KUT'ÜL AMARE ZAFERİ
Aşağıdaki yazı, Mahir KÜÇÜKVATAN internetteki pdf yazısından, bazı
kısaltmalar ve eklentiler ile alınmıştır... Kendisine şükran boçluyuz.
Giriş
I. Dünya Savaşının başladığı dönemde Osmanlı Devletinin Irak’ta sadece
8000 kişilik bir Türk tümeni bulunmaktaydı. Bu durum Irak’ın askerî olarak
neredeyse boş bırakıldığı anlamına geliyordu. Osmanlı yönetimi cihad ilanı ile
Müslüman dayanışması oluşturacağını ve Mezopotamya’daki topraklarını bu
dayanışma ile koruyabileceğini düşünüyordu ancak yanıldığını anlaması uzun
sürmeyecekti. Büyük Britanya İmparatorluğu, eğer Irak’ı ele geçirirse,
Irak yönetimini savaş sonrasındaHindistan’a bağlamayı planlamaktaydı.
Savaş sonrasında Araplar kendilerine
bağımsızlık verilmeyeceğini anladıklarında İngilizler'in dağıtmış oldukları
silahları İngilizler'e karşı kullanabilirlerdi. Bu nedenle İngiltere Irak harekâtı
süresince Araplar'ı silahlandırmaktan kaçındı. Araplar'dan güç alamayan
İngiltere Irak harekâtını İngiliz ve Hint birliklerinden oluşan kuvvetler ile
yapmak zorunda kalacaktı.
İngiliz Kuvvetlerinin İlerleyişi
İngiliz birlikleri 6 Kasım 1914’de başlattıkları saldırılarda Basra’nın
girişinde bulunan Fav kasabasını ele geçirerek Basra’ya doğru harekete
geçtiler. İngilizler'in hızlı ilerleyişi sonrasında Harbiye Nazırı Enver Paşa
duruma müdahale etmek ihtiyacı hissederek, Irak cephesindeki kuvvetlerin
başına Süleyman Askerî’yi getirdi. Enver
Paşa Süleyman Askerî komutasındaki yerel aşiretlerle Basra’daki İngiliz
ilerlemesinin durdurulabileceğini düşünmekteydi.
İngilizler Basra’da
zorlanmadan ilerlemelerine rağmen Irak harekâtındaki mevcut kuvvetlerini
yeterli görmeyerek Şubat ayında Mısır’dan yeni bir tümen destek aldılar. Alınan
destek ile birlikte İngilizler'in Irak harekâtındaki kuvvetleri kolordu seviyesine
çıkmış oldu. İngilizler Irak’taki kuvvetlerini arttırırken, bu kuvvetlerinin
komutasına 9 Nisan 1915’de General Nixon getirildi.
Süleyman Askerî İngiliz ilerlemesini durdurabilmek için Arap
aşiretlerinden para ile mücahit toplamaya çalışıyordu. Ancak durum beklediği
gibi değildi. Osmanlı Devletinin yayınlamış olduğu cihad ilanı Arap aşiretleri
arasında ciddiyetle karşılanmamıştı. Araplar savaş alanında kim daha fazla
para verirse onun yanında yer almaya başlamışlardı. Kurna Muharebeleri'nde
Muhammara aşireti İngilizler'le birlikte Osmanlı kuvvetlerine karşı taarruz
etmişlerdi. Cihad ilânı sadece Irak aşiretlerini değil, İngiliz kuvvetleri
içerisindeki Müslüman askerleri de pek etkilememişti.
İngilizler Osmanlı birliklerinin Kurna’dan geçmeden Fırat nehri boyunca
ilerleyerek Basra’ya saldıracaklarını
anladılar ve Kurna’daki kuvvetlerinin bir kısmını Kurna’nın batısındaki
Şuayyibe bölgesine alarak, burada Türk saldırısını beklemeye başladılar.
İlerleyişinde Nasıriye’yi ele geçiren Süleyman Askerî Şuayyibe bölgesinde
İngilizler'e saldırdı.
İki gün iki gece süren çatışmalarda Süleyman Askerî Arap
mücahitlerden beklediği faydayı sağlayamadı. Çünkü Arap mücahitler ikinci
gün savaş alanından kaybolmuşlardı!..
Osmanlı birlikleri çatışmalarda yarı yarıya
eridikten sonra 14 Nisan’da geri çekilmek zorunda kaldı. Süleyman Askerî ise
yenilgiyi kabullenemeyerek tabancasıyla kafasına sıkarak hayatına son verdi.
ALLAH rahmet eylesin. Büyük kahramandı.
İngilizler'in Irak seferi, Hindistan karargâhı tarafından yönetilmekteydi.
Sağlık sorunları nedeniyle General Barret’in Nisan 1915’de Irak’taki kuvvetlerin
başından ayrılıp Hindistan’a dönmesi üzerine, Hindistan karargâhı bu görevde
başarılı olacağını düşündüğü General Townshend’i Irak sefer kuvvetleri
içerisindeki 6. Tümenin komutasına getirdi. General Sir Charles Townshend
öyle sıradan biri değildi. İngiliz Kralı VII. Edward'ın kızıyla evli, dönemin kralı
V. George'un eniştesi , yâni saray damadı idi!
İngiltere Çanakkale deniz
savaşında aldığı yenilgi sonrasında Osmanlı Devleti'ne karşı diğer bir yenilgi
almak istemiyordu. Çanakkale yenilgisi İngiltere’nin itibar kaybetmesine
neden olmuştu. İngiltere, Bağdat’ı ele geçirerek elde edeceği askerî zaferin
yaşadığı itibar kaybını hafifleteceğini düşünüyordu.
6. Tümenin komutasına
görevlendirilen General Townshend Hindistan’daki İngiliz üssünden ayrılarak
22 Nisan 1915 günü emrine verilen birliklerin komutasını aldı. Süleyman
Askerî’nin saldırıları başarısızlıkla sonuçlanmış olsa da, gelişmeler İngilizler'i
tedirgin etmişti. İngilizler Basra’nın güvenliğini sağlayabilmek için Kurna’nın
kuzeyini kontrol etmeye çalışıyorlardı. Bu nedenle Townshend komutasındaki
İngiliz birlikleri kuzeye doğru ilerlemek üzere görevlendirildiler. Savaşın
Osmanlı tarafında ise Süleyman Askeri’nin intihar etmesi sonrasında komutası
boşalan birliklerin başına Nurettin Bey (Sakallı Nureddin Paşa) görevlendirilmişti.
Irak savunmasının
tamamından sorumlu olmanın dışında, fırsat bulduğunda İngilizler'e saldırması
konusunda emir alan Nurettin Bey, 19 Mayıs 1915’de Bağdat’a vardı.
General Townshend komutasındaki İngiliz birlikleri 31 Mayıs’ta
kuzeye doğru ilerlemeye başlamışlardı. İngilizler 3 Haziran’da Amara’yı, 25
Temmuz’da da Nasıriye’yi ele geçirdiler. Basra’nın sivil yönetiminin merkezi
konumundaki Nasıriye, General Nixon’a göre stratejik bir konuma sahipti.
İngilizler Nasıriye’nin kontrolü ile Basra’daki büyük Arap aşiretlerinin kontrolü
sağlayabilirlerdi. Zaten İngilizler Basra’ya girdikleri günden itibaren Arap aşiretleri
arasında propaganda yapmaktaydılar. İngiliz propagandalarında Irak seferinin
Araplar'ı değil, Türk yönetimini hedef aldığı ifade ediliyordu. İngiltere’nin
Müslümanlar'a dost olduğu belirtilirken, bu duruma örnek olarak İngiliz
uyruğunda bulunan diğer halklar gösteriliyordu. Ayrıca İngiltere’nin Araplar'ı
Türk zulmünden korumaya çalıştığı ve eğer Araplar çatışmalara katılmazlar ise,
kendilerine dostça davranılacağı belirtiliyordu.
İngilizler Türklere karşı elde ettikleri başarılar sonrasında Bağdat’a doğru
hızla ilerlemeyi düşünebilirlerdi ancak birlikler Bağdat’a doğru ilerledikçe ikmal
desteği aldıkları denizden uzaklaşmaktaydılar. İkmal yollarının ve zamanın
uzaması nedeniyle oluşabilecek aksaklıklar İngiliz birliklerinin durumunu
tehlikeye sokabilirdi. General Townshend ilerleme için kendisine talimat
gelmeden harekâta devam etmedi. Bekleme süresince de savaşta yaşanacak
olası senaryolar üzerine planlar yaptı. Townshend Kurna muharebelerinde
yaşandığı gibi baskın şeklinde bir saldırı yaparak Türkler'in geri çekilmesini
sağlayabilirse, Türk birliklerini Bağdat’a kadar takip edebileceğini düşünüyordu.
Townhend’e Hindistan karargâhından beklediği talimat 23 Ağustos 1915’te
geldi. Talimatta Türk birliklerinin imha edilmesi ve Kut’ul-Amare’nin işgâl
edilmesi isteniyordu. General Nixon General Townshend’den yapılacak durum
değerlendirmesi sonrasında Bağdat’a ilerlemeye karar verirse, kendisine bilgi
vermesini istemekteydi. İngiliz siyasî subayı Sir Percy Cox General Townshend’e
Bağdat’a girmenin siyasî olarak büyük önem arz ettiğini ve İstanbul’a girmek
kadar büyük yankı uyandıracağını bildirmişti.
Nurettin Bey Kut’ul-Amare’nin güneyinde Essin bölgesinde savunma
pozisyonu almıştı. İngilizler 12 Eylülde Essin’in güneyindeki Ali Garbi’ye
girdiler. İngiliz birlikleri 26 Eylülde yardımcı kuvvetler aldıktan sonra 27
Eylülde saldırıya geçtiler ve Türkler'e üstünlük sağlamayı başardılar. Ağır
kayıplar veren Türk birlikleri 28 Eylül gecesi geri çekilmek zorunda kaldı.
Türk birliklerinin geri çekilmesi sonrasında İngiliz birlikleri 29 Eylülde Kut’ul-
Amare’yi işgâl ettiler. İngilizler Kut’ul Amare’nin işgâli ile birlikte neredeyse
Basra vilayetinin ve suyollarının tamamının kontrolünü ellerine geçirmişlerdi.
İngilizler Türkler'in Halep ve Erzurum’dan destek kuvvetler gönderdikleri
duyumunu almışlardı. Ancak bu kuvvetlerin birkaç haftadan önce savaş
bölgesine ulaşabilmesinin imkânsız olduğunu düşünüyorlardı. İngilizler'in
amacı Türk destek kuvvetleri toparlanmadan Bağdat üzerine ilerlemekti.
İngilizler ilerleme esnasında Kut’ül Amare’yi boşaltarak geri çekilen Türk
kuvvetleriyle Selman-ı Pâk’ta ciddi bir çarpışma yaşanabileceğini öngörseler de,
çarpışmalardan galip gelecekleri konusunda kendilerinden emindiler. Selman-ı
Pâk çarpışmalarından galip geldikten birkaç gün sonra Bağdat’a girmiş olmayı
umuyorlardı. Hindistan’daki İngiliz yönetimi Irak’taki mevcut kuvvetleri
Bağdat’a girebilmek için yeterli görüyordu. Ancak işgâl konusunda Fransa ve
Mısır’dan gelecek olan destek kuvvetleri Bağdat’a varmadan tüm endişelerden
arınamayacaklarını düşünüyorlardı. Eğer destek kuvvetleri gecikirler ve Türkler
Çanakkale’den Bağdat’a yeni kuvvetler gönderirlerse, durumlarının tehlikeli
bir hâl alacağını düşünüyorlardı.
Türk birliklerinin geri çekilmesiyle İngilizler ilerlemeye devam ettiler ve
3 Ekim’de Bağdat yolu üzerindeki Aziziye’yi ele geçirdiler. İngiliz birlikleri
ile Bağdat arasında sadece 80 km kalmıştı.
General Townshend Kut’ül Amare
çatışması sonrasında geri çekilen Türk birliklerini kovalayarak tamamen
imha etmeyi planlamıştı, ancak yaşananlar buna imkân vermedi. Nurettin
Bey komutasındaki birlikler oldukça düzenli bir şekilde geri çekiliyorlardı
ve bu çekilme esnasında General Townshend aradığı fırsatı bulamadı. Dicle
nehrinin sularının çekilmiş olması nehir yolu ile yapılan ikmalin de gecikmesine
neden olmaktaydı. Bu durum İngilizler'in Türkler'i kovalamasını engellemişti.
Yaşanan gelişmeler neticesinde Townshend Türk birliklerinin Aziziye ile
Bağdat arasındaki Selman-ı Pâk bölgesinde toplanarak düzen aldıklarını fark
etti. Çatışmalarda verilen kayıplar nedeniyle İngiliz birliklerinde eksiklikler
vardı. Townshend eksik kuvvetler ile Selman-ı Pâk’ta düzen alan Türkler'e karşı
saldırı yapılmasını uygun bulmayarak durumunu Kut’ül Amare’de bulunan
General Nixon’a bildirdi. Townshend’e göre destek kuvvetler gelene kadar
bölgede stratejik konuma sahip olduğunu değerlendirdikleri Kut’ül Amare’de
beklenilmeli ve gerekli hazırlık yapıldıktan sonra ileri harekâta geçilmeliydi.
Townshend Türkler'in siper ve savunma savaşlarında eşsiz bir kaabiliyete
sahip oldukları kanaatindeydi. Ayrıca Townshend Kut’ül Amare’de Türkler'e
cepheden saldırmış olsaydı, büyük bir yenilgi almış olacağını düşünüyordu.
