Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

ALİ HAYDAR BAŞVEREN'İN ARAŞTIRMA YAZISI


ALEVİ-SÜNNİ SÜRTÜŞMESİNİN İÇYÜZÜ

BEŞİNCİ KISIM

SEKİZİNCİ BÖLÜM: YILDIRIM KAYBETMEYE MAHKÛMDU!..

Görünüşte Yıldırım daha haklı idi. Timur bütün dindarlığına rağmen Hıristiyan dünyası ile ittifaka girmişti. Osmanlı Devleti parçalanmış, neredeyse yıkılmıştı. Öyleyse nasıl olmuş ta, Türklüğün hamisi Hace Ahmed Yesevi Hazretleri, hem de rüyasına girerek Timur'u desteklemişti?..

Biz bu olaya da duygusal değil, "Olanda hayır vardır" görüşüyle bakıyoruz. Demek böyle olması gerekiyordu ki, İlahi Takdir bu yönde tecelli etti. Ama neden?.. İşte asıl üzerinde durulması gereken husus, budur.

Bir defa Timur'un mağlup olması demek, Orta Asya'da kurduğu düzenin kısa zamanda dağılması demekti. Her ne kadar Timur, biri hariç, hep Türk devletleri ile savaşmışsa da, onları bir araya toplamış ve bir düzene sokmuştu. Bu düzenin esasını Şeriat ve Tüzük teşkil ediyordu. Türk boylarının o dönemde İslamiyet'e gönülden bağlı, ancak pek uygulamaya dönük olmadıklarını belirtmiştik. Timur'un getirdiği düzen Asya Türklerinin Rus işgaline ve Komunizm'in dini yasaklamasına rağmen, benliklerini kaybetmeden bunca yıl dayanmalarını sağlamıştır. Bu gelişmeyi 600 önceden gören ve sezen Ahmed Yesevi, Türk milletinin gerçek hamisi olduğundan, Timur'u desteklemiştir.

Türklüğü korumak, Osmanlı Devleti'ni korumak demek değildir elbette ki. 99.000 müridi olduğu rivayet edilirken, atılan çerağın sadece Anadolu'ya düştüğünü sanmak ta büyük hata olur. Öyleyse Hacı Bektaş Anadolu'yu aydınlatmak için gelirken, Ahmed Yesevi'nin öteki müritleri Asya'nın dört bir yanına dağılmışlardır. Hace Hazretleri'nin Anadolu Türklerini düşünüp, Asya'dakileri unutması mümkün mü?..Timur'un rüyası, HAK'ka kavuştuktan sonra dahi Hazret'in elinin üzerimizden eksik olmadığına işarettir. (Bakınız: NOTLAR-5A, 19)

Kaldı ki, bütün başarılarına rağmen Osmanlı'nın silkinip bir kendine gelmesi gerekiyordu. Yıldırım cesur, atak, kahraman ama son derece de gururlu bir padişah idi. Zaten Ankara savaşı da onun gururundan çıkmış, gururundan dolayı da yenilmiştir.

Yıldırım'ın tek kusuru gurur değildi. Kardeş kaatili olması da değildi. Karısı Sırp prensesinin teşviki ile içkiye düşmesi de belki mazur görülebilir. Ama maneviyattan uzaklaşmış olması görülemez.

Bilindiği gibi Bursa'da inşa ettirdiği Ulu Cami'yi damadı Emir Sultan'a (Muhammed Şemseddin Hz.) gösterip fikrini sorduğunda, o ulu kişi:

- "Pek güzel, ama dört bir yanına birer meyhane eksik," cevabını vermişti. Yıldırım Bayezid:

- "Efendi Hazretleri, Beytullah'ın yanına hiç meyhane olur mu?"

diye sorunca, Emir Sultan:

- "Asıl Beytullah gönüldür. İnsan kalbini karartıktan sonra, bu taştan binanın yanına meyhane yapılmış, ne çıkar?"

demişti. Yıldırım bu söz üzerine bir süre akıllanmış, içkiyi ve sefahati bırakmıştı.

Ama en önemli hatası, Âşıkpaşazade Tarihi'nde "mal toplamak" olarak geçer... Rivayete göre, Sultan Murad zamanında Acem diyarından Fazlullah adında biri gelip Sultan'a vezir oldu. Sultan Murad her yıl Kâbe'ye para gönderirdi. O yıl Sultan'da para çıkmadı. Vezir Halil Paşa'dan ödünç alıp yolladı. Fazlullah dedi ki:

- "Sultanım, padişahlara hazine gerektir. Emredin, hazine toplıyayım."

