28 ŞUBAT SÜRECİ - MESUT YILMAZ SAFHASI

Bir kere daha tekrarlıyalım: 28 Şubat 1997 Muhtırası ile başlayan dönem, TÜRK MİLLETİ'ne, TÜRK DEVLETİ'ne, TÜRK ORDUSU'na, ATATÜRK'e ve MÜSLÜMANLAR'a ihanet dönemidir!

Yine şunu kesinlikle ifade etmek isteriz ki, 28 Şubat darbesi asla TÜRK ORDUSU'nun giriştiği bir hareket değildir. TÜRK ORDUSU içine sızmış, ta tepelere yükselmiş olan mason, Yahudi dönmesi, Ermeni ve Rum kökenli hain kişilerin işidir. Başını mason-dönme Orgeneral ÇEVİK BİR'in çektiği, bilhassa Deniz Kuvvetleri'nden monşer tipli mason-dönme amirallerin desteklediği 28 ŞUBAT darbesi, SİLAHLI KUVVETLER içindeki gerçek ATATÜRKÇÜ ve MİLLİYETÇİ TÜRK subayların kendini "BATI ÇALIŞMA GRUBU" diye adlandıran İSRAİL yanlısı ekip tarafından ayıklanması, MİLLÎ SİYASET'e yönelmiş olan DEVLET'in tekrar A.B.D., İSRAİL ve A.B. güdümüne sokulması, TÜRK ORDUSU'nun PEYGAMBER OCAĞI niteliğinden çıkarılması, TÜRK MİLLETİ'nin İSLÂM'dan uzaklaşması için yapılmıştır!.. Bir kere daha söyleyelim ki, 28 Şubat darbesini TÜRK ORDUSU'na ve TÜRK SUBAYLAR'a mâletmek, son derece büyük bir hatadır ve bizi tam da 28 Şubatçılar'ın istediği noktaya götürür, ORDUMUZ, ASKERİMİZ kötülenmiş olur!

Kaldığımız yerden ibret verici olaylara kronolojimize devam edelim.

30 Haziran 1997 günü Cumhurbaşkanı'nca da onaylanan 55. Hükümet, 8 Temmuz'da TBMM'den 256'ya karşılık 281 oyla güvenoyu aldı, ama Mesut Yılmaz'ın kurduğu bu ANASOL-D hükûmeti, "28 Şubat'ın gayrımeşrû çocuğu" olmaktan aldığı oylar kurtaramadı! DSP Başkanı Bülent Ecevit ile DYP'den İsmet Sezgin Başbakan Yardımcısı, Dışişleri Bakanı dönme İsmail Cem, Bayındırlık Bakanı Yaşar Topçu, Enerji ve Tabii kaynaklar Bakanı Mustafa Cumhur Ersümer, Turizm Bakanı İbrahim Gürdal, Orman Bakanı Ersin Taranoğlu idi.

İstedikleri ortamın oluştuğuna inanan zıpçıktı generalin biri "28 Şubat süreci bin yıl sürer!" dedi. On yıl zor sürdü. Tıpkı "1000 yıllık Reich" diyen Hitler'in Nazi imparatorluğunun sadece 10 yıl sürmesi gibi!.. 2008 başlarından itibaren ordu içindeki darbeci yeni akımlar ortaya çıkmaya başladı, mason-dönme Çevik Bir ekibinin sarstığı ordunun prestiji iyice bozuldu.

Mesut Yılmaz'ın başında olduğu 55. hükûmet MGK kararlarının uygulamasını takip ve koordinasyon amacıyla üst düzey bir kurul oluşturdu. İrtica ile mücadelede tüm devlet kadrolarını görevlendirmeyi amaçlayan ilçe merkezli denetim sistemi kuruldu. Bu teşkilatlanmayla paralel bir rapor sistemi de kuruldu. Genelkurmaybaşkanlığı, Başbakanlık uygulamayı takip, ve koordinasyon merkezine kendiliğinden müracaat ederek çalışmalara katıldı. Bu yolla fişlemeler yapıldı.

Yanlış anlaşılmasın... Biz Devlet'in asayişin temini için potansiyel suçluları, kaçakçıları, hainleri, casusları takip etmesine karşı değiliz. Bu takip elbette ki sicil tutma yoluyla yapılır. Dünyanın bütün gelişmiş ülkeleri yapar. Buna fişleme denmez. Yapmayan aptal sayılır. Böyle bir kayıt tutmaya karşı çıkanın da mutlaka bir açığı, bir yanlışı vardır... Ancak 28 Şubat dönemindeki fişleme "karısı başını örtüyor, çocukları Kur'an kursuna devam ediyor" şeklinde oldu.

28 Şubat darbesiyle düşürülen Refah-Yol hükûmetinden sonra ekonomi alanından eğitim alanına kadar İslamî gelişmelere, her sahada kelimenin tam anlamıyla savaş açıldı!.. Mason-dönme ekip, doğrudan imam-hatip okullarını kapatıp ta halkın tepkisini çekmeyi göze alamadığı için, ilk ve orta okulları birleştirip "8 yıl kesintisiz mecburî eğitim" yasası çıkardılar. Bunun zararları hemen görüldü. 7 yaşındaki çocuklarla bulûğ çağını aşmış 13-17 yaşındaki çocuklar aynı binada okumaya başlayınca, küçükler için zulüm ve taciz günleri başladı. Büyükler, küçüklerin paralarını almaya, ne olduğunu anlamayan küçük kızları sıkıştırmaya başladılar!.. Yine aynı dönemde getirilen "köylerdeki ilkokulların kapatılması" kasabalarda "taşımalı eğitim" yapılması, "yatılı okullar açılması" sonucunda pek çok küçük kız servis şoförlerinin, okul müdürlerinin iğfaline ve tecavüzüne uğradı!.. Sonra Kur'an eğitimi için 15 yaş limitini getirdiler. Halbuki Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk 4 yaşında Kur'an okumaya başlamış, 9 yaşında hafız olmuştu. Aynı şekilde Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı 3 yaşında Kur'an okumaya başlamış, 4 yaşında hatim indirmiştir. Dinî eğitim çocuk için ne kadar erken başlarsa o kadar yararlı olur. Sonradan öğrenilenler, hele şimdi okullarda Hıristiyan Avrupa Birliği'nin baskısı ile "din dersi" değil de, "ahlâk bilgisi" diye verilenlerin İslam'ı öğretme açısından hemen hiç bir değeri yoktur. Toplum liseyi bitirip te gusül abdesti almasını bilmeyen, ama "müslüman" sayılan gençlerden oluşmaktadır.

28 Şubatçılar, YÖK'ü âlet ederek (gene açıktan imam-hatip diyemedikleri için) meslek okulları mezunlarının üniversiteye girişini zorlaştırdılar. Toplumu lâik-müslüman diye ikiye bölerek, müslümanlara adeta ambargo uygulanmaya başladılar. Dindar kişileri toplumdan soyutlamaya çalıştılar!

1 Temmuz'da Hong Kong 156 yıllık İngiliz sömürge yönetiminden sonra, anlaşma gereği tekrar Çin yönetimine devredildi... Biz Kıbrıs için, 12 Ada için Musul-Kerkük için, Batı Trakya için ne o dönemin antlaşmalarında, ne de Lozan Muahedesi'nde böyle bir şart koymayı düşünmediğimiz için avucumuzu yaladık. Halbuki işgâl zamanı "işgâlci ülke terkettiğinde bölge Türkiye'ye devredilir" şeklinde bir madde koydurmuş olsaydık, onları geri alabilirdik.

8 temmuz'da İstanbul’da Metris Cezaevi’nde isyan çıktı; 5 kişi öldü.

9 Temmuz'da Avrupa'ya kaçak gitmek isteyen Kuzey Iraklı Türkmenleri taşıyan tekne alabora oldu; 19'u öldü, 6'sı yaralandı, 15'i kayboldu.

12 Temmuz 1997'de Mesut Yılmaz başbakanlığındaki 55. hükümet güvenoyu aldı. Anasol-D olarak anılan koalisyon hükümeti Anavatan Partisi (ANAP), Bülent Ecevit'in Demokratik Sol Parti (DSP), Hüsamettin Cindoruk'un Demokratik Türkiye Partisi (DTP) ve 1 bağımsız üyeden oluşuyordu.

15 Temmuz'da İstanbul Harbiye Orduevi'ne lav silahı ile ateş açıldı.

16 Temmuz'da Türk Silahlı Kuvvetleri'ne casus soktuğu iddia edilen Bülent Orakoğlu tutuklandı. Orakoğlu Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı idi ve mason ve dönme Çevik Bir ekibini yakından takip etmek istiyordu. Emniyet istihbaratının, Deniz Kuvvetleri Komutanlığına sızdığı ve polis kökenli Kadir Sarımsak adlı bir onbaşı tarafından bir takım bilgi ve belgeleri Deniz Kuvvetleri'nden elde edip Emniyet'e sızdırdığı iddia edildi. "Köstebek" olayı patladı. Bu olay sonucunda da Bülent Orakoğlu işini kaybetti, yargılandı. Fakat davadan beraat etti.

Erbakan ve Çiller'in çilesi, Hohoneçli (Ermeni köyü, şimdiki adı Çataldere) Mesut Yılmaz'ın kurduğu derme-çatma 56. Hükûmet'in göreve başlamasıyla bitmemişti. 17 Temmuz 1997'de Genelkurmay Askerî Savcılığı Tansu Çiller hakkında "CIA adına casusluk yaptığı" iddiasıyla soruşturma başlattı!.. Hani kadının Amerikan pasaportu var, Batıcı'dır falan ama, o kadar da uzun boylu değildi!

2 Ağustos'ta Cizre'de, bir düğünde bir korucunun üzerindeki el bombası patlayınca , diğer korucular sağa sola ateş ettiler. 9 kişi öldü, 57 kişi yaralandı. Yetkililer olayın kaza değil, kişisel öç amaçlı olduğunu açıkladı.

7 Ağustos'ta İstanbul Ümraniye E Tipi Cezaevi'nden 5 sol görüşlü mahkûm firar etti. Aynı gün ABD'nin Kenya ve Tanzanya elçilikleri bombalandı.

9 Ağustos'ta eski YÖK başkanı , Yahudi asıllı olup ta kendini "Kerküklü Türkmen" diye yutturmaya çalışan, beynelmilel Mason Prof. Dr. İhsan Doğramacı,, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından "dünya sağlığına son elli yılda en çok katkı yapan kişi" seçildi. İnandınız mı?.. Çünkü bu adam kendi profesörlük tezini bile başkasının kitabını araklayarak, intihal ile elde etmiş biri idi.

10 Ağustos'ta Güney Afrika Cumhuriyeti, insan hakları ihlalleri ve Kıbrıs sorununu gerekçe göstererek Türkiye'ye askerî helikopter satışını durdurdu... Güler misin, ağlar mısın? Güney Afrika yüzyıllar boyu beyazların zencilere ve Avrupalı olmayanlara insan muamelesi yapmadığı, ırk ayırımı uyğulayan bir ülke idi. Daha yeni yeni adam olmaya başlamıştı. Bizim salak politikacılar ise Güney Afrika'nın zenci Cumhurbaşkanı Mandela'ya "Atatürk Ödülü" vermeye kalkmışlardı da, adam kabul etmemişti. Rezil olmuştuk!

15 Ağustos'ta "8 Yıllık Kesintisiz Eğitim" TBMM'de kabul edilerek kanunlaştı.

16 Ağustos'ta 8 yıllık "kesintisiz eğitim" yasa tasarısı Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kabul edildi. Aynı gün 8 yıllık eğitim fonu için zam yapılmasına tekel ürünlerinden başlandı.

31 Ağustos'ta Prens Charles'in eski karısı Lady Diana, Paris'te, yanında sevgilisi Arap Dudi El Fayed ile paparazzi muhabirlerden kaçarken geçirdiği esrarengiz trafik kazasında öldü. Lady Diana, İngiliz, İtalyan, Amerikan ve Çin menşeli, sigara paketi büyüklüğünde milyonlarca mayının bilhassa Afrika'da, savaş olmamasına patlayarak yüzbinlerce insanı sakat bırakması, öldürmesinden etkilenmiş, mayınların temizlenmesi faaliyetine önayak olmuştu. Bundan dolayı, veya İngiliz Kraliyet ailesinin olmayan şerefini lekelediği için öldürüldüğü iddiası da vardır.

