MENÜYÜ ÇEK

 

                               Sabetaycılık, Sabah Gazetesi ve Çevik Bir
28 Subat 1997 tarihli MGK toplantisi ile baslayan "yari askeri yönetim" sürecinin en önemli Pasalarindan biri daha emekli odu. Üzerinde Türk Ordusunun üniformasi varken, Orduya zarar verme kaygisi ile yapilamayan, ertelenen elestirilerin ilgili kimse emekli olduktan sonra yapilmasi elbette mantiklidir. Biz de, 30 Agustos 1999 tarihli Yüksek Askeri Sura toplantisinda yas haddinin dolmasi sebebiyle emekli edilen Orgeneral Çevik Bir hakkinda simdi yazi yazmayi daha uygun buluyoruz. Orgeneral Çevik Bir'in kamuoyunda fazlaca tartisilmasina sebep olan, belki de darbe yapip -yapmama karari öncesinde nabiz yoklama amaciyla gittigi ABD ziyareti esnasinda "balans ayari yaptik" seklindeki sözleri idi.

Bununla birlikte, esas ilginç olan ve bizim dikkatimizi çeken, Sabah Gazetesinin her firsatta Çevik Bir'i mansete tasimasi ve sürekli desteklemesidir. Gerçekten de 28 Subat sürecinde Sabah Gazetesi çok sayida Çevik Bir'li mansetlerle yayinlandi ve 28 Subatçi Generaller içinde Çevik Bir'e özel bir yer yarildi. Sabah'in Çevik Bir'den yana olan tavri, normal terfilerde önü kapali olan Çevik Bir'e, Ordu gelenekleri göz ardi edilerek Genel Kurmay Baskanligi yolunun açilmasi yönünde de kendini gösterdi, ancak basarili bir sonuç elde edemedi. 2000 yilinin Mayis ayindaki Cumhurbaskanligi seçiminde Sabah grubunun adayi da Çevik Bir olarak kendini gösterdi. Seçim tarihi yaklastikça bu anlamda ilginç gözlemler yapma imkâni da bulabiliriz saniyorum.
Bu noktada esas sorulmasi gereken soru sanirim sizin de akliniza gelmistir. Evet, Sabah neden Çevik Bir'i bu derece kesin ve sürekli biçimde desteklemektedir? Çevik Bir ile Sabah arasindaki iliski elbette basit bir menfaat iliskisi olamaz. Peki bu iliskinin mahiyeti ne olabilir?

Sabah Gazetesi sahibi
Dinç Bilgin ve Sabah'in önemli bazi köse yazarlari Sabetayci, yani Selanik Dönmesi'dir. Sabetaycilar, bundan bes yüz küsür yil önce Ispanya'dan Türkiye'ye göç eden Yahudiler'in bir grubu olup, dis görünüste Müslüman kendi aralarinda ise gizlice Yahudi-Sabetayci bir hayat sürmektedirler. Bunlarin meshurlari Ipekçi ailesi (Abdi Ipekçi, Ismail Cem Ipekçi, modaci Cemil Ipekçi vb.), Dilber ailesi ve Atabek ailesi fertleri arasindan çikmistir. Hürriyet Gazetesi eski sahipleri Erol Simavi ve Sedat Simavi de Sabetayci kökenli idiler.

Selanik sehri, Ispanya'dan göç eden Yahudilerin yerlestirilmesiyle çogunlukla Yahudi Ispanyolca'si konusulan, daracik sokaklari ile mimari açidan da kendine has özellikler gösteren tipik bir Yahudi sehri görünümü tasiyordu. Daha sonra Sabetayciligin kurucusu Yahudi Hahami Sabetay Sevi'nin yolunu takip eden 200 ailenin buraya yerlesmesi ile sehir Selanik Dönmeleri diye de adlandirilan bu grupla birlikte anilir olmustur. Kendi aralarinda Ortodoks Yahudilikten ayrilarak Sabetay Sevi'nin kurallarini koydugu Sabetayciligi yasayan bu Dönmeler, dis görünüsleri bakimindan Müslüman imaji vermeye özen göstermekte, hatta bazen Müslüman görüntüsü vermek için namaz da kilmaktaydilar.

Simdi gelelim Çevik Bir'e... 2 Ekim 1999 tarihinde gazeteci Ismet Solak'la NTV'de yaptiklari sohbette emekli Orgeneral söyle demektedir: "Babam Manastir'li, annem Selanikli'dir." Diger bütün kavim ve kültürlerin aksine Yahudilikte soy anneden devam etmektedir. Yani Yahudiler, babasi Yahudi olani degil, annesi Yahudi olani kendilerinden saymaktadirlar. Böylece Sayin Çevik Bir'in annesinin Selanik Dönmesi olmasi kendisinin Yahudi kabul edilmesi için yetmektedir.
Elbette her Selanikli muhakkak dönmedir, yahut bir baska deyisle Sabetaycidir demek istemiyoruz. Nitekim Mustafa Kemal Atatürk de Selaniklidir, ama dönme degildir. Peki Çevik Bir için neden ayni seyi söyleme imkânini bulamamaktayiz? Su sebeple; Çevik Bir sabah Gazetesi tarafindan öylesine kayitsiz ve sartsiz bir biçimde desteklenmektedir ki, ister istemez onun da Sabah sahibi Dinç Bilgin gibi Selanik dönmesi oldugu akla gelmektedir. Evet, bu destegin anlami, Sabetaycilar arasinda mevcut olan kuvvetli dayanisma ile açiklik ve anlam kazanmaktadir.

2 Ekim 1999 tarihli Hürriyet'te Ertugrul Özkök, 28 Subat sürecinde Genel Kurmay'ca verilen brifnglerin sonuncusuna katilmis ve sonrasini anlatiyor: "Brifingden sonra Çevik Pasa'nin odasina gittik. Randevuyu rahmetli Gülçin Telci aldi. Aramizda cep telefonundan Çevik Bir'e ulasabilen tek kisi oydu."
Gülçin Telci'nin Sabetayci oldugu ise biliniyor. Ölüm ilaninda Bezmen ailesinin kuzenleri oldugu yazilmisti. Bu arada, Çevik Bir'in "Musevi Ulusal Güvenlik Sorunlari Enstitüsü" adli kurulus tarafindan, kendisine "Türkiye'nin ABD ve Israil iliskilerinin gelismesine yaptigi katki" sebebiyle bir ödül verimek üzere ABD'ye davet edildigini ve 30 Agustos'ta emekli olan Bir'in Ekim ayi içinde ABD yolcusu oldugunu da eklemek gerekir.

Yine Ekim ayi içinde egitim-ögretim sezonunu açan "Isik Üniversitesi"nin açilisina katilan Çevik Bir, ilk dersi veren kisi olmus... Sabetaycilara ait Feyziye Mektepleri'nin devami niteliginde olan Isik Üniversitesi'ne Bir'in bu yakinligi da ilginç degil mi?
Önemli oldugunu düsündügüm bir baska husus, Genel Kurmay bünyesinde kurulan "Hasan Tahsin Bilgi Merkezi"dir. Bilindigi gibi gerçek adi Osman Nevres olan Hasan Tahsin Sabetaycidir ve Yunan'a ilk kursunu onun atip atmadigi çok tartismalidir. Zira, Sabetaycilar ve diger azinliklar ne I.Dünya Savasi esnasinda ne de Kurtulus savasi esnasinda Türk'ten yana tavir almamislardir. Sonraki dönemin meshur gazetecisi Sabetayci
Ahmet Emin Yalman da o tarihlerde Amerikan Mandasini savunuyordu. Genel Kurmay'da açilan basin merkezine Hasan Tahsin adi verilmesini ille de kötüye yormak istemiyorum. Yani bu Çevik Bir'in yönlendirmesi ile de olabilir, ama olmayabilir de...

