE'de, hem de
LOZAN'da karşımızdadır ve GALİP DEVLETLER safında bizden taleplerde bulunmakta, karar
mekanizmasına karışmaktadır. Üstelik WILSON PRENSİPLERİ, yani şimdiki TÜRKİYE'nin
de parçalanması yönündeki AMERİKAN TEKLİFLERİ kabul edilmediği için; ne
TÜRKİYE CUMHURİYETİ'ni, ne de LOZAN'ı uzun süre tanımamıştır. LOZAN'da imzalanan
ayrı bir anlaşmayı ne AMERİKAN TEMSİLCİLER MECLİSİ, ne de AMERİKAN SENATOSU kabul
etmiştir!.. A.B.D. , 1926 yılına kadar TÜRKİYE'ye büyükelçi tayin etmemiş, uzun
süre temsilciliğini ANKARA'ya taşımamıştır!.. Daha sonra da misyoner okullarını,
Ermeni soykırım iddialarını, bölücü Kürt hareketini desteklemiş, TÜRKİYE aleyhine
çevirmediği dolap kalmamıştır!.. Hep söylüyoruz, A.B.D. bizim en büyük
düşmanımızdır!.. Onunla hâlâ SAVAŞ halindeyiz!..
Ne Amerika Birleşik Devletleri, ne de Hıristiyan Avrupa Devletleri Haçlı seferlerinde
mağlup oldukları TÜRKLER'e karşı güttükleri kinden,ve taleplerinden asla vazgeçmezler!
Sonsuz, süreksiz bir intikam duygusu içinde TÜRK DEVLETİ'ni yıkmak, TÜRKİYE'yi parçalamak
için fırsat kollarlar!.. KUSTAFA KEMÂL bunu LOZAN BARIŞ GÖRÜŞMELERİ sırasında fark etmiş
ve dile getirmiştir. İlerde vereceğiz.
Notanın görünüşte taviz verir havası var, ama devamı hiç te öyle olmadığını
gösteriyor:
- "ASYA'daki OSMANLI vilâyetlerinin HEPSİ'nde
savaştan önceki düzenleyici resmî nüfus sayımlarıyla, eklerinde görüldüğü, ve
ecnebiler tarafından yapılan istatistiklerden de anlaşılacağı gibi, TÜRKLER
BÜYÜK ÇOĞUNLUKTADIRLAR!"
"1897 yılında Paris'te yayınlanan ERMENİLER hakkındaki SARI KİTAP'ın 2. sayfasında,
"(Bizim) resmî nüfus sayımına göre, KÜÇÜK ASYA'da adı geçen OSMANLI vilâyetlerinde
halkın nüfus oranı şöyledir:
-- MÜSLÜMAN ..... 9.291.346 ... (% 85)
-- RUM ......... 1.014.612 ... (% 9)
-- ERMENİ .... 542.572 ... (% 5)
-- MUSEVİ ve diğerleri ...... 93.364 ... ((% 0,8) (SABETAYİSTLER, DÖNMELER, gizli GAYRIMÜSLİMLER
dahil değil)"
"FRANSA hükûmetinin yayınladığı, ERMENİ meselesiyle ilgili 1897 tarihli SARI KİTAP'ta
yazılı nüfus sayımı adetleri, -- MÜSLÜMAN ...... 7.204.824 ... (% 81,65)
-- RUM ........ 912.458 ... (% 10,3)
-- ERMENİ ...... 442.713 ... (% 5,3)
-- MUSEVİ ve diğerleri .... 161.331 ... (% 2,8) (SABETAYİSTLER, DÖNMELER, gizli
GAYRIMÜSLİMLER dahil değil)"
"(Naklettiğimiz) bu rakamlar, HIRİSTİYAN PATRİKHANELERİ'nce verilmiş olup,
MÜSLÜMAN OLMAYANLAR'ın sayıları hakkında (bizce abartmalı olsa da, sizce) tam
bir açıklık getirir."
"Bu bakımdan bu vilâyetler halkının TÜRK olmasından kuşku edilemez!"
"WILSON PRENSİPLERİ'ne göre, buralardaki AZINLIKLAR'a serbest İLERLEME ve YÜKSELME
hakkı verilmekle beraber, OSMANLI Hükûmeti'nin HÂKİMİYET'i uygulanmalıdır!" Gördünüz mü?.. Notaya WILSON PRENSİPLERİ ve AMERİKA pohpohlanarak girilmiş,
"tamam, biz sizin prensiplerinizi uygulayacağız. Ama bakın, onlar hiç bir yerde
ÇOĞUNLUK değil! O yüzden ÖZERKLİK, hele BAĞIMSIZLIK hiç vermeyiz," denmiştir!..