Üstünlüğü ancak yaptığı manevralarla sağlayabilmişti.
Türkler'in Bağdat yolundaki son savunma noktaları Selman-ı Pâk idi.
Müslümanlar için önemli kişilerden birisi olan Selman-ı Fârisî’nin türbesi
burada bulunmaktaydı ve bölgeye adını vermişti. Selman-ı Fârisî türbesinin
bulunduğu bu bölgede yaşanacak çatışmalar Hintli Müslüman askerlerin
savaşma isteklerini kırabilir, ya da İngilizler'e olan bağlılıklarını yitirmelerine
sebep olabilirdi. Townshend dinî inançlar nedeniyle Hintli askerler arasında
oluşabilecek düzensizlikleri engellemek amacıyla bölgenin adını Helenistik
dönemdeki adı olan Ctesiphon ile değiştirdi.
Townshend Türkler'i
kovalamaktaki avantajını kaybetmesinden sonra yardım kuvvetlerini beklemek
ve gerekli hazırlıkları yapmak üzere işgal ettiği en ileri nokta olan Aziziye’de
altı hafta kadar bekledi. Hindistan Genel Kurmayı Bağdat’ın alınması ile
Çanakkale’de kaybedilen itibarın tekrar kazanılacağını düşünüyordu. Bağdat’a
ilerleme konusu İngiltere’de komisyonlar tarafından da görüşülüyordu.
Konunun incelendiği komisyonlardan birisi olan İngiliz İmparatorluk Savunma
Komisyonu yaptığı çalışmalardan Irak’taki mevcut kuvvetlerin Bağdat’ı almak
için yeterli olduğu, ancak Bağdat’ı elde tutmak için yeterli olmadığı sonucunu
çıkardı. Eğer Bağdat İngiliz birlikler tarafından ele geçirilirse stratejik ve
siyasî önemi nedeniyle Türkler Bağdat’ı geri almak için daha fazla kuvvetle
saldıracaklardı. Bu durumda İngilizler desteğe ihtiyaç duyacaklardı. Destek
kuvvetleri Bağdat’a ilerleme emri verildikten en fazla dört hafta sonra diğer
kuvvetlerle birleşmiş olmalıydı. Ayrıca ilerleme süresince malzeme ve cephane
ikmali nehir taşımacılığı yoluyla yapılabilecekti. İngiliz birliklerinin ikmalini
sağlayabilmek için sığ sularda yüzebilen botların yapımına başlanmıştı.
Bağdat ele geçirildikten sonra Türk Genel Kurmayı'nın elinde 60.000 asker
olabileceği tahmin ediliyordu. Savunma komitesi Türkler'in bu miktardaki
bir kuvvetle Bağdat’a saldırabileceklerini düşünmüyordu. Türk saldırısı
konusunda kuvvetlerin sayısal miktarı incelendiği kadar imkân ve kaabiliyetleri
de incelenmişti. Yapılan tüm değerlendirmeler neticesinde İngilizler Türkler'in
üç ay içerisinde saldırıya geçebileceklerini düşünmüyorlardı. Bu durumda
eğer İngilizler Bağdat’ı ele geçirirlerse, işgâl İngiltere için büyük bir moral
kaynağı olacaktı. Değerlendirmelerde yaşanabilecek yanılmalar da göz önünde
bulunduruluyordu. Eğer İngilizler Bağdat’ı ele geçirme konusunda başarısız
olurlarsa, geri çekilmek zorunda kalabilirlerdi. Bu nedenle harekât boyunca
mühimmat ve erzaklar geri çekilme ihtimaline göre taşınmalıydı.
Yapılan değerlendirmelerin Londra’ya iletilmesi üzerine konu bir kez
de İngiltere Bakanlar Kurulu bünyesinde oluşturulan komisyonda görüşüldü.
Harekât konusunda İngiltere Savaş Bakanı Lord Kitchener ile Hindistan
Genel Valisi Lord Curzon’un bazı çekinceleri vardı. Lord Kitchener ve Lord
Curzon çekincelerini ifade etmiş olsalar da, komisyonun genel fikri harekâtın
düzenlenmesi yönündeydi. Komisyonun almış olduğu karar üzerine Lord
Kitchener Irak Kuvvetleri Komutanı General Nixon’a harekât için gerekli izni
verdi. Harekât iznini alan Nixon ise Townshend’e 14 Kasım'da Bağdat harekâtına
başlama emrini verdi. Townshend’e harekât emri verilmesinin dışında, en kısa
zamanda kendisine iki tümen destek kuvvetinin gönderileceği de bildirilmişti.
Irak konusundaki tek gelişme İngilizler tarafında yaşanmıyordu.
Osmanlı Devleti Irak, Musul ve İran’daki birliklerini birleştirilerek iki tümen
oluşturmuştu. Oluşturulan bu yeni kuvvetler ile Nurettin Bey komutasındaki
Irak kuvvetleri birleştirilerek 6. Ordu meydana getirildi. 6. Ordu komutanı olarak
Alman Mareşal Von der Goltz atanmıştı. Müslüman askerlerden oluşan bu yeni
ordunun komutanlığına Hıristiyan bir komutanın getirilmesinden Nurettin Bey
rahatsız olmuştu. Nurettin Bey'in rahatsızlığını açığa vurması üzerine onun
yerine Enver Paşa'nın amcası olan Halil Bey görevlendirildi. Ancak Nurettin Bey
cepheden ayrılmadı. Halil Bey
cepheye gittiğinde Nurettin Bey'in komutası altına girdi. Aslında ikisinin de
rütbeleri Albay idi ancak Nurettin Bey daha kıdemliydi.
Halil Bey cepheye
vardığında Nurettin Bey Selman-ı Pâk’ta düzen alıyordu. İki Türk komutan
cepheyi birlikte incelediler ve kuvvet düzenlemesinde bulundular. Halil Bey
komutasındaki birliklerin Nurettin Bey komutasındaki birliklere katılması
Osmanlı tarafına önemli destek sağlamıştı.
Selman-ı Pak Savaşı ve İngiliz Kuvvetlerinin Geri Çekilmesi
Cephenin İngiliz tarafında destek alamamış olmasına rağmen General
Townshend’e saldırı emri verilmişti. General Townshend destek kuvvetleri
gelmeden ilerlemenin uygun olmadığını düşünse de, aldığı emir üzerine 22
Kasım’da Selman-ı Pâk’ta bulunan Türk birliklerine saldırdı. Çetin geçen
çarpışmalar sonrasında Townshend birliklerine 25 Kasım’da geri çekilme
emrini vermek zorunda kaldı. Hindistan karargâhı çarpışmalar sonrasında
Türk birliklerinin yıpranmış olduklarını ve geri çekilen İngiliz birliklerini
takip edebilecek durumda olmadıklarını düşünüyordu. General Nixon ise
geri çekilen İngiliz birliklerin Aziziye’de mi, yoksa Kut’ül Amare’de mi
konuşlanması gerektiği konusunda kararsızlık içerisindeydi. Nixon Türk
kuvvetlerinin 27.000 kişiden oluştuğu tahmin ederken, General Townshend
kuvvetlerinin en fazla 12.000 kişi olabileceğini kabul ediyordu. Türk
birlikleri sayıca İngilizler'den üstün olmalarına rağmen İngilizler Türkler'in
ikmal konusunda sıkıntılar yaşayacaklarını düşünerek, Ocak 1916’ya kadar ciddi bir
saldırıda bulunabileceklerini öngörmüyorlardı. Aynı tarihlerde İngiliz yardım
kuvvetlerinin General Townshend birlikleri ile birleşmesi planlanıyordu.
Selman-ı Pâk’taki çarpışmalar o kadar zorlu geçmişti ki, bir an için
birliklerin durumu değerlendirilerek savaşın gidişâtının tâyin edilebilmesi
olanaksız hâle gelmişti. Nurettin Bey oluşan karmaşada dağılan birliklerin Türk
birlikleri olduklarını düşünerek, Bağdat’a doğru geri çekilme hazırlığı yapmaya
başladığı sırada, Halil Bey durumu fark ederek Nurettin Beyi uyarmıştı. Dağılan
birliklerin İngiliz birlikleri olduğunu kendisine ifade ederken, çarpışmaların
yaşandığı son gece sabaha kadar beklenmesi gerektiğini ve sabah İngilizler'i geri
çekilirken göreceğini Nurettin Bey'e iletti.
Sabah olduğunda her şey Halil Bey'in
ifade ettiği gibi olmuştu ve İngiliz birlikleri gece boyunca geri çekilmişlerdi40. Üç
gün süren çatışmalarda Türk kuvvetleri iyi savunma yapmışlardı. Çatışmalarda
İngilizler 4567 asker kaybetmişlerdi. Bu rakam İngilizler'in saldırı yapan kuvvetlerinin
yaklaşık üçte birini oluşturuyordu. İngilizler verdikleri büyük kayıplara rağmen
geri çekilmelerinin asıl sebebi olarak malzeme ve yiyeceklerindeki azalmayı
görüyorlardı. Nedeni her ne olursa olsun İngilizler hızlı bir şekilde geri
çekilmeye devam ediyorlardı.
İngilizler'in daha önce işgâl etmiş oldukları Aziziye erzak ve
cephaneyle doluydu ancak geri çekilme esnasında erzak ve cephanenin hepsini
taşıyamazlardı. İngilizler taşıyamadıkları erzak ve cephaneleri kendilerini
takip eden Türk birliklerinin eline geçmemesi için Dicle nehrine atıyorlardı.
Townshend Kut’ül Amare’ye kadar geri çekilerek burada destek kuvvetlerini
beklemeye karar vermişti. Kut’ül Amare üç tarafının Dicle nehri ile çevrili
olması sebebiyle savunma için avantajlı bir konuma sahipti. Townshend ileri
noktalarda düzenli savunma hatlarının olmamasından dolayı Türkler'in takibe
uzun süre devam etmeyeceklerini düşünüyordu. Ayrıca Türk birlikleri İngilizler'i
takibe devam etseler bile, Kut’ül Amare’nin avantajlı konumu sayesinde burada
tamamen imha edilebilirlerdi.
Townshend yapmış olduğu değerlendirmeleri
ordu karargâhına bildirdi. Ordu karargâhından kendisine verilen cevapta,
Townshend’in karar almakta serbest olduğu ve destek kuvvetlerinin ilk kısmının
15 Aralıkta Townshend kuvvetleri ile birleşmiş olacağı ifade ediliyordu.
İngiliz birliklerini takip eden Türk birlikleri 30 Kasımda Aziziye’ye vardılar.
Türk öncülerinin İngilizler'in geri çekilen ana birliklerine ulaşmasını engellemek
için İngiliz artçıları Aziziye’deki Türk birliklerine saldırdılar. Bu surette
İngilizler'in ana birlikleri 3 Aralıkta Kut’ül Amare’ye vardılar. Geri çekilme
esnasında Türk 6. Ordusu'nun öncü birlikleri 145 km boyunca İngilizler'in
arkasından hiç ayrılmamıştı.
Kut’ül Amare Kuşatması
İngilizler'in Selman-ı Pâk çatışmalarında verdikleri kayıplar genel
kuvvetlerinin üçte birini oluşturmaktaydı ancak kayıpların hepsi muharip
kuvvetlerdendi. Yani, General Townshend muharip kuvvetlerinin yarısını
kaybetmişti. Bu durumda açık arazide Türkler'e üstünlük sağlayamazlardı. Artık
konum olarak savunmaya elverişli olan Kut’ül Amare’de yardım kuvvetlerinin
gelmesini bekleyeceklerdi.
Türk birlikleri Kut’ül Amare’ye vardıklarında
Nurettin Bey General Townshend’e bir mesaj göndererek, birlikleri ile beraber
teslim olmasını, eğer teslim olmazlar ise Türk birliklerinin şehre gireceklerini
bildirmişti. Ayrıca Nurettin Bey İngilizler'den teslim olmazlar ise, saldırılardan
zarar görmemeleri için şehir sakinlerini Kut’ül Amare’den çıkartmalarını da
istemişti.
General Townshend Nurettin Beyin mesajına verdiği cevapta İngiliz
birliklerinin teslim olmayacaklarını ve şehir sâkinlerinin de kaderlerini
İngilizler ile birleştirerek şehri terk etmemeyi tercih ettiklerini bildirdi.
Bu tabii doğru değildi. Townshend sivillire öne sürerek Türkler'in saldırısını
önlemek istiyordu.
İngilizler'in teslim olmayı kabul etmemesi üzerine, Türk birlikleri saldırıya
başladılar. Kut’ül Amare’deki kale topraktan yapılmıştı ve Türk topçusunun
yapmış olduğu atışlar kale duvarlarında delikler açıyordu. Topçu ateşi ile
açılan deliklerden Türk askerleri kale içerisine girerek saldırıya başladılar.
İngilizler Kut’ül Amare’yi ilk ele geçirdiklerinde, geri çekilme ihtimaline karşı,
sahra düzeninde hazırlıklar yapmışlardı. Ayrıca kale duvarları arkasında tel
örgülerle ikinci bir savunma hattı hazırlamışlardı. Türk askerleri kale duvarı
içerisine girseler de, ikinci hatta büyük kayıplar veriyorlardı. Türk birliklerinde
büyük toplar yoktu ve eldeki toplarla İngilizler'e önemli kayıplar verilemiyordu.
Bu durumda saldırılara devam edilmesi gereksizdi.