Benim burada dikkat çekmek istedigim sey; Türk Ordusunda subay olabilmek için yapilan soy-sop, dini mensubiyet ve milli baglilik arastirmalarindan bu insanlarin nasil olup da geçtikleridir. Hele kurmay olabilmek için çok daha hassas ölçülerin kullanildigi bilindigi halde, bu ölçüler sanki sadece dindar olanlari ayiklamaya indirgenmis gibi görünüyor. Dedesi imam olanlari subay yapmayan sistem acaba neden zor duruma düstügümüzde bizi arkadan vuranlari bas taci yapmaktadir?
Bu ülkede, Rahmetli Necip Fazil'in Sakarya siirinde söyledigi "Öz Yurdunda esirsin, öz vataninda parya" misraini hakli çikaran daha ne kadar örnek yasayacagiz? Ülkenin asli unsuru Müslüman-Türkler sistem için tehlike görülürken, asil tehlike olanlar bas köseye kurulmuslar.                                                                                                     

Kemal Gürüz de Dönme mi?
Üniversitelerdeki basörtüsü zulmünün planlayicisi, kamuoyu önünde pek konusmayan ama perde arkasindan yapacagini yapan YÖK Baskani Kemal Gürüz'den bahsediyorum. 28 Subat sürecinde YÖK Baskanligi ile üniversiteleri 28 Subat çizgisine esir eden, "irticaci" olduguna kanaat getirdigi ögretim üyelerini isten atmayla yetinmeyip, hiçbir sekilde Profesör ve Doçent gibi unvanlarini kullanmalari yasaklayan meshur yasakçi... Hani Türkiye Üniversitelerinin basinda dururken, "Türkçe bilim dili degildir" diye cevherler yumurtlayabilen zat... KTÜ Rektörlügünden TUBITAK Baskanligina atanan ve bu kurumu perisan eden, KTÜ Rektörü iken Yahudilerin Ispanya'dan Türkiye'ye göçlerinin 500.yildönümünü kutlama komitesi üyesi olan kimse...
Her ne hikmetse röportajda Nuriye Akman soruyor: "Dönme oldugunuz dogru mu?" Cevap: "Sosyolojik anlamda Müslümanim". Simdi bunu nasil degerlendirelim. Nuriye Hanim acaba neden bu soruyu sorma geregi duymus? 500 Yil Kutlama Komitesindeki herkes Yahudi veya Sabetayci (Yahudi dönmesi) miydi ki buradan bir sonuç çikardilar? Cevabi bilmiyorum, ama
Kemal Gürüz'ün cevabi yeterince kuskulandirici... Bir kere "dönme degilim" diyerek bin belayi defetmek; dedikodulari önlemek varken, dönme olmayan birinin böyle bir cevabi vermesi hiç mantikli degil. Eger dönme ise o zaman en uygun cevap bu verdigidir, çünkü dönme degilim dese muhakkak bir sekilde ortaya çikar, dönmeyim dese aleyhine kullanilir.

Cevaptaki ikinci ipucu Müslümanliginin "sosyolojik" oldugunu söylemesi. Yani kendisi Mü'min (inanan) degil, toplum içinde Müslüman sifatini aliyor, bu sekilde niteleniyor. Iste Sabetaycilik tam da budur, yani "inanmadigi halde inaniyormus gibi Müslüman görünmek"... Toplumsal yasantida Müslüman göründükleri için sabetaycilar için en uygun Islami niteleme; "sosyolojik olarak Müslüman" ifadesidir. Ben bu cevaptan Kemal Gürüz'ün çok büyük ihtimalle dönme oldugu sonucunu çikariyorum. Sunu da söyleyeyim ki, hiç kimsenin ne kökenini ne de inancini kinamiyorum, ancak kendisi imanli bir Müslüman olmadigi halde, Müslümanlari basörtüsü sebebiyle en temel insan haklarindan biri olan "egitim hakki"ndan yoksun birakmaya hakki olmadigini düsünüyorum.

YÖK Baskanligi döneminde en önemli icraatlarindan bir baskasi da, "aydin din adami yetistirme" amaciyla açilmis olan iki yillik "Imam-Hatip Meslek Yüksek Okulu" adli okullari kapatmasidir. Iste size bir baska icraat; Dekanligini Yasar Nuri Öztürk'ün yaptigi Istanbul Üniversitesi Ilahiyat Fakültesi bünyesinde Heybeliada Papaz Okulu benzeri bir Ortodoks Ilahiyat Bölümü açmaktalar. Elbette ülkemizdeki Hiristiyanlarin ihtiyaci nisbetinde gerekli din adami da bu ülkede yetismelidir, fakat Türkiye'de imam yetistiren okullari kapatirken, ülke disi ihtiyaç ve çogunlukla da politik maksatlarla papaz okulu açilmasini iyi düsünmek gerekir. MHP ve ANAP'in da Hükümette olduklari bir dönemde, 1997 yilindaki bir MGK kararina istinaden, Hükümet karariyla bu uygulamaya geçildigi söylenmektedir.
<<>><<>><>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>>

Dönme ve dönmeler

Sahabe-i Kiram müşriklikten döndü. İslam tarihi devam ettikçe Hıristiyanlar, Yahudiler, Mecusiler, Hindular, Şamanistler, Moğollar daha neler neler, döndüler, İslam'la şereflendiler Müslüman oldular. İslam tarihi dönmelerle doludur; 610 yılında ilk ayet inzal buyurulduğunda Sasani İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğu ve Müşrikler İmparatorluğu vardı; Müslüman olanlar hep bu imparatorluklardan geldi, yani hepsi dönmeydi. "Oğuz boyundanız" derken, dönme olduğumuzu da söylüyoruz. Karahanlılar onunca asırda, hicretten üç yüz elli sene sonra İslamiyet'le şereflendiler.

Dikkat etmeli, her ırkı, her dini bağrında barındıran devletler büyürken, bir dine yahut bir ırka bağlı devletler hep küçük kaldı.Osmanlı Devleti'nde gayrimüslimler yarıya yakındı. İttihad ve Terakkiciler, Jön Türkler Türktü ve Müslümandı. Hadis-i şerifte buyurulduğuna göre: "Her milletin iyisi iyidir." Bugün ABD, yüzden fazla ırkı ve dini bünyesinde toplayarak güç kazandı, hâlâ topluyor...

Ahmed Cevdet Paşa Kısas-ı Enbiya'sında: "İslam'da köle almak, köle olmaktır" diyor. Çünkü Resulullah buyurmuş: "Kölelerinize yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin." Böylece İslam'ı onlara sevdirdiler. İslamiyet, kölelere bu kadar hak tanırken, zimmilerin de malını, canını ve namusunu korumuştur.