4 Eylül'de MİT'le ilişkisi kesinleşen Alaattin Çakıcı'nın poliste 1987'den 1998'e kadar 35 ayrı vukuatı olduğu ortaya çıktı. Aynı gün Kudüs'te çarşı merkezinde üç büyük patlamada 7 kişi öldü, 192 kişi yaralandı. Saldırıyı Hamas örgütü üstlendi.

5 Eylül'de Nobel ödüllü, fakirlerin koruyucusu Rahibe Teresa öldü. Esas adı Arnavutça: Anjezë Gonxhe Bojaxhiu [Agnes gondza bojadju], yani Agnes Gonca Boyacı idi. Bir Osmanlı vatandaşı idi. İddiaya göre babası Ulah, annesi katolik Arnavut idi, ama bizce ailede bir müslümanlık vardı, kadıncağız misyonerlerin kurbanı olmuş, sonra da bir misyoner olarak yaşamıştı.

16 Eylül'de İstanbul Aksaray'daki emniyet müdürlüğü binasına ikinci kez uzaktan lav roketi ile saldırı düzenlendi.

19 Eylül'de 89 ülke kara mayınlarının yasaklanması antlaşmasını onayladı. Amerika Birleşik Devletleri metne imza atmayı reddetti. Zaten bu mayınları en çok ABD, Çin ve İtalya üretip geri kalmış ülkelerin isyancı gruplarına satmakta, onlar da kendi ülkelerine rastgele döşeyip, çatışmalar bittikten sonra dahi onbinlerce insanın ölmesine, topal ve sakt kalmasına yol açmaktadırlar. Türkiye şahsiyetsiz dış politikası icabı, önüne ne konursa imzalar bir hale gelmiştir. Mutlaka bu anlaşmayı da imzalamıştır. Ancak bazı dirayetsiz komutanların askerî tesisler etrafına döşediği mayınlar yüzünden nice insanımız telef oldu.

23 Eylül'de Cezayir'de süre giden iç savaşta köy baskını: 200 kişi öldürüldü,100 yaralı. Baskını politik İslamcı grupların yaptığı açıklandı... Cezayir Fransız sömürgesi ve kurtuluş mücadelesi sırasında nice zulme uğramış, 1,5 milyon insanını kaybetmiştir. Ancak bağımsızlıktan sonra dahi Fransız etkisinden kurtulamadı. Buna direnen İslâmi Kurtuluş Partisi (FIS) 1991'de yapılan seçimin ilk turunu kazandı. FIS 232 sandalyeden 188'ini alarak ezici bir üstünlük sağlamıştı. İktidar partisi FLN ancak 15 parlamenter çıkarabilmişti. İkinci turdan da FIS'in zaferle çıkacağı kesindi. Ancak buna müsaade edilmedi. Genelkurmay Başkanı Halid Nezzar'ın önderliğindeki ordu askerî bir darbe ile iktidarı ele aldı. Fransız uşağı generaller sömürü düzeninin devamını sağladı.

3 Ekim'de Avrasya feribotunu kaçırmaktan mahkûm Muhammed Emin Tokcan ile Viskhan Abdurrahmanov hapishaneden firar etti.

9 Ekim'de Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe "irtica"dan 1 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

15 Ekim'de dünya Bektaşilerinin Halife Babası Turgut Koca vefat etti.

21 Ekim'de 1991'de yaptığı bir konuşmadan ötürü İstanbul DGM tarafından hükmedilen cezası kesinleşen Avukat Eşber Yağmurdereli tutuklanarak cezaevine gönderildi. Bu, bir kısım aydınlar arasında olay oldu. Aynı gün Avrasya feribotunu kaçırmaktan mahkum Ramazan Zubaroyev ile Roki Gitsba da firar etti. Nasıl olduysa???

23 Ekim'de Türkler'i askerlikten soğutmak için tezgâhlanan oyunda rol almış olan "vicdanî retçi" Osman Murat Ülke askere alındı, ancak askerî üniforma giymeyi reddetti. Ülke'ye10 ay hapis cezası verildi... Bu "vicdanî ret" kavramının bir temeli yoktur. Sözümona o kişinin vicdanı askerlik yapmaya, başkasına silah doğrultmaya izin vermemektedir. Halbuki dünyada böyle bir inanç sadece "Quacker" diye bilinen hıristiyan -tarikatında vardır. Bir tek onlar, öldürülseler de kimseyi öldürmemeye inanırlar. Tabii ne kadar inanırlar, o da başka. Hele bir silah doğrultulsun, ancak o zaman gerçek inanç ortaya çıkar. İşte bundan hareketle, sözde Türkiye'de de bir "vicdanî ret" uygulaması varmış gibi göstermeye çalıştılar.

28 Ekim'de Türk istihbarat birimleri, Abdullah Öcalan'ın Ermenistan'da Rusya'nın kontrol ettiği bir askerî üsse geçtiği bilgisine ulaştı. Aynı gün Sivas'taki Madımak Oteli'nde, 2 Temmuz 1993 yılında çıkarılan yangında 37 aydının ölmesi olayıyla ilgili olarak yargılanan 99 sanıktan 33'ü ölüm cezasına çarptırıldı.

12 Kasım 1997'de Sayıştay'ın depolarında çıkan yangında 1500 ton evrak yandı, kül oldu. Bunlar Bakanlar'ın, Genel müdürler'in sarfiyatını gösteren hesap evrakı idi, böylece yüksek kademe bürokratlar hakkında yolsuzluk soruşturması yapmak imkânsızlaştı... Bizce yangın kesinlikle kundaklama sonucu çıkmıştı.

17 kasım'da Mısır'da Luksor harabelerinde gezen turistlere aşırı dinciler saldırdı. 68 kişi öldü. Bu kişilerin ajan olup olmadığı, ajanlar tarafınan kandırılmış cahil müslümanlar olup olmadıkları anlaşılamadı.

29 Kasım'da Sivas Davası sonuçlandı. 99 sanıktan 33'üne idam kararı çıktı, 14 sanık beraat etti. Geri kalanlar hapis cezası aldı.

4 Aralık 1997'de bu sefer TÜSİAD tarafından askere brifing verildi!.. ÜST YAPI'da önemli mevkii olan "TÜSİAD'ın üç ası" tarafından verilen brifinge Genelkurmay İkinci Başkanı Yahudi dönmesi Orgeneral Çevik Bir, Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak ve diğer bazı üst rütbeli subaylar katıldı.

9 Aralık'ta Türkiye'ye ilk defa bir İsrail Dışişleri Bakanı geldi.

11 Aralık'ta Yüksek Askerî Şûra toplantısında 59 subay ve astsubayın ordu ile ilişkisi kesildi.

Kısa süre sonra da, bu mason-dönme Batı Çalışma Grubu generalleri, müslümanları "Devlet'i tehdit eden iç tehlikelerden biri" ilan ettiler! 28 Şubat sürecinde, Millî Askerî Stratejik Konsept (MASK) ve Millî Güvenlik Siyaset Belgesi de değiştirildi. (Hürriyet, 4 Kasım 1997; Akit ve Yeni Şafak, 5 Kasım 1997; Armagedon, sf. 232)

Bu ne demekti, biliyor musunuz?.. Doğu Bloğu'nun dağılmasıyla düşmanı kalmayan NATO'nun, 1991'de yaptığı toplantıda "Artık düşman radikal islamdır," demesiyle başlayan sürecin, mason-dönme Çevik Bir eliyle ülke içinde uygulanmaya başlaması, ve ülke içinde müslümanların düşman gösterilmesidir!.. PKK gibi bölücü bir terör örgütü, DHKP-C, TİKKO gibi Ermenilerle işbirliği yapan Kürt bölücü örgütler, ve yurt dışından gelen bölücü tehditler, Yunanistan'ın Kıbrıs'ı tümden ele geçirme ve Trabzon bölgesinde bir Pontus Rum Devleti kurma, İstanbul Suriçi'nde Ekümenik Fener Devleti kurma hayalleri ikinci sıraya düşürüldü ve "irtica" birinci tehdit sayıldı!.. "Türbanlı" diye damgalanan başörtülü kadın müslümanlar, birinci öncelikli iç düşman addedildi!..

Durumun komikliğini farkedebiliyor musunuz?.. Kahraman, anlı şanlı TÜRK ORDUSU, ilk ve en büyük düşman diye müslümanları ilan etti, sanki başörtülü kadınlarla savaşır oldu! Onları Orduevleri'ne almadılar, diploma törenlerinde çocuklarını görmelerine izin vermediler!.. Başörtülü karısı kızı olan subayları, astsubayları Yüksek Askerî Şûra kararları ile "vatan haini" muamelesine tâbi tutup, ordudan attılar!.. Elbette orduda atılacak çok insan vardı. Gayrımüslim dönme subaylar, kürt bölücüsü subay ve astsubaylar, askere eziyet eden subay ve astsubaylar, yiyiciler, rüşvetçiler, ahlâksız, kendi milletinin karısına kızına karakolda tecavüz eden jandarma subay ve astsubayları, kaçakçılara göz yumup pay alanlar, ve Güneydoğu'ya terörle mücadeleye gitmekten kaçan korkak generaller vardı. Ama atılanlar bunlar değil; "irticaya karıştığı" iddia edilenler idi!.. TÜRK ORDUSU'nu TÜRKLER'le, MÜSLÜMANLAR'la savaşır hale getirmişlerdi!

28 Şubat döneminde Ülkücüler, milliyetçiler de ismen açıkça belirtilerek tehdit olarak gösterildiler. Bu da TÜRKİYE'de MÜSLÜMANLAR'ın yanısıra TÜRKLER'in de iç düşman sayıldığına işaretti... Kimler tarafından?.. TÜRKİYE'yi idare etmeye başlamış olan mason general ÇEVİK BİR liderliğindeki YAHUDİ DÖNMELERİ tarafından!..

Ülkücüler, milliyetçiler, Türkçüler, ve Türkeş, Tansu Çiller, Mehmet Ağar, Abdullah Çatlı, Eşref Bitlis, Bahtiyar Aydın, Korkut Eken , Cem Ersever gibi PKK olayına sivil çözümü şiddetle reddederek ABD'nin Kürt devleti projesine direnen milliyetçi şahinler ya öldürüldü, ya da Susurluk olayı ve sonrası ile 28 Şubat sürecinde tasfiye edildi. Bu tasfiye hareketi, yine başını Yahudi dönmesi Çevik Bir gibi mason ve dönme (Sabetayist) olan bazı general ve amirallerin, Türk MİLLETİ'ne, TÜRK ORDUSU'na ve MÜSLÜMANLAR'a karşı âdeta bir harp ilânı idi!.. O yılki Yüksek Askerî Şûra toplantısında, aslen TÜRK ve MÜSLÜMAN olan pek çok gerçek ATATÜRKÇÜ ve MUHARİP, yani ya KIBRIS'ta, ya da GÜNEYDOĞU'da terörizmle savaşmış albay ve general ayıklandı, kahramanlığı herkesçe bilinen Osman Pamukoğlu gibileri emekliye sevkedildi. Hiçbiri tümgenerallikten yukarıya çıkarılmadı. Onların yerine Yahudi dönmesi, ve Güneydoğu'ya gitmekten kaçan, masa başında oturup maaş alan mason albaylar generalliğe terfi ettirildi. Yine bazı salon züppesi, kasıntılıktan başka hiç bir özelliği olmayan dönme generaller kuvvet komutanlıklarına getirildiler. Bilseniz o yahudi dönmesi generaller ekibi ne haltlar yediler!..