Türk komutanlar yeteri
kadar kuvvet ile kuşatmayı devam ettirirken, geri kalan kuvvetleri güneye
sevk etmeye karar verdiler. Güneye sevk edilen Türk kuvvetleri İngiliz yardım
kuvvetlerinin Kut’ül Amare’ye ulaşmalarını engellemeye çalışacaklardı. Ayrıca
Kut’ül Amare etrafında siperler ve savunma hatları oluşturmaya
başladılar. Oluşturulan siperler ne kadar kuvvetlenirse, kuşatma Türkler için o
kadar kolaylaşacak ve bu sayede kuvvet tasarrufu sağlanabilecekti. Sağlanan
kuvvet tasarrufu ile yardıma gelecek İngiliz birliklerini engellemek için
güneye daha fazla birlik gönderilebilirdi.
Türkler kuşatmayı kolaylaştırmak
için çalışmalarına hızla devam ederlerken, İngiliz yardım kuvvetlerinin kısa
zamanda geleceğini düşünen General Townshend konumundan memnundu.
Kut’ül Amare’nin üç tarafının nehirle çevrili olması İngilizler'e savunma için
avantaj sağladığı kadar, nehir yoluyla yapılan ikmali de kontrol edebilme
şansını tanıyordu. Townshend Kut’ül Amare’de güneye inen Türk
birliklerine nehir yolu ile ikmal malzemesi gitmesine de engel olacaktı.
İngiliz birlikleri Selman-ı Pâk’ta yenilerek geri çekilmiş ve Kut’ul-
Amere’de kuşatılmış olmasına rağmen, İngiliz basınında Kral damadı Townshend
birliklerinin durumunu konu alan olumlu haberler yayımlanıyordu. The Times gazetesinde
Bağdat ile Barsa arasındaki en güçlü savunma pozisyonuna sahip olan bölge
olarak Kut’ül Amare gösteriliyordu. Ayrıca Türk kuvvetlerinin çok büyük bir
destek almasının beklenmemesi sebebiyle İngiliz birliklerini bekleyen büyük
bir riskin olmadığı düşünülüyordu.
Irak savaşında yaşanan tüm gelişmeler
İngiltere basını tarafından İngiliz menfaatleri doğrultusunda yorumlanıyordu.
Türk birliklerinin elde ettikleri başarılar itibarsızlaştırılmaya çalışılırken,
İngiliz kayıpları önemsiz, ya da normal kayıplarmış gibi gösteriliyordu. Newcastle
Jurnal gazetesinde geri çekilmeye sebep olan Türk birliklerinin Alman subaylar
ile desteklendiği aktarılırken, Türk başarısının geçici olduğu ifade ediliyordu.
Townshend birliklerinin geri çekilmesi İngiliz kamuoyunda çok dikkat çekmişti.
Bazı haberlerde İngilizler'in durumlarının iyi olduğu, geri çekilmenin olağan
olduğu yönünde haberler yapılırken, bazı haberlerde ise bu geri çekilmenin asıl
sebsepleri daha gerçekçi şekilde aranıyordu. Geri çekilme konusunda gündeme
getirilen gerekçelerden birisi de İngiliz birliklerinin Arap aşiretleri tarafından
yanlış yönlendirilmeleriydi. İngilizler her ne kadar yanlış yönlendirildiklerini
ifade etseler de, sadece bir tümen kuvvet ile Bağdat’ı işgâl etmeye çalıştıklarının
farkındaydılar. İngiliz komutanların Türk birliklerinin kuvvetinin farkında
olmaları umut ediliyordu. Ayrıca kuvvetler yeterli değil ise, yardım alınmadan
yeni çatışmalara girilmemesi öneriliyordu.
Kuşatma altındaki İngiliz
birliklerinin durumlarının iyi olduğu düşüncesine sadece İngiliz kamuoyunun
bir kısmı değil, kuşatma altındaki İngiliz komutanları da sahipti. İngilizler'in
iki aylık yiyecekleri vardı. Kuşatmanın en fazla bir ay
süreceğini düşünen İngilizler, kuşatmadan çok fazla çekince duymuyorlardı.
Kut’ül-Amare’de Türkler ve İngilizler karşılıklı olarak siper kazıyorlardı.
Türkler siperleri kuşatmanın güçlenmesi ve İngilizler'in olası bir yarma harekâtına
engel olabilmek için kazarlarken, İngilizler şehri daha kolay savunmak için
siper kazıyorlardı.
General Townshend elinde bulunan yiyecek miktarının dışında
cephane miktarını da kontrol ediyordu. Hesaplamalara göre her tüfek için 600
adet, her top için 800 adet mermileri bulunmasına rağmen, Townshend askerlerini
cephaneyi idareli kullanmaları konusunda uyarmıştı. Kut’ül Amare’ye Türk
birlikleri tarafından neredeyse her gün saldırıyaa uğruyorlardı. Bu saldırılar
İngilizler'in düzen almalarını engelleyecek türdendi.
Türkler İngilizler'in düzen
almalarını engellemeye çalışsalar da, İngilizler 14 Aralık ve 17 Aralık'ta kuşatmayı
yarmak için karşı saldırılarda bulundular, ancak başarılı olamadılar. İngilizler'in
kayıpları Selman-ı Pâk çatışmaları da dâhil edilirse, 5000’i bulmaktaydı. Türkler
devamlı saldırılarda bulunarak İngilizler'i baskı altında tutuyorlardı.
General Townshend bu durum karşısında Irak Kuvvetleri Komutanı General Nixon’a
mesaj gönderdi. Mesajda Nixon’un İran üzerine harekât yapan Ruslar ile
iletişime geçmesi ve harekâtın yönünün Irak cephesine çevrilmesi isteniyordu.
Böylelikle Türkler Ruslar'a karşı kuvvet ayırmak zorunda kalacaklardı ve
Kut’ül Amare üzerindeki baskıları azalacaktı.
Kuşatma konusunda Halil Bey
ile Nurettin Bey kendi aralarında görev dağılımı yapmışlardı. Nurettin Bey
İngilizler'e gelecek yardımları engellemek üzere güneye hareket ederken Halil
Bey kuşatmayı devam ettirecekti.
İngiliz yardım kuvvetleri saldırılara başlamak için yığınak yapıyorlardı.
Yardım kuvvetleri komutanı General Alymer 1 Ocak 1916’da Hindistan’dan
Ali Garbî’ye geldi. General Alymer’in komutasına bir piyade tümeni, bir
süvari ve bir piyade tugayı verilmişti. Ayrıca komutasında bu kuvvetlerin
ikmalini sağlayacak çok miktarda destek unsuru da bulunuyordu. İngiliz
yardım kuvvetleri 7 Ocak’ta Kut’ül Amare yakınlarındaki Türk birliklerine
saldırıda bulundular. Türk birlikleri saldırılar karşısında başlangıçta büyük
bir direniş göstermiş olmalarına rağmen, devam eden saldırılarda aynı direnişi
gösteremediler.
Çarpışmalar sonrasındaki Türk geri çekilmesi General Alymer
tarafından zaman kaybedilmeksizin Hindistan yönetimine rapor edildi.
Nurettin Bey komutasındaki birliklerin geri çekilmeye başlaması üzerine 6. Ordu
Komutanı Mareşal Goltz’dan Halil Bey'e bir mesaj geldi. Mareşal Goltz Kut’ül
Amare bölgesindeki tüm kuvvetlerin komutasını Halil Bey'in almasını istiyordu.
Halil Bey savaş içerisinde komutan değiştirmenin kötü sonuçlar doğurabileceğini
düşünerek teklife sıcak yaklaşmamıştı. Mareşal Goltz’a verdiği cevapta
komutayı değiştirmek yerine, eğer Nurettin Bey de kabul ederse ileri noktada
Nurettin Bey'in komutasında görev yapmayı öneriyordu. Eğer Nurettin Bey bu
durumu kabul etmez ise, savaşın geleceği için Halil Bey Mareşal Goltz’un emrini
yerine getirecek ve komutayı devralacaktı. Mareşal Goltz Halil Bey'in önerisine
karşı gönderdiği ikinci mesajda Halil Bey'in kendi kararlarını uygulamasına izin
vermiş ancak İngiliz ilerlemesinin durdurulmasını emretmişti.
Halil Bey ileri cepheye giderek Nurettin Bey ile görüştü. Görüşmede
Halil Bey Mareşal Goltz’dan aldığı emri Nurettin Beye iletti ve Nurettin Bey
komutayı Halil Bey'e devrederek ileri cepheden ayrıldı. Halil Bey 13 Ocak
1916 itibariyle Irak komutanlığını devralmış oldu.
Türk tarafında komuta devir
teslimi yapılırken, İngiliz tarafında durum incelemesi yapılmaktaydı. Çanakkale
cephesinde yer alan İngiliz generali Sir Ian Hamilton Sulva çarpışmalarındaki
Türk kuvvetlerinin ancak 75.000 kişi olduğunu bildirmişti. General Alymer ile
Townshend kuvvetleri arasında ise 60.000 kişilik bir Türk kuvvetinin olduğu
düşünülüyordu. İngilizler farklı cephelerdeki Türk birliklerinin sayılarını
karşılaştırarak, Irak’ta savaştıkları Türk birliklerinin gücünü tahmin etmeye
çalışıyorlardı.
Hindistan Dışişleri Bakanı Austen Chamberlain Irak’taki İngiliz
birliklerinin durumlarını ağır olarak nitelemekteydi. İngiliz yönetimi her
ne kadar durumlarını ağır olarak nitelese de, İngiliz birliklerinin Asya ve
Afrika’da yapmış olduğu harekâtlarda elde ettiği tecrübelerin Irak harekâtını
kazanmalarını sağlayacağına inanılmaktaydı. Irak’taki durum İngiltere Avam
Kamarasının da gündemindeydi. Gelişmelerin delegeler arasında derinlemesine
görüşüldüğü bu dönemde Irak Kuvvetleri Komutanı General Nixon hastalığı
nedeniyle görevinden ayrılmak zorunda kalmıştı. Görevine devam edemeyecek
olan General Nixon’un yerine, Hindistan karargâhı tarafından General Lake
görevlendirildi.
Türkler Kut’ül Amare’de siperlerin aralarından kâğıt pusulalar dağıtıyorlardı.
Dağıtılan pusulalarda Türkler'e karşı İngilizlerle birlikte savaşan Hintli
askerlerin İngilizler'den ayrılarak Türkler ile birlikte olmaları teşvik ediliyordu.
Aynı dönemde Hintli askerler arasında tetik parmaklarına ateş edilmiş olarak
yaralandıklarını ifade edenlerle karşılaşılmaya başlanmıştı. Yaralananların
dışında nöbette uyuyan, ya da firar ederek Türk tarafına geçmeye çalışan
Hintli askerlere de rastlanıyordu. Hintli Müslüman askerler din kardeşi olarak
niteledikleri Türkler'e karşı savaşmak istemiyorlardı. Komutasındaki birlikleri
disiplin içinde tutmaya çalışan General Townshend firar, yaralanma ve nöbette
uyuma gibi durumları yaşayan Hintli askeri ağır cezalara çarptırıyor, ya da
askeri mahkemeye veriyordu.
Kuşatma devam ederken güneyde General Alymer ve Halil Bey kuvvetleri
arasında çetin çarpışmalar yaşanmaya devam ediyordu. İki ordu arasındaki
cephe çok genişlemişti. Halil Bey Essin’deki mevzilerinin gerisinde Felâhiye’de
yeni mevziler hazırlatmaktaydı. Felâhiye Dicle nehri ile Süveyce bataklığı
arasında yer almaktaydı. Türk birliklerinin Felâhiye bölgesine çekilmesi ile cephe
daralacak ve derinleşecekti. Ayrıca Türk mevzilerinin iki cephesinden birisinin
Dicle nehri diğer cephesinin de Süveyce bataklığı ile desteklenmesi, İngilizler'in
olası bir çevirme manevrasını engelleyerek cephe saldırısı yapmalarını zorunlu
bırakacaktı.
13 Ocak ve 14 Ocak geceleri Türk birlikleri kademeli olarak geri
çekildiler. Türk birlikleri geri çekilmişlerdi, ancak bu durum İngilizlerin bir
galibiyetinin sonucunda yaşanmamıştı. İngilizler Türk birliklerinin Dicle nehri
ile Süveyce bataklığı arasındaki güçlü pozisyonu sebebiyle kuzeye ilerlemek
için Süveyce bataklığının etrafından dolaşmayı düşündüler. Bataklığın
etrafından dolaşılması durumunda İngilizler 80 km’lik bir mesafeyi kat etmek
zorunda kalacaklardı. Üncak ellerinde ikmallerini sağlayacak yeteri kadar kara
aracı yoktu.
Irak harekâtının başlangıcından itibaren ikmallerini sağladıkları
nehir hattından uzaklaşmak istemeyen İngilizler, bataklığın etrafından dolaşma
fikrinden vazgeçtiler. Bu durum İngilizler'i nehir hattı boyunca ilerlemeye
ve Türk birliklerine cepheden saldırı yapmaya mecbur bırakmıştı. General
Alymer 17 Ocakta General Townshend’e durumu hakkında bilgi verdi. Alymer
komutasındaki birlikler 7-13 Ocak arasında yaşanan çatışmalarda 6000 ölü ve
yaralı vermişlerdi.
İngiliz birlikleri Türk birliklerine göre daha donanımlıydılar.