Bir zamanlar "siyonistler, masonlar" diye tutturdular. Onlar dünyayı parmağında oynatıyormuş, peki biz ne yapıyorduk? Türkiye'de kayıtlı masonların adedi bin beş yüzü geçmez. Eğer bu ülkeyi onlar yönetiyorsa, Müslümanlar işe yaramıyor demektir. Peki dindarlar ne yapıyor? Sabataycılar varmış, bunlar bu milleti bu hale getirmiş... Yani kahvede oturan, meyhanede içen, sanatı, işi olmayan, cahil, beceriksiz Müslümanlar iyi, sabataycılar kötü imiş...Siyonizm, masonluk, sabataycılık, lions kulüpleri, rotary kulüpleri, bunların bütünü Yahudi idealiyle ilgilidir.

Keşke Müslümanlar da Yahudiler kadar birbirini tutsaydı, keşke Müslümanlar da Yahudiler kadar ekonomide, politikada ve kültürde birbirine yardımcı olsaydı... Keşke Yahudiler birbirine "birader" derken, bizimkiler de kardeşliğin gereğini yapsaydı.

Dönmelerden değil, dönen çeklerden, senetlerden, kalitesiz mallardan, atılan imzaya sahip çıkmamaktan korkmalı... Yahudilerden değil, artık Yahudileşen (Müslümanları aldatan) Müslümanlardan korkmalı... Bir avuç Yahudi dünya ticaret imparatorluğunu kurarken iki milyar Müslüman'ın ekonomik esaretine gözyaşı dökmeli... Her Yahudi birkaç lisan bilirken İstiklal Marşı'nı, Nutuk'u anlamayan, Türkçeyi bilmeyen Türkler'e acımalı.

Dönmelere karşı çıkmayın, o yol açık kalsın, Almanlar'dan, Amerikalılar'dan pek çok kimse dönüp Müslüman oluyor. Keşke Türkler'in, Sünnîler'in hepsi gülsuyuyla yıkanmış olsaydı da suçluyu dışarda arasaydık.Irkların birbirine üstünlüğü yoktur, insanları üstün kılan prensiplerdir.

Hekimoğlu İSMAİL
<<>><<>><>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>>

DÖNME OKULLARI

Siz hiç, herhangi bir İslam tarikatı adına kurulmuş bir okul gördünüz mü? Peki, böyle bir şeye izin verirler mi? Hiç sanmam. "Bir başbakan tarikat şeyhlerine iftar verdi" iddiası ile bu ülkede yer yerinden oynar, ama mesela masonik tarikatlar için hiçbir şey yapılmaz. Bu ülkede darbelerle meclis, siyasi partiler kapatılır; ama mason localarının kapısına kimse kilit vuramaz. Darbecilerin bile onlara güçleri yetmez. Darbelerden sonra kurulan hükümetlerde hep kilit noktalarda masonik isimlerin yer alması da bu işin bir başka yanı.

Sn. Benoit, Sn. Joseph liseleri birer kilise okulu, hatta tarikat okulu değil mi? Ecevit'in de okuduğu Robert Koleji niye açıldı, asıl amacı neydi?

Hani, Çalıkuşu romanında anlatılan şu Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi, laik Fransa'nın Türkiye'deki kilise okulu değil mi? Hala bu okulda başörtülü rahibelerin ders verdiklerini biliyor musunuz?

Bilirsiniz; Çalıkuşu romanı, bu okulda okuyan bir kızın başından geçen olayları konu alır. Reşat Nuri, mahalle mektebi ve medrese ile bu okulu kıyaslar. Mahalle mektebi ve medrese, ilkel ve çağdışı birer eğitim kurumudur. Romandan çıkan sonuç bu. Zaten bu roman da bir Amerikalı yazarın eserinden bu amaçla uyarlanmış. Reşat Nuri, yer yer cami ve cemaat hakkında olumlu birkaç cümle kullanmış. O zaman romanın bu satırları İslam'a karşı toplumda ilgi uyandıracağı endişesi ile sansür edilmiş.

İstenen mesaj şu: İslam ve İslami değerler ile semboller çağdışı; Batılı değerler ve kilise ise, iyi ve güzel. Bu tarikat okulları hala faal. Ne 28 Şubatçılar ve ne de BÇG'nin bu konuda bir kaygısı yok. Sabatayların okulları da öyle.

Hemen belirtelim ki, ben hiçbir zaman insanları seçtikleri din ya da doğdukları ana baba sebebi ile kınamadım. Ama insanların olduklarından başka türlü görünmelerine her zaman karşı çıktım. Kimsenin evli ya da bekar olduğu beni ilgilendirmiyor, ama herhalde herkes evleneceği kızın dul mu bekar mı olduğunu da bilmek ister. Ben de beni yönetenlerin, topluma malolmuş insanların kimliklerini ve temel referanslarını bilme hakkına sahibim. Bunu bir kınama ya da yüceltme sebebi saymıyorum, ama bilmek istiyorum.

Ben iyi bir otomobil almak isterken, sizin çok iyi ve aynı değerde bana iş makinası satmaya hakkınız yok.  Sözü Sabataylara getirmek istiyorum. Hani şu Sabatayların yerinde bir İslam tarikatı olsaydı, devletin zinde güçleri ne yapardı acaba? Fethullah Efendi'nin mekteplerinden duyulan kuşkunun kaçta kaçı Sabataycıların etkin oldukları Fevziye Mektepleri, Işık Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Terakki Lisesi'ne gösterildi?

Bakın, Türkiye'deki Yahudiler 3 temel gruba ayrılıyor. Birinci grubta Sefarad ve Eşkenaziler var. 2. grubta Osmanlı'dan bize miras kalan Sabataylar. 3. grupta ise Karaim Türkleri. Buna son zamanlarda Kürt ve Ermeni Yahudileri de ekleniyor. Karaimler çok örgütlü değil, ama gelecekte adlarından daha çok söz ettireceğe benziyorlar. En etkin konumda olanlar, Sabataylar. Daha doğrusu ekonomide Sefarad ve Eşkenaziler, siyaset ve kültürde Sabataylar.

Sabatayların bir diğer adı "Dönme" ya da "Selanikli". İsmail Cem, Rahşan Ecevit, Tansu ve Özer Çiller, Coşkun Kırca, Altan Öymen, Ercan Karakaş bu ekipten olarak bilinir. Bunlar kendilerini zahiren Müslüman olarak takdim etseler de, gizli olarak Yahudi dini, ritüelleri ve geleneklerine bağlıdırlar. Yani takiye yaparlar. Sorduğunuzda ise, "Türk olduklarını" daha doğrusu "kendilerini Türk hissettiklerini" söylerler. Radikal birer kemalist ve laiktirler. Mustafa Kemal'in okuduğu Şemsi Efendi Mektebi, Kabbalist Yahudiler tarafından açılan bir cemaat mektebi idi. Şemsi Efendi de Sebatay Sevi öğretisine bağlı dini bir liderdi. Kabbalanın en önemli yorumcularından biri idi. Cumhuriyetin ilk yıllarında birçok Sabatayist, Mustafa Kemal'in yanında yer aldı ve kemalist devrimin şekillenmesinde önemli katkılar sağladılar. Halide Edip'ten Hasan Tahsin'e kadar birçok Sabatay da ekonomi, sanat, edebiyat, bürokrasi ve siyaset dünyasında önemli yerlere geldi. Moiz Kohen'in kemalist ideolojinin ve Türk milliyetçiliğinin şekillenmesindeki katkısı bilinen bir gerçek. Ahmet Emin Yalman da o ailedendi. İlginçtir, kapatılan mason locasının meşrik-i azamı M.Kemal Öke, Mustafa Kemal'in en yakın müşaviri ve özel doktoru idi. Mustafa Kemal'in ifadesi ile mason locasının kapatılmasının asıl sebebi, aynı gayeye hizmet eden iki ayrı kuruluşa gerek olmaması idi. Çünkü CHP, aynı idealleri tesis için vücut bulmuştu. Tabii bu yoruma göre; Kuvayı Milliye ve Müdafayı Hukuk hareketinin bir devamı olduğu söylenen CHP'nin bu iki referansı arasında da bir çelişki olmaması lazım gelirdi. Yani, Kuvayı Milliye ve Müdafayı Hukuk hareketi masonik idealleri tesis için gerçekleştirilmiş hareketlerdi. 