Demirel'in 1991'de Başbakan olduğunda "100 günde düzeltirim," dediği, aslında Özal'ın 1985'ten sonra bozduğu ve "battı balık yan gider" anlayışıyla 1989 Belediye seçimlerinde iyice berbat ettiği ekonomi, mason Demirel'in Özal'ın ölümüyle Cumhurbaşkanlığı'na kaçması sonucu, bir kriz halinde Çiller'in elinde patlamıştı! (1994) Dolar 15 liradan 45 liraya firlamış, bankalar gecelik faizi % 1500'e yükselmişti. Bankalar batmasın diye Çiller hükûmeti banka mevduatına % 100 güvence vermişti. Yani, özel banka hortumlanıp batsa, hesap sahiplerine paralarını Devlet ödeyecekti! İşte bu kanun, Mesut Yılmaz döneminde bankaların el değiştirmesine, hortumlanmasına, sonra batmasına sebep oldu!.. Hayatında bir defa bile "Türk" kelimesini kullanmamış olan Hohoneçli (Ermeni köyü, şimdiki adı Çataldere) Mesut Yılmaz şürekasının yolsuzlukla bundan ibaret te kalmadı. Medyayı kullanarak ülkede büyük bir enerji krizi varmış gibi gösterip, doğal gazla çalışan özel elektrik santralleri kuruldu. Bunlar elektriği Devlet'e ve vatandaşa pahalı satmaya başladılar.

28 Şubat'ın mimarı, TSK içindeki yahudi-dönme-mason-batıcı-lâik lideri durumundaki Çevik Bir'in Genel Kurmay Bakanlığı'na normal şartlarda yükselmesi mümkün değildi. Anormal şekilde gelmesini de Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu önledi. Kıvrıkoğlu sadece Çevik Bir'i değil, Edip Başer'i de harcadı. Başer en kıdemli orgeneral olmanın yanısıra, doktoralı, çok iyi dil bilen ve Irak bölgesini 2. Ordu Komutanı olarak tanıyan birisi idi. Başer emekliye sevkedildi, onun gelmesi gereken Kuvvet Komutanlığı'na mutat dışı bir uygulama ile Jandarma Genel Komutanı dönme Aytaç Yalman getirildi. Bu arada Hilmi Özkök de terfi etmişti.

15 Aralık 1997'de Rusya ile şaibeli "Mavi Akım" anlaşması yapıldı. Anlaşmayı Mesut Yılmaz ile Cumhur Sümer imzaladı.

17 Aralık'ta Avrupa Birliği (AB) Konferansı'nı Türkiye'ye uzatılmış bir yem olarak değerlendiren Başbakan Yılmaz, AB'ye "Ya Türkiye'yi diğer 11 ülkenin alındığı sepete koyarsınız, ya da bu iş biter" restini çekti. "Sizin anlayacağınız Avrupa Birliği bizim esas isteğimizi karşılayamadığından dolayı, konferans fikrini sürdürdü. Aslında bizden halkımızı aldatmamızı istediler ve açıkça da söylediler." dedi. Mesut Yılmaz, Lüksemburg Zirvesi'ni AB'yi Hıristiyan kulübü olarak görmek isteyenlerin kazandığını söyledi. Yılmaz, dört bir yandan telefon yağdığını ve kendisine "Biz hata ettik. Siz yine de Avrupa Konferansı'na katılın, gereken değişiklikleri yapmaya çalışalım" dendiğini açıkladı. Ama bu da aldatmanın bir parçası idi.

1 Ocak 1998'de Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden'in süresi doldu... Bu kişi daha sonra TRT'de ve dolaştığı diğer kanallarda sözümona "Atatürkçü" programlar yapmaya başladı. Rahmetli ATATÜRK'ün vazgeçilmez "istiklâl-i tam" esasını çöpe atıp, "Artık bağımsızlık diye bir şey yok, herkes birbirine bağımlı" demesine rağmen, sahte atatürkçülerin önde gelen isimlerinden biri oldu.

Başında İlknur Çevik'in olduğu Turkish Daily News gazetesi (Türkiye'de yayınlanan tek İngilizce gazete) Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı'yı "yılın adamı" seçti.

2 Ocak'ta NTV kanalınca Cumhurbaşkanı mason Süleyman Demirel "yılın adamı" seçildi... Tıpkı uluslararası Nobel Barış Ödülü gibi bu ödüller de politik tercihlerle verilmişti.

4 Ocak'ta DİE (Devlet İstatistik Enstitüsü) 1997 enfilasyonunu % 99.1 olarak açıkladı... O tarihlerde Özal'dan beri rakam ve tüketim maddeleriyle oynanmasına rağmen, yine de nisbeten gerçeğe yakın rakamlar tespit edilebiliyordu. Şimdilerde hem Enstitü'nün adı değişti, hem de hesaplama yöntemi... Artık enfilasyon hep % 10'un altında çıkıyor. Siz onu 3, hatta 4 ile çarpın!

7 Ocak 1998'de Anayasa Mahkemesi Başkanlığı'na Ahmet Necdet Sezer seçildi.

17 Ocak'ta Anayasa Mahkemesi Refah Partisi'ni kapattı. Hazırlıklı olan Erbakan Fazilet Partisi'ni kurdu.

Yine 17 Ocak'ta ABD Başkanı Bill Clinton, kendisini tacizle suçlayan Paula Jones ile yüzleştirildi. Saksafoncu Clinton bir de yahudi Monica Levinsky ile macerası vardı.

2 Şubat'ta Türkiye, (Uluslararası Çalışma Örgütü) İLO'nun "Çocuk İşçi Çalıştırmayı Yasaklayan" iki maddesine imza attı. Ama hâlâ çocuk işçiler çalışıyor, okula gidemiyor.

11 Şubat 1998'de, vaktiyle Refah-Yol hükûmeti tarafından alınmış olan karar gereği Türkiye genelinde 12 şehirdeki 79 kumarhane gece saat 24:00'den itibaren kapatıldı. Bu kumarhaneler Kuzey Kıbrıs'a ve Azerbeycan'a taşındı. Çok canlar yandı.

13 Mart 1998'de askeriyedeki Batı Çalışma Grubu'na muadil Başbakanlık bünyesinde oluşturulan Sivil Çalışma Grubu "türbanın kılık-kıyafetle ilgili mevzuata aykırı olduğunu" bir raporla açıkladı. Resmî kurumların "kapalı mekânlarında örtülmesinin disiplin suçu oluşturduğu" belirtildi.

Bu "türban" kavramı, Kerküklü olduğunu ifade ederek kendini "Türkmen" diye tanıtmaya çalışan, ancak İbrânî asıllı olan meşhur YÖK Başkanı, beynelmilel mason İhsan Doğramacı'nın icadıdır. Kendisi sözümona üniversiteye başörtüsü ile girilemiyeceği kesinleşince, modern görünümlü Avrupa'da ve Afrika'da kullanılan ve "sarık" anlamına gelen başlığı (turban) öne sürmüştü.

Başörtülü kızlar da hiç türbana heves etmeden kendilerini "türbanlı" diye adlandırıp öyle üniversiteye girmeye çalıştılar... Kullanılan başörtüsüdür, türban falan değil!

16 Mart 1998'de "irtica ile mücadeleyi artık Genelkurmay yerine Başbakanlık yürütecek" kararı alındı.

9 Nisan'da Mekke'de haccın son günü Şeytan Taşlama dönüşü çıkan panikte 9'u Türk olmak üzere 180 hacı öldü.

14 Nisan PKK'nın iki numaralı adamı, BDP'li Sırrı Sakık'ın kardeşi Şemdin Sakık, bir operasyonla yakalanıp Türkiye'ye getirildi... Şemdin Sakık kim?.. 33 silahsız erin kurşuna dizilmesinden sorumlu kişi!.. Hem de sözümona PKK'nın "ateşkes" ilan ettiği dönemde!.. Adam yerine kondu! 2012'de askerler hakkında açılan davalarda "tanık" olarak dinlendi! PKK'ya yardım edenler hakkında söyledikleri hariç, gördüğünü değil de, dedikoduları nakletti! Hapisteki generallerden vatanperver olanları onun sözleri ile suçlandı!

22 Nisan'da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı, Refah Partili Recep Tayyip Erdoğan'a Türkçü Ziya Gökalp'in bir şiirini okuduğu için verilen
10 aylık hapis cezası ertelenmedi, para cezasına da çevrilmedi. Bir müddet sonra başkanlığı da düşürüldü... Erdoğan'ı halk gözünde "mağdur" gösteren ve seçimlerde tercih edilmesini sağlayan bu olaydır.

7 Mayıs 1998'de Tansu Çiller'in kocası Özer Çiller, "belgede sahtecilik yapmak"tan 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.

12 Maylıs'ta İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Başkanı olup ta insanların değil, sadece Kürtler'in haklarını savunan Akın Birdal Ankara'da silahlı saldırıya uğradı. Birdal 7 yerinden ağır yaralandı.

14 Mayıs 1998'de Fazilet Partisi kuruldu... 150 kadar eski Refah Partili bu partiye geçti. Recai Kutan da parti başkanı oldu. Çünkü Necmettin Erbakan yasaklı idi.

Refah Partisi'nin kapatılması, parti mensuplarının eskiler ve gençler diye ikiye ayrılmasına, ve eski İstanbul Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Ak Partisi'nin doğmasına yol açtı... Zaten 1996 yılında Doğu Perinçek'in Aydınlık dergisi 20 Ekim 1996 sayısında "(Yahudi ABD Büyükelçisi) Abramowitz Tayyip'i Erbakan'ın yerine hazırlıyor," diye kapak yapmıştı. Doğru çıktı. Refah Partisi'nin yerine kurulan Fazilet Partisi kısa zamanda kapatıldı. Onun yerine kurulan Saadet Partisi fazla bir varlık gösteremedi, AKP ise ilk girdiği 2002 Kasım seçimlerinde, türlü engellemelere rağmen, tek başına iktidar olacak çoğunluğu kazandı... O da ayrı bir hikâyedir, sonra anlatırız.

21 Mayıs'ta siyasî karışıklığın hüküm sürdüğü Endnezya'da 34 yıllık diktatör Suharto istifa etti.

23 Mayıs 1998 tarihinde, yani 28 Şubat darbesinden 15 ay kadar sonra, Amerika'daki John Hopkins Üniversitesi'ndeki törende, "Mister" Rahmi Koç'a, kırk iki yıl önce mezun olduğu bu üniversite tarafından fahri doktora unvanı veriliyordu. Dekan "Rahmi Koç'la iftihar ediyoruz," diyordu. Evinin bahçesine kilise yaptırmış olan Rahmi Koç ta, "kendisini generalliğe terfi etmiş gibi hissettiğini" söylüyordu... Rahmi Koç'un daha başka marifetleri de vardı. Meselâ "Deniz Temiz Derneği" Başkanı olarak Fener Rum Patriği Bartalameos ve Rumlar ile birlikte, İncil'den "âyet" alıntıları yaparak Karadeniz'de "Pontus"culuğa soyunmuştu!

Rahmi Koç, ayrıca bundan 11 yıl önce "Türkiye'nin kurtuluşu AB üyeliğinden geçiyor" demişti. (21 Haziran 2002) Aynı Mister Koç 2011 yılında ise "Allah'a çok şükür, AB üyesi değiliz" diyerek hayalperestliğini ve Batı hayranlığının iflas ettiğini dile getiriyordu.

O törende Rahmi Koç'u takdim eden dekan, Paul Wolfowitz'di!.. Beş yıl sonra gerçekleşecek Irak işgalinin mimarları arasında ABD Savunma Bakan Yardımcısı sıfatıyla yer alacak olan Wolfowitz, Edirne'deki Selimiyle camiini gezerken yırtık çoraplar ile görüntülenmişti. Bakan Yardımcılığı görevinin ardından Dünya Bankası Başkanlığı'na getirilmiş, ancak orada da dek durmamış, gayrımeşrû ilişkide olduğu kadını usülsüz işe almış, skandal duyulunca da istifa etmek zorunda kalmıştı... Paul Wolfowitz'in 28 Şubat öncesi Türkiye'den para çıkışını sağlamak için işadamlarıyla çevirdiği dolabı daha önce anlatmıştık.

12 Haziran'da İstanbul DGM Savcılığı, Yeniköy yakınlarında bir göl kıyısında silahlı eğitim yapan bir takım sarıklı kişiler hakkında soruşturma başlattı.