En ağır çatışmalarda Türk birlikleri günde en fazla 1000 top mermisi atabilirken
İngilizler'in bir gün içerisinde 150.000 top mermisi attıkları görülüyordu.
Alymer komutasında 9000 kişilik muharip kuvvet olmasına rağmen,
İngiliz yardım kuvvetleri Türk birlikleri karşısında giderek azalıyordu.
General Alymer azalan kuvveti ile Felâhiye’de mevzilenen Türk kuvvetlerini
geçmesinin zor olduğunu anlamıştı. Alymer güneyden yapacağı yeni saldırı
sırasında Townshend birliklerinin şehirden çıkarak güneye ilerlemesini ve bu
sayede Türk birliklerini iki cephe arasında bırakmayı öneriyordu. Alymer’in bu
önerisi Ordu Komutanı tarafından uygun bulunmadı. Yapılacak saldırıda eğer
iki İngiliz kuvveti birleşemez ise, durumları daha da kötüleşebilirdi. General
Alymer 21 Ocak günü saldırıya geçti, ancak İngilizler Türkler karşısında tekrar
ağır bir yenilgi aldılar. Bu saldırı sonrasında Alymer Townshend’e gönderdiği
mesajda yapmış olduğu son saldırı için pişman olduğunu ve birliklerinin yeni bir
saldırı yapabilmek için hazır olmadıklarını ifade etmişti.
Alymer kuvvetlerinin
Türk birliklerini geçememesi üzerine General Townshend kuşatma altındaki
durumunu yeniden gözden geçirdi. Townshend kuşatmanın uzayacağını
öngörerek askere dağıtılan tayın miktarını yarıya indirdi. Bu sayede kuşatmaya
27 gün daha dayanabileceğini hesaplamıştı. Özellikle bu son yenilgi sonrasında
General Townshend’in aklında Alymer kuvvetlerinin yardım almaksızın Türk
kuvvetlerini geçemeyeceği fikri oluştu.
General Aylmer’in son saldırısı İngiliz basınında büyük yankı uyandırmıştı.
İngiliz basınında Irak’taki Türk birliklerinin geçilmesi zor bir engel olduğu
ifade ediliyordu. Irak’tan alınan bilgilere göre İngiliz yardım kuvvetleri yağan
yağmurlar sebebiyle ağırlaşan iklim şartlarından oldukça rahatsızlardı. Ayrıca
General Townshend’in elinde yeteri kadar yiyeceğinin bulunduğu ifade
edilse de, yardım kuvvetlerinin ulaşamaması ihtimaliyle bir ölüm korkusunun
oluştuğu da aktarılan haberler arasındaydı.
General Alymer kuvvetlerinin
kısa zamanda Kut’ül mare’ye ulaşamayacağını düşünen General Townshend,
durumunu tekrar değerlendirerek sonuçlarını ordu karargâhına iletti. Mesajında
öncelikle kendisine yardım kuvvetlerinin 15 Ocak tarihine kadar Kut’ül
Amare’ye ulaşacağının bildirildiğini, fakat bu tarihin çoktan geçmiş olduğunu
ifade ediyordu. Ardından içerisinde bulundukları durumda izleyebilecekleri
üç farklı hareket tarzını ortaya koyuyordu. Hareket tarzlarından birincisinde
Kut’ül Amare’den bir yarma harekâtı yaparak çıkmaya ve Alymer kuvvetleri
ile birleşmeye çalışmak yer alıyordu. Yarma harekâtı denenebilirdi, ancak
tüm birlikler ile yapılamazdı. Komutasındaki sağlıklı askerlerden bir kuvvet
oluşturabilir ve bu birliklerle harekâtı gerçekleştirmeyi deneyebilirdi. Bu
durumda geride kalan İngiliz askerleri Türkler'e teslim edilmiş olacaktı. İkinci
seçenek dayanılabilen son noktaya kadar savunmada kalmak ve yardım
kuvvetlerinin Kut’ül Amare’ye ulaşmasını beklemekti. Son seçenek ise
Türkler ile mâkûl bir anlaşma yapmaya çalışmaktı. Townshend eğer anlaşma
yapılır ise Kut’ül Amare’yi teslim etmek karşılığında İngiliz birliklerinin geri
çekilmelerine izin verilmesini isteyecekti.
Townshend’in mesajına kısa zaman
içerisinde Ordu Komutanı General Lake’den cevap geldi. Lake savunmada
kalma ve anlaşma yapma seçeneklerini, o anki şartlarda pek mâkûl bulmayarak
Townshend’in yarma harekâtı yapmasına izin vermiş ve kendisinden gerekli
hazırlıklara başlamasını istemişti. Ayrıca General Lake yarma harekâtında
bazı İngiliz birliklerinin geride bırakılacak olması sebebiyle, konunun
askerlerden gizli tutulmasını istemişti. Yarma harekâtı yapmak konusunda
ordu karargâhından izin gelmiş olmasına rağmen, General Townshend çevre
koşullarını tekrar gözlemleyerek bu harekâtın yapılamayacağına karar verdi.
Townshend harekâtın yapılamayacağı kararını verince yardım kuvvetleri gelene
kadar Kut’ül Amare’de daha fazla süre kalmanın yollarını aramaya başladı.
Townshend komuta heyetine şehirde arama yapmaları emrini verdi. Yapılan
aramalarda şehir halkının İngilizler'den hububat gizlediklerini fark ettiler ve
bol miktarda gıda maddesi ele geçirdiler. İngilizler buldukları hububat ile
birlikte kuşatma altında 84 gün daha dayanabileceklerini hesaplamışlardı. Townshend
vakit kaybetmeksizin durumunu bir mesajla General Lake ve Alymer’e bildirdi.
Mevsimin kış olması savaş şartlarını zorlaştırmıştı. Yağışlar nedeniyle
Dicle nehrinde taşkınlar yaşanmaktaydı. Alymer kuvvetleri en kısa zamanda
Kut’ül Amare’ye ulaşmaya çalışıyorlardı ancak Türk direnişinin dışında su
baskınları ve çamur İngiliz ilerlemesine engel oluyordu. Kut’ül Amare’nin
kuzey bastısındaki Türk birlikleri de su baskınları nedeniyle mevzilerini
boşaltarak geri çekilmek zorunda kalmışlardı.
Hava şartları her ne kadar
İngiliz ilerlemesine engel oluştursa da, General Alymer saldırılara devam
ediyordu. 5 Şubat günü İngilizler yeni bir saldırıda bulundular, ancak Türkler
tarafından geri püskürtüldüler. Kut’ül Amere’nin güneyinde aralıklarla
çatışmalar devam etse de Kut’ül-Amare çevresinde durum değişmemişti81.
Kuşatma altında geçirilen günlerin uzaması ve Alymer kuvvetlerinin Kut’ül-
Amare’ye ulaşamamış olması İngiliz askerleri arasında moral bozukluklarına
neden oluyordu. Townshend askere tebliğ yayınlayarak içerisinde bulundukları
durum hakkında bilgi vermişti. Yayımlanan tebliğ ümit verici bir içeriğe sahip
değildi. Townshend askerin mevcut durum hakkında bilgilenmelerini istemişti,
ancak onlara moral aşılamayı da eksik etmemişti.
İngiltere Kralı 14 Şubatta Damad General Townshend ve askerlerine hitaben
bir mesaj gönderdi. Mesajda Townshend ile askerlinin vermiş oldukları cesur
mücadeleyi hayranlıkla izlediğini ve onları desteklemek için mümkün olan
tüm gayretin gösterildiğini ifade ediyordu.Damad Gereral Townshend Kralının
mesajını vakit kaybetmeksizin cevapladı. Townshend cevabında Kral'ın
takdirini kazanmış olmalarının Kut’ül Amare’den kurtuluş için ümit kaynakları
olduğunu ifade etti.
Townshend’in mesajı 17 Şubat 1916 günü İngiliz
parlamentosunda okunmuş ve büyük bir coşku yaratmıştı. Kut’ül Amare’yi
desteklemek konusu sadece İngiliz askeri ve sivil yönetiminin gündeminde
değildi. İngiliz kamuoyu da Damad General Townshend’e nasıl yardım edileceği
konusunu gündeminden düşürmüyordu. Alymer kuvvetlerinin ilerleyişinin su taşkınları
nedeniyle durakladığı ve Türkler'in hava şartlarının yarattığı olumsuz durumu
sonuna kadar kullandıkları ifade ediliyordu.
Alymer ilerlemenin Townshend
de kuşatma altında daha uzun süre dayanabilmenin yollarını aramaya devam
ediyordu. Kuşatma altındaki askerlere verilen et bitmişti. Sadece hububat ile
beslenmeleri durumunda bitkin düşeceklerdi. Bu nedenle Townshend askerlere
at eti yedirmeye başladı. İngiliz askerleri at eti yiyorlardı, ancak Hintli
askerler at eti yemek istemiyorlardı. Askerlerin et yemeden dayanamayacaklarını
düşünen Townshend Alymer’e mesaj gönderdi. Townshend Alymer’den
Hindistan karargâhı ile iletişime geçmesini ve Hindistan dini liderlerinden
fetva yayınlatarak savaş şartları içerisinde at eti yenmesine engel olmadığını
ilan ettirmesini istiyordu. Townshend’in isteği Hindistan yönetimine iletildi.
Unutmıyalım ki, o tarihteki Hindistan, bugünkü Hindistan-Pakistan-Bangladeş-Keşmir'in
toplamına eşitti. Büyük bir müslüman nüfusu vardı.
Hindistan Genelkurmayı'nın gönderdiği mesajda Hindistan’daki Müslüman ve
Hindu dini liderler hayvanların kesim usullerine uyulması şartıyla askerlerin
savaş şartları içerisinde at eti yemelerine bir engel olmadığını ifade ediyorlardı.
General Alymer 4 Martta General Townshend’e bir mesaj göndererek
hava şartlarından dolayı harekâtı 7 Marta ertelediğini bildirdi. Daha
sonra bir mesaj daha göndererek harekâtı bir gün daha ertelediği bilgisini
verdi.
Alymer kuvvetleri 8 Mart sabahı saldırıya geçtiler. Türk birlikleri
savunmadaydılar, ancak İngilizler kayıplarına bakmaksızın saldırıya devam
ediyorlardı. Saldırı sonrasında bazı Türk siperleri İngilizler'in ellerine
geçmişti.
Durumu değerlendiren Halil Bey kendilerinden zafer beklendiğini ifade
ederek askerlerini süngü hücumuna geçirdi. Savaş alanı o kadar karışmıştı ki,
el bombaları daha atılamadan askerlerin ellerinde patlıyordu. Ana birliklerinin
imha olması ile İngilizler geri çekilmeye başladılar. İngiliz geri çekilmesi
ile Türk makineli tüfekleri tekrar saldırıya geçti ve İngiliz birliklerine büyük
kayıplar verdirdiler.
İngilizler 11 Mart günü tekrar saldırıya geçtiler ancak Türk
birlikleri tarafından tekrar geri püskürtüldüler. Çatışmalar sonrasında bazı
siperlerin zarar görmesi sebebiyle Halil Bey bu siperleri boşalttırdı.Yine de
İngilizler tüm saldırılarına ve verdikleri büyük kayıplarına rağmen, Türkler'i
yerlerinden sökmeyi başaramadılar.
Alymer kuvvetlerinin tekrar başarısız olması İngiliz kamuoyunda
huzursuzluk yaratmıştı. Avam Kamarasının
21 Mart tarihli toplantısında Sir Edwin Cornwall hükûmete Irak’taki İngiliz
birliklerinin durumları hakkında bazı sorular yöneltmişti. Sir Cornwall General
Townshend komutasındaki birliklerin sağlık durumu hakkında ve Alymer
kuvvetlerinin desteklenmesi konusunda yaşanan aksaklıkların sorumlularının
ortaya çıkarılması konusunda hükûmetin açıklama yapılmasını istiyordu. Sir
Cornwall’ın sorularını İngiltere Başbakanı Lloyd George yanıtladı. Llyod George
General Townshend birliklerinin son durumları hakkında bilgisi olmadığını ifade
ederken, General Alymer kuvvetlerinin desteklenmesinde herhangi bir aksaklık
olmadığı bilgisini veriyordu.
Irak harekâtındaki başarısızlıklar gün geçtikçe
İngiltere basınında yapılan eleştirilerin sertleşmesine de neden olmaktaydı. Basın
General Townshend’in yetersiz kuvvetler ile Bağdat’ı ele geçirme teşebbüsünde
bulunmanın cezasını çektiğini ifade ediyordu. Townshend 105 gündür kuşatma
altındaydı, ancak yardım kuvvetleri kendisine hâlâ çok uzaktı. Basında, yardım
kuvvetleri desteklenmeye devam edilse de, Kut’ül Amere’nin sonsuza kadar
dayanacağının beklenmemesi gerektiği vurgulanıyordu.
Yardım kuvvetlerinin yenilenen başarısızlıklarından sonra Townshend
kuşatmaya dayanabilmek için tekrar hububat tasarrufu yapmaya karar verdi.
Hububat tasarrufunu sağlayabilmek için 1000 hayvan kesilmesini onaylayan
Townshend bu sayede kuşatmada altında 15 Nisana kadar dayanabilmeyi
hedefliyordu.