Tabii, bu iddia ile bu hareketlerin bildirilerinde ifadesini bulan mesajlar arasında nasıl bir uyum sağlanabilir, onu bilmiyorum.  Bu Sabatay tarikatının, (Din demiyorum. Cumhurbaşkanlarından Ben Zwi'nin de Sabatay olmasına rağmen İsrail bu gerçeği kabul etmese de bunların dini, İbrahim'i bir öze sahip olan Yahudilik dinidir.) Belki Sabataycılık, Yahudiliğin mistik ve Hermetik bir yorumu olarak bir mezhep ya da köklü bir tarikattır. Sabataycıların şeriatı ile öteki Yahudilerin şeriatı aynı olmakla birlikte yorumları farklıdır. Mezhep ya da tarikat, Sabataylar bugün kendi içlerinde de 3 ayrı alt gruba bölünmüş gözükmektedirler. Karakaşlar, Kapaniler ve Yakubiler. Kendi aralarında ciddi bir şekilde çıkar çatışmaları, yöntem farklılıkları ve teolojik ihtilafları bulunmaktadır.

Aslında Türkiye'de Cumhuriyet dönemi içinde biçimlenen Alevi geleneği ve son 2 asır içinde Sünni tasavvuf geleneği içinde bazı grubların nasıl dejenere edildiğini anlamak ve Sabatay etkilerini görmek için uzmanların bu konu ile yakından ilgilenmeleri gerek.

Aslında bir hukuku savunma adına, insan hakları adına, bu topraklarda doğup gelişen bu dini inanışa mensup insanların temel hak ve özgürlüklerini, kendilerini ifade etmelerini sağlayıcı şartları oluşturmak gerek. Kuşkusuz, önce çifte standartları ortadan kaldırarak ve bu gizli tarikat içindeki sapma ve cemaatin mal varlığını ele geçirmek isteyen çeteleri de sistemin dışına iterek yapılmalı bu iş. Gizli bir tarikat ve cemiyet olarak ekonomi, siyaset, bürokrasi ve basın dünyasındaki etkilerini, arkasına, gücü ve bu cemaatı kullanmak isteyen çevrelerin karanlık hesaplarını ortaya çıkartmak hem Türkiye ve hem de bu cemaatın geleceği açısıdan önemlidir. Kimse ne İslam'ı ne de Sabataycılığı istismar etmemeli. Eğer birileri bu cemaatın içine sızarak buradan kendilerine iktidar ve servet üretmeye kalkıyor ve cemaat içinden de bu konuda sızlanmalar yükseliyorsa, sanırım bu konuda bir şeylerin yapılması gerekir.

CHP ile bu parti arasındaki ilişkinin araştırılması gerek. İddialar son derece mide bulandırıcı. Bilgin ailesi gerçekten Terakki Vakfı'na ait mal varlığının denetimini ele geçirerek, cemaati kendi siyasi ve iktisadi çıkarları için kullanmak mı istiyor? Can Paker bu işin neresinde. Bülent Tanla ve Haluk Arı'nın ortak reklam şirketi CHP'nin seçim kampanyasını alarak, bu cemaatle parti arasında iktisadi manüplasyonlarda mı kullanılıyor? Tanla, Arı ve İlhan Selçuk ortak şirketi Medya C malum sermaye ile Cumhuriyet ve bazı gazeteler arasında haber politikalarına endeksli reklam dağıtımı mı yapılıyor? Bu soruları soruyorum, çünkü bu tür söylentiler artık kulak tırmalamaya başladı. Hatta CHP İstanbul il yönetiminden bazı isimler, laik CHP'nin bir tarikatın arka bahçesi gibi kullanıldığı iddialarının yaygınlaşmasından son derece rahatsız. CHP mi Sabatayları kullanıyor, Sabataylar mı CHP'yi, o da belli değil.

Sabatayların güvenlik sistemi içindeki yargı ve istihbarat birimleri ile üst düzey bürokraside ve kurumlarda yer alan Sabataylarla ilgili söylentiler de her geçen gün yaygınlaşıyor. YÖK Başkanı'ndan futbol takımlarının yöneticilerine, birtakım sanatçılardan diplomatlara, yazarlara, ADD ve ÇYDD gibi sivil toplum örgütlerinden Lions, Rotary kulüplerine, masonik kuruluşların yöneticilerine kadar her köşedeki birçok ünlünün Sabatay olduğu iddiası, zaten sayıları binlerle ifade edilen bu topluluğun ekonomi, siyaset ve toplum hayatı üzerinde nasıl bu kadar etkin hale geldiği sorusunu gündeme getiriyor.

Anlayacağınız, bilir bilmez herkes Sabatay muhabbeti yapıyor. Sabatay muhabbeti yanında Adnan Hoca rivayetleri, ana okulu çocukları için masal uyduran teyzelerin hikayesi kadar sıradan bir şey.

Şu Adnan Hoca muhabbetine de bayılıyorum hani. Hele şu "Çarşaflı Kayakçı" haberinden sonra, Hizbul-kartelin düştüğü durum amma matrak bir hal oldu. Alın gazetelerin hafta sonu eklerini ya da magazin gazetelerini, Aykut Işıklar'ın sosyete dedikodularını okuyun ve sonra da bu manken kızların iffet, namus muhabbetini dinleyin. İnanın, Matild hanım "Namus ve İffet" üzerine bir TV programı yapsa, ancak bu kadar anlamlı olurdu.

Sabataycılarla ilgili bir ön bilgi için bakınız: Ilgaz Zorlu: Evet Ben Selanikliyim-Belge Yayınları.. Vaktiniz varsa Üsküdar'a geçerseniz Bülbülderesi Dönmeler Mezarlığına bir uğrayın. Selam ve dua ile.

Abdurrahman Dilipak                                                                                
<<>><<>><>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>>

Dönmeler'le ilgili gizli bir belge
 
Son günlerde özellikle İslamcı medyada (bu tanımlamadan rahatsız olurlarsa geri alabilirim) bir Dönmelik türküsü söylenip duruyor. Bir zamanlar sallanan her yaprağın arkasında Yahudi parmağı aramayı alışkanlık haline getirenler sanki bu sıralar 'Dönmelik'e aynı işlevi yüklemiş gibi görünüyor.