13 Haziran'da gazeteci yaralayan futbolcu Maradona, 2 yıl 10 ay hapis cezasına çarptırıldı.

30 Haziran'da Petrol Ofisi'nin yüzde 51 hissesinin özelleştirilmesi ihalesi yapıldı. Hayyam Garipoğlu'nun kazandığı ihale, yolsuzluk nedeniyle iptal edildi.

1 Temmuz 1998'de sözde "Türkiye ekonomisinin önünü açmak için" uzun bir süreden sonra tekrar IMF ile anlaşma yapıldı.

IMF'nin tarihinde bir ülke ile anlaşma yapıp ta, onu düze çıkardığı görümemiştir. Zaten IMF verilen borçların nasıl geri alınacağına dair anlaşmalar yapar, o ülkenin kalkınmasıyla ilgili değil!

7 Temmuz'da Meclis'te "harçlara hayır" pankartı açmaları nedeniyle 15'er ay hapse mahkûm edilen 8 öğrenci, aynı mahkemede beraat ettiler. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!..

9 Temmuz'da İstanbul'da tarihi Mısır Çarşısı'nda bir patlama , oldu, 7 kişi öldü. Tüp patlaması mı, PKK bombası mı tartışmaları 4 yıl sürdü. İlk bilirkişi raporlarıyla tüp patladığına karar verildi. Sonra bomba olduğu anlaşıldı. Pınar Selek adlı zanlı, hernedense basında çok savunuldu. Kurtarılmaya çalışıldı.

12 Ağustos'ta 1997'de yapılan genel nüfus sayımının sonuçlarını açıkladı: Nüfusumuz 62 milyon 870 bin 30 kişi oldu.

18 Ağustos'ta Rusya'daki ekonomik kriz dünyayı sarstı. Rusya bütün dış borç ödemelerini durdurdu... Eğer ekonomik kriz varsa, eğer iflâsın eşiğine gelmişsen, sana aşırı yüksek faizle verilmiş olan borçların ödemesini durdurursun. Hatta "moratoryum" ilan edersin!.. Yani "Ben bu borçları ödemiyorum. Faizlerini kaldırın, şimdiye kadar aldığınız faizleri borca sayın. Benim borcumu iyice bir silin bakalım," dersin! Onlar da seni ellerinden kaçırmamak için borçların önemli bir kısmını silerler! Rusya'ya, Ekvator'a, Yunanistan'a, İspanya'ya bunu yaptılar!

Yine 18 Ağustos'ta Türk tarihinin en büyük mafya babası ülkücü Alaattin Çakıcı , Fransa'nın Nice kentinde kaldığı otelde yakalandı... Çakıcı'nın bir televiziyon kanalına verdiği beyanatta "Namusluların benden çekinmesine gerek yok. Benim işim namussuzlarla," demesi meşhurdur. Gerçekten de kumarcılar, esrarcılar, kadın satıcıları, ihalede yolsuzluk yapanlardan haraç alırdı.

19 Ağustos'ta tehditle tahsilat yapmak ve adam öldürmeye azmettirmek suçlarından aranan bir başka mafya babası Sedat Peker, Romanya'dan Türkiye'ye gelerek teslim oldu.

2 Eylül'de İnsan Hakları Derneği Genel Başkanı Akın Birdal ve Mazlum-Der Genel Başkan Yardımcısı İhsan Aslan gözaltına alındı. Birdal ve Aslan PKK'nın 14 aydır rehin tuttuğu 8 askeri almak için Refah partisi Van Milletvekili Fethullah Erbaş ile birlikte Zap kampına gitmişlerdi.

12 Eylül'de "Susurluk davası" sanığı İbrahim Şahin ile 2 özel tim mensubu, ve "köstebek davası" sanığı Bülent Orakoğlu tahliye edildi.

1 Eylül'de Rusya'da başlayan ekonomik ve siyasî kriz dünya finans çevrelerinde büyük endişe yarattı.

15 Eylül'de, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş'in Suriye sınırındaki Hatay'ın Reyhanlı ilçesi yakınlarında bir sınır bölüğü denetiminde söyledikleri, Türk kamuoyundaki yılgınlık havasının giderilmesini sağladı. Yanında 2'nci Ordu Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman ve 6'ncı Kolordu Komutanı Korgeneral Çetin Saner olduğu halde, muharebe üniforması içinde, kolları sıvalı vaziyette, yani ağır bir sembolizmle konuşan Ateş, parmağıyla Suriye'yi işaret ederek şunları söylüyordu:

- "Türkiye komşularıyla iyi ilişkiler içindedir. Bizim bu iyi niyetimizi Apo eşkıyasını koruyan Suriye istismar etmektedir. Şunu açık söylüyorum ki, artık Türk Milleti iyi niyeti konusunda verdiği gayretin sonuna gelmiştir. Sabrımız taşmak üzeredir. Kimsenin toprağında gözümüz yoktur. Hiçbir ülkenin de bizim topraklarımız üzerinde emellerine izin vermeyiz. Bunu komşumuz Suriye'nin çok iyi anlaması lâzımdır."

1 Ekim 1998 tarihinde Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin yasama yılının açılışında yaptığı konuşma, PKK lideri Abdullah Öcalan'ın uzun yıllardır yaşadığı Suriye'yi açıkça tehdit eder nitelikteydi.

2 Ekim'de PKK'ya destek veren Suriye'ye karşı askerî tedbirler alınmaya başladı.

6 Ekim'de Suriye yönetimi Ankara Büyükelçiliği aracılığıyla gönderdiği savunmada Türkiye'nin İsrail etkisi altında bu politikaları ürettiğini iddia etti.

14 Ekim 1998’de Şam resmi bir açıklama yaptı: “Abdullah Öcalan Suriye’de değildir. Bir daha Suriye’ye giremeyecektir!”

16 Ekim 1998'de PKK'nın eli kanlı lideri Abdullah Öcalan'ın Suriye'den çıkarıldığı haberi doğrulandı, İnterpol harekete geçti.

18 Ekim'de Yahudi tefeci Nesim Malki cinayeti ile ilgili olarak tutuklanan Hayyam Garipoğlu, Nesim Malki ile ortaklığını ve Sümerbank'ın satın alınmasındaki işbirliğini açıkladı. Erol Evcil'in kendisinden tehdit ile para aldığını söyledi.

19 Ekim'de Başbakan Mesut Yılmaz, Malki cinayeti ile ilgili olarak "bir günde 700 trilyon liranın el değiştirdiğini, ve gözlerin Hayyam Garipoğlu ile Erol Evcil'e çevrildiğini" söyledi.

Karanlık ilişkileri olan işadamı Erol Evcil Malki cinayetinin de azmettiricisidir... Hayyam Garipoğlu ise karanlık ilişki ve eylemlerinin yanısıra, nişanlısı Münevver Karabulut'u vahşice öldüren Cem Garipoğlu 'nun amcasıdır. Cinayete yardım ve yataklık etmiştir.

20 Ekim 1998'de Adana'da imzalanan anlaşma ile Suriye, PKK'ya 20 yıldır verdiği desteği çekti.

22 Ekim'de DGM savcıları bir süredir yolsuzluk olduğu bilinen Türkbank ihalesini incelemeye aldı.

29 Ekim'de Adana'dan THY uçağını kaçırıp Cumhuriyet Bayramı törenlerinde Anıtkabir'e saldırmaya kalkan terörist uçağa yapılan yıldırım baskınla öldürüldü.

1 Kasım'da Almanya'daki sözde Halife Devleti başkanı Cemalettin Kaplan'ın oğlu Metin Kaplan ekibinin bir ölüm timi gönderdiği, bu timin Cumhuriyet'in 75. yıldönümü törenlerinde Anıtkabir'e patlayıcı yüklü bir uçakla dalış yapmaya hazırlandığı ortaya çıktı.

5 Kasım'da Danıştay hapis cezası kesinleşen Recep Tayyip Erdoğan'ı Belediye Başkanlığı'ndan aldı.

10 Kasım'da işadamı Korkmaz Yiğit'in hem kendini, hem de Mesut Yılmaz hükûmetini yakacak büyük ithamlar içeren kaseti ortaya çıktı.

12 Kasım'da PKK lideri Abdullah Öcalan Roma havalanında yakalandı. Bir hastaneye götürüldü.

14 Kasım'da işadamı Korkmaz YiğitTürkbank ihalesi soruşturması kapsamıda tutuklandı.

15 Kasım'da Abdullah Öcalan'ın Suriye'den çıkarılması, Roma'da yakalanması üzerine dağda başlayan paniği bastırmak için PKK katliama başladı. İlk gün kaçmaya çalışan 75 militan öldürüldü.

16 Kasım'da Öcalan'ı vermeye yanaşmayan İtalya'ya karşı boykot başlatıldı. Nasıl olduysa Rahmi Koç ortağı olduğu Fiat, Pirelli ve Ras sigorta şirketlerine mektup göndererek Öcalan'ın Türkiye'ye gönderilmesi için İtalyan Hükûmeti'ne baskı yapılmasını istedi. Herhalde İtalya ile olan ticarî ilişkilerinin bozulmasını istemiyordu.

17 Kasım 1998'de Öcalan Roma'da, "Terörden vazgeçtik," diye açıklama yaptı. Lâkin daha 24 saat geçmeden üzerinde bomba bağlı bir kadın terörist Hakkâri'nin Yüksekova ilçesinde askerî birliğe intihar saldırısı düzenledi. Kendisi parçalanıp ölürken 4 astsubay, bir korucu ve bir çocuk yaralandı.

Bu hep böyle olmuştur. PKK kendi kendine gelin-güvey olup sözde "ateşkes" ilan eder. Ama ateşkes süresince saldırılarına devam eder. Sonra da kendini savunduğunu iddia eder!

Öte yandan PKK'nin bir halk harekete olduğunu öne sürenlerin unuttuğu çok önemli bir husus vardır: Dağda 6.000 militan olduğu iddia edilirken, (ki, hiç bir fotoğrafta, yayınlarında 300'den fazla insanı bir arada göremezsiniz) o bölücülere karşı Kürt kökenli halktan 60.000 korucu görev yapmakta, onlarla mücadele etmektedir.

20 Kasım'da Türk mahkemesinin tutuklama kararını ve iade talebini hiçe sayan İtalya Öcalan'ı "zorunlu ikamet"le İtalya'da tuttu.

22 Kasım'da bir süre önce Fransa'da yakalanmış olan ülkücü mafya babası Alaattin Çakıcı mahkemede " Mesut Yılmaz beni Mehmet Eymür aracılığı ile ABD'de öldürtmek istedi. İade edilirsem, beni öldürürler," diye ifade verdi.

25 Kasım 1998'de muhalefetin şaibeli Türkbank ihalesiyle ilgili olarak verdiği gensoru önergesi kabul edilince, 28 Şubat'ın gayrımeşrû çocuğu Mesut Yılmaz hükûmeti düştü. Türkbank ihalesindeki yolsuzluk iddiaları üzerine CHP hükümete desteğini geri çekmiş ve gensoru önergesi vermişti. Tabii o kısa dönemde cereyan eden inanılmaz yolsuzlukların hikâyesi gensoruyla bitmedi. Cumhurbaşkanı mason Demirel hükûmeti kurma görevini dönme Yalım Erez'e verdi.

3 Aralık'ta Fransız mahkemesi Alaattin Çakıcı'nın Türkiye'ye iadesini kararlaştırdı. Ancak "idam edilmeme" şartı koştu. Bir süre sonra Amerika aynı şeyi Abdullah Öcalan için yapacaktı.

4 Aralık'ta ortaya bir de "yatakodası çetesi" çıktı. Sibel Can'ın çıplak resimleriyle şantaj yapmaya kalkan Can Kuzu adlı kişinin kendisinin çıplak resimleri Karagümrük Çetesi lideri Vedat Ergin'in adamları tarafından çekildi. Şantaj önlendi. Sibel Can'ın kocası Hakan Ural'ın Vedat Ergin'e 2,5 milyon liralik kol saati aldığı öğrenildi.

7 Aralık'ta her ne kastettiyse, "kan akacak, fıstık gibi olacak," sözleri ile Erbakan'ı ve Refah Partisi'ni yakan eski milletvekili İbrahim Halil Çelik Avusturya'da yakalanıp tutuklandı.

