Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

ALİ HAYDAR BAŞVEREN'iN ARAŞTIRMA YAZISI



ALEVİ-SÜNNİ SÜRTÜŞMESİNİN İÇYÜZÜ


TÜRK'E IŞIK TUTANLAR - 2


Şimdi vereceğimiz isimler ise Alevi dostlarımız tarafından tanınır, ancak haklarındaki gerçek bilgilere sahip olanlar azdır. Sünniler ise bu muhterem zatları pek fazla tanımazlar.

***

NESİMİ


Geldik yine Hakikat yolunda baş vermiş bir başka muhtereme: Seyyid Nesimi'ye.

Asıl adı Ömer'dir. Seyyid yani Ali soyundan olmasına rağmen 1350'lerde kendisine bu adın konmuş olması, bizim düşüncemizi doğrular. Ali soyununun Ebubekir'le, Ömer'le, Osman'la bir alıp veremediği yoktur!..

Ancak Nesimi'nin asıl adı, Şiilerin arasında dolaştığı için unutulmuş, bu unutkanlık Anadolu'ya da yansımıştır. Bizden de hemen hiçbir Alevi Seyyid Nesimi'nin asıl adını bilmez.

Kendisi Bağdat yakınlarındaki Nesim kasabasında doğduğu için Nesimi diye anılır, derler. Ancak böyle bir kasaba, köy tesbit edilememiştir.

Bir Türk şairi olan Seyyid Nesimi, soyunun Peygamber'e dayandığını anlatır ama esas öğündüğü husus başkadır:

- "Gerçi bugün Nesimi'yem, Haşimi'yem, Kureyşi'yem... Bundan uludur âyetüm, Âyet-ü şâna sığmazam!..."

Gençliğinde Sihabüddin Fazlullah'a mürid oldu. Ondan Hurufiliği benimsedi... Şeyhi, 1394'de Timur'un oğlu Miranşah tarafından öldürülünce Anadolu'ya geldi.... Suluca Karahöyük'teki Pir Evi'ne uğramış, ama saklanmamış, yine Hurufiliği yaymaya çalışmıştır.

Namaz kılmaya gerek olmadığını savunan Seyyid Nesimi imansızlıkla suçlanarak 1404 yılında Halep'te Halife El Müeyyed'in fermanı ile şehit edilmiştir. Hem de boynu vurularak ve derisi yüzülerek.

Nesimi; Şeriatı da, Tarikatı da, Marifeti de aşmış, Hakikat mertebesine ulaşmış ululardandı. Onun için her şey iyi, her şey güzeldi... "İman edinceye kadar ibadet ediniz," ayeti gereğince ibadete ihtiyacı kalmamıştı. Bir hatası, kendini bir tarikatın savunucusu durumuna sokmasıydı. Hurufilik öyle herkese uygun ve kolay bir tarikat değildi. Çoğu kişinin sapıtma ihtimali vardı. En önemlisi de Nesimi, Hallac-ı Mansur gibi sırrı ifşa etmişti. Hem de kardeşinin ikazına rağmen!..

Söylendiğini göre Nesimi,

"Bende sığar iki cihan Ben bu cihana sığmazam
Gevher-i lamekan benem Kevn-ü mekana sığmazem"

gibi şiirler söyleyince kardeşi ona şu beyti yazıp göndermiş:

"Gel bu sırrı kimseye faş eyleme,
Han-ı hası ammeye aş eyleme!.."

Ama Nesimi dinlemedi, bu yüzden başını verdi.

Seyyid Nesimi'nin hem Türkçe, hem de Farsça şiirleri vardır. Ama bunlara başka şairlerin şiirleri de karışmıştır. Özellikle kendinden üç asır sonra, XVII. Asırda yaşamış olan Kul Nesimi'nin pek çok şiiri Seyyid Nesimi'ye mal edilir. Bektaşi, Alevi meclislerinde dilden dile dolaşan bu şiirlerle Seyyid Nesimi'ninkileri ayırmak zorlaşır.

Halbuki Seyyid Nesimi, Alevi meşrepli Hurufi'dir. Türk'tür ama Farsça da yazar, hep aruz vezni kullanır. Kul Nesimi ise müfrit sayılacak ölçüde Alevi'dir. Hece vezniyle yazar, Farsça bilmez ve dili Seyyid Nesimi'ninki kadar zengin değildir.