Kuşatmanın diğer tarafında Halil Bey saldırıda bulunan General
Alymer kuvvetlerini geri püskürttükten sonra, General Townshend’e Alymer
kuvvetlerinin durumunu anlatan ve Townshend’i teslim olmaya çağıran bir
mektup gönderdi. Halil Bey mektubunda Townshend’in elinde yeteri kadar
yiyecek malzemesi kalmadığının ve askerler arasında hastalıkların arttığının
bilgisine sahip oluğunu da belirtiyordu. Townshend Halil Beyin teslim olma
çağrısını gönderdiği mektupla reddetti. Townshend Halil Beyin teslim çağrısını
geri çevirmiş olsa da Kut’ül-Amare’yi teslim etme, ya da boşaltma olasılığını da
göz önünde bulunduruyordu. Şehir ile birlikte, elerindeki silah, cephane
ve malzemenin teslim edilmesi karşılığında, İngilizler'in şehri terk etmelerine
izin verilmesini isteyen bir anlaşmayı Türkler'le yapma konusunda öneride
bulunduğu bir mesajı ordu komutanlığına gönderdi. Ordu komutanlığından
kendisine gönderilen mesaj şu şekildeydi; “Son kurtarma teşebbüsümüzün
başarısızlıkla sonuçlanmasının sizi ve komutanız altındaki askerleri nasıl hüsrana
uğratmış olabileceğini tahmin edebiliyor ve bu hissinizi derinden paylaşıyorum.
Ama bu çabamızdan vazgeçmeyeceğimiz konusunda sizi temin eder ve azami kuvvetin
bir sonraki teşebbüsümüz için hazırlanacağını bildiririm”.
Gelen mesajla birlikte Townshend’in, yardım kuvvetlerinin kendisine ulaşmasını
beklemekten başka çaresi kalmamıştı!
Kut’ül Amare kuşatmasının uzaması ve yardım kuvvetlerinin
başarısız saldırıları İngiltere yönetiminde alınan kararların daha sert ifadelerle
sorgulanmasına neden olmaya başlamıştı. Lord Beresford General Townshend’in
Selman-ı Pâk üzerine ilerlemede sorumluluğunun olup olmadığının hükûmet
tarafından açıklanmasını istiyordu. Lord Bedesford’un sorusunu cevaplayan
Lord Islington ilerleme sorumluluğunun General Townshend’de olmadığını
ifade ederken, ilerleme konusunda eğer General Townshend’in bir önerisi
oldu ise, bu öneriyi General Nixon’a iletmiş olabileceğini belirtiyordu. Ayrıca
ellerinde Townshend’in Nixon’a bir öneride bulunup bulunmadığına, ya da
Nixon’un ilerleme konusunda Townshend’e danışıp danışmadığına dâir bir
bilginin bulunmadığını da açıklıyordu.
İngiliz yönetimi içerisinde bulunduğu
kötü durumun sorumlularını bulmaya çalışırken, askerî yönetimde değişiklikler
yapılmıştı. 8 Mart'taki saldırıdan da başarısız sonuçlar elde eden General Alymer
İngiliz yardım kuvvetleri komutanlığından alındı ve yerine General Gorringe
getirildi. İngiliz yardım kuvvetlerindeki bu komuta değişimi İngiliz ordusu
içerisinde bazı hoşnutsuzlukların oluşmasına da sebep oldu. İngilizler
başarısızlıkların sorumlularını bulmaya çalışırlar iken, cephenin diğer tarafında
Halil Bey başarılarından dolayı İstanbul tarafından birinci derece Osmanlı nişanı
ile ödüllendirilmişti. Ödüllendirilen sadece Halil Bey değildi. 43. Alay sancağı
da altın ve gümüş savaş madalyaları ile ödüllendirildi.
Irak’taki gelişmeler İngiliz kamuoyu tarafından da dikkatle
izlenmekteydi. Basın organlarına iletilen mektuplardan İngiliz askerlerinin
durumlarının çok iyi olmadığı bilgisine ulaşılmış ve bu bilgiler kamuoyu
ile paylaşılmıştı. Mektuplardan elde edilen bilgilere göre 500 hastaya ancak
bir hastabakıcı düşmekteydi. Ameliyatlar anestezi kullanılmadan yapılırken
yüzlerce yaralıya ancak üç doktor bakmaktaydı. Ayrıca hasta bakıcıların az olması
nedeniyle hamallar hastabakıcılara yardım ediyorlardı. Yaralanan bir İngiliz
subayına 18 gün bakılmamış ve sargıları değiştirilmemişti.
İngiliz askerlerinin
yaşadığı güçlüklerin basında paylaşılmasının ardından İngiliz kamuoyunda
İngiliz hükümetine karşı bir tepki oluşmuştu. Basında İngiliz birliklerinin
Irak’a gönderilmesinde asıl sorumluluğun İngiltere Savaş Bakanlığında olduğu
ve sorumluluğun Hindistan yönetimine devredilemeyeceği ifade ediliyordu.
Ayrıca Irak’a gönderilen İngiliz askerlerinin Avrupa kökenli olduklarının altı
çizilirken, mevsimin yaza yaklaşması ile bu askerlerin hava şartlarından dolayı
daha fazla zorluk çekecekleri düşünülüyordu. Mevsim şartları İngiliz askeri
için kaygı yaratırken bu durumun Türk askerleri için avantaj haline geleceği
düşünülüyordu.
23 Mart ile 4 Nisan tarihleri arasında yağan aşırı yağmurlar
İngiliz birlikleri ile Türk siperleri arasındaki bölgenin göle dönüşmesine neden
olmuştu. İngilizler ilerlemelerinin önündeki doğal engellerden bahsederlerken
taşkın sularının bir iç deniz durumuna geldiğinden ve sazlıkların 60 cm’den 180
cm’ye uzadıklarından yakınıyorlardı.
İngiliz yardım kuvvetleri sazlıklar nedeniyle ilerleyemezlerken,
Townshend’in birlikleri uzayan otlardan yemek yapmaya çalışıyorlardı.
Kuşatma altındaki İngiliz askerlerinin durumları son derece kritik hâle
gelmişti. Townshend eğer yardım kuvvetleri 15 Nisan'a kadar Kut’ül Amare’ye
ulaşamazlarsa askerlerinin daha fazla dayanamayacağını düşünüyordu.
Yiyecek sıkıntısı nedeniyle askerin tayınlarını tekrar azaltmak zorunda kalmıştı.
Townshend 4 Nisanda genel karargâha mesaj göndererek kendilerine para
göndermelerini istedi. Para istenmesinin iki nedeni vardı. Öncelikle Araplar
İngilizler'e para bozmak istemiyorlardı. Bu nedenle yerel halktan malzeme satın
alımında sıkıntılar yaşanıyordu. Diğer neden ise eğer Kut’ül Amare’yi teslim
etmek zorunda kalırlarsa, esir düşecek İngiliz askerlerinin yanlarında para
olmasının iyi olacağını düşünüyordu.
Yağışlar nedeniyle yaşanan beklemeler süresince Türk birlikleri iyi
çalışmışlardı. Türk birlikleri aklın ve emeğin yapabileceği son noktada bir
savunma hattı oluşturmuşlardı. Hendekler birbirleri arasında bağlantılara
sahipti ve neredeyse labirent olarak nitelendirilebilirlerdi. Hazırlanan siperler
oldukça büyük bir derinliğe sahip olmanın yanında makineli tüfekler ve dikenli
tellerle de destekleniyorlardı. İngilizler bu siper hattını ancak cephe taarruzu
ile aşabileceklerini düşünüyorlardı.
Yağışların azalması ve nehrin yükselmesinin
durması ile birlikte İngiliz yardım kuvvetleri 9 Nisan sabahı saldırıya geçtiler.
Ne var ki, General Gorringe komutasındaki İngiliz yardım kuvvetleri Türk siperlerini
geçmeyi başaramadı. Türk kaynaklarından alınan bilgiler İngiliz basınına da
yansımaktaydı. Türk kaynaklarının ilettiklerine göre, 6 saat süren çatışmalarda
İngiliz birlikleri 3000 kayıp vererek geri çekilmek zorunda kalmışlardı. Verilen
kayıplar konusunda en kötü durumda olanı ise tamamen İngiliz askerlerinden
oluşan 13. İngiliz Tümeni idi.
İngiliz kayıplarını ilan eden haberler ardından
İngiltere Lordlar Kamarasında Lord Strachie yayımlanan haberlerin doğru
olmadığını ifade ederken, bu tür haberlerin basında yer almaması konusunda
görüş bildiriyordu. İngiliz basınına yansıyan haberler konusunda tartışmalar
yaşansa da, çatışan birliklerin komutasında bulunan General Gorringe, Damad
GeneralTownshend’e 9 Nisan günü bir mesaj göndererek saldırılarda başarısız
olduklarını itiraf ediyordu.
General Townshend Kut’ül Amare’de elinden geldiği kadar dayanmaya
çalışsa da, içerisinde bulunduğu durum gün geçtikçe kötüleşiyordu. Yiyecek
sıkıntısının da etkisiyle askerler arasında iskorpit ve dizanteri gibi hastalıklar
artmaya başlamıştı. Townshend yayımladığı tebliğlerde at eti yenmesi
konusunda ısrarcı olmaktaydı. At eti dağıtılmaya başladığı dönemden
itibaren birçok Hintli at eti yemeye başlamıştı, ancak hâlâ yemeyenler de vardı.
Townshend Genel Karargâha mesaj göndererek kendilerine 21 Nisan'a kadar
yiyecek malzemesi gönderilmesini istemişti. Eğer bu tarihe kadar ellerine yiyecek
malzemeleri geçmezse, at eti yemeyen Hintli askerlerin büyük bölümünün
zafiyetten öleceğini düşünüyordu.
Townshend’in yiyecek malzemesi isteği
sonrasında İngiliz yardım kuvvetleri Kut’ül Amare’ye kara ve nehir yoluyla
ulaştıramadıkları yiyecek malzemelerini havadan ulaştırmayı denemeye
başladılar. İngiliz uçakları Türk birliklerinin ateşine maruz kalmamak için
yiyecek malzemelerini yüksek irtifadan paraşütlerle atarak Kut’ül Amare’ye
düşürmeye çalışıyorlardı. Ancak esen kuvvetli rüzgâr malzemelerin çoğunun
Türk hatlarına düşmesine neden olmaktaydı.
Yardım kuvvetleri bir yandan
Kut’ül Amare’ye havadan yiyecek malzemesi ulaştırmaya çabalarken, diğer
yandan da karadan ilerlemeye çalışıyorlardı. İngiliz yardım kuvvetleri ilerlemek
için kayıplarına bakmaksızın saldırılara devam ederken Türkler önemli
kayıplar verseler de, İngilizlerin kendilerini geçmelerine izin vermiyorlardı.
Çatışmalarda siperlerin kontrolü zaman zaman el değiştiriyordu. İki tarafta
savaşın sonlarına gelindiğinin farkındaydı ve var güçleri ile savaşmaya devam
ediyorlardı. Yaşanan son çatışmalarda Türkler'in 3000 civarında kayıp verdileri
değerlendirilirken, İngilizler'in kayıplarının ise 4000’den fazla olduğu tahmin
ediliyordu. İki tarafta büyük kayıplar vermiş olsalar da, İngiliz yardım kuvvetleri
Türk hatlarını geçmeyi başaramamıştı.
General Townshend sürekli olarak yiyecek sıkıntısına çözüm bulmaya
çalışıyordu. Hintli askerlerin savaş şartları içerisinde at eti yiyebileceklerine
dâir dini liderlerinden izin gelmesine rağmen bazı Hintli askerler savaş sonrasında
Hindistan’a geri döndüklerinde at eti yemiş olmalarının halk arasında sürekli
yüzlerine vurulacağını ve hatta kızlarını bu nedenle evlendiremeyeceklerini
ifade ediyorlardı. Townshend Hindistan yönetimine mesaj göndererek
Hindistan’da bu konuyla ilgili bildiriler yayınlanmasını istedi. Bildirilerde
savaştan dönen askerlere baskı uygulayan kişilere devlet tarafından dâva
açılacağının duyurulması istenirken, geri dönen bu askerlere devletin iltizam
dağıtması öneriliyordu.
General Gorringe’nin başarısız harekâtları neticesinde yardım
kuvvetlerinin Kut’ül Amare’ye ulaşamaması ihtimali üzerinde duran
Townshend, kuşatmayı yarma harekâtı yapma konusunu tekrar
değerlendirmeye başladı. Kut’ül Amare’de bulunan İngiliz birliklerinin büyük
kısmının durumu oldukça kötüydü. Hastalık ve açlıktan her gün yaklaşık
15 kişi ölmekteydi. Bu durumdaki askerler ile yarma harekâtını hayata
geçirmek imkânsızdı. Townshend yarma harekâtını komutasındaki sağlıklı
askerler ile gerçekleştirmeyi planlıyordu. Planını komutasındaki komutanlar
ile paylaşmış ve aralarından birisi geride kalan askerlerin başında kalmaya
gönüllü olmuştu. Yarma harekâtının icra edildiği kabul edildiğinde harekâta
katılan İngiliz askerleri Türk kuvvetlerini geçmeyi başarsalar bile, geride kalan
birlikler koşulsuzca Türk birliklerine teslim edilmiş olacaktı.
Townshend kendi
askerlerini geride bırakmayı göze aldığı planını Ordu komutanlığına bildirdi.