Unutmayın, bunu İŞGÂL altındaki bir ülkenin "hain" sayılan PADİŞAH'ı ve
HÜKÛMET'i yapıyor!.. Şimdi biz işgâl altında değiliz ama, ne KIBRIS'ta, ne de
PATRİKHANE ve EKÜMENİKLİK konusunda aynı direnişi gösteremiyoruz!
Biz askerimizin başına, düşman (sözde) değil; (sözde)
MÜTTEFİKİMİZ tarafından çuval geçirildiğinde bile böyle NOTA veremedik!..
MUAVENET muhribimiz (sözde) müttefikimiz AMERİKA tarafından, müşterek tatbikat
yapılırken kaptan köşkünden vurulduğunda veremedik!.. AMERİKAN uçakları, TÜRK
askeri tarafından kuşatılmış PKK militanlarına yardım paketleri attığında veremedik!
ÇANAKKALE BOĞAZI'nın "açık" tutulmasına gelince; biz bunu zaten MONTRÖ Anlaşması
ile ATATÜRK döneminde taahhüt etmedik mi?.. Hatta ATATÜRK sonrasında gavurların
SAVAŞ gemilerine de açmadık mı?.. MISSOURI zırhlısı böylece gelip (1947) TÜRKİYE'de
AMERİKAN gizli işgâlini başlatmadı mı?.. 1968'de AMERİKAN 6. FİLOSU, İSTANBUL
BOĞAZI'nda demirlemedi mi?.. DEMİREL başında bulunduğu hükûmet AMERİKAN DONANMASI'nı
maâlmemnuniye kabul ederken, İSTANBUL'un vatansever halkı AMERİKAN denizcilerini
denize dökmedi mi?.. OSMANLI'nın İSTANBUL HÜKÛMETİ, bunu yapmamış!.. Sadece TİCÂRÎ
filolara izin vereceğini belirtmiş!.. Ne denizlerde, ne Boğazlar'da, ne TÜRKİYE'den koparılmak
istenen DOĞU ANADOLU'da, ne de İSTANBUL'da HÂKİMİYET'ten, yani EGEMENLİK'ten taviz
vermemiş!.. Üstelik, kopması KESİN görünen ARAP vilâyetlerini de tartışmaya dahil
etmekten geri kalmamış!..
O dönemde Sultan VAHDEDDİN'in en büyük endişesi "İSTANBUL'un elden gitmesi" idi. Bu yüzden son
âna kadar PAYITAHT'ı (başşehri) terketmemiştir. Bizce bu dahi büyük bir hizmettir.
Çünkü PADİŞAH, herhangi bir sebeple PAYİTAHT'tan ayrılsaydı, İSTANBUL ya İngilizler'in,
ya da onların uşağı olan Rumlar'ın eline geçerdi. Bundan hiç şüphemiz yok!..
İşte bu sebepledir ki, 21 Ocak 1920'de son Meclis-i Meb'usan'a Hakkâri meb'usu
olarak katılmak üzere ANKARA'dan gelen MAZHAR MÜFiT BEY'le yaptığı görüşmede,
"ANADOLU'ya geçme" teklifini reddetti. Bu görüşme VAHDEDDİN'in talebi üzerine sarayda
gerçekleşmişti. VAHDEDDİN :
- "HEYET-İ TEMSİLİYE, benim Saltanat tâcımın
pırlantalarındandır. ALLAH sizden razı olsun! Vatan ve milleti, Saltanat ve Hilâfet'i
kurtardınız. MUSTAFA KEMÂL PAŞA Hazretleri inşallah afiyettedirler. İSTANBUL'a
teşrif etmeyecekler mi? Kendisiyle mülâkata hasretim."
dedikten sonra, sordu:
- "Beyefendi, düşmandan memleketi kurtarmak
için ne gibi çare düşünüyorsunuz?
- "Efendimiz'in ANADOLU'ya ve hatta BURSA'ya kadar teşrifleriyle mesele hallolur."
- "Ne suretle?"
- "Çünkü halk padişahlarını başlarında görürse, bir kıyâm-ı umumî (genel ayaklanma)
olur ki, düşman buna mukavemet edemez."
- "Beyefendi, ecdâd-ı izâmımın (ulu atalarımın) payıtahtından bana firar mı
teklif ediyorsunuz?"