Seyyid Nesimi'ye boynunu vurduran mısralardan bir kaçını tekrarlayarak, Hazret'i yadedelim:

"Her zerre güneşten oldı zahir
Toprağa sücud kıldı tahir
Külli yer-ü gök Hak oldı mutlak
Söyler def-üşeng-ü ney "ENEL HAK"

Çün mü'mine mü'min oldı mir'at
Miratına bah u anda gör ZAT

Adem'de tecelli kıldı ALLAH
Kıl adem'e secde, olma gümrah!.."

Bu şiirlerin Seyyid Nesimi'ye atfedilen

"Nesimi'ye sordular ki
Yârin ile hoş musun?
Hoş olayım, olmayayım
O yar benim, kime ne?"

diye biten şiir ile uslup farkı açıkça görülmektedir.

Bu farkı vurgulamaktan amacımız, halkın bilmeden her Nesimi mahlasını kullanan şairi "boynu vuruldu, derisi yüzüldü" sanmasıdır ki bu da Sünni-Alevi sürtüşmesini azdırmaktır. Halbuki, Seyyid Nesimi'nin elimizde ancak 200 kadar şiiri vardır. Bunların da cemlerde pek azı okunmaktadır. Çünkü dili şimdiki nesil için ağırdır. Okunanların çoğu diğer Nesimi'lere aittir. Onların da boynu vurulmamış, derisi yüzülmemiştir.

Görüyoruz ki, dinin şekil yönünü, yani ŞERİAT'ı, 650'lerden başlayarak mezhep imamları tesbit etmiş, bu iş 950'lere kadar sürmüştür. Dinde derinleşmeyi, yani TARİKAT yönünü de Hz. Ali'den başlayarak imamlar, sonra seyyidler ve zaman zaman ortaya çıkan Hasan Basri, Cüneyd Bağdadi gibi zatlar sağlamıştır. Türklerin İslamiyet'te ön plana çıkmasını sağlayan bakış açısını ise Ömer Hayyam, Nizami, Hafez, Hallac-ı Mansur ve Nesimi'den elde etmişizdir. Horasan ahlâkı, Horasan kültürü, Horasan'ın İslam anlayışı dünyanın en yüce İslam görüşünü oluşturmuştur.

Burada iki muhterem zatı daha incelemek istiyoruz. Bunlar özellikle Türkleri etkilemiş olan, bizi az önce söz ettiklerimizden daha fazla, adeta bir oya gibi işleyen hakikat ehlidir. Bu zatları Türk olmayan Müslümanlardan çok azı tanır. Halbuki biz Arap, Acem, hatta Pakistanlı din âlimlerini tanımayı şiar edinmişizdir.

***

AHMED YESEVİ


Sadece Türklerin rehber edindiği ve bizler için en önemli kişi, Ulular Ulusu Hace Ahmed Yesevi Hazretleridir... Batı Türkistan'da Sayram kasabasında dünyaya gelmiştir. Doğum tarihi 1050 yılından sonra olsa gerektir. Babası Hz. Ali'nin oğlu Muhammed soyundan Şeyh İbrahim'di. Küçük yaşta hem babasını, hem annesini kaybetti. Ablasıyla Yesi'ye yerleştiler. Orada Arslan Baba'ya intisab etti.

Ahmed Yesevi'nin hayatı menkıbelerle doludur ve bize intikal eden de bu menkıbelerdir. Bunların hepsini nakletmeye imkân yok ama, Arslan Baba ile ilgili olan önemlidir.

Rivayete göre bir gün Ashab, Hz. Muhammed'den yiyecek ister. Cebrail cennetten bir tabak hurma getirir. Ashab bu hurmaları yerken, bir tanesi tabaktan yere düşer. Cebrail, "Bu hurma, ümmetinden Ahmed adındaki birinin kısmetidir," der. Hz. Muhammed de hurmayı sofrada bulunan Arslan baba'nın dilinin altına koyar ve "zamanı gelinceye kadar saklamasını" söyler... Arslan Baba 400 yıldan fazla yaşar ve gelir Yesi'ye yerleşir. Bir gün daha çoçuk olan Ahmed Yesevi ile karşılaşır. Çoçuk hemen emanetini ister. Arslan Baba da 400 yıl dilinin altında sakladığı hurmayı çıkartır ve çocuğa verir.