Ordu komutanlığından kısa zaman içerisinde Townshend’in planına cevap
geldi. Ordu komutanlığı yarma harekâtında bulunmanın son çare olarak tercih
edilmesi gerektiğini değerlendirirken, harekâtta bulunan kuvvetlerin başında
General Townshend’in bulunmasını uygun görmemişti. Eğer geride askerler
kalacaksa, başlarında General Townshend kalmalıydı. Yarma kuvvetlerinin
seçimi ve düzeni konusunda General Townshend yetkilendirilirken konunun
askerlerden gizli tutulması tavsiye edilmişti. Irak’ta savaş devam ederken
6. Ordu Komutanlığını yürütmeye devam eden Mareşal Goltz 19 Nisan'da
Bağdat’ta vefat etti. General Goltz’un ölümü sonrasında 6. Ordu komutanlığı
terfi etmiş olan Halil Paşa'ya verildi.22 Nisan 1916 günü terfi emrinin gelmesi
ile birlikte Halil Bey “General, Ordu Komutanı ve Irak Genel Valisi olmuştu.”
General Gorringe ilerleyebilmek için saldırılarına devam ediyordu. Bu
sırada General Townshend Genel Karargâh'tan 22 Nisan günü bir mesaj aldı.
Mesajda Gorringe’nin 22 Nisan sabahı yapmış olduğu saldırıda da başarısız
olduğu bilgisi veriliyordu. Gelen bu son haber sonrasında General Townshend’in
kurtarılma konusunda artık ümidi, askerlerinin ise dayanacak güçleri kalmamıştı.
Townshend komutasındaki askerler ile kışla hizmetlerini bile yürütemez hâle
gelmişti. Askerlerden nöbet esnasında bayılanlar oluyordu. Townshend Genel
Karargâh'a bir mesaj göndererek Halil Paşa ile anlaşma yapma konusunda fikir
sordu. Townshend mesajına Genel Karargâhın cevap vermesini beklerken, bir
İngiliz gemisi Kut’ül Amare’ye gizlice yardım malzemesi götürmeye çalışıyordu.
Türk birlikleri gemiyi kısa zaman içerisinde fark etmişlerdi ve açtıkları top
ateşi sonrasında gemi isabet alarak karaya oturmuştu. Townshend’e yardım
ulaştırma konusunda bu deneme de başarısız olurken Kut’ül Amare’deki
Araplar her gün şehirden kaçarak Türk birliklerine sığınıyorlardı.
22 Nisan
günü kadın, çocuk ve yaşlılardan oluşan bir grup Türk mevzilerine varmışlardı.
Bu durum Türk tarafı için istenilen bir şey değildi. Halk Kut’ül-Amare’yi terk
ettikçe mevcut erzakla İngilizler'in dayanma gücü artmaktaydı. Gelişen durum
üzerine Halil Paşa Townshend’e bir mektup gönderdi. Mektubunda:“Biz
Kütül Amare’yi muhasaraya başladığımız zaman, size halkın şehirden çıkarılmasını teklif
etmiştik. Siz halkın âkıbetini İngiliz hükûmetiyle birlik gördüğünüzü söylemiştiniz.
Ve halkı çıkarmadınız. Şimdi açlık baş gösterince bunları çıkarmak suretiyle kalenin
mukavemetini arttırıyorsunuz. Siz de pek güzel takdir edersiniz ki, biz buna müsaade
edemeyiz. Birinci hatlarımıza iltica edecek halka karşı silah kullanacağız. Bu tarzı
hareketinizden dolayı tarih sizi sözünü tutmamış bir kumandan olarak tanıyacaktır”121
ifadeleri ile Townshend’i ikaz ediyordu.
Townshend zaman kaybetmeksizin
Halil Paşanın mektubunu; “Kütül Amare muhasarası başladığı zaman, müracaatınız
üzerine ben de halka Kütül Amare’yi terk etmelerini tebliğ etmiştim. O vakit onlar bunu
kabul etmediler. Takdir edersiniz ki, İngiliz ordusuyla mukadderatını birleştirmek
isteyen bu halkı zorla yurtlarından çıkarmak elimden gelemezdi. Muhasaranın bütün
meşakkatine bizimle birlikte katlanmış olan bu halk, nihayet askerin tahammüle mecbur
olduğu zorluklara tahammül edemedi, çıkmak istedi. Kendilerine yaptığım her türlü
tebligat ve yardıma rağmen, çıkmaya devam ettiler. Şimdi de sizin silahla karşılayacağınız
yolundaki tebligatınızı tekrar halka ilan ettim. Fakat müessir olmadı. Tekrar çıkıyorlar.
Çıkaran ve tutan ben değilim, kendileridir. Tarih bizi sözünde durmayan bir kumandan
olarak tanıyamaz. Fakat siz, perişan ve aç bir halka silah kullanırsanız, tarih sizi kendi
teba’sına silah kullanmış bir kumandan tanıyacaktır” ifadeleriyle cevaplıyordu.
Kut’ül Amare’nin Düşüşü
Halil Paşa ile Damad General Townshend arasındaki psikolojik ve fiziki
savaş daha fazla devam edemeyecekti çünkü Townshend’in elinde yiyeceği
kalmamıştı. İngilizler arasında her gün yaklaşık yirmi kişi ölmeye başlamıştı.
General Townshend 26 Nisan 1916 günü Türkler ile anlaşmak için görüşmelere
başlamak zorunda kalmıştı. Halil Paşa Townshend’in görüşme isteğine
olumlu yaklaştığını kendisine gönderdiği mektupla bildirmişti. Görüşme Dicle
nehri üzerinde yapılacaktı. İki komutan da anlaşılan saatte botları ile birlikte
nehir üzerinde belirlenen noktada buluştular. Görüşmede General Townshend
ellerindeki bütün silah ve cephaneyi teslim etmek, savaş boyunca Türk kuvvetleri
ile bir daha karşılaşmamak ve 1 milyon İngiliz Sterlini vermek karşılığında İngiliz
birliklerinin Kut’ül Amare’yi terk ederek Basra’ya doğru geri çekilmelerine izin
verilmesini istedi!... Halil Paşa kendisine yapılan bu teklifi reddetti. İngilizler'in
elerindeki silah ve cephanenin çeşidi Türk birliklerinde kullanılanlar ile
uyuşmamaktaydı. Ayrıca Halil Paşa beş aydır İngilizler ile savaştığını, bunun
karşılığının ise para olmadığını ifade etmişti. Yapılan görüşmede anlaşmaya
varamayan Halil Paşa ve General Townshend ayrılarak birliklerinin başlarına
döndüler. Birliklerinin başına varan Halil Paşa komutasındakilere son bir
saldırıda bulunmak için hazırlıklara başlamaları emrini verdi.
Halil Paşa
Kut’ül-Amare’yi teslim almak için savaşmaya devam edebilirdi, ancak
İngilizler'in savaşacak ya da kuşatma altında daha fazla dayanabilecek güçleri
kalmamıştı. Townshend’in dayanma gücünün kalmadığı anda İngiltere Savaş
Bakanlığı anlaşma görüşmelerinde arabuluculuk yaparak Townshend’e
yardım etmeleri için Yüzbaşı Aubrey Herbert ve casus Yüzbaşı T.E. Lawrence’sı
görevlendirdi. General Townshend ile Halil Paşa'nın ilk görüşmeleri sonrasında
anlaşmaya varamamaları üzerine, Herbert ve Lawrence General Townshend’in
Halil Paşa'ya teklif ettiği 1 milyon Sterlin tazminatı arttırmak için Londra’dan
izin istediler. İzinin gelmesi üzerine İngilizler daha önce teklif edilmiş olan
silah ve cephanenin teslim edilmesi ile Basra’ya geri çekilme hususları aynı kalmak
üzere, vermeyi teklif ettikleri paranın miktarını 2 milyon Sterlin'e çıkardılar!..
Casus Lawrence İngilizler'in yeni teklifini iletmek üzere Türk hatlarına gitti
ve teklifi Halil Paşa'ya bizzat kendisi iletti. Halil Paşa Türk hükümetinin silah
ve paraya
ihtiyacının olmadığını belirterek teklifi reddetti ve Lawrence’ı geri gönderdi.
Ayrıca İngilizler'e eğer 29 Nisan günü teslim olmazlar ise saldırıya başlanacağını
da bildirdi.
Halil Paşa'nın uyarısı sonrasında 28 Nisan akşamı Kut’ül Amare’den
patlama sesleri duyulmaya başladı ve sabaha kadar şehirden alevler yükseldi.
İngilizler cephanelerini imha ediyorlardı. 29 Nisan sabahı iki İngiliz subayı
Türk mevzilerine gelerek Kral Damadı General Townshend’in koşulsuz olarak teslim
olduğunu bildirdiler. General Townshend’in teslimiyet kararını İngiliz subayları
Türk tarafına iletirlerken, bu durumu kendisi 29 Nisan 1916 saat 13:20’de
çektiği acil durum mesajı ile İngiliz karargâhına bildirdi.
Binbaşı Nazmi Solak
yönetimindeki 3. Piyade Alayı askerleri Kut’ül Amare’ye giren ilk Türk birliği
oldu. Aynı gün saat 14:30 civarında Kut’ül Amare’deki hükûmet konağına
Türk bayrağı çekildi. Türk birliklerinin şehre girmesi ile birlikte uzun zamandır
yiyecek sıkıntısı çeken İngiliz askerleri sağlık kontrolünden geçirilmeye
başlandı. Şehrin teslim alınması ile birlikte Halil Paşa General Townshend’i
ziyaret etti. Ziyaret esnasında teslim olan bir komutan ve asker olarak General
Townshend kılıç ve silahını Halil Paşa'ya teslim etti, ancak Halil Paşa “Bunlar
şimdiye kadar sizindi, bundan sonra da öyle olacak” ifadeleriyle silah ve kılıcı
teslim almayı kabul etmedi. Halil Paşa bu davranışı ile General Townshend’in askerlik
onurunu korurken kendisine İstanbul’a götürülerek misafir edileceği bilgisini
de verdi. Teslim olan İngiliz birlikleri hakkında da bilgi veren Halil Paşa
İngiliz birliklerinin Anadolu’da iklimi güzel deniz kenarı yerlere götürülerek
gözaltında tutulacaklarını ifade etti.
13 general, 481 subay olmak üzere 13.309 kişiden oluşan İngiliz birliği teslim
olmuştu. Teslimden hemen sonraşerefli ve insanî duyguları yüksek Türkler,
İngilizler'e yemek için koyun
eti ve diğer yiyecek maddeleri gönderdi. İngiliz askerlerinin bir sıkıntısı da
sigaralarının bitmiş
olması idi. Türkler İngilizler'e bol miktarda sigara ve tütün verdiler. İngilizler
Türkler'in Hıristiyan Batı'da asla görülmmeyen bu davranışlarından dolayı çok
duygulandılar. Zirâ İngilizlera esir düşen Türk askerlerini Mısır'ın İskenderiye
şehri yakınlarında bulunan Seydibeşir Usare kampında mikrop kırma bahanesi ile
süngü zoruyla normalin çok üzerinde krizol maddesi attıkları
suda yıkanmaya zorlayarak kör etmişlerdi!..
Türkler şehre yardım ederken İngiliz
yardım kuvvetlerini temsilen iki İngiliz subayı teslim olan İngiliz Hânedan Damadı General
Townshendve birlikleri için bazı tekliflerde bulundular. Londra belediyesi teslim olan
İngiliz askerleri için bazı yiyecek maddeleri ve hediyeler göndermişti. Bu yiyecek ve
hediyelerin teslim olan İngiliz askerlerine dağıtılmasını istiyorlardı. Ayrıca
İngiliz askerleri arasındaki hasta ve yaralıların ayrılmalarına izin verilmesi de
isteniyordu. İngilizler'in yaptığı tüm teklifler kabul edildi. İngiltere’den gelen
yardımlar Türk ve İngiliz ortak heyetlerince İngiliz askerlerine dağıtılmıştı.
İngiliz askerlerinin İngiltere’den gönderilen yiyecekler ile beslenmelerinin
dışında kendilerine para da dağıtıldı.
Halil Paşa elde ettikleri zaferi vakit kaybetmeden Dâhiliye Nezâreti'ne
bildirmişti. Dâhiliye Nezâreti ise Halil Paşa komutasındaki Türk birliklerinin bu
zaferini tüm vilâyetlere duyurdu. Dâhiliye Nezâreti'nce bu zafer duyurusu
yapılırken Halil Paşa komutasındaki askerlerin göstermiş oldukları başarılar
da unutulmamıştı. Teslim alınan İngiliz birliklerinin beslenmesi tamamlandıktan
sonra daha fazla zaman kaybetmeden İngiliz birliklerinin bölgeden ayrılarak
Anadolu’ya gönderilmeleri gerekiyordu. Halil Paşa yorgun haldeki İngiliz
askerlerini bu yolculukta yürütmek istememişti. Elinde nehirde kullanılabilecek
vapuru vardı, ancak yeterli miktarda kömürü mevcut değildi. Bu nedenle Halil
Paşa İngiliz yardım kuvvetlerinin komutasındaki General Gorringe’e durumu
ve niyetini belirten bir mektup göndererek kendisinden kömür istedi. General
Görringe’den gelen cevapta kömür gönderecek imkânlarının olmadığı ifade
ediliyordu. Artık yapılacak bir şey kalmamıştı ve yolculuğa yürüyerek devam
edilecekti. Kıtalar yürümek zorunda kalırlar iken, teslim olan İngiliz generalleri
araçla Bağdat’a gönderildiler.
Rahmetli Halil Paşa Bağdat'ta emrindeki kahraman TÜRK subay ve
askerlerine şöyle hitap etti:
ORDUMA
- "Arslanlar!.."