- "Hayır. Milletin ve vatanın bu sıkışık ve zor zamanında ecdâd-ı izâmınız gibi
milletin başına geçmenizi teklif ediyorum." VAHDEDDİN bu söz üzerine başını çevirdi, ve denize bakmaya başladı. Görüşme
bitmişti!..
MAZHAR MÜFİT BEY'in bu teklifini MUSTAFA KEMÂL'in arzusu, hatta rızası dahilinde
yapıp yapmadığı bilinmemektedir... MUSTAFA KEMÂL'in başta öyle düşünse de, ileri tarihlerde
PADİŞAH'ın veya HANEDAN'dan bir zâtın MİLLÎ MÜCADELE'nin başına geçmesini istediği
inancında değiliz. Çünkü büyük bir vatanseverlik ve şevkle ANADOLU'ya geçmek, ve bir
nefer olarak hizmet etmek
isteyen ŞEHZÂDE ÖMER FARUK EFENDİ'nin bu teşebbüsünü engellemişti!..
Padişahı endişesinde çok haklıydı. Kasım 1919'da İstanbul'daki İngiliz Yüksek
Komiserliği'de görevli T. B. HOHLER'in İngiliz Dışişleri Bakanlığı'na gönderdiği
yazı dehşet verici idi:
- "Barıştan sonra Türk İmparatorluğu (olan)
Küçük Asya'dan yontulacak ARABİSTAN, SURİYE, MEZOPOTAMYA, TRAKYA ve ADALAR, bir
başka yönetime geçecektir."
- "WILSON PRENSİPLERİ'nin uygulanması durumunda, doğuda ve batıda (batıda
nerede?) KÜRT ve ERMENİ devletleri kurulacak, Büyük Efendi'nin bir anlaşmanın ilk
iki sayfasını dolduran tantanalı ünvanları sona erecek, müphem bir dînî liderliğin
belirsiz ünvanını taşıyan, önemsiz bir yerel idareci haline gelecektir!"
- "... İSTANBUL'un İSLÂM'ın kutsal bir şehri sayılmasına imkân yoktur! ...
TÜRKLER yenildiklerini bilmiyorlar! Veya kabul etmiyorlar! Saltanat şimdi zevksiz
ve sahte bir gösteriş halinde!.. Tahtta oturan kişi yüksek prensiplere ve gayelere
sahipmiş gibi görünüyorsa da, zayıf bir karaktere ve çok az cesarete sahip!..
Kendisini bu duruma düşüren MİLLİYETÇİLER'le beraber çalışmaya tamamen karşı!
YILDIZ'da titreyerek oturuyor."
- "OSMANLI HANEDANI tükenmiş gibidir, ve halkını yönetebilme kaabiliyetine ve
enerjisine sahip tek bir prens bile yoktur!" Ama işte o korkak (!) ve yeteneksiz (!) Padişah, "titreyerek" (!) oturduğu İSTANBUL'u bir
İSLÂM şehri olarak muhafaza edilmesini sağlamıştır!
Sadece HOHLER değil; İngiltere Dışişleri bakanı LORD CURZON da 4 Şubat 1920'de
yayınladığı bir memorandumda "TÜRKLER'in
İSTANBUL'dan KESİNLİKLE atılmaları gerektiğini, ama bu konuda Fransızlar'la
anlaşma sağlanamadığını" belirtmişti. Sık sık ta
"PADİŞAH'ın İSTANBUL'dan uzaklaştıktan sonra istediği yere gidebileceğini"
söylemekteydi. Bu büyük TÜRK DÜŞMANI,
"İSTANBUL'un TÜRKLER'den temizlenmesinin; TÜRKLER'in YUNANİSTAN, MAKEDONYA, TESALYA,
BULGARİSTAN, GİRİT, MISIR, ve diğer bir çok yerden uzaklaştırılmaları konusunda
asırlardır devam eden sürecin devamı olduğunu" beyan ederek,
"TÜRKLER'in İSTANBUL'dan atılmaları için, TÜRK yenilgisinin yarattığı
fırsatın kaçırılmaması gerektiğini" vurgulamaktaydı!