"Böyle şey olur mu, olmaz mı?" diye tartışmak boştur. Oluru, olmazı şeriat mertebesindedir, biz daha derinine inelim:

Cebrail'in cennetten getirdiği hurma, Hz. Muhammed'in irfan dolu sohbetidir. Hurmanın dilin altına konması, bunun ancak dilden gönüle akabileceğine işarettir. Arslan Baba'nın 440 yıl yaşaması, bu irfanın 400 yıl boyunca, Arslan baba gibi muhterem kişiler tarafından ağızdan ağza nakledildiği ve Ahmed Yesevi'ye ulaştığıdır. Ahmed Yesevi'nin Peygamberin irfan sofrasından beslendiğini gösterir hepsi... zaten kendisi de peygamber torunudur. İmamlar, seyyidler yoluyla da aynı öz kendine ulaşmıştır.

Ahmed Yesevi, Arslan Baba'nın vefatından sonra Buhara'ya gelip Şeyh Yusuf'a intisap etti. Şeyh Yusuf, Hanefi mezhebindendi. Dünyaya değer vermez, ikbal peşinde koşmaz, sade bir hayat yaşar, Kur'an okur ve Hızır ile sohbet ederdi. Halka İslam esaslarından ayrılmamalarını telkin ettiği için Selçuklu Sultanı Sancar tarafından kendisine, dervişlere dağıtılmak üzere 50.000 altın gönderilmişti.

Böylece Ahmed yesevi şeriat ahkâmına vakıf, sünnete bağlı biri oldu. Şeyhinden sonra bırakıp Yesi'ye döndü. Ve etrafındakileri irşada başladı.

1157 yılında Selçuklu Devleti Sancar'ın vefatı üzerine yıkılınca, onların yerini Harzemşahlar aldı. Onlar da ilme ve dine çok önem veriyorlardı. Böylece Ahmed Yesevi'nin tanınma imkânı doğdu. Taşkent, Sir Derya ve Seyhun Nehri civarlarında şöhreti arttı. Hikmet adı verilen şiirleri elden ele en uzak Türk diyarlarına kadar ulaştı. Yesevilik sonradan bir tarikat haline geldi ve Ahmed Yesevi Türkleri en çok etkileyen kişi oldu.

Ahmed Yesevi, Peygamber'in sünnetine o kadar bağlıydı ki, menkıbeye göre, 63 yaşına gelince (Peygamberimiz o yaşta vefat etmişti) toprak altına indi. Bir çilehane yaptırdı, kalan ömrünü yeraltında geçirdi. 1166 yılında vefat ettiğinde yüz yaşını çoktan aşmıştı. Kimine göre 120, kimine göre de 133 yıl yaşamıştır. Hayatını tahta kaşık yapmakla kazanırdı.

Bir menkıbesi şöyledir: Horasan'ın müteassıp kişileri Ahmed Yesevi'yi kadın-erkek bir arada sohbet ve zikir yapmakla suçlamışlar ve bunun dine aykırı olduğunu iddia etmişler. Bunu duyan Ahmed Yesevi, müritlerini toplamış, "Sağ eli buluğ çağından beri avret yerine değmemiş biri gelsin," demiş. Celal Ata adında bir derviş ortaya çıkmış. Hace Ahmed Yesevi ona mühürlü bir hokka vererek "Al bunu onlara götür," demiş. Horasanlı sofu şeriatçılar hokkayı açtıklarında, içinde bir parça pamuk ile bir parça kor ateş olduğunu hayretle görmüşler... Hace bu kerametiyle, eğer kişiler nefislerine hakim olmayı öğrenirlerse (EDEB) o zaman kadınla erkeğin bir arada bulunmasının mahzuru yoktur, demek istemiş.

Gene menkıbeye göre Ahmed Yesevi Hazretlerinin 99.000 müridi varmış. Bunları dünyanın dört bir yanına vazifeli olarak göndermiş.

Türkiye'deki Alevi ve Bektaşiler, Ahmed Yesevi'yi çok severler, ona gönülden bağlıdırlar, ama hikmetlerini bilen, okuyan pek yoktur. Sünniler ise pek tanımazlar. Ama gerçek şudur ki, Türklerin üstün bir İslam anlayışına ulaşmasının yanısıra, Türkiye'nin bugün bir İslam ülkesi olması, 900 yıl önce onun ileri görüşünden kaynaklanmaktadır. Eğer o Hacı Bektaşi Veli gibi muhteremleri Anadolu'ya göndermeseydi, maneviyatı ile desteklemeseydi, bizler şimdi burada bile bulunamayabilirdik. Bu hususu her Alevi ve Sünni'nin çok iyi bilmesi gerekir.