8 Aralık'ta Devlet'in milyarlarını batırmaktan iki yıldır aranan Türkiye Kalkınma Bankası Müdürü Özal Baysal İzmir'de ele geçirildi. Ama Adalet, Hak Hukuk, Mahkeme gibi kavramlar uygulanan Batı Standarları kapsamında değerlerini yitirdiği için, 80 milyar 376 milyon 606 bin 98 lira yolsuzluk yaptığı kesinleşen Özal Baysal'a 1,5 milyar lira ceza kesildi.

12 Aralık'ta 4 ay önce esrarengiz biçimde kaybolan banka müdiresi Sema Adın'ın ayağına demir bağlanarak canlı canlı denize atılmış olduğu, kaatil Erdinç Kızılcık'ın yakalanmasıyla ortaya çıktı. Abdülkadir Uslu, Muhammet Moroğlu ve Mehmet Bozoğlu ve Erdinç Kızılcık 16 yıla mahkûm olmalarına rağmen, Hıristiyan Batı anlayışına göre "şartlı tahliye"den yararlanıp 6 yıl 2 ay sonra serbest kaldılar!

14 Aralık'ta 15 AB üyesi ülke liderleri, Lüksemburg Zirvesi'nde "Türkiye'ye kapıyı açık tutma" (ama asla içeri almama) kararı aldı!

15 Aralık'ta Narkotik Şube Müdürü iken görevden alınarak Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne atanan Ferruh Tankuş, "Amansız mücadelemden korkan bir grup uyuşturucu kaçakçısı, benim tayinimi çıkarabilmek için üst düzey emniyet yetkililerine 4 milyon dolar vermiştir," dedi. Herhalde "rüşvet" dememiştir ama, başka ne olabilir ki?.. Bir ara İbrahim Ural ile Sadettin Tantan'a da benzer bir muamele yapılmıştı.

16 Aralık'ta İtalya, Abdullah Öcalan üzerindeki "zorunlu ikamet" kararını kaldırdı, uluslararası hukuk kurallarını hiçe sayarak serbest bıraktı. Aynı gün Amerika, Irak'a "Çöl Tilkisi" harekatını başlattı. Harekatın nedeninin Irak'ın Birleşmiş Milletlerin silahları kontrolünü engellemesi olduğu ileri sürüldü. Bundan sonra Clinton yönetimi "gözün üstünde kaşın var" deyip her bahane ile Irak'ı bombalamaya başladı.

17 Aralık'ta Yunanistan adına casusluk yaptığı belirlenen Hava Üsteğmen Alim Arslan 12,5 yıl, Hava Yüzbaşı Mehmet Barut 1 yıl 3 ay, Deniz Astsubay Osman Kabadayı 6 yıl 3 ay ağır hapse mahkûm oldu. Ancak bu kişilerin Rum kökenli olup olmadıkları, gayrımüslim olup olmadıkları hakkında bir açıklama yapılmadı... 2010 yılında da yine Deniz Kuvvetleri'nde kadın askerî öğrencileri fahişe olarak kullanıp bazı subaylara şantaj yapan bir "çete" hakkında casusluk soruşturması açıldı. Nedense TÜRK ORDUSU'nda bir ihanet şebekesi oluşmuştu. Herhalde NATO ve ABD bağımlılığı ve İsrail yandaşlığı yüzünden!

24 Aralık'ta Öcalan'ın İtalya'daki attığı barış palavralarına rağmen, bir kadın intihar eylemcisi beline sardığı bombaları Van Orduevi önünde patlattı. 13 yaşındaki Osman Akbaş ölürken 24 kişi de yaralandı.

26 Aralık'ta uyuşturucu çetelerinin polis bağlantılarını açıklayan Hüseyin Uzun, İstanbul Emniyet Müdürlüğü tuvaletinde asılı bulundu.

30 Aralık'ta DGM Başsavcılığı Uğur Mumcu cinayetiyle ilgili olarak A. Argun Çetin hakkında idam talebiyle dava açtı. Böylece olayın İran'la falan bağlantısı olmadığı ortaya çıktı.

6 Ocak 1999'da 43 gün boşa dolanıp bir halt edemeyen Yalım Erez görevi Cumhurbaşkanı Demirel'e iade etti. Demirel de hükûmeti kurmakla Bülent Ecevit'i görevlendirdi.

7 Ocak'ta Alaattin Çakıcı'ya ABD'de düzenlenen suikasti kendisine haber verdiği için Devlet Bakanlığı'ndan ve milletvekilliğinden istifa eden Eyüp Âşık bu "suç"tan dolayı hâkim karşısına çıktı... Demek ki, Çakıcı'nın "Mesut Yılmaz beni Mehmet Eymür'e öldürtecekti," ifadesi doğruydu.

Yine 7 Ocak'ta ABD Başkanı saksafoncu Bill Clinton'ın Monica Levinsky ile gayrımeşrû ilişkisi, ve bunu inkâr etmesinden dolayı azli istemiyle açılan dava başladı.

8 Ocak'ta İstanbul İkitelli'de bir hurdacıda esrarengiz bir nükleer kaza meydana geldi.

10 Ocak'ta 1991'den beri aranan Haluk Kırcı yakalandı. Haluk Kırcı 8 Ekim 1978'de Ankara Bahçelievler'de 7 TİP'li genci öldürmekten sanıktı.

12 Ocak'ta Kosova'ya zalim NATO uçaklarındn bomba yağmaya başladı. Harekât 79 gün sürdü. Binlerce masum insan öldü, yüzlerce tesis yerle bir oldu. Hıristiyan Batı ülkeleri Kosova'ya "demokrasi" getiriyorlardı!

13 Ocak'ta Malki cinayetinden sonra korkunç bir şekilde öldürülen borsacı Yener Kaya'nın bir aşk cinayetine kurban olduğu anlaşıldı. Yener Kaya otomobilinin direksiyonuna kelepçelenmiş, öldürülmüş ve arabası yakılmıştı.

14 Ocak'ta Sahibi olduğu İnterbank'a el konulan bağımsız milletvekili Bursalı işadamı Cavit Çağlar hakkında 51 trilyon liralık (158.878.504 dolar) rekor haciz kararı alındı.

17 Ocak 1999'da Bülent Ecevit'in azınlık hükûmeti 188'e karşı 306 oyla güvenoyu aldı. Böylece 28 Şubat sürecinin ikinci "gayrımeşrû çocuğu" bu Ecevit azınlık hükûmeti oldu. Çiller, DYP'nin dışardan destek vereceğini söylemiş, öyle kurulabilmişti. İçişleri Bakanı Cahit Bayar, Maliye Bakanı Zekeriya Temizel, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Ahmet Ziya Aktaş, Turizm Bakanı Ahmet Tan, Orman Bakanı Arif Sezer idi. Bu hükûmette Başbakan Yardımcısı olan Hüsamettin Özkan ile Dışişleri Bakanı dönme İsmail Cem sonradan Ecevit aleyhine dönecek, onu düşürmeye çalışacak, ve yeni bir parti kuracaklardır.

18 Ocak 1999'da Türk istihbarat birimleri Abdullah Öcalan'ın Moskova'nın 120 klm. doğusunda bir havaalanında olduğunu belirlediler. İtalya'da 66 gün kalmış olan Öcalan bu ülkeye tam 600 milyar lirete mâlolmuştu. Türkiye 92 trilyon liralık ihaleyi iptal etti. 23 trilyon liralık siparişinden de vazgeçti.

29 Ocak'ta Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş, Kürtçü HADEP hakkında kapatma davası açtı.

1 Şubat'ta sığınacak yer bulamayan Öcalan iki gün boyunca Avrupa semalarında dolandı durdu. Hollanda'dan kovuldu. Atina'da tutunamadı. İsviçre'ye inmesine izin verilmedi.

2 Şubat'ta Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu, İkitelli'de meydana gelen nükleer kazanın dünya sıralamasında 20. olduğunu açıkladı. Buna rağmen kazanın mahiyeti anlaşılamadı.

9 Şubat'ta 47 yıldır Ürdün krallığı yapan, peygamber soyundan olup ta müslümanlara ihanet içinde olan Hüseyin öldü Yerine oğlu Abdullah geçti.

11 Şubat'ta Magazin Gazetecileri Derneği'nin ödül töreninde Kürtçe kaset yaptığını açıklayan Ahmet Kaya tepki gördü. Polisler tarafından zor kurtarıldı.

12 Şubat'ta ABD Başkanı saksafoncu Bill Clinton azil davasında aklandı. Clinton "vallah billah Monica ile ilişkiye girmedim," diye yalan yere yemin etmek ve adaleti engellemekle suçlanıyordu.

13 Şubat'ta "Türkiye'nin bölünmesini istemiyorum" diye açıklama yapan Ahmet Kaya'nın 1993 yılında Avrupa'da Kürdistan haritası önünde konser verdiği ortaya çıktı. Bir müddet sonra yurtdışına kaçan Ahmet Kaya Avrupa'da öldü.

15 Şubat 1999'da Abdullah Öcalan Kenya'dan Türkiye'ye getirildi. Kenya'nın başkenti Nairobi'deki Yunan Büyükelçiliği'ne sığınan Öcalan'ı Kenya Gizli Servis elemanları elçiliğe girerek aldı. Nasıl bir diplomatik skandal olduğu bir yana, Kenya devleti niye böyle bir işe kalktı, CIA'nin bundaki rolü neydi, bilinmez. Sonra iddiaya göre Öcalan'ı götüren konvoya Türk istihbaratçıları ve Türk askerî vurucu timi müdahale ederek Öcalan'ı kaçırdı. Cavit Çağlar'ın, nedendir bilinmez tahsis ettiği Falcon uçağı ile İstanbul'a, oradan Bandırma'ya, oradan da önceden hazırlanmış olan İmralı adasına götürüldü. Öcalan uçakta neredeyse altına edecekti. Kendisini yakalayan elemanlara, "Fırsat verilirse, hizmetinize hazırım," diye hemen uşaklaştı!

Yine 15 Şubat'ta Eskişehir Cezaevi'nde "Karagümrük Çetesi" olarak tanınan bir grup Özdemir Sabancı'yı öldürmekten sanık Mustafa Duyar'ı öldürdü, örtülü ödenek davasından hüküm giymiş olanSelçuk Parsadan'ı yaraladı

16 Şubat'ta Özdemir Sabancı'nın kaatillerinden DHKP-C'li Mustafa Duyar'ı öldüren ve Tansu Çiller'i dolandırıp Örtülü Ödenek'ten para sızdıran Selçuk Parsadan'ı da yaralayan Karagümrük Çetesi mensuplarından 3'ü Amasya, 3'ü Samsun, 2'si de Trabzon kapalı cezaevlerine gönderildi. Böylece çete dağıtılmış oldu... Çete reisi Nuriş'in marifetleri, vahşeti ise inanılmaz boyutlarda idi.

18 Şubat'ta operasyondan kendisine pay çıkaran Ecevit, "operasyon kararının 4 Şubat'ta Çankaya Köşkü'nde alındığını, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kıvrıkoğlu ve MİT Müsteşarı Atasagun'un toplantıda olduğunu" açıkladı... Aynı Ecevit bir süre sonra "Amerika niye Abdullah Öcalan'ı verdi, anlamadım," diyecekti! Ama aslında plan yapılmış, pimpirik bir ihtiyar haline gelmiş olan Bülent Ecevit başkanlığında bir hükûmetle Türkiye'nin ABD ve AB, hatta İsrail menfaatine daha uygun hareket edeceği düşünülmüştü. 18 Nisan seçimlerinde Ecevit'in DSP'si birinci olmalıydı, öyle de oldu!

20 Şubat'ta İmralı'da ölüm korkusunu bir türlü üzerinden atamayan Öcalan, dağdaki teröristlere "teslim olun" çağrısı yapacağını açıkladı!