- " Bugün Türkler'e şeref-ü şan, İngilizler'e kara meydan olan şu kızgın
toprağın müşemmes semâsında - "Bize 200 seneden beri tarihimizde okunmayan bir vak'ayı kaydettiren Cenab-ı
Allah'a hamd-ü şükür eylerim. - "İşte TÜRK sebatının İngiliz inadını kırdığı birinci vak'ayı Çanakkale'de,
ikinci vak'ayı burada görüyoruz."
- "Bugüne KUT BAYRAMI nâmını veriyorum. Ordumun her ferdi, her sene bu günü
tesit ederken Mirliva Halil (Kut)
Osmanlı birliklerinin kazandığı büyük zafer başlangıçta Osmanlı Devleti
ve İngiltere olmak üzere savaşın iki cephesinde de büyük bir yankı yaratmıştı.
Halil Paşanın Kut’ül Amare zaferi Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda gündeme
gelmiş ve Halil Paşa'nın elde etmiş olduğu başarının savaş içerisinde Afganistan
ve Hindistan’da da büyük etkiler yaratacağı değerlendirilmişti. Başarılarından
dolayı Halil Paşa altın imtiyaz madalyası il.
6. Ordunun başarısı Osmanlı
yönetiminin dışında halk arasında da büyük coşkuyla karşılanmıştı. İstanbul’da
İtfaiye ve Merkez Muhafaza taburları meş'alelerle Beyazıt meydanına inerek
tören yaparken, halk da törenlere coşkuyla katılmıştı. Prusya’da askerî orkestra
müdürü Paul Ivan, kazanılan Türk zaferi sonrasında Kut’ül Amare Marşı adında
bir marş bestelemişti. Paul Ivan’ın yazıp bestelediği bu zafer marşı daha sonra
Sultan Reşat’a da sunulmuştu. Beyazıt meydanında yapılan zafer gösterilerin
benzerleri Almanya’daki birçok şehir ve Berlin’deki Osmanlı elçiliği önünde
de gerçekleşmişti. Kut’ül Amare zaferi Almanya’da öyle büyük bir coşkuyla
karşılanmıştı ki, Alman İmparatoru okulları zafer dolayısıyla bir gün tatil
etmişti. Almanya’nın Berliner Tageblatt
gazetesi Kut’ül Amare’nin düşüşünün siyasî ve askerî olarak büyük bir
öneminin olduğunu ifade ederken Vossische Zeitung durumu İngiltere’nin
şimdiye kadar almış olduğu en acı verici askeri darbe olarak nitelendiriyordu.
Keolnische Volks Zeitung Kut’ül Amare’nin düşüşünün İngiltere’yi derinden
etkileyeceği konusunda şüphe olmadığını ifade ediyordu.Kolay değil, müttefikiniz
sizin yapamadığınız, hiç kimsenin yapamadığını
yapmış, İngiliz Kralı'nın damadını ordusuyla birlikte esir etmişti!..
İngiltere basını da İngiliz mağlubiyetine büyük yer veriyordu. Basın
General Townshend ve birliklerinin teslimiyeti hakkında öncelikle erzaklarının
tükendiğini ifade ederken, silah ve mühimmatın imha edildiğini aktarılıyordu.
Teslimiyet esnasında Halil Paşa'nın General Townshend’in silah ve kılıcını
kendisine iade etmesi de aktarılan öncelikli haberler arasındaydı. İngilizler
Irak savaşlarında sadece mücadeleyi değil, itibarlarını da kaybettiklerinin
farkındaydılar. Bu nedenle Kut’ül Amare’deki mağlubiyetlerinin Avrupa’da
nasıl algılandığını yakından takip ediyorlardı. Kut’ül Amare’nin Türkler
tarafından yeniden ele geçirilmesi, savaşın farklı taraflarındaki devletler
içerisinde farklı şekillerde karşılanmıştı. Kut’ül-Amare’nin
alınması Osmanlı Devletinin savaştaki müttefiki olan Almanya kamuoyunda
sevinç ve heyecanla karşılanırken İngiltere’nin savaştaki müttefiki olan Fransa
kamuoyunda daha farklı karşılanmıştı.
Fransız basınında Kut’ül Amare’de teslim olan İngiliz askerlerinin
onurluca savaştıkları ifade ediliyordu. Ayrıca Fransızlar İngilizler'in ve Ruslar'ın
Anadolu’da icra ettikleri harekâtları değerlendirdiklerinde, İngilizler'in Kut’ül
Amare’deki mağlubiyetini çok önemli bulmadıklarını da belirtiyorlardı. Diğer
bir Fransız gazetesi olan Echo de Paris durumu kuşatma altında kalan İngiliz
birliklerinin başarısı olarak yorumlamıştı. Onlara göre kuşatma altındaki İngiliz
birlikleri Osmanlı'nın Irak bölgesinde kuvvet bulundurmasını mecbur bırakarak
savaşın diğer cephelerine kuvvet göndermesini engellemişti. Figaro İngilizler'in
Townshend’in öcünü almak için Kut’ül Amare’yi düşüreceklerini düşünürken,
Martin Türkler'in Mezopotamya’da her zaman İngilizler'le yüzleşmek
zorunda kalacaklarını tahmin ediyordu. Irak cephesindeki Türk galibiyeti
diğer cephelerdeki gelişmelerle karşılaştırılarak Kut’ülAmare’nin teslim
alınmasındaki başarı hafifletilmeye çalışıyordu. Bu konuda çıkan haberlerde
Türklerin Kut’ül Amare galibiyetinin Trabzon ve Erzurum mağlubiyetlerinin
acısını telâfi eder derecede olup olmadığı sorgulanıyordu. Fransızlar
İngilizler'in mağlubiyeti hakkında her ne kadar ılımlı ifadeler kullansalar da,
Amerikan basını durumu İngiliz itibarının kaybı olarak nitelendiriyordu.
Kut’ül Amare’nin Türk birlikleri tarafından tekrar teslim alınmasının
yarattığı etki kamuoyunun gündemine yerleşmişken, Hindistan ve Avustralya
yönetimleri de İngiliz mağlubiyeti konusunda üzüntülerini dile getiriyorlardı.
Kut’ül Amare’nin teslim olması tabii ki İngiltere yönetiminin de gündemindeydi.
İngiltere parlamentosunda öncelikle Halil Paşa'nın Kral Damadı General Townshend’e
esaretleri boyunca kendilerine her türlü ilginin gösterileceği ve sağlıklı yerlerde
misafir edilecekleri konusunda verdiği güvence gündeme getirilmişti. Lord
Beresford Dışişleri Bakanı'na Halil Paşa'nın Townshend ve birliklerinin cesurca
savunma yapmış olmalarından etkilenerek Townshend’e kılıç ve silahını
iade etmiş olup olamayacağını sormuştu. Lord Kitchener yöneltilen soruya
Townshend’i överek ve kuşatma altındaki mücadelesinden bahsederek cevap
verdi. Lord Kitchener’in konuşması İngiliz parlamentosunda büyük coşku ve
alkışlarla dinlenirken, konuşmanın sonunda Townshend’in teslim olmadan
önce gönderdiği son mesaj da okundu. Kut’ül Amare mağlubiyeti İngiliz
kamuoyunun gündeminde yer almayı sürdürürken, Irak’ta İngiliz ve Türk
birlikleri arasında yaralı değişimi kapsamında İngiliz askerleri tahliye edilmeye
devam ediyordu!
--------------------------------
Bu arada belirtelim: Biz bu çalışmayı yaparken 4-5 yıl önce internette
General Townshend'in "İngiliz Kralı'nın damadı" olduğunu, hatta karısı, Kral'ın
kızıyla birlikte esir düştüğüne dair bilgileri muhtelif sayfalarda görmüştük.
Ama şimdi bakıyoruz (2015), ne Türkçe, ne İngilizce hiç bir sayfada bu bilgiler
yok!.. Niye???
Çünkü üzerinde güneş batmayan Büyük Britanya İmparatorluğu'na ve İngiliz
Kraliyet Âilesi'ne böyle bir darbe vuran bir Kraliyet mensubunu ordusuyla
birlikte esir alan bir tek TÜRKLER var!.. İngilizler bu olayı örtbas etmek istiyor.
Herhalde bizden de rica etmişler ki, hemen hiç bir tarih kitabında bu gerçek
yer almıyor!..
SÜLEYMAN ASKERÎ bey (1884, Prizren - 14 Nisan 1915, Basra)
Teşkilât-ı Mahsusa'nın başkanlarındandır..
1909'da Bağdat Jandarma Alayı'nı yeniden düzenledi. Balkan Savaşları ve
I. Dünya Savaşı'na katıldı, daha sonra Bağdat valiliğine atandı.
Irak Ordusu komutanlığı ise, o bir anlık paniğin ordunun dağılmasına sebep
olacağını sezerek silahını çekip, "Kumandan benim! Karşı geleni vururum!" diyen
Ahmet Erner'e geçmiştir.
Meşrutiyetin ilan sürecinde ismi çok geçen, Teşkilat-ı Mahsusa’nın da lider
kadrosunda yer alan Süleyman Askerî Bey, Makedonya’da yürütülen çete takibinde
kendini göstermiş, Rumeli’de Sultan II. Abdülhamit’e karşı olan genç subaylar
arasında yer almış, gayet teşkilatçı ve maceraperest bir insandı. Meşrutiyetin
ilanından sonra biraz geri planda kalmış, Bağdat’taki jandarma birliklerinin
ıslahı için Albay Nuri Bey'le Irak’a gitmişti. İtalyanların Trablusgarp’ı işgâl
teşebbüsü karşısında kılık değiştirerek yakın arkadaşlarıyla beraber Bingazi’ye
gelmiş, Enver ve Mustafa Kemal Paşalar'la birlikte mücadeleye katılmıştı.
Trablusgarp Savaşı’nın bitimiyle birlikte emekliye ayrılana kadar Bağdat Jandarma
mektebinde öğretmenlik yapan Süleyman Askerî Bey, daha sonra İttihat ve Terakki
Cemiyetinde teşkilat işleriyle meşgul olmaya başladı. Enver ve Cemal Paşalar'ın
da sonsuz güvenini kazandı. Cemal Paşa hâtıratında Süleyman Bey'le ilgili
şunları söylüyor:
- “Süleyman Askerî Bey biraz acul (aceleci), biraz da nikbin (iyimser) biri
olmasına rağmen, pek mükemmel ve müteşebbis bir idare adamı addolunabilirdi.”
I. Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla birlikte tekrar orduya alınan Süleyman Askerî,
Kurmay Yarbay rütbesiyle Irak cephesine gönderildi. Daha evvel Rumeli’de birlikte
çalıştığı subay ve seçkin gönüllülerden oluşan bir taburla (Osmancık Taburu)
Basra’yı düşmandan kurtarmak için harekete geçti. Bağdat’tan itibaren bütün
yol boyunca yerel halkın sevgi gösterileriyle karşılaşan Süleyman Bey, özellikle
bölgedeki aşiret güçlerinin yardımını çok önemsiyordu.
Teşkilât-ı Mahsusa'nın başkanı ve Irak Havâlisi Kumandanı Süleyman Askerî,
İran'ın Ahvaz şehrini ele geçirmiş, Abadan'daki İngilizler'in kontrolündeki
petrol kuyularını ateşe vermiş, ve Basra'da İngiliz kuvvetlerini çelmeye
almışken, bir tel makası olmadığından tel örgüleri aşamadıkları için eratı
Bercisiye bataklığında boğulduğu ve bunu kendine yediremediği içinp tabancasını
kafasına sıkarak intihar etmiştir.
Osmanlı kuvvetleri 20 Ocak 1915’te, Dicle boyunda keşif harekâtı yapan İngilizler'le
karşılaşmış, çıkan çatışmada başarılı olmuş, fakat Süleyman Bey bacağından
yaralanmıştı. Tedavi için Bağdat’a gitmiş, ancak doktorların tüm ısrarlarına
rağmen hastanede kalmayıp tekrar cepheye koşmuştu. Bu olaydan kısa bir süre sonra
Basra yakınlarında Şuaybe ve Bercisiyye’de İngilizler'e karşı kanlı mücadeleler
tekrar başladı (12 Nisan 1915). Uceymi Sadun Paşa ve aşireti de burada düşmana
karşı Osmanlı kuvvetlerini destekliyordu. Çarpışmaların ilk günlerinde başarılar
elde edilse de, düşmanın elindeki modern silahlar Türk kuvvetlerini çaresiz
bırakıyor, iş piyade askerlerinin İngiliz askerleriyle göğüs göğüse çarpışmasına
kalıyordu. Bu çetin mücadele devam ederken İngilizler'in yardımına ihtiyat
kuvvetleri yetişti ve durum birden Osmanlı Ordusunun aleyhine döndü. Üç gün
boyunca devam eden çarpışmaların sonunda İngilizler karşı taarruza geçti. Bize
yardım edecek Arap aşiretlerin Şammar, Necd ve İbnü’r Reşid haricinde hiçbirinden
maalesef ses seda çıkmıyordu. Bu durum Süleyman Askerî Bey’i umutsuzluğa
sürükledi. Lâkin o, asla mücadeleden vazgeçmedi. Harekâtı sedyede yaralı bir
şekilde yöneten Süleyman Bey, aleyhimize dönen durumu gördükçe ayağa kalkmaya
çalışmış ancak bacağındaki kurşun yaraları kemiğine kadar işlediğinden tekrar
sedyesine oturmak zorunda kalmıştı. Düşman mermileri Türk komuta merkezinin iyice
yakınlarına isabet etmeye başlayınca, Süleyman Askerî Bey bir arabaya bindirildi.