Ahmed Yesevi Hakikat ehlidir, Marifet ehlidir, Tarikat ehlidir ve Şeriat ehlidir. Yani o hakikate ermiş ama sırrını ifşa etmemiştir. Kerametleri vardır. Halka, onun anlayacağı dille, sözle veya olayla hitap etmiştir. Şeriatı toplumun düzeni açısından korumuş ama mânânın derinine inmiş, şekilde takılıp kalmamıştır.

İşte Aleviler onun bu yönünü bilmez. Çoğu zanneder ki, şimdiki tüm Alevi ve Bektaşi inanç uygulamaları Ahmed Yesevi'den, Hacı Bektaş'tan gelmiştir. Fakat gerçekte öyle değildir.

Ahmed yesevi her davranışıyla Hz. Muhammed'e ve Hz. Ali'ye benzer. Kur'an, namaz, oruç, riyazet, nefsi kontrol ve insana hizmet onun daima savunduğu esaslardır. Hikmetleri incelendiğinde görülür ki, Ali soyundandır, Alevidir ama 12 imamdan söz etmez. Çünkü kendi Ali oğlu Muhammed soyundandır. Onun için halifelik, imamlık değil, HAK yolunda olmak önemlidir. Bir açıdan da Sünnidir. Yani Şeriat'a hakkıyla uyar, sünnete bağlıdır. Ahmed Yesevi'nin nazarında 4 büyük halife de muhteremdir, hepsini hayırla anar.

Ahmed Yesevi'nin felsefesi bugün dahi, değme Batı öğretilerinden üstün ve geçerlidir. O tarihlerde bütün Türkistan ve Horasan'a yayılan görüşleri, Horasan erleri vasıtasıyla Anadolu'ya gelmiştir. Atalarımız hep bu görüşlerle yetişmiştir. Kısacası Anadolu Türkleri hangi mezhep ve tarikattan olurlarsa olsunlar, aslında Yesevidirler. Bize düşen şimdi unuttuğumuz şeyleri bulup çıkarmak ve birbirimizin eksiğini tamamlamaktır.

Ahmed Yesevi'nin şiirlerinden örnekler verirken onun İslam anlayışını nakletmeye çalışacağız. Mesela sevginin iman olduğunu, Peygamberin sözünün (hadis) işin özü olduğunu şöyle ifade etmiştir:

"Işksızların hem canı yok, hem imanı
Resullilah sözin aydın mânâ kanı"

HAK'ka ulaşmak için nefisten kurtulmak şarttır. Namaz, oruç önemlidir ama, gönül gözünü açmadan, iyi bir insan olmadan ibadet işe yaramaz:

"Köngül közin yarutmayın taat kılsa
Dergahığa makbul imes bildim mânâ"

Ahmed Yesevi gariplerin, muhtaçların yanındadır. Ancak Peygamber huylu olanlar böyle yapar:

"Gariplerge rahim kılmak Resul işi
Gariplerni körgen yirde akar yaşı"

ALLAH katı gönülleri, merhametsiz olanları sevmez. Bunun için Ahmed Yesevi kâfirleri bile incitmeyi doğru bulmaz:

"Sünnet irmiş bolsa birme azar
Köngli katığ dilazardan Hüda bizar"

Hakikate ancak Kitab'a ve sünnete uymakla varılır:

"Sünnetlerin muhkem tutub ümmet boldum
Yir astığa kirip murğa doldum"

İnsan hakikati tek başına bulamaz, bir pire bağlanmalıdır. Bir mürşidi olmalıdır. Ama asıl pir, asıl mürşit Hz. Muhammed'dir:

"Pir-i muğan hak Mustafa bi-şek biling
Kayda körseng vasfın aytıp tazim kılang"

Şeriat-Tarikat birbirinden ayrı değildir. Şeriatsız tarikat olmaz. Çünkü şeriat avın postu, tarikat ise onun etidir. Postsuz hayvan eti kolayca murdar olur:

"Post-u iman şeriattır, mağzı tarik
Tarik kirgen hak'dın ülüş aldı dostlar"