21 Şubat'ta Öcalan bülbül gibi ötmeye başladı. Yakalandığında üstünde çıkan kırmızı Kıbrıs Rum pasaportu için "Bunu bana Yunan yetkililer verdi. Yunanistan PKK hareketini hep destekledi. Bize her zaman hem silah, hem füze yardımı yaptı. Görevli Yunan subaylar Atina yakınlarındaki Lavrion Kampı'nda PKK militanlarına sürekli olarak gerilla ve bomba eğitim verdiler," dedi.

22 Şubat'ta canının derdine düşmüş olan ödlek Abdullah Öcalan, "Pişmanım. Beni asmayın, her şeyi anlatacağım. Atina civarında PKK'lıların eğitildiği iki askerî kamp daha var. Yunan subayları oralarda yüzlerce militan silah ve bomba eğitimi veriyor," dedi.

25 Şubat'ta Öcalan'ın savcılara 36 sayfa ifade verdiği ortaya çıktı. "Kişisel olarak 2.250.000 dolarım var. Bunun 50 bin dolarını alıp ayrıldım. Kalanı Suriye'deki adamımda. Örgütün parası ise Avrupa bankalarında," dediği öğrenildi. Ardından, "Ben Abdullah Öcalan. PKK lideriyim. TÜRKİYE'ye yönelik silahlı eylemler yaptım. Terörün hata olduğunu anladım. 35.000 kişinin ölmesinden dolayı çok üzgünüm," açıklamasını yaptı.

26 Şubat'ta Jet-Pa Holding sahibi Fadıl Akgündüz'ün, "10-20 milyara milletvekili satın alınır. İstesem ben de alırdım," tarzındaki gerçekçi sözleri, Meclis'te infial yarattı. Akgündüz'ün seçimlerde destek verdiği Fazilet Partililer dahi, "çirkin sözler," dedi. Halbuki yarası olan gocunur.

27 Şubat'ta trilyonlarıyla öğünen Fadıl Akgündüz'ün sahip olduğu 4 şirket, 1 holding adına 1997 gelirleri üzerinde sadece 5 milyar kurumlar vergisi ödediği ortaya çıktı!... İyi de, sanki vergi kaçıran işadamı bir tek o!.. İyi ki, tümünü zararda göstermemiş!

5 Mart 1999'da Yunanistan'daki Dimitri Elen kampında bomba eğitimi almış olan teröristler bombalı bir otomobille Çankırı Valisi'ne saldırdılar. Olay yeri bir anda cehenneme döndü. Ağır yaralanan Vali Ayhan Çevik hurda yığınına dönen otomobilinden halkın yardımı ile çıkarıldı. Koruma polisi ile iki lise öğrencisi olayda can verdi.

7 Mart'ta Devlet Çankırı'yı kana bulayan TİKKO militanı Bülent Ertürk'ü İstanbul'da, kardeşi Kemal Ertürk'ü Sivrihisar'da ele geçirdi.

10 Mart'ta gündüz bir taksiyi havaya uçuran teröristlerden sonra, akşam üzeri de müşteri gibi 34 TEH 85 plakalı taksiye binen bir terörist arka koltuğa bombalı paket bırakarak Caroussel Alışveriş Merkezi yanında indi. LPG ile çalışan taksi havaya uçtu. Şoför Ufuk Akdoğan can verdi. İki araç daha yandı.

13 Mart'ta Göztepe'deki 6 katlı Mavi Çarşı mağazasına gelen üç terörist ellerindeki molotof kokteyllerini parfüm reyonuna fırlattılar. Çıkan yangın Cumartesi olması sebebiyle kalabalık olan mağazada panik yarattı. Giriş alevlerle kaplandığından müşteriler çatıya koştu. İtfaiye bir kısmını kurtardı ama, çatıda 11, 5. katta 2 kişi öldü, 5 kişi de yaralandı... Bunlar hep bölücülerin "biz daha ölmedik," mesajı idi.

16 Mart'ta sözde Birleşmiş Milletler'in, aslında ABD ile AB'nin Kosova'da, 70 gün sürecek hava harekatı başladı. Sırplara göre 2.000, Amerikalılara göre ise 5.000 kişinin öldüğü savaşın sonunda Sırp kuvvetleri Kosova'dan çekildi.

17 Mart'ta seçim listelerine giremeyen küskün milletvekilleri ve Fazilet Partililer'in oyları ile hükûmet hakkındaki gensoru önergesi gündeme alındı.

19 Mart'ta Ankara DGM Fethullah Gülen hakkında "laik devlet düzenini yıkmak" hususunda faaliyet gösterdiği iddiasıyla soruşturma açtı. Bir süre sonra Fethullah Hoca Amerika'ya kaçtı.

22 Mart'ta Türkiye yurtdışından bölücü-kürtçü yayın yapan Med TV'nin susturulmasını sağladı.

23 Mart'ta Emniyet Genel Müdürü Necati Bilican Mavi Çarşı'da 13 kişinin yanarak ölmesine sebep olan 5 PKK'lıdan 3'ünün yakalandığını açıkladı.

25 Mart'ta Sırbistan kendisini bombalayan NATO'ya savaş ilan edince, NATO üyesi Türkiye de istemeden savaşa girmiş oldu. Yapılan anlaşmalarda bu gibi hususlara dikkat etmek gerekir. Bilhassa İngliizler gerçek amaçları kelimeler arkasına gizlemekte çok mahirdirler.

26 Mart'ta Karases diye bilinen Cemalettin Kaplan'ın oğlu Metin Kaplan Almanya'da tutuklandı.

27 Mart'ta PKK Kurban Bayramı'nı da kana bulamak istedi. Taksim'deki Çevik Kuvvet'e saldırmak isteyen kadın terörist üzerindeki bombaları zamansız patlatınca bir tek kendisi can verdi.

30 Mart'ta Mavi Çarşı kaatillerinden dördüncüsü Metin Yamalak Nevruz eylemlerini örgütlemek için gittiği Mersin'de tutuklandı.

3 Nisan'da "üniversiteli" diye tanıttığı kızları 200 dolardan pazarlarken yakalanan Huriye Karabacak'ın İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi'nde memur olduğu anlaşıldı. YÖK Karabacak'ı işten attı. Hapis cezası da cabası!

5 Nisan'da PKK'lı bir intihar bombacısı Bingöl Valisi Süleyman Kamçı'ya saldırdı. Vali şans eseri kurtulurken terörist ve 15 yaşında bir kız çocuğu öldü, 20 kişi yaralandı.

7 Nisan'da hapisten kaçtıktan sonra Bulgaristan'da yakalanan Kürşat Yılmaz'ın Türkiye'ye iadesi kararlaştırıldı.

8 Nisan'da Hakkari Valisi Nihat Canpolat'a, Yüksekova ilçesinde bombalı saldırı düzenlendi. Canpolat saldırıdan küçük sıyrıklarla kurtuldu, şoförü öldü, yedi kişi yaralandı.

10 Nisan'da 12 Eylül öncesinde öldürülen DİSK Başkanı Kemal Türkler'in kaatili Ünal Osman Ağaoğlu'nun, kendisine çok benzeyen kardeşinin kimliği ile 19 yıl Kuşadası'nda yaşadığı anlaşıldı.

12 Nisan'da askerlik yapmadığı halde milletvekili, hatta Bakan olan Bahattin Şeker'e dövizli askerlik hakkı tanınmadı, o da Ağrı'nın Doğubeyazıt ilçesindeki 1. Mekanize Piyade Tugay'ına teslim oldu.

14 Nisan'da Türkiye, Sırplar tarafından iki köyü işgâl edilen Arnavutluk'a 100 asker göndermeye karar verdi. Aynı NATO savaş uçakları yanlışlıkla Kosovalı Arnavut mültecilerin konvoyunu bombaladı, 75 kişi öldü... Olur böyle hatalar, NATO'lu subaylar sık sık tekrarlar!

18 Nisan 1999 genel seçiminde DSP birinci parti oldu. MHP oylarını büyük ölçüde arttırdı, 2. parti oldu. CHP barajı aşıp Meclis'e bile giremedi. ANAP ve DYP oy kaybetti. Fazilet Partisi de Refah Partisi'nden daha az oy aldı.

19 Nisan'da CHP Başkanı Deniz Baykal istifasını verdi. Türkiye'de ilk defa seçim kaybeden bir partinin başkanı istifa ediyordu!

21 Nisan'da ABD'de Denver kentinde bir liseyi basan iki saldırgan 13 kişiyi öldürdüler. Ardından intihar ettiler.

24 Nisan'da Prof. Dr. Tansu Çiller'in seçimlerden önce kullandığı "Harvard Üniversitesi bana fahri doktora verdi" ifadesi asılsız çıktı.

27 Nisan'da Albayraklar Şirketi ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi şirketlerinin yöneticisi 59 kişi İGDAŞ yolsuzluğu ile ilişkili olarak gözaltına alındı. Ardından İGDAŞ yolsuzluğu, İSFALT yolsuzluğu, ve STON soruşturmaları geldi. Ne var ki, İstanbul Belediyesi tek yolsuzluk yapılan belediye, TAYYİP ERDOĞAN da yolsuzluk yapan tek Belediye Başkanı değildi... Birileri "rüşvetin belgesi olmaz," demiş. Belki "yolsuzluğun da belgesi olmaz," demek istemiş!.. Ama bal gibi olur!.. Yedi göbek ötesine, yedinci derece akrabasına kadar inceler, servet beyanı alırsan, "Nerden buldun bunları?" diye sorarsan, "altınlar babaannnemin yastık kılıfından çıktı," veya "oğlumun sünnet düğününde takıldı," palavralarını yutmaz, "Peki, altınları hangi kuyumcuda bozdurdun? Ne kadar vergi ödedin?" diye sorarsan, rüşvetin de, yolsuzluğun da somut belgesini bulursun!

28 Nisan'da terörist başı, PKK lideri Abdullah Öcalan hakkında Başsavcı Cevdet Volkan idam cezası istedi. PKK'nın tüm eylem talimatlarını Öcalan'ın verdiği belirten Başsavcı, onun "Kendine bomba sarıp gidecek binlerce insanımız var," ifadesini delil gösterdi.

29 Nisan'da "muteber işadamı" olarak tanınan trilyoner Ramazan Yıldız, uluslararası uyuşturucu ve silah kaçakçılığı çetesinin başı çıktı. Beykoz'daki villasında yakalandı.

30 Nisan'da 4 trilyon liralık naylon fatura iddialarının bulunduğu İGDAŞ Genel Müdürü Fuat Şengül ile 4 üst düzey yönetici gözaltına alındı. Daha önce tutuklanan 61 AKBİL mensubundan 16'sı serbest bırakıldı.

1 Mayıs'ta ÖSS soru kitapçığının çalındığı anlaşılınca sınav son anda iptal edildi.

2 Mayıs 1999'da, Fazilet Partisi İstanbul milletvekili Amerikan pasaportlu Merve Kavakçı'nın TBMM'deki yemin töreni sırasında genel kurula başörtüsüyle girmesi krize neden oldu. Ecevit'in "İndirin şu kadını!" diye bağırarak ortalığı kışkırtması ise unutulmadı.

6 Mayıs'ta "Telekulak Skandalı" patlak verdi.

7 Mayıs 1999'da dönemin Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş Fazilet Partisi'nin kapatılması için dava açtı. (Parti 22 Haziran 2001'de kapatıldı.)

15 Mayıs'ta FP milletvekili Merve Kavakçı Türk vatandaşlığını kaybetti. Böylece milletvekilliğini de kaybetmiş oldu.

16 Mayıs'ta daha önce iki kez hapisten kaçmış olan ve uyuşturucu kaçakçısı Nejat Daş'ın da firarını organize etmiş olan, müebbede mahkûm mafya tetikçisi Yakup Süt, 3. defa firar etti!

20 Mayıs'ta PKK'nın ikinci adamı "Parmaksız Zeki" kod adıyla bilinen Şemdin Sakık ve kardeşi Arif Sakık idam cezasına çarptırıldı.

22 Mayıs'ta CHP kurultayında Altan Öymen parti başkanı seçildi. Ne var ki, CHP'yi artık kimse kurtaramazdı. İlelebed muhalefete mahkûmdu. Aslında ATATÜRK'ün bıraktığı İş Bankası hisseleri olmasa parti kapanıp gidecekti. Ama onları kim yiyecekti???