Kendisine Binbaşı Âdil, Yaver Rüsuhi, Kâtip Manastırlı Seyfi, Emir subayı Sâdık,
Topçu Yüzbaşı Şevki, Üstteğmen Fikri Bey ve Teğmen Hadi Beyler eşlik etti.
Maiyetine yeniden savaş hattına dönmelerini emreden bu fedakâr komutanın
arabasından birkaç dakika sonra bir el silah sesi duyuldu. Süleyman Bey elinde
tabancası ile cansız bir halde arabada yatıyordu. Nâşı Nuhayle’deki karargâha
götürüldü ve aynı gece kaldığı çadırının içinde kazılan mezara defnedildi.
(13 Nisan 1915) ALLAH rahmet eylesin!
NUREDDİN BEY : (Nureddin İbrahim Konyar veya Sakallı Nurettin Paşa; 1873, Bursa
- 18 Şubat 1932, İstanbul) Müşir (Mareşal) İbrahim Paşa'nın oğludur. 1890 yılında
Pangaltı'daki Mekteb-i Füsûn-u Harbiyye-i Şahâne'ye girdi. 1893 yılında
piyade sınıfının 31. olarak bitirerek Mülazım-ı Sani rütbesiyle mezun oldu.[
Arapça, Fransızca, Almanca ve Rusça bilirdi.
31 Ocak 1895 tarihinde Mülazım-ı Evvel; 22 Temmuz 1895 tarihinde de Yüzbaşı
rütbesine terfi etti. 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı'nda Başkomutan Ethem Paşa'nın
yaverliğini yaptı. Ekim 1898 tarihinde Sultan II. Abdülhamid'in yaverliğine
atandı. 1901 yılında, Binbaşı rütbesine terfi etti. 1902-1903 yılları arasında
da Makedonya'da çetecilerle savaştı.1907'de Kaymakam (Yarbay) ve 1908'de Miralay
(Albay) rütbesine terfi etti. 1908'de babasını dinlemeyerek, İttihat ve Terakki
Komitesi'ne katıldı. 1909 tarihinde Tasfiye-i Rütbe-i Askeriye Kanunu ile
rütbesi Binbaşılığa indirildi ve Birinci Ordu'ya bağlı yedek kuvvetlere atandı.
1911 tarihinde XIV. Kolordu bünyesindeki kuvvetleriyle Yemen'de isyancılarla
mücadele ederken Yarbay rütbesine terfi etti. 1913 yılında Balkan Savaşı'nın
son aşamasında komutasındaki 9. Piyade Alayı ile Yemen'den döndü ve savaşa
katıldı.
Süleyman Askerî Bey'in intihar
etmesinden sonra 20 Nisan 1915'de Irak ve Havâlisi Genel Komutanlığı'na atandı.
Haziran ayında komutayı aldı. Aynı zamanda bu komutanlığın yanında Basra ve
Bağdat Valiliği'ne de atandı.
Tümgeneral Charles Vere Ferrers Townshend komutasındaki İngiliz 6. Poona Tümeni
(Hint Tümeni) Bağdat'a ilerlemeye çalışırken 22-23 Kasım 1915'te Selman-ı Pâk
Muharebesi'ni (Ctesiphon) kazanamayarak geri çekildi ve 3 Aralık'ta Kut'a sığındı.
İngilizler'i takip eden Nureddin Bey'in komutasındaki Türk birlikleri İngiliz
kuvvetlerini Kut şehrinde kuşatma altına aldı. 20 Ocak 1916 tarihinde, Harbiye
Nazırı Enver Paşa, Nureddin Bey'in yerine amcası Miralay Halil Bey'i atadı.
Nureddin Bey 9. Kolordu komutanı ve 3. Ordu komutan vekili olarak atandı.
1918 yılında Mirlivalığa terfi etti ve Paşa unvanını aldı.
Kasım 1918'de, aynı zamanda İzmir merkezli 17. Kolordu komutanı ve Aydın
Vilâyeti Vâlisi olarak atandı. 30 Aralık 1918 tarihinde, İstanbul merkezli
25.. Kolordu komutanı olarak atandı. Urla'da isyan çıkınca, 2 Şubat 1919
tarihinde tekrar Aydın Vâliliği'ne ve Aydın Bölge Komutanlığı'na atandı.
Vâliliği sırasında, İzmir'in Sevr Antlaşması uyarınca Yunanlar'a verilmesine
karşı çıkan İzmir Müdafaa-i Hukuk-i Osmaniye Cemiyeti'ni destekleyerek bir
direniş komitesi kurulmasını sağladı. Bu faaliyetleri İtilâf Devletleri'ni
rahatsız etti. İtilâf Devletleri Osmanlı Hükûmeti'ne baskı yaparak, Nureddin
Paşa'nın vâlilik görevinden alınmasını istediler. Nitekim Yunan işgâlinden
kısa bir süre önce 22 Mart 1919 tarihinde vâlilik görevinden alındı.
Haziran 1920'de Kurtuluş Savaşı'na katılmak üzere Anadolu'ya geçti. 9 Aralık
1920 tarihinde Pontus Rum çetelerine karşı Amasya'da kurulan 10,000 askerden
oluşan Merkez Ordusu Komutanlığı'na atandı. İsyanı bastırmak için çok sert
önlemler aldı. Amerikan misyonerlerin sınır dışı edildi. İsyana destek veren
Hıristiyan ahaliden birçok kişi vatana ihanet suçundan idam edildi.
Millî Mücadele sırasında Sakallı Nureddin Paşa’ya bağlı kuvvetler bir yandan
Rum köylerine baskınlar yaparak çetecileri imha etti. TBMM’de
kabul edilen bir kararname ile Muğla, Aydın, Burdur ve Silifke livalarındaki
18-50 yaş arasındaki Hıristiyanlar ile Karadeniz havalisindeki 15-50 yaş
arasındaki Hıristiyanların Sivas, Elazığ, Ergani, Malatya, Maraş’a tehcir
edilmeleri emredilmişti. Nureddin Paşa’ya bağlı birlikler bölgede
çok sert uygulmalar yaptılar. Sonunda Karadeniz ve Doğu vilayetlerinin
milletvekilleri isyan etti. Erzurum Milletvekili Hüseyin Avni (Ulaş) ve
106 arkadaşının imzaladığı dilekçe Dâhiliye Vekâleti’nce haklı görülünce,
Nureddin Paşa 4 Kasım 1921’de Merkez Ordusu Komutanlığı’ndan alındı ve
Ankara’ya çağrıldı. Ama savaş vardı, ve isyanharın mutlaka bastırılması
gerekiyordu. Nureddin Paşa’yı milletvekillerinin gazabından Mustafa Kemâl
kurtardı, Genelkurmay Başkanı’nın kendisini yargılaması koşuluyla Meclis
soruşturmasından vazgeçilmesini sağladı. Fevzi (Çakmak) Paşa tahmin edileceği
gibi Nureddin Paşa’yı cezalandırmadı, sadece askerlik görevine son verdi.
1922'de Ali İhsan Paşa'nın görevden alınması sonrasında ve Refet Paşa ile Ali
Fuat Paşa'nın komutanlık teklifini reddetmesi üzerine 29 Haziran 1922 tarihinde
1. Ordu komutanlığına atandı. Bu görevinde Büyük Taarruz'a katıldı. Nureddin
Paşa’ya Uşak, Alaşehir, Nazilli istikametine kaçmakta olan Yunan askerlerini
ve yol üzerindeki direnen Rumlar'ı ‘tepeleme’ görevi verilmişti. Paşa bu görevi
de hakkıyla yaptı. 9 Eylül günü İzmir’e giren ve düşmanı ihanet eden Rumlar'la
birlikte “denize döken” askerlerin komutanı Nureddin Paşa’ydı.
Zaferden sonra Ferikliğe terfi etti.
İzmir'in geri alınmasından sonra kurulan askerî mahkemede, Millî Mücadele'yi
sabote eden, düşmanla müşterek hareket eden bazı yerli ve Rum asıllıları muhakeme
ettirmekten çekinmemiştir. Bunlar arasında Islahat Gazetesi sahibi Süreyya ve
Efes Metropoliti Hrisostomos da bulunmaktadır. İşgal döneminde gazetesinde işgal
kuvvetlerini metheden ve Millî Mücadele'yi kötüleyen gazeteci Süreyya mahkemece
idama mahkûm edilmiş ve cezası infaz edilmiştir. Osmanlı tebasından olmakla,
Yunan işgali sırasında Türklere karşı bariz bir nefret ve bir din adamına
yakışmayacak tavırlar sergilemiş olan Hrisostomos ise, Nurettin Paşa'nın makamına
çağırılmasını takiben gevşek bir koruma ile Türk mahallelerinin ortasından
geçirilmiş ve halk tarafından linç edilmiştir. Aynı şekilde
yazılarıyla milliyetçi cephenin tepkisini
çeken gazeteci Ali Kemâl'i Kurtuluş Savaşı'nın son günlerinde İzmit'te linç
ettirmesi, ve Koçgiri İsyanı'nı bastırma şekli tartışma konusudur. İsyanda
500 âsiyi kendi tâbiriyle 'temizledi', 2000 kişiyi sürdü.
Nureddin Paşa, Orgeneral (dört yıldızlı rütbe) olarak, İsmet
İnönü ve Fevzi Çakmak'ı izleyen dördüncü kişi olarak gösterildi. Büyük başarıları
olmuştur. ALLAH rahmet eylesin.
HALİL (KUT) PAŞA: (d. 1882, İstanbul - ö.20 Ağustos 1957,
İstanbul) Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük amcası olan Halil Paşa,
Kut'ül Amare Kuşatması sonucundaki zafere istinaden Kut soyadını almıştır.
Harp Akademisi'nde Mustafa Kemal Atatürk ile aynı sınıfta okumuştur. İttihat
ve Terakki Fırkası mensubu idi.
İkinci Meşrutiyet ve 31 Mart İsyanı arasında İran'da sınır ötesi askerî
görev yapmıştır. 23 Ocak 1913 tarihindeki Bâb-ı Âli Baskını'ndan sonra
İstanbul Merkez Komutanlığına atandı.
19 Nisan 1916'da Osmanlı ve Alman İmparatorluğu Mareşali Colmar von der
Goltz Paşa, Bağdat'ta bulunan karargâhında tifüsten ölünce, genç yaşta olmasına
rağmen Mirliva Halil Paşa 6. Ordu komutanlığına atandı.
29 Nisan 1916'da Irak Cephesi'nde Kut'ül Amare kasabasında İngiliz Kralı'nın
damadı General Sir Charles
Townshend komutasındaki İngiliz ordularını esir aldı.
İngiliz General, Kut'ta yaşanan açlıktan dolayı diğer 13 general, 481 subay
ve 13109 er ile birlikte teslim oldu.
Kut'un alınmasından sonra Halil Paşa, Irak askerî valiliğine getirildi.
11 Mart 1917'de General Maude yönetimindeki İngiliz birlikleri Bağdat'a girerken,
Halil Paşa'nın komutasındaki Osmanlı askerleri Bağdat'ı boşaltmak zorunda kaldı.
Mondros Mütarekesi’nin ardından İstanbul’a dönmek zorunda kaldı. Diğer
İttihaçılarla birlikte Bekirağa Bölüğü’ne kapatıldıysa da, Yahya Kaptan
tarafından kaçırıldı. Sivas’a giderek Heyet-i Temsiliye başkanı Mustafa Kemâl
ile görüştü. Buradan Azerbaycan’a giderek Enver Paşa ve kardeşi Nuri Paşa ile
buluştu. Kurdukları İslam Ordusu’yla Ermeniler’e karşı savaştı. Bu arada Ankara
Hükûmeti adına Moskova yönetimi ile görüştü. Sovyetler’in Ankara Hükûmeti'ne
gönderdiği külçe altınları getirdi. Enver Paşa'rın amcası olması dolayısiyle
Millî Mücadele sırasında Türkiye'de kalmasına izin verilmeyince,
önce Moskova'ya, Enver Paşa'nın Türkistan'da Sovyet yönetimine karşı savaş
başlatması üzerine de 1922'de Berlin'e gitti.
Cumhuriyet'in ilanından sonra hükûmetin verdiği özel izinle Türkiye'ye dönen
Halil Paşa, 1957 yılında vefat etti. Anıları ölümünden çok sonra 1972'de "Kut'ül
Amare Kahramanı Halil Paşa'nın Anıları: Bitmeyen Savaş" adıyla yayınlandı.
ALLAH gani gani rahmet eylesin.
> KUT ZAFERİ -VİDYO <> ÇANAKKALE GÜNLÜĞÜ < > GALİÇYA SAVAŞI < > ATATÜRK DÖNEMİ < > İÇİNDEKİLER <
şühedâmızın ruhları şâd-ü handan pervaz ederken,
ben de hepinizin pâk alınlarından öperek cümlenizi tebrik ediyorum."
Allah'ın azametine bakınız ki, 1500 senelik
İngiliz Devleti'nin tarihine bu vak'ayı ilk defa yazdıran TÜRK süngüsü oldu.
2 senedir devam eden Cihan harbi böyle parlak bir vak'a daha göstermemiştir."
şehitlerimize yasinler, tebârekeler, fâtihalar okusunlar. Şühedâmız,
hayât-ı ulviyatta, semâvatta kızıl kanlarla uçuşurken,
gazilerimiz de gelecekteki
zaferlerimize gözcü olsunlar."
Altıncı Ordu Komutanı
29 / nisan / 1916- Bağdat