Sultan şaşırdı:

- "Nasıl toplarsın?"

- "Bu memleketin halkında çok mal vardır. Âdettir, bir sebeple padişahın hazinesine getireler! Hem bunlar zekât ta vermezler."

Padişah çok kızdı:

- "Bre köftehor!..Zekât ve sadaka fakirlerindir. Ben niye müslümanlardan zekat alıp yiyeyim?..Benim elimde üç helâl şey vardır: Biri gümüş madenleri, biri kâfirlerden alınan haraç, biri de gazalardan elde edilen ganimet. Ben kendime de, askerime de haram hokma yedirtmem!"

Anlaşıldığına göre İranlı Fazlullah, Şii idi ve Ehl-i Beyt adına toplanıp da saltanat sahipleri tarafından yenilen "beşte bir" gibi bir şey düşünüyordu. Çünkü ta İsmaililerden beri İran'da, Hindistan'da, Mısır'da bu "beşte bir" uygulanmakta, pek çok kişi Ehl-i Beyt ile alâkası olmadığı halde, "zekât" veya "hamse" adı verilen bu gelirle gününü gün ediyordu. Ağa Han soyu hâlâ her yıl bu yoldan gelen altınlarla tartılır!..

Fazlullah bu teklifini Sultan 1. Murad'a kabul ettiremedi. Sultan sadece pazarda mal satanlardan bir kaç akçe vergi alınmasını, satmıyanlardan hiç bir şey alınmamasını emreden bir ferman yayınladı... Ama ne yazık ki bu mal toplama âdetini Yıldırım Bayezid başlattı. Böylece Yıldırım'a kadar vezirler, sadrazamlar padişahtan daha zengin iken, hatta onlara borç verirken, Yıldırım'dan sonra padişahlar zengin oldu. Çoğu ilerde işrafa, işrete, harama daldı.

Yıldırım'ın şehzadesi Süleyman da Edirne sarayını ele geçirince oradaki hazine ile gözleri kamaşmış, kendini içkiye kaptırmış ve sonunda Çelebi Mehmed'e yenilmiştir. Devlet erkânının aşırı zenginliğini önlemek isteyen Musa Çelebi ise, onların ihanetine uğramış, o da yenilmiştir.

Yıldırım Bayezid'in zamanında kadıların zulmü o boyuta varmıştı ki, kendi bile 80 kadar kadıyı diri diri yakmak istemişti... Bayezid, memleketin zenginlerini sağıp bunların mallarını müsadere edip, örfi teklifleri ecdadından ziyade etmekle, fıkara ve reaya biçare oldu. Ulemasıyla vüzerası, kibir getirip kasılmakta idi. Herkes çalmakta, çırpmakta idi. Halk bunlardan yüz çevirip iğrendi. "Yıkılsınlar gitsinler,"dedi.

Bir gün Bursa meczuplarından Akbıyık, evvelce kadılık yapmış vezir Kara Halil Paşa'ya :

" Avamın yaptıklarından ülemanın sorumluluğu vardır. Zira siz domuz eti yemezsiniz, halk ta size bakar yemez... Lâkin siz tefecilik, zina, oğlancılık yaparsınız; halk ta sizde görür, makbul zanneder, yapar,"

demişti. Gerçekten de Yıldırım devrinin ümerası her şeyi kendilerine mubah sayardı. Memuriyetler soylulara, derebeylerine, kapı kullarına dağıtılmıştı. Tımar sahipleri köy çocuklarının okula gitmesine mâni olurlardı, çünkü onları kendi malları kabul ederlerdi. (Bakınız: NOTLAR-5A, 20)

Aynı durum zamanımız için de geçerlidir... Başımızdaki sözde ülkeyi yönetenler çalıp çırptıkça, hatta "köşe dönme"yi maharet saydıkça, halk ta onlara bakıp aynı tarzda zengin olmaya çalışır... Zenginler israf ve sefahata dalıp barlarda, pavyonlarda, diskolarda rezalet çıkardıkça; halk ta bunu matah bir şey sanıp kendi ortamında yapmaya kalkar... İçinde bulunduğumuz ahlâk çöküntüsünün sorumlusu, doymak bilmez politikacılar, uuşak ruhlu bürokratlar, ve sonradan görme zenginler, irfan yoksunu aydınlardır.

Her neyse.. Timur Anadoluya gelince bunlar düzelmedi ama, ilim adamlarını alıp götürmesi, Semerkant'ı bunlarla doldurması ilerisi için bir ümit kaynağı oldu. Ayrıca yerlerine konan eski beylerin daha zalim davranmaları Osmanlı'nın uyanmasına, toparlanmasına ve Devlet'i bir 500 yıl daha götürmesine imkân hazırladı.