Bu atmosfer içinde, 27 Şubat 1920'de İngiliz Avam Kamarası'nda İSTANBUL konusu
ele alınmış, SIR DONALD MAC LEANGUI:
- "(SEVR
öncesi) sulh konferansının TÜRKLER'in İSTANBUL'da bırakılmasına dair kararı, halkın
ekseriyeti için büyük bir sürpriz teşkil etmiştir. Tarafımızdan hiç bir tahrike
mâruz kalmadan harbe giren ve Almanya'nın samimi müttefikleri haline gelen
TÜRKLER'e karşı hiç bir taahhüdümüz yoktur! TÜRKLER eğer İSTANBUL'da kalacak
olurlarsa, eski entrikalı politikalarına devam edeceklerdir, "
demişti... VAHDEDDİN'in Mazhar Müfit Bey'in teklifine uyması, "Türkler'in
İstanbul'dan atılması" için bir zemin hazırlaması demek olacaktı!..
EDWARD CARSON ise:
- "... TÜRKLER'İN İSTANBUL'dan kovulmaları
teklif edildi. Bu, tatbiki imkânsız bir tekliftir. TÜRKLER'i İSTANBUL'dan kovmaya
kalkışacak olursanız, yeni ve küçümsenmeyecek bir harbe sebep olursunuz. Ordu ve
donanmanın masraflarını kısmaktan bahsettiğimiz şu sırada, hükûmeti TÜRKLER'i
İSTANBUL'dan kovmuyor diye takbih edemezsiniz,"
şeklinde bu girişimlere itiraz etmiş, ve Türkler'i İSTANBUL'dan atmaya güçlerinin
yetmediğini itiraf etmişti... Zaten MUSTAFA KEMÂL'in MİLLÎ MÜCADELE'de güttüğü
siyaset, paylaşımdan memnun olmayan İTALYA ve FRANSA'nın çekilmesi, İNGİLTERE'nin
yalnız kalması, ve yukarıda belirtilen iktisâdî sebeplerden dolayı artık savaşmak
istemeyen İNGİLTERE'nin cepheye sürdüğü YUNANİSTAN'ı yenerek, bütün İTİLÂF
DEVLETLERİ'ne karşı bir zafer kazanılması idi. Başarılı olmuştur.
İngiliz Başbakanı LLOYD GEORGE da şöyle demişti:
- "TÜRKLER'e BOĞAZLAR'ı İngiliz gemilerine
kapamak fırsatını, bundan sonra hiç bir zaman vermeyeceğiz! Avusturya-Maceristan'ı
yoketmek, veya Akdeniz'den Karadeniz'e geçiş yolunun milletlerarası bir vaziyete
getirilmesi şartıyla, başkenti İSTANBUL olan bir TÜRK İmparatorluğu'nun devamına
engel olmak için çarpışmayacağımıza dair Ocak 1918'de yaptığımız vaadi de, yerine
getireceğiz."
- "Aynı vaad gereğince, ARABİSTAN, ERMENİSTAN, MEZOPOTAMYA, SURİYE ve FİLİSTİN
ayrı birer millet olarak tanınmak hakkına sahip olacaklar..."
- "Bizim dünyanın en büyük MÜSLÜMAN devleti olduğumuz, ve TÜRKLER'in İSTANBUL'dan
kovulması ihtimalinin MÜSLÜMAN (BRİTANYA) İmparatorluğu'nda derin bir teessür
uyandırdığı unutuluyor! Asya'da İngiltere'nin sözüne güvenilemeyeceği düşüncesini
uyandırmak, dünyanın bu kısmında İngiliz nüfuzu için çok zararlı neticeler verebilir."
- "TÜRKİYE ile imzalanan barış şartları neşredildiği zaman, TÜRKLER'in suçları
ve bütün çılgınlıkları için KÂFİ DERECEDE cezalandırılmadıkları düşünecek olan bir
tek TÜRK dostu görülmeyecektir!"
- "İmparatorluklarının yarısından fazlasını kaybedecek, payitahtları müttefik
toplarının tehdidi altına girecek, ordu ve donanmalarının itibarı kalmayacak olan
TÜRKLER'e verilmesi tasarlanan ceza, en sert hâkimlere bile KORKUNÇ gelecektir!"