Kanal 7 televizyonunda İskele-Sancak programındaki Dönmeler'le ilgili program, bu kadar çok söz edip de Dönmelik ve Dönmeler'le ilgili ciddi birşey söylememenin nasıl mümkün olabileceğinin örneğini sundu. Şevket Eygi tıpkı kitabında olduğu gibi, Dönmeler'in ne kadar tehlikeli, güçlü bir grup olduğunu tekrarlamaktan öteye hiçbir şey söylemedi. Niçin yayınlandığı anlaşılmayan ve ciddi hiçbir şey söylemeyen kitabındaki hakaretamiz ifadeleri "masum Anadolu çocuğu" tavrıyla okuyan Abdi İpekçi'nin kızı da ailesine (dolayısıyla Sabetaycılar'a) bu ülkede ne kadar acımasız davranıldığına hepimizi inandırdı (!) Meğer Dönmeler bu ülkede ne kadar mağdur edilmiş... Ahmet Hakan da Sabetayçılar'ın masumiyeti konusunda Nükhet İpekçi'ye elinden gelen yardımı esirgemedi doğrusu. Hüseyin Hatemi'nin işin siyasi yönünü ihmal ederek ihtida ile Dönmelik kavramlarını karıştıran konuşması yine en düzeyli ifadeleri içeriyordu. Tek siyasi duyarlılığı ise, 'Dönmelik'in gündeme getirilişindeki tezgaha dikkat çektiği nokta düşünmeye değer.

Program boyunca hep sorulan ama bir türlü başta Şevket Eygi olmak üzere cevaplanmayan Sabetaycılar'ın çift kimlikli oluşları, gerçek inançlarını gizlediklerinin nereden belli olduğu sorusu hep havada kaldı. Bu soruya tutarlı cevap verilmediği sürece iddiaların havada kalması kaçınılmazdı. İşin tarihî, siyasî ve sosyolojik boyutu ihmal edilerek yapılacak her tartışma 'Dönmelik'in gizemini daha da derinleştirecektir. Ahmet Hakan'ın sık sık "Gizli inançlarının olduğunu nereden biliyorsunuz?" türü sorularına İpekçi ve Eygi'nin verdikleri tarihî perspektiften uzak cevapları, iddianın, gerçek hayatta karşılığı olmayan 'Müslüman fanatizminin evhamı'nın ürünü olduğu yönündeki ithamları haklı çıkarmaya hizmet edecektir.

Müslümanlık, "Müslümanım" diyenin niyeti ne olursa olsun beyanını kabul etmeyi gerektirir. Dönmeler de bu genel prensibe uyularak Osmanlı döneminde sosyal hayatta Müslüman olarak muamele görmüştür. Osmanlı arşivlerinde, Selanik'le ilgili nüfus kayıtlarında Avdetiler'le ilgili farklı tanımlamanın olmaması, Müslüman sayılmaları bunun resmi ifadesidir.

Selanik'te hâlâ ayakta kalan Dönmeler'e ait binalar ekonomik ve sosyal olarak bu cemaatin ne durumda olduğunu göstermeye yetiyor. Çok iyi korunmuş durumda bulunan ve 1908 Selanik Belediye Başkanlığı'nı yürüten ünlü Kapancı ailesine ait villalar buna iyi bir örnek olabilir.

Sabetaycılık'ın esasları
Selanikli bir Dönme yeleğini tamir ettirmek için bir terziye bırakır. Yeleğin cebinde İspanyol Yahudicesi ile yazılmış bir belgenin unutulmuş olduğunu gören terzi belgeyi Journal de Salanique'in yayın yönetmeni Sadi Levy'e gösterir. O da belgenin bir kopyasını hemen kaydeder. Belge, çok kapalı bir cemaat olan Dönmeler'le ilgili ele geçen ilk yazılı belgelerden biridir. Ve bu belge 1897 yılında Paris'te Şarkiyat Kongresi'nde tebliğ olarak sunulmuştur. (Bu tebliğin Türkçe metni için Tarih ve Toplum dergisinin 168. sayısında M.Danon imzasıyla yayınlanan çevrisine bakılabilir)

Bu belgede maddeler halinde 'Sabetaycılık'ın gizli esasları ve gizli rituelleri ile ilgili son derece açıklayıcı bilgiler bulunuyor. Selanikli Dönme'nin cebinden çıkan belge üç bölümden oluşuyor. Bunlar oruçla ilgili dualar, inançla ilgili esaslar, üçüncüsü ise Sabetaycı bayramlarına ilişkin esasları belirliyor. Tam 18 maddeden oluşan bu emirlerin üç maddesini buraya aktarıyorum:

Ondördüncüsü, her gün gizlice Mezmurlar'ın okunmasıdır.
Onaltıncısı, Türkler'in örfleri hakkında dikkat edilmesidir, zira oralarda gözleri kör ediyorlar. Ramazan orucu için, hiçbir (vicdani) rahatsızlık duymasınlar. Böylece onların (Türkler'in) şeytanlara yaptıkları kurbanlar yapılmasa da olur. Dikkati çeken her şey yapılmalıdır.
Onyedincisi, onlarla (Müslümanlar'la) ne hayatlarında ne de ölümlerinde hiçbir bağlantıya girilmemesi ve hiçbir ilişkide bulunulmamasıdır. Zira onlar itici olup eşleri de tehlikelidir ve bu konuda Kutsal Kitab'ın bir deyişi vardır: Bir dört ayaklı ile yatana lanet olsun.

Belgeden alıntı yaptığımız kısım bu kadar. Sabetaycılar bugün de esaslara hâlâ uyuyorlar mı? Muhtemelen bir kısmı, cemaatin dinî boyutunu terketmiş olabilirler. 'Müslümanlık'a dönenlerin sayısı yok denecek kadar az olsa gerek. Bir kısmının ise laikleşerek Sabetaycılık dahil herhangi bir dinle bağlantıları kalmamış olabilir. Her şeye rağmen evlilik gibi önemli günlerde cemaatin dinî havasından uzak gençlere bile Sabetaycı esasların telkin edildiği ve ritüellerin yaptırıldığı biliniyor. Ancak, sosyolojik bir vakıa olarak cemaatin ekonomik, siyasi dayanışma içinde olmadığını düşünmek fazla iyimser bir yaklaşım olur.

Akif Emre - Yeni Şafak 24 EYLÜL 2000 aemre@yenisafak.com
<<>><<>><>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>>