Yıldırım'ın ikinci önemli hatası, karısına uyması idi. Bu yüzden kendisi ve karısı Timur'a esir düşmüş, rezil olmuştu. Daha sonraları da ders almıyan Kanuni gibi padişahlar yüzünden Hürrem Sultan, Kösem Sultan gibi hatunlar devleti batağa sürükliyecektir.

Zamanımızda ise karılarına uyarak ülkeyi kötüye sürükleyin Turgul Özal ve Bülent Ecevit bütün devlet adamlarına ibret olmalıdır. Hele Ecevit'in kaknem karısı Rahşan istedi diye af çıkartıp 46.000 caniyi sokağa salması kabul edilir şey değildi.

Şunu kabul etmek gerekir ki, Türk devletlerini çökerten padişahların içki ve kadın düşkünlüğü değildir. Hiç bir yetkisi olmamasına rağmen, idarenin kadın eline geçmesidir... Ayrıca saraya "içoğlanı" alma âdeti de Yıldırım zamanında başlamıştır. Bunlardan bazıları ilerde önemli mevkilere gelmişlerdir.

İşte bu yüzden Yıldırım Bayezid'in tedibi gerekiyordu. Hatta bu yüzden oğlu Mehmed'in onu kaçırma planı suya düşmüştü. Timur, Yıldırım'ı savaştan sonra bir çadıra yerleştirmiş, çadırın etrafına hendek kazdırıp hendeğin dışına da muhafız dikmişti. Oğlu Mehmed ise gayet mahir lağımcılar bularak Ankara'ya gelmiş, Timur'un ordugahına sokulmuş ve çadırın ortasına kadar da lağımı kazdırmıştı. Ancak İlahi Kudret başarısını engelledi. Sabahın erken saatlerinde nöbet değiştirmek için gelen askerler açılan çukurun toprağını gördüler. Tabii kıyameti kopardılar. Şehzade Mehmed ve lâğımcılar kaçtı. Timur olaya çok sinirlendi ve Yıldırım'le aynı çadırda esir bulunan Hoca Firuz'u idam ettirdi. Yıldırım o tarihten sonra geceleri zincire vuruldu.

Eğer Yıldırım savaşı kazansaydı veya kaçıp kurtulsaydı da, o dönemdeki iç bozukluklar devam etseydi; bu Osmanlı Devleti için daha kötü olacaktı.

Kemal Tahir, 520 yıl sonra OSMANLI'nın 2. defa gene ANKARA'da, bu sefer MUSTAFA KEMAL tarafından yıkılmasını, tarihin çok garip rastlantılarından biri olarak görür. Ayrıca Sohbetler'inde ve "Topal Kasırga " adlı eserinde şu değerlendirmeyi yapar:

- "Aslında Timurlenk, Anadolu beylerine değil, Batı'ya hizmet etmiştir. Avrupa'yı pençesinde tutan kilisedir. Osmanlıların Batı ülkelerini birbir ele geçirmesi karşısında Papa, elbette kendine bir müttefik arıyacaktı. Bu da Timur'du. Nereden mi belli?.. Timur'un Avrupa yakasına geçmemesinden!.. Halbuki Avrupa'daki Osmanlı toprakları daha geniş ve verimli idi. Ege kıyılarına kadar Anadolu'yu ele geçiren Timur, atının başını çevirip geri dönüyor. Papa'ya bir borcu olmasa, niye Avrupa'yı da talana boğmasın?.."

- "Aslında bu topal ihanet, Osmanlılara pek büyük bir şey kaybettirmedi!.. Kısa sürede elden çıkan topraklar, hem de daha sağlam kazanıldı. Bu şunu ispatlar: Osmanlı Devleti'nin kuruluşundaki çekirdeğin sağlamlığını!.."

- "Timur'un 'Dağıttım, yok ettim' zannettiği Osmanlı İmparatorluğu ne oldu?..Eskisinden daha güçlü kuruldu ve 500 yıl daha yaşadı."

Timur zaten bu yüzden geldi ve döndü. Anlaşıldığına göre Kemal Tahir, Hace Ahmed Yesevi Hazretleri'nin müdahalesinden haberdar değildi... Yani, iş "Batı'ya hizmet"ten ibaret değildi. Timur'un tokadı Osmanlı'nın kendisine gelmesine ve Kanuni'ye kadar devlet gemisini sağlam götürmelerine imkan sağladı. Dediğimiz gibi "Hayır, olandaydı" !