Burada çok önemli bir hususa dikkatinizi çekmek istiyoruz. Bu, hemen hiç bir
yerde dile gelmeyen, getirilmeyen bir konudur. Görüldüğü gibi, OSMANLI DEVLETİ'nin
mahfı için korkunç planlar yapıldığı günlerdi bunlar... Hem İSTANBUL, hem ANKARA
bu duruma çare arıyordu... Bu arayış süreci içinde zaman zaman
MUSTAFA KEMÂL ve çevresi VAHDEDDİN'i, SARAY'ı ve İSTANBUL
HÜKÛMET(LER)İ'ni "İngilizler'le
anlaşıp MİLLÎ MÜCADELE'yi engellemek suretiyle vatana
ihanet" etmekle suçluyorlardı!.. VAHDEDDİN, SARAY, ve
DAMAT FERİD PAŞA başta olmak üzere bir kısım İSTANBUL DEVLET
RİCÂLİ de, MUSTAFA KEMÂL ve arkadaşlarını, yukarıda LLOYD
GEORGE'un belirttiği gibi "imparatorluğun
yarısından fazlasını, (ki buna MEKKE,
MEDİNE ve KUDÜS gibi mukaddes şehirler de dahildir) kaybetmeye razı olarak
vatana, Padişah'a ve Halife'ye, (ve dolayısiyle İSLÂM'a)
ihanet"le suçluyorlardı!.. Aslında ortada hâin yok,
belki yapılan hatalar vardı!
İki tarafta da kendine göre haklıdır.
İSTANBUL ile ilgili son bir belge daha verelim: 31 Mart 1920 tarihli bir İngiliz
istihbarat raporunda :
- "PADİŞAH kendisine karşı bir darbe
yapılmasından, ve yerine VELİAHD'ın getirilmesinden endişeli... (Ayrıca) Sarayda
Padişah'le şehzadelerin katıldığı bir toplantıda, müttefiklerin İSTANBUL'u TÜRKLER'in
elinden almaları halinde yapılacaklar tartışıldı. VELİAHD (ABDÜLMECİD), bu durumda
HANEDAN'ın ANADOLU'ya geçerek KONYA'da ikamet etmesi gerektiğini söyledi."
PADİŞAH'la ŞEHZÂDELER arasında yapılan bir toplantıda konuşulanlar
nasıl İNGİLİZ gavurunun kulağına gitmiş, kimmiş SARAY'daki hâin,
tesbiti gerekir... Öte yandan işgâl sırasında İSTANBUL'un karşı karşıya olduğu
durum buydu. Sultan
VAHDEDDİN'in herhangi bir sebeple terketmesi durumunda elden çıkabilirdi. O yüzden,
VAHDEDDİN daha sonra, SEN REMO'da sürgünde iken, ablası MEDİHA SULTAN'ın,
"Ah birader! Birbirinizi vurdunuz"
demesi üzerine, herkesin önünde, "Gitseydim,
İSTANBUL Rum'undu!.. Her namazımda dua ediyordum, hemşire! İSTANBUL'u dualarım
muhafaza etti!" cevabını vermişti. Duaları elbette, ama İSTANBUL'dan
ayrılmayışı hem şehrin, hem de şimdi TOPKAPI HAZİNESİ, KUTSAL EMÂNETLER dediğimiz
kıymetli eşyanın elimizde kalmasını sağlamıştı!..
MUSTAFA KEMÂL PAŞA dahi,
Sultan VAHDEDDİN'in vatana ihanet edeceğine, sırf tahtını muhafaza için düşmanla
işbirliği yapacağına inanmazdı. Şeyhülislam DÜRRİZÂDE'nin kendisi hakkında idam
fetvası vermesinden 2 hafta sonra, Meclis'te yapılan bir gizli celsede
PADİŞAH'ın vatanı kurtarmaktan başka bir şey düşünmediğine inandığını,
şu ifadelerle dile getirdi:
- "İSTANBUL, resmen ve fiilen
işgâl altındadır!.. İSTANBUL'da maateessüf bütün İSLÂM ÂLEMİ'nin tapınırcasına bağlı
olduğu HALİFE'miz, ve büyük ecdâdımızın bize en kıymetli yâdigârı olan
PADİŞAH'ımız kalmış bulunuyor!"
- "Mukaddes HALİFEMİZ HAZRETLERİ, namaz için camiye gittikleri zaman, kendilerini
koruyan askerî kıt'alar, İSLÂM askeri değildir, İngiliz askeridir!"
- "Bu elîm şartlara düçâr olmuş olan PADİŞAH'ımızla hususî temas dahi mümkün
olamaz... Farzedelim ki, resmî ve hususî her türlü temas mümkündür. Bu temastan
(çıkacak sonucu) MİLLET; İSTİKLÂLİNİ, BÜTÜNLÜĞÜNÜ, HİLÂFET VE SALTANAT MAKAMLARININ MÜSTAKİL VE
DOKUNULMAZ (OLMASINI) BİR EMEL SAYMIŞTIR!"
- "MÜSLÜMANLARIN HALİFESİ'nin bundan başka bir şey düşünmesine imkân
tasavvur (hayal) ediyor musunuz?"