Bir "Sabetaycı"nın problemli düğünü

Kendisinin, bir "dönme" ile evlenen ilk Türk oldugunu söyleyen Zekeriya Sertel, Sabetayci karisi Sabiha Zekeriya Sertel ile olan evliliginde kiz tarafindan herhangi bir problemle karsilasmasa da, bu izdivaç, Sertel'in iddiasi hilâfina bir Türk'le bir "Selânikli"nin kurdugu ilk yuva olma özelligini bu belgeyle kaybetmis bulunuyor
Sabetaycilar, 1666'da mehdiligini isbat edemedigi için Müslüman oldugunu söyleyip, Seyh Mehmed Efendi adini alan ve böylece cezalandirilmaktan kurtulan, gizlice Yahudiligini ve kendi koydugu prensipleri yasamayi sürdüren Yahudi Haham Sabetay Sevi'nin yolunu izleyen cemaate verilen genel addir. Osmanlilar döneminde "Avdetî", Cumhuriyet döneminde de bu kelimenin karsiligi olan "Dönme" ismi ile taninmaktadirlar(1).
Bu cemaatin önemli bir bölümü Selanik'te yasadigi için "Selanikliler" olarak da adlandirilmislar, hattâ cemaate mensup bir yazar olan Ilgaz Zorlu, cemaati ile ilgili olarak yazdigi kitaba, "Evet, Ben Selanikliyim, Türkiye Sabetayciligi" adini vermistir(2). Sabetaycilar, 1666'dan sonra asirlarca Osmanli ve Cumhuriyet dönemlerinde -çogu zaman gizleseler ve içe kapansalar da- kendi inanç ve geleneklerini serbestçe yasamislar; gerek Osmanli devleti, gerekse Cumhuriyet döneminde hiç bir takibata ugramamislardir. Her ne kadar degerli hocamiz Prof. Dr. Ilber Ortayli, Sabetaycilara, Osmanli'nin "adi konmamis bir asimilasyon" uyguladigini ve bu sebeple de Osmanli belgelerinde onlarin adinin geçmedigini ileri sürse de(3), Sabetaycilar'in da kendilerini açikça ifadede çok istekli olmadiklari açiktir. Çünkü, Müslümanlar'dan çok Yahudiler, onlarin açik kimligine tepki gösterebilir; hattâ Sabetay Sevi olayinda oldugu gibi, Sabetaycilar'i Osmanli yönetimine ihbar edip, olayi Yahudiler'in bir mezhep sorunu gibi takdim ederek, kendi düsünceleri dogrultusunda müdahale isteyebilirdi. Dogrusu Ermeni, Rum, Bulgar vb. azinlik problemlerinden bikan Osmanli'nin da "Sabetayci" ya da "Avdeti" adli yeni bir probleme çok sicak bakmayacagi açiktir. Elimizde bulunan belge, Osmanli yönetiminin "Avdetîleri" Müslüman kabul etmedigini; hattâ Müslümanlarla onlarin kiz alisverisi yapmadiklarini bile bildigi halde, Batili devletlerce istismar edilebilecek ve Sabetayistleri tahrik edecek uygulamalardan kaçindigini ve yine bu konuda oldukça hassas davrandigini ortaya koymaktadir. Belgeye göre, Sabetaycilar'in Semseddinzâde Osman Efendi taifesine mensup Ali Efendi'nin 18-20 yaslarindaki kizi Râbia, Manastirli Haci Feyzullah Efendi'ye kaçmis, dönmeligi birakarak Müslüman olmak ve onunla evlenmek istedigini bildirmistir. Israrli girisimlere ragmen kizin babasi Ali Efendi bu evlilige razi olmamis, bunun üzerine durum Selanik Valiligi tarafindan Babiâli'ye bildirilmistir. Osmanli Bakanlar Kurulu, 29 Aralik 1891 tarihinde yaptigi toplantida, kiz babasinin, bu izdivaca muvafakat vermemesine ragmen, kizin resid ve kendi evliligine karar verebilecek yasta oldugunu gerekçe göstererek, bu evliligi onaylamis; ancak Selanik'te olaylar çikmamasi için genç çiftin ilk vapurla ve gizlice Istanbul'a getirilerek, evliligin Selanik'ten uzakta yapilmasini istemistir(4). Belgenin bir baska önemli yani da, kendisinin bir "dönme" ile evlenen ilk Türk oldugunu söyleyen Zekeriyya Sertel'in, "dönme" Sabiha Zekeriyya Sertel ile evlenmesinden yillar önce böyle bir evliligin gerçeklesmis olmasidir. Ancak iki benzer örnekte büyük bir fark mevcuttur. Ilk evlilikteki gelin, Müslümanligi seçip onda devam ederken, ikincisindeki dönmeligini sürdürmüstür(5).

Dipnotlar:
1- Abdurrahman Küçük, Dönmeler ve Dönmecilik, Istanbul, Tarihsiz, Ötüken Yayinlari.
2- Ilgaz Zorlu, Evet, Ben Selanikliyim, Türkiye Sabetayciligi, Istanbul 1998, Belge Yayinlari.
3- Ilber Ortayli, "Osmanli Modernlesmesi ve Sabetaycilik", Alevi Kimligi, (Ed. T. Olsson), Istanbul 1999, Tarih Vakfi Yayinlari, S. 117-126.
4- Meclis-i Vûkela Mazbatasi (MV), 68/44
5- Zekeriyya Sertel, Hatirladiklarim, 1905-1950 Istanbul 1968, Yaylacik Matbaasi, S. 61-62

Meclis-î vûkelâ Müzakerâtina Mahsus Zabit Varakasidir
Tarihi: 17 Tesrini sani: 1307
26 CA 1309 (29-12-1891)
Hülasa-i meali:
Selanik'de mine'l-kadim mütevattin bulunan Avdetilerden Semseddinzâde Osman Efendi'nin hafidesi ve Ali Efendi'nin kerimesi, 18-20 yaslarinda bulunan Rabiâ'nin münâsebet peydâ etmis oldugu Manastirli Haci Feyzullah nâm kimesnenin delâletiyle Nâib-î serif'in hânesine firar ederek, ilân-i ihtidâ ile Avdetîlikten ebâ ve hükümet-i ser'iyyeye iltica etmesi üzerine vilâyetçe cereyan eden muâmeleden ve merkûmenin Meclis-i Belediye Reisi Ibrahim Bey'in hânesine misâfir edilmis oldugundan bahisle, bu babda edilecek muâmelenin istifsârina dâir Selanik Vilâyeti Valiliginden mebus tahrirât olundu.
Kararnâmesi: Tahrirât-i Mebuse'de mezburenin ebeveyni nezdine gitmekten katiyyen ve musirren imti'na etmekte oldugu ve ebeveynine mütavaat etmesi hakkinda mükerreren icrâ edilen nesâyiha muvafakât eylemedigi ve mezbûrenin bu firardan maskadi dâhi merkûm Haci Feyzullah ile tezevvüc'den ibâret bulundugu gibi, is bu Avdetiler Islâmiyet nâm-i celîli altinda bulunduklari cihetle, bu babda bir sey diyememeleri lâzim gelir ise de, simdiye degin Islâmdan kiz alip-vermedikleri bahanesiyle icrây-i icâbi istizân olunmustur. Sûret-i is'ara nazaran merkumenin resîde ve faileyi muhtar oldugu anlasilmis ve bundan men edilemeyecegine binaen bir gûne mahzûr-u mahâl ve mâni-i ser'i olmadigi hâlde kizin tâlibe oldugu Manastirli Haci Feyzullah ile âkdi icrâ ettirilerek ve en evvel hareket edecek vapura konularak Dersaadet'e i'zami ve sâyet oraca akdinde mahzûr oldugu takdirde burada akdi icra ettirilmek üzere kizin vâsita-i mü'temine ile ve kezâlik ilk vapurla Istanbul'a gönderilmesi zimninda vilâyete cevâben telgrafnâme-i sâmi kesîdesi ve sûret-i karardan bahisle kizin vürudunda ale'l-usul mü'temin bir mahâl'de zapt-i nazar altinda müsarefet suretiyle bulundurularak, keyfiyetin vüsulünün bildirilmesi için dâhi Zaptiye Nezâretine tebligât ifâsi kararlastirilmistir.