İşte bu olanlardan biri de, 12 İmamlı Aleviliğin Timur'un sayesinde, ve ancak 100 yıl sonra Anadolu'ya girmesidir!.. Çoğu kimse bunun Hacı Bektaş ile olduğunu sanır ama, gerçek tamamen farklıdır. Bu konuya ilerde gireceğiz.

DOKUZUNCU BÖLÜM: BAŞLANGICI NEREDE?

Ama biz sorumuzun cevabını yine bulamadık. Alevi-Sünni sürtüşmesi ne zaman başladı?... Gördük ki, Büyük Selçuklular'da böyle bir şey yok. Onlardan önce, Eba Müslüm zamanından itibaren Samaniler'de, Karahanlılar'da, Gazneliler'de böyle bir şey yok. Harzemşahlar'da yok. Anadolu Selçukluları'nda yok. Eyyübiler'de, Memlükler'de yok!... Cengiz İmparatorluğu'nda yok!...

Olan sadece her fırsatta ayaklanıp yağmaya, katliama girişen İsmaili, Fatımi, Karmati, Haşhaşi mücadeleri... Bunlarla da Eba Müslüm'den itibaren bütün Türk devletleri mücadele etmişler. Hatta Haşhaşilerin son artığını Hülagu ortadan kaldırmış.

Osmanlı Devletini kuran Alp Erenler'de de Alevi-Sünni ayrımı yok. Hacı Bektaş'la, Mevlana çağdaş, yanyana. Hepsi Türklerin birliği için elele.

Belki Selçuklu dönemindeki Babailerden söz edilebilir ama, onu da Hacı Bektaş desteklememiş. Kardeşini Sivas'ta bırakıp gelmiş Suluca Karahöyüğe ve insana hizmet etmiş.

Öyleyse, Türkler için, özellikle Anadolu Türk'ü için Alevi-Sünni sürtüşmesi 1400 yıllık bir mesele değil. 1402 yılında Timur Semerkant'a dönerken bile Anadolu'da bir Alevi-Sünni ayırımı yok. Daha Bektaşi tarikatı bile kurulmamış.

Peki nereden ve kimden kaynaklandı bu ayırım?.. Kim sebep oldu?..

Şimdi Yavuz Selim'e kadar cereyan eden olayları kısaca gözden geçirelim hem de bu sorunun cevabını arıyalım.

ONUNCU BÖLÜM: FETRET DEVRİ

Ankara Savaşı'nda Yıldırım yenilince büyük oğlu Emir Süleyman Edirne'de, İsa Çelebi Bursa'da, Mehmed Celebi Amasya'da emirliklerini ilan etmişlerdi. Musa Çelebi ise babasının cenazesi ile Bursa'ya gelmiş, Timur tarafından Bursa'ya emir tayin edildiği halde bir işe karışmamıştı.

Mehmed ile İsa Anadolu'da kapıştılar. İsa mağlup oldu. Emir Süleyman'a sığındı. Süleyman kendisini küçük bir ordu ile Anadolu'ya gönderdi. Ancak mağlup oldu. Eskişehir'de bir hamamda Mehmed Çelebi'nin adamları tarafından öldürüldü.(1405)

Yalnız kalan Emir Süleyman Anadolu'ya geçti, lâkin Bursa'da sefahata daldı. Mehmed Çelebi, Musa'ya Edirne'de idareyi ele almasını teklif etti. Musa da Anadolu'daki gelişmelerden rahatsız olmuştu, kabul etti. Rumeli'ye geçti, Eflak Voyvodası'ndan ve Sırp kralı'ndan asker alarak Edirne'ye yürüdü.

Bunun üzerine Süleyman Bursa'dan hazine ve haremi alarak ve Bizans İmparatoru ile anlaşarak Rumeli'ye döndü. İmparator Sırpları da kandırarak Musa'dan ayırdı. Musa yalnız kaldı ve yenildi. Halbuki, Süleyman Çelebi'ye yardım eden ve karşılığında toprak alan Bizans İmparatoru, şehzadeye kardeşi Theodor'un kızını vermişti.