"Şeriatnı şerayitin bilgen âşık
Tarikatnı manasını bilür dostlar
Tarikatın işlerini eda kılıp
Hakikatın deryasığa batar dostlar"

Her şeyden, canından bile geçmek gerekir Hak'ka ulaşmak için... Böyle yapmayan sahte dervişlerin "hu" çekmeleri işe yaramaz. Bu yolda kalmışlara uymayın, der Ahmed Yesevi:

"Candın kiçmey hu hu digen barı yalğan
Bu kallakdın sormang sual, yolda kalğan"

Çok dolaştığını, gurbete düştüğünü ama bütün ulu kişilerin başına böyle şeyler geldiğini, bundan ders almak gerektiğini şöyle anlatır:

"Gurbet tigdi Mustafa dik irenlerğa
Otuzüç ming sahabe, hem yaranlarğa

Eba Bekir, Ömer, Osman, Muratazağa
Gurbet tigdi alarğa, hem aydım muna"

HAK'tan korkup mala mülke önem vermeyenlerin gönül kapısını açar:

"HAK'dım korkup mal-u pulnı söymegenni
Açtım batın közlerini, bina kıldım"

Ama oruç tutup, namaz kılıp halka kazık atanların imanını da yok sayar:

"Ruze tutup halkga riya kılgenlerni
Namaz okup tesbih kolğa algenlerni

Şeyh min tiyü özge bina koygenlerni
Ahir demde imanıdır cüda kıldım"

Tarikata şeriatsız girenlerin imanını da şeytanın çalacağını söyler:

"Tarikatke şiriatsız kirgenlerni
Şeytan kilip imanını alır imiş"

Ahmed Yesevi Ali hayranıdır, Ali yolundandır. Yani Alevidir:

"Sıfat kılsam ali Şir-i Hüda'dur
Ki şemşir birle kafir kıradur

Ali İslam içün kanlar yutadur
Ki İslam tuğını muhkem tutadur"

Ama Ebubekir'e, Ömer'e, Osman'a düşman değildir, bilakis onları över! İşte Ebubekir için söyledikleri:

"Bir kavlıdın kaytmağan
Sırrın hergiz aytmağan
Gafil bolup yatmağan
Eba Bekr-i Sıddık'dir.

Kul Hace Ahmed kıl tasdik
Yar-i garıng kıl tefrik
Ariflikte bil sadık
Eba Bekr-i Sıddık'dur"

Ve Ömer:

"İkincisi yar bolğan
Adaletlığ Ömer'dür
Mü'minlığda yar bolğan
Adaletlığ Ömer'dür"

Şeriatnı pas tutkan
Tarikatnı rast tutkan
Hakikatnı hub bilgen
Adeletlığ Ömer'dür"

Ve Osman:

"Üçüncüsü yar bolğan
Osman ba-hayadur
Her nefesde yar bolğan
Osman-ı ba-hayadur

Tavsif kıldıng Osman'nı
Hace Ahmed sin anı
Yoktur şekk-ü gümanı
Osman-ı ba-hayadur"

Ve gene Ali:

"Törtünçisi yar bolğan
Şir-i Hüda Ali'dür
Hem Mi'raç'da yar bolğan
Şir-i Hüda Ali'dür"

Horasan Erleri'nin Pir'i, Hz. Ali'nin torunu, büyük Türk İslam âlimi ve şairi Hace Ahmed Yesevi Hazretleri'nden iki beytiyle ayrılalım. Üstat diyor ki:

HAKK'ın emrine cümle âlem razı oldu. HAKK'ın hakikatli kulları zaten her zaman O'ndan razıdır. Kul Ahmed'in ruhunun uçma zamanı geldi. Ne yapsın ki, bu HAKK'ın hükmüdür.

"Emr-i HAK'ka barça halk-ı alemin boldı rıza
Ol hakikat bendeler dayim rızadur, dostlarım

Kul Hace Ahmed tütisi pervaz itedür uçkeli
Neylesin miskin, kim ol hükm-i Hüda'dur, dostlarım!..."

***

  • ÖNEMLİ SAYFALAR: HACI BEKTAŞ-I VELİ , NOTLAR 4A , NOTLAR 4B , OSMANLI DEVLETİ BEKTAŞİLİK ÜZERİNE KURULMUŞTUR! , YAVUZ SULTAN SELİM VE SONRASI , İSLAM'A FESAT KATANLAR , SAYFALAR