25 Mayıs'ta Mersin'de yakalanan PKK bağlantılı "Şirinler Çetesi"nin sahte polis ve asker kimliği ile eylemler yaptığı ortaya çıktı... Aslında bu PKK'nın Doğu'da uyguladığı bir taktiktir. Asker veya özel tim üniforması giyen militanlar köyleri basar, köylülere eziyet eder. Böylece köylülerin Devlet'ten soğumasını sağlanır.

31 Mayıs 1999'da Abdullah Öcalan'ın yargılanması başladı. "Saygılarımla efendim," diye söze başlayan Öcalan "Barış içini hayatta kalması gerektiğini" iddia etti. Duruşmada söz alan bir şehit babası, Başbağlar Katliamı 'nda oğlunu kaybeden Ahmet Beşkardeş, Öcalan'a hitaben, Kırmanç (Kürt) ağzı ile "ez kırmanç im" diye başlayıp "Sen Kürt değilsin, Ermenisin!.. Eğer Kürt isen, ben şimdi seninle Kürtçe konuşuyorum, bana Kürtçe cevap ver!.." dedi!.. Ve tabii hiç bir cevap alamadı!.. Kürtleri bağımsızlığa kavuşturacağını iddia edip, Türk ten çok Kürt öldüren, sözde Kürt "gerilla" kamplarında Türkçe eğitim yaptıran Abdullah Öcalan takma adlı Artin Agopyan, gerçekten Ermeni idi, ve Kürtçe bilmiyordu!.. Böylece "Apo" diye bilinen katilin aslında Ermeni olduğu kendi yüzüne haykırıldı, ve kayıtlara geçti!

1 Haziran'daki duruşmada Öcalan'ın açıklamaları devam etti. İsveç Başbakanı Olaf Palme'yi eski eşi Kesire Öcalan'ın öldürttüğünü iddia etti.

8 Haziran'da DGM savcısı, Öcalan'ın 125. Madde'den idamını istedi.

9 Haziran 1999'da seçim sonrası DSP, MHP ve ANAP'ın Bülent Ecevit başkanlığında oluşturduğu 57. Hükûmet Meclis'ten 354 oyla güvenoyu aldı. Böylece Öcalan'ın Türkiye'ye teslimi ile yıldızı parlayan Bülent Ecevit tekrar Başbakan oldu. Hüsamettin Özkan, Devlet Bahçeli ve Cumhur Ersümer Başbakan Yardımcısı, dönme İsmail Cem Dışişleri Bakanı, Saadettin Tantan İçişleri Bakanı, Osman Durmuş Sağlık Bakanı, Enis Öksüz Ulaştırma Bakanı, Zeki Çakan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı idi. Sonradan Cumhur Ersümer oldu. Mesut Yılmaz 1 yıl kadar hükûmet dışı kaldı ama türlü fırıldak çevcirmekten geri kalmadı. Bu uyduruk hükûmette tam 36 tane Devlet Bakanı görev yaptı, Sürüsüne bereket!.. Biri gitti, diğeri geldi.

28 ŞUBAT SONRASI TÜRKİYEDE NELER OLDU ? - 1 - vidyo

28 ŞUBAT SONRASI TÜRKİYEDE NELER OLDU ? - 2 - vidyo

Mesut Yılmaz'ın Başbakanlık yaptığı, ve ANAP'ın iktidarda olduğu dönemler hep yolsuzluklar, banka hortumlamaları, enerji yolsuzlukları, pahalı santraller dönemidir.

Rusya'dan "Mavi Akım" anlaşması 15 Aralık 1997'dedir. Turusgaz'la yapılan anlaşmayı ANAP'lı Şinasi Altıner imzalamıştır. Bulgaristan üzerinden gelen boru hattıyla 8 milyar metre küp gaz naklini 14 milyar metre küpe çıkarmak için yapılmıştır. Kapasitesi yeterli olmayan hatlara yeni paralel hatlar çekilecek, yeni kompresörler kurulacaktı. Asıl yolsuzluk mevcut olan formülün yanlış uygulanmasıyla yapılmıştır. Bu da 1998’de olmuştur. Türkiye bu ilave masraflar karşılığında, fiyatta bir miktar artışı kabul etti. Ancak bu ilave fiyatın yüzde 35’i, bizim BOTAŞ da ortak olduğu için BOTAŞ’ a geliyor artışın önemli bir kısmı, vergi olarak geri alınıyordu. Adamlar şart koştular, dediler ki,

- "İlâve 6 milyar metreküp gaz verebilmemiz için boru hattının geçtiği ülkeler Ukrayna, Romanya, Bulgaristan’daki boru hatları üzerinde yeni yatırımlar, yeni pompa istasyonları kurmamız lâzım. Dolayısıyla eski şartlarla bizim bu gazı vermemiz mümkün değil.: Pazarlamada da şartımız şudur; bizim Avrupa ülkelerinde şirketten şirkete değil, doğrudan Turusgaz aracılığıyla dağıtım yapıyoruz."

Fazla bir araştırma yapılmadan, fazla görüşmeler yapılmadan o anlamda bir ön anlaşma yapıldı, imzalandı. O yüzden Turusgaz aracılığıyla alınan her biin metre küp gaz için 12 dolar fazla ödemek durumunda kaldık.

BEYAZ ENERJİ OPERASYONU: 1998'in ilk günlerinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Cumhur Ersümer, bakanlıktaki yedi bürokratı görevden aldı. Aralarında TEAŞ Genel Müdürü Muzaffer Selvi, yardımcısı Ünal Peker, TEAŞ Yük Tevzii Başkanı Mustafa Aslan'ın bulunduğu bürokratların görevden alınmasının gerekçesi ise Konya Yeşilhisar iletim hattı ihalesinde 4 trilyonluk yolsuzluk yapıldığı iddiasıydı.

Ancak operasyon ilerledikçe Park Holding'in işletme hakkını aldığı Çayırhan Enerji Santrali ve 1997 yılındaki nükleer enerji ihalesinde de yolsuzluk ve rüşvet iddiaları ortaya atıldı. Ankara DGM Savcısı Talat Şalk'ın talimatıyla gözaltılar başladı. Aralarında Devlet Bakanı ve eski TEAŞ Yönetim Kurulu üyesi Birsel Sönmez'in de bulunduğu 5 bürokrat, jandarma tarafından gözaltına alındı. "Neden polis değil de jandarma?" sorularını Şalk, "Olay yeri jandarmanın bölgesi" diyerek yanıtladı. Halbuki sebep farklıydı.

İddialar çok ciddiydi: Rüşvet karşılığında enerji ihalesi vermek, ihalelere fesat karıştırmak, usulsüzluk, yolsuzluk... SAY SAYABİLDİĞİNCE!

Ancak "Beyaz Enerji Operasyonu"nun başlamasından bir kaç gün sonra, üst düzey bir komutan,

- "Operasyonu biz başlattık. Düğmeye Ersümer değil biz bastık,"

diyerek Cumhur Ersümer'in balonunu söndürdü. Ortalık karıştı. Üst düzey komutan, yolsuzluğu askerlerin ortaya çıkardığını söylüyor ve "Ersümer'in üstünü çizin," diyordu.

Operasyonu yürüten üst düzey bir komutan, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Cumhur Ersümer'in olaydan son anda haberi olduğunu belirterek, "Bakan’ın düğmeye basıp operasyonu başlattığı iddiasının doğru olmadığını" bildirdi. "Bu olay PKK ile mücadele kadar önemli," diyen komutan, rüşvet çarkını ortaya çıkarmak için uğraştıklarını bildirdi. Bundan böyle "Pisliğe, rüşvete bulaşan kim varsa üzerine gitmekte kararlı olduklarını" vurgulaydı. Aının yazılmasını istemeyen komutan, şunları söyledi:

- "Holding'in sahibi Hüseyin Arabul (Dünya Enerji Konseyi Türk Milli koümitesi Yönetim Kurulu Başkanı) da gözaltına alındı. Bağlantı durumları tesbit edilmeye çalışılıyor. Bu kişi Angora Evleri'ni yapmış. Kesinlikle şunu bilin; bizim soruşturma farklı bir şey. Rüşvet çarkı ortaya çıkarılmaya çalışılıyor."

- "Sağlam olmayan bir işe girmeyiz. Bu örümcek ağı gibi sarmış. Mümkün mü her tarafa ulaşmak? Üzüntü verici bir şey bürokratların bu pisliğin içine girmesi. İlk defa devletin içindeki bürokratlara yönelik. Bu bir örnek olması lâzım. Herkesin elini taşın altına sokması lâzım. Özellikle siz değerli basın mensuplarının; dürüst, namuslu, temiz bir şekilde bu olayların üzerine gidip, kim ne varsa gidip aklanması lâzım. Olay bu."

- "Bu operasyonun amaçlarından bir tanesi de kirli işlerin ve ilişkilerin ortaya çıkarılmasıdır. Kesinlikle ucu nereye giderse gitsin. Takdir edersiniz ki, delilden suçluya gitmek lâzım. Delil olmayınca tıkanılırsa bir şey diyemeyiz. Ama görev açısından bir sorun olmaz."

- "Devlet'in hayatî, stratejik kararları satılıyor. Böyle şey olmaz. Çocukların geleceği satılıyor. Ondan sonra yarın da çocuklar, enerji darboğazı... Bir sürü sıkıntı... İşin mâlî boyutu için, ben size 100 milyar dolar, 500 milyar dolar desem ne olur. Usulsüzlükler girmiş, çark öyle işliyor. Sistem oturmuş gidiyor. Belli kulvarlar oluşturulmuş. Yani, bir kulvarı tutsanız ne olur?"

Demek ki TÜRK ORDUSU'nda vatanperver, mert, dürüst subayları tükenmemiş!.. 28 Şubat'ın mason-dönme generallerinin karşısında onlar da varmış!.. ALLAH onları başımızdan ve ordudan eksik etmesin!

Haberin yayınlandığı gün önce Başbakan Bülent Ecevit sert bir açıklama yaparak "Hükümet devre dışı bırakılmak isteniyor," dedi ama orada kaldı... Hükûmet yolsuzluğa bulaşmışsa, elbette devreden çıkarılır. Hele vatanı satmaya kalkmışsa, devrilir gider. Demokrasi, memokrasi işe yaramaz!..

Sonra Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz,

- "Bazı çevreler siyaseti ve siyasetçiyi kirli göstermeye çalışıyor. Askerî yönetim özlemi mi var?"

diye sordu. Arkasından, "Askerler yönetime gelince yolsuzluk olmayacak mı? En büyük yolsuzluklar o dönemde olur," dedi. Askerler içinde daima yolsuzluk yapanlar olmuştur, ama siviller ile yarışmaları, hele banka hortumlama, ihale kapma, İzmit'teki gibi susuz baraj yapma leklinde olmaz!.. Önemli olan asker-sivil bütün namussuzları yakalamak, yaptıkları yolsuzlukları fitil fitil burunlarından getirmektir.

Tartışmalar hararetlenince bu kez Genelkurmay Başkanlığı bir açıklama yaptı. "Beyaz Enerji Operasyonu'nun Türk Silahlı Kuvvetleri ile doğrudan ilişkisi olmadığını" belirtti. Herkesin bildiği gibi Jandarma İçişleri Bakanlığı'na bağlıydı. İçişleri Bakanı da dürüstlüğü ile meşhur Sadettin Tantan idi.

Bir iddiaya göre Enerji Bakanlığı'yla çalışan ve ismi gizli tutulan bir müteahhit 3 ay önce jandarmaya başvurarak ihalelerdeki yolsuzlukları ihbar etmişti!.. Jandarma gerekli istihbaratı Emniyet'le birlikte yaptıktan sonra Ankara DGM Başsavcılığı ile irtibat kurmuş, savcı Talat Şalk görevlendirilmiş, soruşturmadan icraatı şaibeli Ersümer bile haberdar edilmemişti.

Başka bir iddiaya göre ise düğmeye basan eski TEAŞ Genel Müdürü Zeki Köseoğlu'ydu!.. Köseoğlu bir politikacıya gönderilmesi gereken 3 milyon doları geciktirdiği için görevden alınmıştı. Danıştay'a dava açıp kazanmasına rağmen makamına dönmeyen eski bürokrat bakanlığı yakın takibe almış ve zamanı geldiğinde de düğmeye basmıştı.