Emir Süleyman çok içiyordu. Tebriğe gelen Ceneviz ve Venedik elçilerini bile kabul etmemiş, "Vezirim değil misin? İdare et," demişti. Daha çok sefahate dalınca, Musa asker toplayıp Edirne'ye dayandı ve kaçan Süleyman yakalanıp öldürüldü. (1410) (Bakınız: NOTLAR-5A, 21)

Süleyman'dan sonra saltanat Musa'ya düşüyordu. Mehmed aslında en küçük kardeş idi. Musa Çelebi cesur ve faal bir hükümdar olmakla birlikte, çok sert ve haşin idi. Süleyman'ın adamlarına güvenmiyerek kör Melikşah adında birini kendine vezir yaptı. Mihaloğlu Mehmet Bey'i beylerbeyi tayin etti. Şeyh Bedreddin'i de kazasker yaptı. Ancak Süleyman'ın sadrazamı İbrahim Paşa'yı yerinde bıraktı,

Musa, Mehmed'in bir cariyenin oğlu olduğunu öne sürdü. Çelebi Mehmed, kardeşi Musa'ya bu aklı, kazasker Şeyh Bedrettin'in verdiğine inanıyordu. Musa, 1411'de Çelebi Mehmed'i yendi. Çelebi Mehmed ancak yaralı olarak Anadolu'ya kaçabildi.

Ancak Musa Çelebi Kemal Tahir'in üzerinde çok durduğu bir hata yaptı. O döneme kadar çok etkili olan beylerin sancak ve zeametlerini ellerinden aldı. Gerçekten de Osman Bey'den beri uygulanan kurallar gereği, savaşa katılan beyler hep ganimetlerden hisse almışlar, zaptedilen topraklar onlara taksim edilmişti. (Bakınız: NOTLAR-5A, 22)

Hep zaferle sonuçlanan savaşlar olduğu için bu kişiler fazla kayıp vermemişler, masrafları da hükümdar gördüğü için, hepsi padişahtan zengin, burnundan kıl aldırmaz birer yeni hükümdar kesilmişlerdi. Mülkleri babadan oğluna geçiyordu. Hatırlanacağı üzere, 1. Murad'ın Kâbe'ye gönderecek parası yoktu da, bunlardan borç almıştı.

Bu kişilerden Evrenos Bey, padişahın davetine gelmeye bile luzum görmedi de, cebren getirtildi.

Musa Çelebi'nin en büyük ihsanları yeni yetmelere vermesi, hele Koyun Musa diye bilinen çobanlıktan yetişme birine fazla teveccüh göstermesi, zâdegân ve eşrafı çok kızdırıyordu.

Musa Çelebi kadıların ahlâksızlığını, rüşveti görmüş; ancak idareyi tam elde etmeden devlet ricalini islaha kalkışmıştı. Daha önce de işaret ettiğimiz gibi, devlet adamları esas rakibi yeninceye kadar diğerlerini müttefik edinmeleri, hiç değilse tarafsız bırakmaları durumunda başarılı olurlar. (Bakınız: NOTLAR-5A, 23) Hz. Ali bunu yapmadığı için Muaviye karşısında sıkıntıya düşmüştü. Atatürk yaptığı için başarıya ulaşmıştı. Çünkü karınca da, kartal da duruma göre yılanı yenmede insana yardım edebilir. Ama yılan ortadan kalkmadan, bir de kartalla uğraşmak veya karınca sürüsünü kendi üzerine çekmek akıl kârı olmaz.

Hele böyle dar bir anda şiddetin işe yaramıyacağı gün gibi aşikârdı. Şeyh Bedreddin'in itidal ikazları da dinlenmiyordu. Dış ilişkilerde de hatalar yapıldı. Sırp kralı sözünden döndü diye tepelendi. Kayser'e anlaşma karşılığı bırakılmış olan yerler geri alındı. İstanbul bunu üzerine Mehmed Çelebi'ye yakınlaştı, Musa da İstanbul'u kuşattı. Musa'nın iki sadrazamı peşpeşe İstanbul'a sığındı.

Mehmed Çelebi Rumeli'ye geçti ama gene bozguna uğradı.(1412) Geri dönüp Dülkadiroğulları ve Sırp Kralı ile anlaştı. Evrenos Bey de ona katıldı. Ancak Musa'nın yanında sadık bir kaç bey ile Şeyh Bedredin'den başka kimse kalmamıştı. Savaşta Musa Çelebi yenildi ve öldürüldü.(1413)

Mehmed Çelebi 12 yıl savaştıktan sonra rakipsiz kalmıştı. Tarihimizde Fetret, yani karışıklık devri diye bilinen dönem de sona ermişti.
(Bakınız: NOTLAR-5A, 24)

  • ÖNEMLİ SAYFALAR: ÇELEBİ MEHMED'DEN FATİH SULTAN MEHMED'E , NOTLAR - 5A , YAVUZ SULTAN SELİM VE SONRASI , HİLAFET VE İMAMET , 12 İMAM DÖNEMİ , SİTEMİZDEKİ SAYFALAR