- "Ben şahsen (böyle) hiç bir şey düşünmem!.. ZÂT-I ŞÂHÂNE'nin ağzından işitsem,
bunun ZORLAMA ve BASKI ALTINDA olduğuna hükmederim! DÜRRİZÂDE'nin fetvaları, PADİŞAH'ın
hürriyetinin olmamasının işaretidir!" Gördünüz mü?.. DÜRRİZÂDE'nin fetvaları, MUSTAFA KEMÂL PAŞA'ya göre
"PADİŞAH'ın hürriyetinin olmamasının işareti"dir. İhanetinin değil!..
_______________________________
İLGİLİ KİTAPLAR:
- Cevdet Paşa, Tezâkir I-IV , Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1960
> İÇİNDEKİLER < > SULTAN VAHDEDDİN HAİN Mİ, DEĞİL Mİ? - 3
< > ANADOLU VE TRAKYA'DA TÜRK VE MÜSLÜMAN KATLİAMI
< > BALKANLAR'DA TÜRK VE MÜSLÜMAN KATLİAMI
< > SEVR ANTLAŞMASI - METİN
< >
LOZAN ANTLAŞMASI
<
MUSTAFA KEMÂL
Bildirir, tebrik ederim.
- ÇANAKKALE BOĞAZI'nı işgâl ederken, koltuk kalelerinin TÜRKLER elinde bırakılmasına,
- Büyük istihkâmlarda da kendi işgâl kuvvetlerinin yüzde 10'u nisbetinde TÜRK kuvveti
bulundurulmasına,
- Kale, kule gibi sabit sayılan yerlerdeki kıt'aların nakil vasıtalarının bizim
elimizde kalmasına muvafakat ettiklerini
- İtilâf donanmasının İZMİT KÖRFEZİ'nde yatmasını,
- Yalnız, Başkumandan'a tahsis edilecek Piramus adlı eski, ufak ve silahsız bir İngiliz
gemisinin HALİÇ'e demirleyeceğini,
- İtilâf Devletleri filosunun sadece amiral gemilerinin bir kaç saat için DOLMABAHÇE
önüne gelip, diğerlerinin HAYDARPAŞA açıklarında bekliyerek kısa bir bahrî nümayiş yaptıktan
sonra, akşam üstü bütün filonun İZMİT'e dönüp, orada kalmasını kabul ettiklerini,
-Hatta KARADENİZ BOĞAZI'nı işgâl edecek olan Fransızlar'ın TRAKYA'daki kuvvetlerini
İSTANBUL'dan geçirmek istemelerine karşı, Amiral GALTROP' un bunu doğru bulmayarak,
ENEZ civarından İngilizler'in temin edecekleri gemilerle doğrudan doğruya KARADENİZ
BOĞAZI'na gönderilmelerini temin edeceğini bildirdi."
M. QUINET'nin neşrettiği OSMANLI ASYASI eserindekilerinden
pek farklı olmayıp şöyledir:
- Ahmet Cevdet Paşa, Ma'ruzat , Çağrı Yayınları, İstanbul, 1980
- Mahmud Celaleddin Paşa , Mirat-ı Hakîkat I-III , İstanbul, 1326 (1910)
- Mustafa Nuri Paşa , Tetayic-ül Vukuat I-IV , İstanbul, 1327 (1911)
- Mehmet Memduh Paşa , Mir'at-ı Şuânât , İzmir, 1328 (1912)
- İsmail Hami Danişmend , İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi IV , 1972
- Feridun Kandemir , Hatıraları ve Söylemedikleri ile RAUF ORBAY, 1965
- Operatör Dr.Cemil (Topuzlu) Paşa , İstibdat-Meşrutiyet-Cumhuriyet
- İsmail Hakkı (Okday) Bey , Yanya'dan Ankara'ya
- Tarık Zafer Tunaya , Türkiye'de Siyasi Partiler III
- Doğan Avcıoğlu , Millî Kurtuluş Tarihi III
- Refik Halid Karay , Bir Ömür Boyunca
- Falih Rıfkı Atay , Kurtuluş
- Şevket Süreyya Aydemir , Tek Adam I-III
- Şevket Süreyya Aydemir , Enver Paşa I-III
- Şevket Süreyya Aydemir , Makedonya'dan Ortaasya'ya
- Murat Bardakçı , Şahbaba
- Enver Ziya Karal , Osmanlı Tarihi, IX. Cilt
- Erol Mütercimler , Bu Vatan Böyle Kurtuldu