Cevad-Mahmud Celâleddin-Riza-Hasan Riza-Zühdü-Ali-Zühdü

(Tarih ve Düsünce, Temmuz 2000) Hazirlayan: Ahmet Uçar
<<>><<>><>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>>><<>

1917’de Selânik halkını anlatan bir eser

22 Eylül günü Kanal 7’de yayınlanan İskele Sancak’taki fikir ve görüşler üzerine, size bir eserden bahsedeceğimi bildirmiştim.
Balkan Harbi’nden, 31 Mart vak’asından, Sultan Abdulhamid’in “hal”inden tutarak tarihimizin çok karışık ve hazin bir devrini ele alan bu eserin adı “Selanik’te Bir İsmail”dir.
1915-1917’lerde, Selânik’te görevli olduğu anlaşılan, Fransız zabiti Jean-Jose Frappa’nın yazıp 1917’de Paris’te yayımladığı “A Salonique Sous l’oeil Des Dieux!” adlı bu eser Musa Doğan Bey tarafından Türkçeleştirilmiştir.
Bu yazımda tarihimizin bir dönemini aydınlanmış bulacaksınız. Bu çekici eserin nitelikleri ile birlikte, o yılların, Türk, Dönme, Yunanlı, Yahudi ve Makedon çevrelerini de tanıyacaksınız. Yine bu romanda çeşitli ve karışık Balkan kavimleri ile (o zaman Osmanlı olan ülkeye) yerleşmeye başlayan ecnebileri (Fransız, İngiliz vs.) de gerçek gözlemler içinde okuyacaksınız.
Bu sebeple, Selânik’in 1850-1930 arasındaki Türk, Dönme, Yahudi, Bulgar nüfusuna ait din, ırk ve mezhep bilgilerini romanın sonuna ekliyoruz.
Türklük, Yahudilik, Yunanlılık, Makedonluk vs. ile ilgili çok önemli bir kitap karşısındayız. Ayrıca bu romanın dinî, tarihî, coğrafî çevresi hakkında gözlemlere ve gerçek olaylara dayalı bilgiler de bu eserde takdim edilmektedir.
A Salonique sous I’oeil des Dieux! adlı bu kitap 1913-1916 arası dönemi ele alıyor. O zaman bir Türk şehri olan Selânik’te bulunduğu anlaşılan bir Fransız subayı (genç yaşlarda bir teğmen veya yüzbaşı olabilir) tarafından hâtıralara ve müşahedelere malzeme olarak yazılmıştır.
Yazar, ön sözünde şunları söylemektedir:
Bu eserde çok tipik, çok değişik Makedonya’nın insanlarını ve diğer şeylerini elimden geldiğince aslına uygun olarak tasvir etmeye uğraştım.
Elinizdeki kitap antisemit (Yahudi aleyhtarı) bir eser değildir.
Bu kitap ne bir tezli eserdir, ne de bir kilit romandır.
Genç İsmail ile tatlı Ayşe’nin macerasını tamamiyle art niyetsiz sevgili okuyucularıma sunuyorum.
Halen Türkiye’de bilinmeyen, adı hiçbir yerde geçmeyen, Paris’te dahi yeni baskılarını görmediğim 1917’leri gözlemlerle anlatan ilgi çekici bir eserdir bu.
Tarihimizin Balkan Harbi dönemi gibi çok önemli bir safhası içinde bütün renkleriyle Selânik’i yansıtan dokümanlar dolu bir kitaptır. Şimdi yeniden okuduğumda son derece değerli ve faydalı bulduğum bu kitabın milletimize, önemli bir sanat, müşahede, hatıra eseri kazandırdığına inanıyorum.
Bu eserin yazıldığı tarih Jön Türk hareketinin bilgisizlik, sorumsuzluk ve yabancı parmaklarıyla Makedonya ve tekmil Rumeli’yi parça parça elden kaçırdığı günlere rastlar.
1909’lardan itibaren Sultan Abdülhamid türlü entrikalarla tahttan indirilmiş, ittihatçılar dirayetsiz yönetimleriyle ülkeyi çığrından çıkarmıştır. O tarihlerde Fransız, İngiliz ve Yunanlılar, Selanik ve Makedonya’da başıboş sömürge düzeni kurmuşlardı.
Bu eser ilk okunuşta kolayca anlaşılacak ve sevilecek kadar rahat bir roman tekniği ile yazılmıştır. Eser sahibinin genç bir Fransız subayı olması ve her halde resmi bir görevde bulunması, onun birkaç yıl içinde bütün insanları inançları ve entrikalar ile Selânik ve çevresini tanıması sonucunu doğurmuştur. Genç adam, bu şehrin ve Makedonya’nın yerli ahalisi olan Türkler, Yunanlılar, Yahudiler, Dönmeler, Bulgarlar vs. den başka... Balkan savaşları dolayısiyle (Büyük kozmopolit bir şehir haline gelen) Selânik’i dahi dünyaya tanıtmaktadır.
Hatta romanda anlattığı vakalardan ve kahramanlardan anlaşılacağı üzere Selanik’in zevk, sefahat, eğlence ve ticaret çevrelerini renklendirmektedir.
Roman özet olarak, babasının kim olduğunu bilmeden bir Türk hamal Muhammed Osman tarafından büyütülen İsmail adındaki bir çocuğun hayat ve maceralarını anlatır. Çocuk Türk müdür, Dönme midir, Yahudi veya Yunanlı mıdır? Bunları asla bilmemekte ama, asıl kimliğini çok merak ederek harkese ısrarla sormaktadır. Onu yetiştirmekte olan Muhammed Osman fakir, namuslu bir Türk’tür. Ayrıca onu iyi müslüman olarak yetiştirmeye çalışan bir mahalle imamı Muhammed Ali vardır.
Fakat hayata boyacılıkla başlayan İsmail, Türkler’in karakter ve hayatlarına pek uymayan eğilimler göstermektedir. Delikanlı yaşına gelince tanışıp sevişmeye başladığı Ayşe ve onun ablası Leylâ aracılığı ile bazı patronların çevrelerine girip uzun zaman alışveriş, oyun ve hilelerini öğrenir. Zamanla her çeşit kirli işlere bulaşarak zengin olan bu İsmail, sonradan Selânik’in yine vurgunculuk yolu tutan ünlü patronları ve hahamları vasıtası ile Türk değil, Dönme de değil, ancak Yahudi olduğunu öğrenir. Ayrıca bunlar Ayşe’nin güzelliğini de araya koyarak İsmail’e Yahudiliği benimsediği takdirde zengin olabileceğini telkin eder.
Sonunda haham Levy’nin telkinleri ile Yahudiliğe döner ve adı İsmail iken İsrail’e çevrilir.
Eşi Ayşe’yi ve baldızı Leylâ’yı dahi çok para kazanmak için herkese ve ecnebi subaylara da peşkeş çekecek kadar düşük ahlâklı olan İsrail, sonunda bir gece artık çok zenginleşen evine dönerken kendisini “baba gibi büyüten Muhammed Osman’a (gece sokakta dilenirken) rastlar.”
Bu romanda Fransız zabiti JEAN JOSE FRAPPA Selanik ve Selanik’teki halklar üzerine bazı önemli noktalara da dikkat çekmektedir. Bunların birkaçı şunlardır:
- Selanik’te Türk kabristanları asla süslü mezarlarla dolu değildir. Şatafatlı Yunan, Rum, Musevi kabirlerinin zıttına bu mezarlar yazara göre insana huzur vermektedir. Yazar buralarda yatan ölülerin de gösterişsiz, külfetsiz, sakin ve dolayısiyle daha mutlu olduğunu düşünmektedir.
- Muhammed Osman İsmail’in Yahudi mi, Türk mü, Dönme mi olduğuna dair bilgi vermiyor, onu Osmanlı hoşgörüsü ile evlâdı gibi büyütüyor.
- Yazarın gözlemlerine bakarsak Yahudiler ve Dönmeler bozuk huylu olmalarından ziyade memnun olmadıkları ve aldatmak istedikleri Osmanlı memurlarına karşı bilerek “Takıyye” yani entrika yapmaktadırlar, kendilerini sömürdüğünü sandıkları Osmanlı devletine karşı hile ve düzen kurmaktadırlar.
Not: Bu eser 0212 526 16 15 nolu telefon ve 513 77 49 nolu fakstan istenebilir. Adres: Divan Yolu Cad. No: 14 Sultanahmet/İstanbul