DGM Savcısı Talat Şalk ise bir gazeteye yaptığı açıklamada "Cumhuriyet'in bağımsız bir savcısı olarak düğmeye ben bastım,' dedi. Şalk operasyonun her aşamasında kontrolün kendisinde olduğunu, Tantan dışında kimseye haber vermediğini vurgularken soruşturmanın JANDARMA'DAN GELEN BİR İHBAR üzerine başladığını söyledi. E, öyleyse düğmeye basan Jandarma!..

Şaibeli Bakan Cumhur Ersümer ise bir gazeteye verdiği röportajda, "Bürokratları İçişleri Bakanı Tantan'ın uyarısı üzerine görevden aldığını" söyledi. Demek ki, düğmeye basan o değil!..

Tutuklu eski Bakan Birsel Sönmez ve TEAŞ bürokratlarının Ersümer'i "rüşvet almakla" suçlayan ifadelerinin Anadolu Ajansı'nda yayınlanmasıyla, Beyaz Enerji Operasyonu bir krize daha neden oldu.

19 Ocak'ta Anadolu Ajansı'ndan geçen haberde, sanıkların yedek hâkimlik ifadeleri yer aldı. İfadelerde bürokratlar rüşvet aldıklarını itiraf ederek, Cumhur Ersümer'i de ihaleleri yönlendirmek, özellikle 1997 yılındaki nükleer enerji ihalesinin Kanada firmasına verilmesi için baskı yapmakla suçladılar. Devletin kontrolündeki Anadolu Aajansı'nın Bbakanı suçlayan ifadeleri yayınlaması, "Bbu kez düğmeye AA bastı" yorumlarına neden oldu. Üstelik AA bu haberi Cumhuriyet Başsavcısı'nın "önsoruşturmaların açıklanmasının suç olduğunu" hatırlatan haberiyle aynı saatlerde yayınlamıştı.

Muhalefet partileri şaibeli Bakan Ersümer'ın istifasını istedi, ancak koalisyon liderlerini arkasına alan Ersümer, hakkında verilen gensorudan kurtuldu!.. Ondan sonra kalk, Ecevit'i "aptaldı, saftı, ama dürüsttü," de!.. Yolsuzluğun üstünü örten dürüst olur mu hiç? Kendi çalmasa da, çalana gözyuman da namussuzdur!

Muzaffer Selvi'nin (TEAŞ eski Genel Müdürü) yazılı ifadesi:

- "Eski Devlet Bakanı Birsel Sönmez bana yardım niyetinde 195 bin dolar verdi. Çayırhan Enerji Santralının işletme hakkını devralan Park Holding ortaklarından Erhan Aygün'den yine yardım niyetinde 100 bin dolar aldım. Silopi'deki Gezer Elektrik Santralı ihalesini alan Doğan Karadeniz de bana yine yardım niyetinde 50 bin dolar verdi. Bakan Ersümer'in nükleer enerji santrali ihalesinin Kanada Firması'na verilmesi yönünde baskısı oldu."

Bayılırım böyle "yardım"lara!.. Bizim bildiğimiz yardım, karnını doyuramıyacak kadar fakir olanlara yapılır. Üstünde lojman damı, altında lüks devlet otomobili, cebinde kıyak maaş ve ödenekler olana değil!

Birsel Sönmez'in (Eski Bakan, eski TEAŞ Yönetim Kurulu Üyesi) yazılı ifadesi:

- "Ünal Peker'e 60 bin dolar, Muzaffer Selvi'ye de 40 bin dolar verdim. Önceden de Selvi'ye 150 bin dolar verdim. Nükleer enerji ihalesine teklif veren firmaların tekliflerinin değerlendirilmesi sonucunda, Siemens Firması'nın birinci olduğu sonucuna varıldı. Ancak Enerji Bakanı Ersümer), özellikle Kanada Konsorsiyumu'nun birinci gösterilmesini istiyormuş. Bu bize hissettirildi."

ALLAH ALLAH!.. Acaba Kanada Konsorsiyumu Bakan Ersümer'e ne kadar "yardım" niyetinde para vermiş???

Ünal Peker'in (TEAŞ Genel Müdür Yardımcısı) yazılı ifadesi:

- "Birsel Sönmez çocuklarımın kurduğu Kandera İnşaat Şirketi'ne 'yardım olsun' diye karşılıksız 15 bin dolar verdi. Sönmez, Demir Enerji Şirketi'nden yaptığı iş için 30 bin dolar aldı, bunun 15 bin dolarını bana verdi, 15 bin dolarını da Muzaffer Selvi'ye vereceğini söyledi. Park Holding ortaklarından Erhan Aygün de bana 30 bin dolar verdi. Bu parayı iş için değil, 'yardım olsun' diye verdi. Orhan Karadeniz önce 18 bin dolar, bayramdan önce de 10 bin dolar verdi. Parayı iade etmek istedim, almadı. Doğan Karadeniz (Karadeniz Enerji Şirketi'nin sahibi): Selvi'ye 'yardım' amacıyla 50 bin dolar verdim. Ünal Peker'e de yine yardım amaçlı 28 bin dolar verdim. Mustafa Arslan'a da tatile gitmesi için 3 bin dolar para verdim."

İşte böyle... Beyaz Erenji Yolsuzluğu Operasyonu'na Eski Devlet Bakanı ve TEAŞ eski Yönetim Kurulu üyesi Birsel Sönmez, TEAŞ Genel Müdürü Muzaffer Selvi, TEAŞ Genel Müdür Yardımcısı Ünal Peker, TEAŞ Yük Tevzi Daire Başkanı Mustafa Aslan, TEAŞ Yönetim Kurulu eski üyesi Hanefi Baş ve TEAŞ avukatı Duran Belge'nin adı karıştı.

Sonuç ne oldu?.. Mahkeme, eski TEAŞ Genel Müdürü Muzaffer Selvi hakkında 'rüşvet almak' suçundan 15 yıl, eski TEAŞ Yönetim Kurulu Üyesi Ünal Peker hakkında 10 yıl, eski Yönetim Kurulu Üyesi ve eski Bakan Birsel Sönmez hakkında ise 'rüşvete aracılık etmek' suçundan 3 yıl 4 ay hapis cezası verdi. Sanıklardan Mustafa Geçek hakkında 'rüşvet vermek' suçundan 10 ay hapis ve adli para cezası veren mahkeme, diğer sanıklar Nuri Doğan Karadeniz ve Erhan Aygün ile Mustafa Arslan'ı ise değişen miktarlarda adli para cezasına çarptırdı. Mahkeme, tüm sanıklar hakkında "suç işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak" suçundan beraatlerine karar verdi. Davada diğer sanıklar Mustafa M., Osman İ., Yavuz G., Hasan Hüseyin Ç., Haldun Atıf D., Mehmet Vehbi B., Ahmet Celal B., Mehmet Zeki K., Ahmet Ş., Necip Timuçin T., Zeki G., Selçuk G. ve Abdullah Oktay Ş. ise üzerlerine atılı suçlardan beraat etti.

Devlet'in ve Millet'in girdiği zarar, rüşvet alanların aldığı rüşvet ne oldu?.. Hâkim masaya bir bardak su getirdi, "soğuktur, buyrun için," dedi!..

Mavi Akım Projesi, Rusya Federasyonu topraklarında 396 km, Karadeniz’in altında 392 km ve Türkiye’nin Samsun sahillerinde kıyıya ulaştıktan sonra da Samsun–Ankara arasında 501 km kat ettikten sonra toplam 1.289 km’lik bir hat ile Türkiye’ye yılda 16 milyar metreküp gaz ulaştırmayı hedefleyen bir proje idi. Halbuki Türkmenistan'dan çok daha kolay doğal gaz temin edilebilirdi. Türkmenistan Devlet Başkanı Saparmurat Türkmenbaşı, Mavi Akım Projesi ile ilgili olarak Türk tarafına, "Biz Ruslar'a gazı 44 dolardan satıyoruz. Siz Ruslar'dan 133 dolara alıyorsunuz" şeklinde eleştiride bulunmuştu. "Ne kadar enayisiniz," demek istemişti. Enayi değildik te, başımızdakiler hırsız, soysuz idi.

Mavi Akım davası 2003 yılında sonuçlandı. BOTAŞ eski Genel Müdürü Gökhan Yardım ve eski Yönetim Kurulu üyelerinin her birine 6 milyon 46 bin lira ağır para cezası verildi. Ondan artık yedikleri, yedirdikleri yanlarına yanlarına kâr kaldı.

Mesut Yılmaz'ın Aydın Doğan'ın basın gücünden destek alarak nasıl paçasını kurtardığına dair enteresan bir basın hikâyesi vardır... Emin Çölaşan bir keresinde "benim gazetedeki yazılarımdan hiçbiri sansür edilemez. Böyle bir durum olursa gazeteyi bırakırım" gibi büyük lâflar etmişti köşesinde. Bu sözleri sarfedişinden bir süre sonra da, Hürriyet’te Mesut Yılmaz ile ilgili bir yazı hazırladı. Dönem ANAP’ın hükümette olduğu, ancak Yılmaz’ın kabine dışında kaldığı dönemdi. Yazı M. Yılmaz’ın Mavi Akım projesi hakkında Rusya’da sürdürdüğü temasların mahiyeti ile ilgili olup, Çölaşan bu temaslar ve sözkonusu proje yoluyla ANAP liderinin kendine maddî çıkarlar sağlama gayreti içinde olduğunu iddia ediyordu.

Bu yazı, Hürriyet’in internet nüshasında yayınlandı, ancak ertesi gün yayınlanan gerçek baskısında sansürlendi. Bunu ilk Fehmi Koru farketmiş ve tabii fırsatı kullanarak "Çölaşan, yazın sansürlendi, bas hadi istifanı,” demişti. Çölaşan gazete yönetimini ve patronunu protesto ederek birkaç gün gazeteye yazı yollamamıştı, ama istifa da etmemişti. Tabii o dönem Yılmaz’ın Doğan Grubu ve Ertuğrul Özkök’le arasının iyi olduğu, Özkök’ün Güneş Taner’le özelleştirme pazarlıklarını telefonlarda gayet yakışıksız ölçüde bir samimiyetle sürdürdüğü bir dönem idi. Şimdi Çölaşan’ın Yılmaz’ı enerji yolsuzluğuyla suçladığı yazısını sansürleyen de Hürriyet... Bu yolsuzlukta ANAPlıların payı olduğunu ima edercesine "düğmeye Enerji Bakanı değil, asker bastı" tartışmasını açan ve Bakan Cumhur Ersümer’in zan altındaki bürokratlara karşı hukukî süreci başlatmada kasıtlı olarak ihmali bulunduğunu iddia eden de Hürriyet... Ne oldu acaba? Hürriyet’le Yılmaz arasında bir çıkar çatışması mı? Yoksa Aydın Doğan'ın iki taraflı oynaması mı?..

Bu arada kendisi ile ilgili bir yazının Hürriyet tarafından sansürlenmesini pek de demokrasiye aykırı bulmayan, ve enerji ile ilgili yolsuzluk iddialarını "bunlar Türkiye’yi karanlıkta bırakmak isteyen vatan hainler" diye niteleyen Mesut Yılmaz, aynı gazetenin bir komutanın kendisini hedef alan sözlerini manşete taşımasını "demokrasi ayıbı" olarak görmüştü.

Aslında TÜRKİYE neler görmüş geçirmiş te, unutup gitmişiz!

DEVAM EDECEK!

*****

> İÇİNDEKİLER < > 28 ŞUBAT SÜRECİ - YILMAZ-ECEVİT SAFHASI SAFHASI < > BATI DENEN BİLİNMEZ < > 28 ŞUBAT - Bir Dönmenin Yorumu - Vidyo < > 28 Şubat Sürecinde Yaşananlar < > ALTI TEMEL ESAS < > HİLÂFET MESELESİ < > İSLAMİ ESASLARA BAĞLILIK İLKESİ <