Ahmet Kabaklı Türkiye Gazetesi, 1.10.2000
<<>><<>><>><<>><<>><<> ><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>><<>>

Sabetaycılık - Mehmet Şevket Eygi ve Nükhet İpekçi

22 Eylül cuma gecesi Kanal 7’nin “İskele Sancak” programında sayın Ahmet Hakan’ın yönettiği Türkiye’de kimlikleri çok konuşulan bir zümrenin mahiyeti üzerinde görüşmeler yapıldı. İlmi dilde “Sabetaycı” halk dilinde ise “Dönme” diye anılan ve eski tarihlerden beri sözü edilen bu zümreyi iki kişi tartıştı. Münakaşaya esas olan kitap, sayın Mehmet Şevket Eygi’nin yeni yayımlanan “Sabetaycılar ve Yahudi Türkler adlı eseriydi.” Tartışmaya kendi isteğiyle katılan ise değerli gazeteci merhum Abdi İpekçi’nin kızı Nükhet İpekçi hanımefendiydi.
Gece saat 11’lerde başlayıp ertesi gün üçbuçuk’a kadar süren bu görüşmeler sayın Ahmet Hakan’ın ve karşılıklı tartışan iki değerli zatın konuşmalarıyla gerçekten nezih ve kibar fikir tartışmalarına vesile oldu.
Türkiyemizi yıllardan beri hâlâ üzüntü ve ıstıraplar içinde bırakan merhum İpekçi’nin acılı kızı Nükhet hanımefendi cidden olgunluk göstererek babası ve ailesi hakkında söylenenleri ve bu ünlü yazarın katledilmesinden duyduğu acıları dile getirmek konusunda dinleyenlerin takdirini topladı.
Bir defa mesele Türkiye’de hürriyet ve demokrasi üstünlüğünün bir anlamda, televizyona çıkabilen ilk yansıması idi. İkincisi Nükhet Hanım kendilerinin “Sabetaycı” bir soydan geldiklerini fakat babasının ve kendisinin asla “Sabataist” olmadıklarını yani gizli din taşımadıklarını açık ve seçik bir dille ifade etti.
Sayın yazar Şevket Eygi bey ise Sabetaycılar hususunda, kendi görüşlerine Sabataist dostu Ilgaz Zorlu’nun görüş ve iddialarını da ekleyerek yazdığı kitabında görüşlerini açıkladı. Bazı militan “Dönme”lerin gizli ve zararlı saydığı faaliyetlerini nazik sözlerle ortaya koydu.
Sayın Nükhet İpekçi’nin son derece makul düşünceler ifade ettiğini görmek, bizi sevindirdi. Ancak bu konuşmaları arasında belki beş, belki altı defa hiç tanımadığı ve muhtemelen hiç okumadığı “Ahmet Kabaklı” isminden biraz da kınayıcı bir dille söz etmesi bana son derece hayret verdi ve üzüntülere düşürdü.
Dört saat boyunca ismimin Nükhet Hanım tarafından sürekli tekrarlanmasını büyük ıstırapla dinledim. Söylediklerini her ne kadar tekzip etmeğe çalıştımsa da ne yazık o toplantı boyunca bunu başaramadım. Çünkü tekzip hakkımı kullanmak için Kanal 7 santralına yaptığım başvurular maalesef ihmale uğrayarak sayın yönetmen Ahmet Hakan Coşkun’a iletilememişti. Saat 3’e kadar yaptığım bu çırpınışlar zaten rahatsız olan vücudumu bir hayli sarstı.
Aslında Nükhet İpekçi hanımın benim adımı kasıtlı olmayarak tekrarladığını ümit ediyorum. Çünkü kendileri sözünü ettiği 1977 yıllarında zaten 13 yaşında bir öğrenci olduğunu ifade ediyor. O yıllarda benim adım milliyetçiliğe karşı olan zümrelerin şiddetli öfke ile karşı oldukları bir isimdi. Bu bakımdan “sağ”ı şiddetle savunan bir yazar imajı Nükhet hanımda da meydana gelmiş olabilir.
Oysa benim, öldürülmesini hâlâ içime sindiremediğim Abdi İpekçi beyle hiçbir ırk, dönmelik vs. tartışması yapmadığımı son derece iyi hatırlıyorum. Bilakis Abdi İpekçi beyle dostluk içinde bir çok iç ve dış seyahatlerde bulundum. İki büyük gazetenin önde gelen yazarları olarak daimi selamlaşma içinde olduk. Hatta Merhumun yine o yıllarda beni övmek lütfunda bulunan hoş yazılarını da hatırlıyorum.
Anladığım şu ki: Nükhet Hanım 13 yaşlarında bir çocuk öğrenci olarak kulaktan duyduklarını ve çevresindekilerin bazı sohbetlerini aklında tutmuş. Hiç gereği yokken de yanlış bir sembol olarak benim ismimi bir gecede altı defa tekrarlamak yanlışlığına düşmüştür.
Ama elbette ki benim adımı (delilsiz ispatsız hem de biraz husumetle) anarken bir çok kitap ve gazete küpürleri karıştırmalı idi. Çünkü aksi halde benim, kendisini bu yersiz suçlamalarından ötürü mahkemeye verebileceğimi düşünmeliydi. Nitekim (hiçbir misal ve delil göstermediği halde) belki de Nükhet İpekçi’nin farkında olmayarak ve bilmeyerek yaptığı bu büyük sataşmalara karşı kanun yolu ile herşeyi yapacağım.
Bu tekzibimi yayımlayan Kanal 7’ye ve yönetici sayın Ahmet Hakan Coşkun’a teşekkür ederim.
Sabetaycı ve dönmeler hakkında yapılan son derece değerli tartışmanın her iki tarafını da büyük istifade ile karşıladım. Bu konuda bir katkım olarak ben de size çok okunan bir kitabın adını vermekle yetineceğim.
Bu yıl yayımlanan kitabın adı “Selanik’te Bir İsmail”dir. Bu önemli eseri size ayrıca tanıtacağım. Şimdilik sadece adresini veriyorum. Kitabın Türkçesi Selânik’te Bir İsmail’dir. Yazarı Jean-Jose Frappa olup asıl adı “A Salonique sous l’oeil des Dieux”dür. Roman gibi de okunan bu kitabın yazarı 1915-1917 yani Birinci Dünya Savaşı yıllarında bir Fransız subayı olarak Selanik’te bulunmuştur. O yıllarda Osmanlı devletinin bir ili olan Selanik’te 25-30 milyon Yahudi, 15-20 milyon Türk, 5-6 milyon Rum ve Bulgar yaşamaktadır. Bağımsız bir millet gibi gösterilen Dönmelerin sayısı ise 1.500’den ibarettir. İşte Fransız yazarı Jean-Jose Frappa o zamanın Selanik’ini, Yahudileri, Türkler’i ve Dönmeleri ile karmakarışık ve kendilerine göre hayatları, aşkları, politikaları olan bir topluluk olarak romanlaştırmaktadır. (İsteme adresi Tel: 0212 526 16 15-Fax: 0212 513 77 49)

Ahmet Kabaklı Türkiye Gazetesi, 27.9.2000       MEHMET ŞEVKET EYGİ’Yİ OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